/
52 mins read

En Önemli Şey

Bugün sizinle inanılmaz bir kitap paylaşacağım. Çok fazla dikkat çekilmeyen bir kitap ayrıca ve bence biraz kenarda unutulmuş, göz ardı edilmiş gibi görünüyor. Türkçesi olmaması da bekli büyük bir etkendir ama kesinlikle ilk bakılması gereken eserlerden biri olduğunu söyleyebilirim. Bölümün sonuna doğru neden böyle söylediğimi bence çok daha iyi anlayacaksınızdır, ama şimdiden beklentileri çok fazla yükseltmeyelim yorumlarla bence. Kitap Howard Marks’ın 2011’de piyasaya çıkan En Önemli Şey kitabı. Aslında bu başlık altında daha önce de kendisinin yazdığı bir yatırımcı mektubu vardı, aynı isimde. 2003 yılında aynı başlığı kullanarak piyasalardaki önemsememiz gereken en önemli şeyleri maddeler halinde hazırlamıştı ve bir yatırımcı mektubu olarak sunmuştu zaten. Fakat sonrasında bu konu oldukça ilgi çektiğinden dolayı ve biraz da maddelerin içeriğini daha derin bir şekilde açıklama gereğinden dolayı genişletilmiş bir baskı olarak kitaba çevirmiş bu mektubu. Ve herkesin tabi ki kişisel görüşleri değişkenlik gösterecektir, ama bana göre bir yatırımcının başucu eseri olması gereken ve ilk başvuracağı kaynaklardan olması gereken bir kitap.

Bu arada Howard Marks hakkında biraz daha bilgi vermek gerekiyor bence, bölüme tam olarak giriş yapmadan öncesinde. Kendisi Oaktree Kapital Yönetim’in hem kurucusu hem de başkanı. 1995 yılında kurulmuş bir şirket ve basit bir fon olarak görmememiz gerekiyor bu şirketi. Şu anda 170 milyar doların biraz üstünde yönettikleri bir varlık var. Ve yolculuklarına 95 yılında 5 milyar dolarla başlamışlar. Yıllık ortalama %18’in üzerinde bir bileşik getiri yaratıyorlar. Bu açıdan da baktığımızda zaten piyasanın çok üstünde olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz çünkü S&P 500 getiri ortalaması %10 civarında bildiğiniz gibi. Aradaki %8’lik fark böyle 15-20 yıllık sürelerde inanılmaz bir bileşik getiri yaratıyor. Ayrıca getiri oranı bakımından değerlendirirsek Warren Buffett’ın sadece biraz altında kalıyor Howard Marks. Şu ana kadar incelediğimiz kişilerden diğerleri mesela Druckenmiller hatırlarsanız %30 getiri ortalaması yapmış demiştik. Peter Lynch mesela %29 ortalamada. Bu rakamlara da ben özellikle dikkat etmeye çalışıyorum çünkü profesyonel yatırımcıların anlattıklarıyla sonuçlar örtüşüyor mu bunu anlamış oluyoruz aslında, uzun vadede baktığımızda. Ve dediğimiz gibi bu kapital yönetim şirketi biraz farklı çalışıyor. Dünyanın her tarafına yayılmış şubeleri var; zaten yönettikleri para da çok büyük olduğundan tüm dünyaya dağıtmış durumdalar. Fakat başlamadan önce şu ayrıntıya da dikkat etmemiz gerekiyor. Bu 170 milyar doların bir dağılımını göstermek istiyorum önce. Varlıklarının %72’si borçlanma araçlarında. Nedir bunlar? Aslında hepimizin yakından bildiği tahviller, gelişmekte olan ülkelerdeki şirketlere sağladıkları krediler veya yine şirketlerin çıkardıkları borçlanma senetleri, swap pozisyonları gibi farklı araçlarda bulunuyor. Varlıklarının %72’si, tekrar dikkat çekmek istiyorum buna. %13’lük bir pozisyonu gayrimenkul ve reel işletmeler oluşturuyor. Bu reel işletmeleri genellikle satın alıyorlar, yönetiyorlar, büyütüp genişlettikten sonra da genellikle exit yapıyorlar. Şu anda havayolu ve demiryolu taşımacılık sektörlerine ağırlık vermiş durumdalar bu alanda. Yine varlıklarının %10’luk bir kısmı da özel işletmelerde, yani halka açık olmayan şirketlerde. Burada da yine bir değer yatırımı yapmaya çalışıyorlar. Ve son kısım olarak; varlıklarının %5’lik kısmı borsada işlem gören hisse senetlerinden oluşuyor. Ve burada dikkat etmemiz gereken şeylerden biri bana göre portföyün likit ve likit olmayan varlıklar olarak ikiye ayrılması durumu var. Zaten kendileri de bu şekilde değerlendiriyor ve sınıflandırıyor toplam varlıklarını. Bildiğiniz gibi ben de benzer bir portföy matematiği kurmaya çalışıyorum. Likit ve likit olmayan varlıklar var portföylerinde ve fakat tabi ki Oaktree Capital bunu 170 milyar dolarla yapıyor küçük bir ayrıntı olarak. Ayrıca bu ayrımı yapmak, konumuzla çok da ilgili ve ilerleyen noktalarda neden önemli olduğunu daha iyi anlamış olacağız bence. Şimdilik önden, kısa bir şirket yapısını ve durumlarını göstermek istedim; çünkü bu yapılarını anladıktan sonra bölümün geri kalanı bence çok daha kolay özümsenebilir. Fakat daha fazla uzatmayalım; ihtiyacımız olacak tüm ön bilgileri verdiğimi düşünüyorum. Konuya yavaştan geçmeye başlayalım o yüzden.

Howard Marks’ın kitaptan çok önce 2003 yılında yazdığı o makaleyle başlamak istiyorum. Şöyle diyor: “Müşterilerle veya potansiyel müşterilerle buluştuğumuzda sürekli olarak kendimi şunu söylerken buluyorum: ‘en önemli şey x.’ Ve on dakika sonra ise ‘en önemli şey y’ (ve sonra z, ve böyle devam ediyor). Samimiyetsiz mi oluyorum? Önemsiz olanı önemliyle mi karıştırıyorum? Ya da karar veremiyor muyum? Yoksa hafıza kaybı mı yaşıyorum? Umarım (ve inanıyorum ki) bunların hiçbiri değil. Bir açıklama yapmam gerekirse, belki de birçok konuda güçlü duygulara sahibimdir. Fakat ne sebeple olursa olsun, Oaktree’yi yönlendiren prensipleri bu yazıda bir araya getirmek istedim. Bazıları diğerlerinden daha önemli olabilir, ancak her biri benim görüşüme göre en önemli şey olarak nitelendiriliyor.” İşte böyle açıklıyor, en önemli şeyleri. Ve bu girişten sonra bence artık uzatmadan başlayalım artık en önemli şeye veya şeylere.

Yatırım yaparken en önemli şey; derin düşünme yeteneğidir. Biz işleri basitleştirmeyi seviyoruz ve bu bir noktada da gerekli bir şey ayrıca basitleştirmek, her zaman için iyidir ama her basit şey iyi değildir diyebiliriz belki. Derin düşünmeyen yatırımcılar, ikinci veya hatta üçüncü katmanlara kadar düşünenlere göre oldukça geride kalabilirler, değil mi? Elbette yatırım yaparken bir veri takibi yapmamız gerekiyor. Şirketlerin bu veri takibinde satışlarını etkileyen ürettikleri bir ürün olabilir, veya hammadde maliyetleri olabilir; sektör verileri olabilir… Bunları takip etmek pek de zor değil ve hemen anlayacağımız gibi araştırdığımız verileri pozitif yönlü gidiyorsa şirketlerin durumları da iyiye gidecek demektir ve hisse fiyatları yükselecektir. Tam tersi durumda da şirketler belki kısa vadeli de olsa bir negatif döngüye girecektir ve hisse fiyatları da bunu takip edecektir. Oldukça basit. Fakat eğer sadece böyle olsaydı; çok rahat bir şekilde herkes başarılı bir şekilde işletmeleri nokta atışı seçip başarılı olabilirdi. Hatta algoritma bile yazılabilirdi bunun için. Fakat bu işler bu kadar basit değil. Bazen veri takibi yapan ve bunları herkesle paylaşan insanlar görüyorum. Çok da güzel bir iş yapıyorlar hepsine ayrıca teşekkür etmemiz gerekiyor bence, fakat sadece hemen aklıma gelen ilk örneği vermek gerekirse; bu yönteme çok benzer bir şekilde Tekfen gibi şirketlere yatırım yapanlar çok büyük çuvalladılar, çok uzak olmayan bir geçmişte. Yine Tüpraş’ta dönemsel olarak benzer şeyler oldu. Yani sadece veriler ışığında hareket etmek; tek katmanlı bir düşünce biçimi olabilir ve piyasada bize sürekli olarak bir avantaj sağlaması mümkün değildir. Aynı şey ekonomik verileri takip etmekle ilgili de geçerli hatta orada tamamen bir sıkıntı var ve çok büyük bir yanlış olduğunu düşünüyorum. Hatta Howard Marks kitapta şöyle bahsediyor bu durumdan: “Bugün akılda tutulması gereken en önemli şeylerden biri, ekonominin tam anlamıyla bir kesin bilim olmadığıdır. Hatta bilim bile olmayabilir, çünkü bilimde kontrollü deneyler yapılır, geçmiş sonuçlar güvenle tekrarlanabilir ve nedensel ilişkiler güvenilir bir şekilde geçerlidir.” Böyle anlatıyor ekonomiyi. Fakat ekonomik verilerle ilgili böyle şeyler söylememiz sanırım pek mümkün değil. Çünkü çok sıklıkla -her zaman deyip tepki toplamak istemiyorum- o yüzden sıklıkla şöyle şeyler duyuyoruz: “bu defa farklı.” Nedensellik ve sonuç ilişkisi kuramadığımızdan dolayı aslında böyle söylüyoruz ve pek farkında değiliz bu durumun. O yüzden akıllı bir yatırımcı, çok katmanlı düşünmek zorunda ve bunu yaparken basitleştirerek ama bu basitlikle bir temizlik yaparak değil sadeleştirerek bir basitliğe ulaşmalı ve herkesin düşündüğünden daha fazla şey düşünmeli aynı zamanda. Çok önemli bir detay.

Aynı şeyleri diğerleri yaparken yaparsanız, üstün performans bekleyemezsiniz. ... Sıradışılık bir amaç olmamalıdır, bunun yerine bir düşünce tarzı olmalıdır. Diğerlerinden kendinizi ayırt etmek için farklı fikirlere sahip olmak ve bu fikirleri farklı şekillerde işlemek yardımcı olur. Bu durumun basit bir 2x2 matris olarak kavramsallaştırılmış bir hali. (The Most Important Thing - alıntı)

Fakat yatırım yaparken en önemli şey; etkin piyasa hipotezinin pek geçerli olmadığını kabul etmek olabilir. Bir önceki başlıkta en önemlisi derin düşünme derken söylediğimiz veri takibi ve piyasanın buna tepkisini anlamak üzerinden doğan bir yaklaşımı var etkin piyasa hipotezinin, bu verilerin ve haberlerin piyasa tarafından doğru bir şekilde alınıp, herkes tarafından kabul edilip, fiyata yansıtıldığı düşünülüyor; fakat gerçekte durum pek böyle olmayabilir. Ve bu konu üzerinde zaman zaman duruyoruz zaten. Piyasaların birçok katılımcı tarafından onaylanmış ve herkesin eşit erişime sahip olduğu bilgilere dayanarak fiyatlama yapıldığı iddia ediliyor bu hipotezde. Bu katılımcıların hepsi zeki, objektif, çok motive olmuş ve çalışkan insanlar olarak varsayılıyor. Ama insanlar bir bilimsel hesaplama makinesi değil. Çoğu insan, objektif davranmasını imkânsız hale getiren duygularla hareket ediyor. Hırs, korku, kıskançlık, açgözlülük gibi duygular tarafından yönlendiriliyor insanlar. O yüzden, hisse fiyatları her gün, her dakika ya da herhangi bir anlamlı haber olmadan bile sürekli olarak bir aşağı, bir yukarı farklı fiyatlamalara doğru gidiyor. İşte bu hatalı ve yanlış fiyatlamalarla oluşan bir piyasa, çok iyi bir içgörüye sahip olan insanlar tarafından rahatça geçilebilir. Derin düşünme dediğimiz şey zaten burada da geçerli. Bu nedenle, verimsizliklerin varlığını kabul etmek ve onları aramak, üstün performansın olasılığını artırır ve üstün bir performans için önkoşuldur. Ama, yüksek performansı garanti etmez, bunu da bilmek gerekiyor. Fakat Howard Marks burada benim öne sürdüğüm görüşü kısmen kabul etse de yine aynı zamanda kısmen etkin piyasaların da oluşabileceğini düşünüyor ve kitapta bunu biraz açmaya çalışıyor. Ayrıca piyasalar etkin değil dediğimizde; bunun bir risk iştahı doğurduğuna ve insanların alfa yaratmak için riskli yatırımlar tercih etmeye başlayıp; piyasanın üstünde getiriyi garanti etmeye çalıştıklarını söylüyor -ki kesinlikle geçerli bir şey. Fakat riskin tanımını da sorgulamak lazım burada; nasıl bir tanımla risk alındığı düşünülerek bu yaklaşım benimsenmeye başlıyor önemli bir ayrıntı; ve doğru bir nokta yine de değindiği şey. Yüksek risk; yüksek getiriyi garantilemez. Hatta genellikle yanlış tanımlanmış yüksek risk; düşük getiriyi garanti eder, eğer şanslı değilseniz. Ki bu kısma da geleceğiz ileride.

Devam edelim; yatırım yaparken en önemli şey; değer kavramını anlamaktır. Fakat biz genellikle fiyat ve değer kavramlarını birbirine karıştırıyoruz. Fiyatlar düştüğünde ucuzladığını ve fiyatlar yükseldiğinde de pahalandığını söylüyoruz hisselerin. Bu pek geçerli bir şey değil. Ucuzluk ve pahalılık yani; şirketlerin değerlemesinin yapılması fiyattan yola çıkılarak yapılacak bir şey değil. Önce hisseyi ya da daha doğru bir isimlendirmeyle şirketi incelememiz gerekiyor. Şirketin içsel değerini hesaplamalıyız ve geleceğe yönelik bir tahminde bulunmalıyız ayrıca. Çünkü sadece sabit bir bilanço fotoğrafına bakarak yaptığımız değerlendirmenin pek bir anlamı olmaz genellikle. Bunu herkes yapabiliyor zaten. Bizim geleceği tahmin etmemiz gerekiyor. Bu tahminle bir şirket değerlemesi yapmamız lazım ve bunu yaparken de bir güvenlik marjı gözetmemiz gerekiyor. Tahminleri yaptıktan sonra bir güvenlik marjı koyup fiyatla karşılaştırmak yerine; tahminler esnasında bir güvenlik marjı uygulamanın ben daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Aynı bir köprü yapmak gibi aslında bu, bir mühendis olarak çok benzetebileceğim bir örnek. Köprüyü yaptıktan sonra bir güvenlik marjı hesaplamazsınız veya inşaat bitince maksimum kapasite deneyleriyle köprüyü test etmezsiniz. Bunları henüz daha en başta; bir yapıyı inşa ederken güvenlik marjları koyarak hesaplama yaparsınız ve sonra da deneysel yöntemlere geçersiniz. Aynı şey hisse değerlemesi için de geçerli. Fakat genellikle tam tersi uygulanıyor ve hatta çoğunluk hiç uygulamadan direkt fiyat odaklı bir hesaplamaya gidiyor. Ve ayrıca belirtmem gerekiyor, Howard Marks ile bazı konularda, konu başlıklarının altında ayrışsak da bu kitabı okumanızı mutlaka tavsiye ederim; sadece onunla çok detay noktalarda ayrışma yaşıyoruz ve hem kendi bakış açımı hem de onun bakış açısını burada vermeye çalışıyorum. Şöyle bir sözü var değerlemeyle ilgili: “biz iyi şeyler satın almaktan değil; şeyleri iyi bir şekilde satın almaktan” başarı elde ederiz diyor. Ama bu biraz benim daha çok yakın olduğum Charlie Munger’ın tarzına pek uyumlu olmayan bir yöntem. Ve dediğim gibi bu tarz detaylarda bazen ayrışsak da genel manada kitap çok tamamlayıcı ve çok geniş bir bakış açısından ele alınmış. Konuyu şöyle toparlıyor: Çoğu yatırımcıya -ve kesinlikle çoğu amatör yatırımcıya- doğruluk serum verin ve ardından şu soruyu sorun: “Yatırım yapma yaklaşımınız nedir?” Kaçınılmaz cevapları: “Yükselişe geçecek şeylere bakarım.” olur. Ancak istikrarlı bir getiri elde etmek için ciddi bir arayış, daha somut bir şeye dayandırılmalıdır. Benim görüşüme göre, bu somut şey için en uygun aday, temel değerlerden ortaya çıkan içsel değerdir. İçsel değerin doğru bir tahmini, istikrarlı, duygusal olmayan ve potansiyel olarak karlı bir yatırım için bir temel oluşturur.” Kesinlikle doğru bir yaklaşım bence de. Burada ama dediğim gibi, dikkat etmemiz gereken bir nokta olarak; içsel değerlerin değişimine sebep olabilecek şirketin gelecekteki potansiyel değişimlerinin çok büyük bir önemi var. Ve belki de işin bütün sırrı burada.

Ama bu kadar iddialı konuşmadan önce, belki daha da kritik bir noktaya geçiş yapalım. Yatırım yaparken en önemli şey; riski doğru algılamak, riski doğru tanımlamak ve risk yönetimini çok iyi yapmak diyebiliriz. Howard Marks bu riskin üç başlığını ayrı ayrı değerlendirmiş kitapta. Fakat bizim burada o kadar zamanımız yok o yüzden tek bir başlık altında değerlendirmeye çalışacağız. Riski tanımlarken yaptığımız çok büyük bir hata var. Özellikle de hiç farkında olmadan Modern Portföy Teorisinin hatalı bir teorem olduğunun farkına varamadan ve hatta bu teorinin sunduğu bir şekilde kullandığımızı bile fark etmeden; risk tanımlaması yapıyoruz. Herkes birbirinden kopyalıyor ve ilk kopya başlangıçta çıkış noktası olarak hatalı olduğu için bir süre sonra kopyaların bu başlangıçla bir bağlantısı yok gibi görünse de temel anlamda ilişkisi devam ediyor. Birisi, risk dediği anda ve bununla ilgili bir açıklama yapmaya başladığı anda veya portföyünü bir risk değerlendirmesine tutup yorumlarda bulunmaya başladığı anda sorduğum ilk soru: riskin tanımını yapar mısın? oluyor genellikle. Eğer bunun cevabını bilmiyorsa veya tahmin ettiğim o şaşmaz cevabı veriyorsa yardımcı olmaya çalışıyorum kendimce. Fakat ne yazık ki; herkesin hatasını tek seferde düzeltmek mümkün değil ve özellikle hatalı olduğunu kabul etmeyenlere yardım etmek; hiç mümkün değil. Risk; gelecekle ilgili bir faktör. Fakat biz riski geçmiş verilere bakarak değerlendiriyoruz. Bu çok büyük bir hata. Hatta daha da büyük bir hata var ortada: şirketlerin veya hisse senetlerinin geçmiş volatilitesini ölçerek bir risk düzeltmesi faktörü bularak o yatırım aracı artık neyse onun riskini ölçmeye çalışıyoruz. Bu inanılmaz büyük bir hata ve söylemem gereken en önemli şey; piyasada benim para kazanmamı sağlayan en önemli hata. Risk ve Getiri bölümünde, Metamodern Portföy Teorisi bölümlerinde bu konunun detaylarına çok daha fazla girmiştik ve birçok bölümde yaptığım gibi tekrardan oraya yönlendirmiş olayım daha derinlemesine bir bakış açısı için. Risk tanımı hatasının üstüne; risk algısı kişiden kişiye değişiklik gösterecek bambaşka bir değişken olduğundan dolayı yine burada da hatalı tahminlerde bulunabiliyoruz. Yine bu konudan da bahsetmiştik Kestirme Yollar Zaman Kaybettirir bölümünde. Özellikle Daniel Kahneman’ın Beklenti Teorisi çok güzel bir başlangıç noktası olabilir. Ayrıca her iki bölümde bir olduğu gibi eklemem gereken birkaç söz daha var: yüksek çeşitlilik riski ortadan kaldırmaz, düşük korelasyon bunu size sağlar ve risk dikiz aynasına bakılarak ölçülemez. Bugün akademisyenlerin ve profesyonel yatırımcıların bile düştüğü en büyük iki hata, bunlar da. Risk yatırımla ilgili anlaşılması gereken en önemli şey gerçekten de. Ama daha da önemlisi; risk yönetimi bana göre. Her yatırım aslında ne kadar az riskli olursa olsun, bir risk yönetimini içinde barındırır ve bunun yanında da bir hedef getiri oranını sağlamak üzerine bir yönetim yapılması gerekiyor. Eğer getiri hedeflemiyorsanız -ki böyle yapmayacağınızı varsayıyorum- o zaman riski yönetmenize de gerek yok. Basitçe bir ev alarak veya çok benzer bir şekilde eurobond alarak riskten kaçtığınızı ve riski iyi yönettiğinizi düşünebilirsiniz ama yine bu da çok çok büyük bir hata olur aslında. Akıllı bir yatırımcının görevi; makul bir getiri oranını yakalamak için, riski akıllıca taşımak olmalıdır. İyi yatırımcılar ve bugüne kadar burada konuştuğumuz neredeyse tüm isimler, diğerlerinden yüksek getiri elde ettikleri için değil; riski iyi yönettikleri için başarılı olanlar aslında. Yani risk kontrolü, kayıptan kaçınmanın en iyi yolu olabilir ama muhtemelen getiriden de kaçınmaya sebep olacaktır. O yüzden doğru risk yönetimi yapmak aslında en güvenli yol. Bu konuda benim verdiğim çok basit bir örnek var: bugünlerde her portföy için geçerli bir durum var mesela. Portföyde en azından %5 oranında bitcoin tutmamak, tutmaktan çok daha riskli bir davranış. Sanırım yeterince sık söylediğimi düşünüyorum bu sözü ve Howard Marks’ın risk başlığı altında burada konuşurken, üstüne ekleyince anlamı daha da iyi yerine oturuyordur. Ayrıca kitapta bu konular gerçekten çok detaylı bir şekilde işleniyor. Sanırım en detaylı işlenen bölüm bile diyebiliriz, risk için. Ama kitabın bu kısmını toparlayalım artık.

JOEL GREENBLATT: Bu grafik, risk ve getiri arasındaki ilişkiyi görselleştirmek için yardımcı bir yöntemdir. Gelecekteki getiri olasılık dağılımını düşünürken başka bir yardımcı yöntem ise bu olası getirilerin sonuç dağılımının gerçekte normal dağılım göstermediğini hatırlamaktır. (The Most Important Thing - alıntı)

Howard Marks aynı zamanda bir Nassim Taleb hayranı, ben pek sevmiyorum ama bu bölümde ondan yaptığı çok güzel bir alıntı var onu paylaşmak istedim. Nassim Taleb’in Aldatıcı Rastlantısallık kitabında geçen şöyle bir alıntı paylaşıyor Marks: “Gerçeklik, Rus ruletinden çok daha acımasızdır. İlk olarak, ölümcül kurşunu oldukça nadiren verir, altı yerine yüzlerce, hatta binlerce yuvası olan bir revolver gibi. Birkaç düzine denemeden sonra, insanı uyuşturan bir güvenlik hissi altında kurşunun varlığı unutulur… İkincisi, Rus ruleti gibi iyi tanımlanmış kesin bir oyunun aksine, herkesin altıyla çarpıp bölebileceği bir durumda riskleri gözlemlemiyoruz gerçek hayatta… Bu yüzden, insan gerçekte farkında olmadan Rus ruleti oynayabilir ve hatta ona alternatif olarak ‘düşük riskli’ diye bir isim verebilir.”

Bence konuyu çok güzel açıklayan bir söz, o yüzden paylaşmak istedim bunu da.

Diğer bir konu, yatırım yaparken en önemli şey; piyasa döngülerini ve yatırımcı psikolojisini anlamak olabilir. Yatırımda, aynı hayatta olduğu gibi, çok az kesin şey vardır. Değerler bir anda kaybolabilir, tahminler yanlış olabilir, koşullar değişebilir ve “kesin gibi görünen şeyler” başarısız olabilir. Fakat, bizim yatırımcı olarak güvenle tutunabileceğimiz iki kavram vardır:

  • Birinci kural: Çoğu şey döngüseldir.
  • İkinci kural: En yüksek kazanç ve kayıplar; diğer insanlar birinci kuralı unuttuğu zaman ortaya çıkar.

Howard Marks’ın bize önden verdiği bu temel ve oldukça anlamlı iki kural, bence yatırımcılar olarak en az dikkat ettiğimiz kurallar. Yatırımla ilgili her zaman için belki yüzlerce iki kurallık bir düzen oluşturabilir ama sanırım Warren Buffett’ın iki kuralıyla birlikte Marks’ın bu iki kuralı birleştirildiğinde geriye çok az şey kalıyor. Döngüsellik ne yazık ki çok dikkat etmediğimiz bir şey, hatta çok yakın bir zamanda bunun örneklerine çok yakından şahitlik ettik. Geçtiğimiz son yılların en gözde firması EREĞLİ bugün artık en çok eleştirilen firmalardan birine dönüştü sektörlerinin döngüselliği yüzünden. Daha geçtiğimiz seneye kadar insanlar evlerini satıp Ereğli hissesi alarak temettü gelirleriyle ve hissenin fiyatının yukarı gitmeye devam etmesiyle, oldukça karlı bir yatırım yaptıklarını düşünüyorlardı. Özellikle de döngünün sonunda girdiler bu yatırımcılar ve bugünlerde piyasanın acımasız sonuçlarıyla karşı karşıyalar. Bu arada Ereğli şirketinde benim de yatırımlarım bulunuyor, bildiğiniz gibi sanırım. Ve çok uzun vadeli bir yatırımcıyım, döngülerden o yüzden risk anlamında pek etkilenmiyorum, sadece getirilerimi etkiliyor. Ve yeterince uzun vadede aynı zamanda sektörel döngülerin yatırımcılar için çok büyük bir sorun teşkil etmediğini düşünüyorum ama tek bir şartla: döngünün pik noktasında giriş yapmış olmamak şartıyla tabi ki. Ve bunun yanında yine daha önce bahsettiğimiz Ray Dalio’nun yaptığı bir çalışma vardı; orada da ekonomik döngüleri ele almıştık, o çalışmadan örnekler vermiştik. O yüzden hem şirketler bazında hem de daha geniş çapta döngüsellikleri iyi anlamak gerekiyor bana göre. Yine buna en güzel örneklerden biri inşaat sektörü olabilir. Sektörün kendisi mevsimsel bir döngü içinde ve daha uzun vadede piyasa durumu bakımından ekstra bir döngünün daha içinde. Ve daha da geniş bir çapta ulusal ve uluslararası bazda başka bir ekonomik döngünün daha içinde yer alıyor. Tüm bunlar birbiri içinden çıkan matruşka bebekler gibi döngüsellikler.

Döngülerin bir diğer tarafı; piyasa psikolojisi kısmı, elbette yatırımcı olarak anlamamız gereken yine en önemli şeylerden biri. Aynı bir sarkaç gibi hareket ediyor demiştik daha önceki bölümlerin birinde piyasa psikolojisi için. Howard Marks bu konuyu kitabında ele alırken, en önemli şey; sarkacın farkında olmaktır, isminde bir konu başlığına atmış. “İşler yolunda giderken ve fiyatlar yükselirken, yatırımcılar temkinliliği tümden unutarak aceleyle alış yaparlar. Sonra, etrafta kaos olduğunda ve varlıklar indirim tezgâhında yer aldığında, risk taşıma isteklerini tamamen kaybederler ve satışa koşarlar. Ve her zaman bu böyle olacaktır.” diyor.

Ve belki de tam olarak bu yüzden, yatırım yaparken en önemli şey; karşıt yatırım olabilir. Ya da hayır, yatırım yaparken en önemli şey; kelepirleri bulmak da olabilir. Veya yatırım yaparken en önemli şey; sabırlı bir fırsatçılık da diyebiliriz. Öyle değil mi? Kitapta yatırım yaparken en önemli şey diye bahsedilen bu üç başlığı ben burada tek bir başlıkta toplamak istedim çünkü bunun üzerine verebileceğim çok güzel birkaç örneğim var. Geçtiğimiz yıl tam bu tarihlerden itibaren bir değişiklik yapmaya başlamıştım ve kademeli olarak tamamlamıştım eğer hatırlayanlar varsa. Hatta twitter’da da hem o dönem paylaştım hem de sonradan yine yakın bir zamanda başka bir değişiklik yaparken paylaştım. Neydi peki bu? Geçtiğimiz yıl verimsiz olduğunu düşündüğüm Oyak Çimento ve Enerjisa hisselerini Vakko hisselerine dönüştürdüm. Bu kendi başına bir karşıt yatırım örneği oluşturmuyor ama oraya da geleceğiz. Şimdi bu bölüm için 1 yıl geriye giderek -ki 1 yıl kısa vadeli bir değerlendirme için bence yeterli bir süre- daha kısa vadeli karşılaştırmalara pek bakmamaya çalışıyorum. Son 1 yılda Vakko’nun getirisi %300 olmuş. Sanırım bu rakam size şu anda çok şaşırtıcı gelmiştir çünkü hiçbir yerde duymadınız yüksek ihtimalle veya kimse yüzüne bakmıyor diyebiliriz. Bu da kelepir tanımında ilk bakılması gereken şeylerden biri bana göre. Kimsenin ilgilenmediği şeyler, eğer bir taşıyorsa, yüksek ihtimalle kelepir olarak değerlendirebiliriz. Şimdi bir karşılaştırma yapalım, Oyak Çimento aynı dönem için güncel olarak %340’a yakın bir getiri yaratmış. Özellikle bu sene birçok tantana koparıldı hisseyle ilgili ve çok fazla dikkatleri üzerine topladı. Aralarında %40’lık bir fark var ama konu burada kapanmıyor. Denkleme Enerjisa’yı da eklememiz gerek. Enerjisa son 1 yılda %200 getirmiş. Yani kısaca, ben iki farklı şirketi tek bir çatı altında başka bir beğendiğim şirkette birleştirerek; daha verimli ve daha yüksek getirili bir araca dönüştürmüş durumdayım. Ayrıca şunu da belirtmek lazım; geçtiğimiz sene eğer bu sene için bir deprem olacağını bilseydim; elbette Oyak hisselerine sahip çıkardım ve orada bir birleştirmeye gidebilirdim. Fakat bu bilgi elimizde yoktu ve böyle bir gelişmeye rağmen sadece %40’lık bir fark yaratabilmiş. Tabi bir de ek olarak Vakko’nun dağıttığı temettüleri de hesaba katmamız lazım ama şimdilik bu kadar detayda kaybolmaya gerek yok sanırım. Bu bir kelepir bulmaktı aslında, yatırımda en önemli şeylerden biri. Diğer bir nokta bu değişimin yapılmasının asıl amacı; ülkedeki reel enflasyonun aşırı noktalara çıkacağını düşündüğümden dolayı direkt müşterilerle iç içe bir işletmede enflasyonun müşterilere yansıtılmasının daha kolay olduğunu düşünüyordum ama aynı zamanda bunu yapabilecek rekabet avantajı yüksek bir şirket bulmam gerekiyordu. Perakende market zincirleri ve giyim, kıyafet, teknolojik ürünler satışı yapan bir firma bu tip durumlar için en uygun adaylar olabilir. Fakat hem doğru bir zaman olmalı; portföyde böyle bir değişiklik yapmak için, hem de kelepir bulmak önemli ve hem de bir miktar kalabalıklardan sıyrılmak önemli. Yani karşıt bir tarafı da olmalı. Bana göre işte yaptığım bu değişiklik, hepsi bir arada yakalanmış bir fırsattı. Bugünlerde trend takip eden yatırımcıların birçoğunun sürekli havayolu şirketlerini ön plana çıkardığını veya sürekli olarak Mavi, Migros gibi şirketleri ön plana çıkardıklarını görebilirsiniz. Bu bir trend takibi ve genellikle trendlerde şirketlere ilk yatırım yapanlardan değilseniz; çok daha düşük getiri oranlarına mahkûm olursunuz. Ve çok enteresan bir şekilde genellikle bu tarz paylaşım yapanlarda gördüğüm ortak bir özellik olarak; aynı anda ve neredeyse çok yakın zamanlamalarda hep beraber bir anda belli başlı şirketleri ön plana çıkartıp, sonrasında belirli bir zaman sonra bambaşka şirketleri ön plana çıkartmaya başlıyorlar. Ben kurduğum oyun planı gereği en avantajlı olarak Mavi ve Vakko’yu gördüm o dönem; ve daha kelepir olduğunu düşünerek; aynı zamanda kalabalıklardan ayrılarak bir anlamda karşıtlık olarak Mavi’nin karşısında böyle bir portföy değişimini tercih ettim. Bugün şimdi Mavi’nin son 1 yılına baktım tekrar; %200 getiri yaratmış, Enerjisa ile aynı oranda! Fakat hisse ile ilgili yorumlamaları ve beklentileri incelediğinizde %500 getiri yaratmış gibi bir algı var ve ben kenardan sessiz sakin Vakko ile Mavi arasındaki oluşan %100’lük getiri farkının tadını çıkartıyorum. Özellikle investing.com sitesini takip etmeyi çok seviyorum bu konularla ilgili. Mesela iki hissenin de yorumlar kısmına bir göz atmanızı öneririm; birinde büyük bir coşku ve düşük getirilerle karşılaşacaksınız, diğerinde büyük bir korku ve bıkkınlıkla birlikte yüksek getirilerle karşılaşacaksınız. Çok ilginç bir olay işte bu ve bana göre piyasaları anlatan en önemli şeylerden biri. Bu arada belirmem gerekiyor; genellikle hisse isimleri telaffuz etmekten özellikle imtina ediyorum. Ayrıca geçmiş veriler gelecekte olanları yansıtamaz bunu da belirtmek gerekiyor. Sadece bir karşılaştırma verisi olarak ve kelepirlere, karşıtlığa çok güzel bir örnek olduğu için bu detaylara giriyorum. Ben yatırımlarımla ilgili sessiz kalmayı daha çok tercih etmeye çalışıyorum ve özellikle sürekli böyle paylaşımların da zarar verici olduğunu düşünüyorum. Ek olarak bunları eklemem gerek sanırım. Tabi sabırlı fırsatçılık kısmını henüz konuşmadık. Ona verebileceğim en güzel örnek de sanırım geçtiğimiz ayda yaptığım değişiklik oldu. Bu konu da baya bir ilgi çekti çok fazla mail geldi özellikle o değişiklik için. Bütün Vesbe paylarını bir gün içinde Arçelik payları ile değiştirdik ve kısa vadede çok güzel bir sonuç yarattı. Fakat dikkat çeken kısmı işte burası oldu zaten ve bence çok yanlış bir yaklaşım. 1 aylık bir zaman diliminde iki katın üzerinde bir getiri farkı yarattı ama insanlar sadece buna bakarak, bir kararın doğru veya yanlış olduğunu değerlendirebiliyor ve bu çok tehlikeli bir yaklaşım. Böyle kararların değerlendirilmesi en az 1 yıllık vadede bir fikir verebilir. Ve bana göre bu değişiklik; sabırlı bir fırsatçılığa verilebilecek en güzel örneklerden biri çünkü 1 yıldır düşündüğümüz bir şeyi bekleyerek, sadece 1 gün içinde gerçekleştirdik. Sonrasında zaten Arçelik’in yatırım haberleri yayılmaya başladı medyada ve bir anda şirket dikkat çekmeye başladı. Fakat, işte tam olarak böyle bir mantık üzerinden, şirketlerin durumlarının değerlendirmesinin yanlış olduğunu anlatmaya çalışarak bugün en önemli şeyler üzerine konuşuyoruz ve kitabın bu kısmını; kitapta Joel Greenblatt’ten yapılan bir alıntıyla toparlayalım artık: “Profesyonel yatırımcılar için en zor şeylerden biri şudur: her gün işe gelip hiçbir şey yapmamak.”

Bir başka konuya geçelim, piyasalarla ilgili en önemli şey; bilmediğini bilmektir. Belki hatırlayanlar olacaktır, 23. Bölümde Boğa Piyasalarındaki Yenilmezlik Hissi üzerine konuşurken bahsettiğimiz bir şey vardı. Bilgiyi dört parçaya ayırabiliriz demiştik. Bildiğimizi bildiklerimiz var; bunlar temel şeyler olabilir, yazı yazmak gibi mesela, kesin bir şekilde biliyoruz yazabildiğimizi. Bir de bildiğimizi bilmediklerimiz var; daha çok kas hafızası burada devreye giriyor, köpeklerin doğuştan yüzme bilmesi gibi bizim de bildiğimizin farkında olmadığımız şeyler var. Sonra bilmediğimizi bildiklerimiz var; gerçi çok küçük bir küme bugünlerde bu alt başlık. Yani bir uçak kullanmayı bilmediğimizi biliyoruz hepimiz değil mi? Eğer pilot değilsek. Ehliyetimiz yoksa veya henüz öğrenmediysek araba kullanmayı bilmediğimizi de bilebiliyoruz. Ama sonuncusu ve en tehlikelisi; bilmediğimizi bilmediklerimiz var. Oldukça tehlikeli ve zarar verici bir alt başlık bu ve piyasalarda her gün bunun örnekleriyle karşılaşabilirsiniz. Tehlikeli olmasının yanında akıllı bir yatırımcı için aynı zamanda bir avantaj da sağlıyor eğer kullanabilirseniz ve neyi bilmediğinizi anlayıp mütevazi davranırsanız. Bilginin bu dört bileşeninin yanında, piyasalarda da bunlara ek olarak dört farklı bileşen daha var. Hesaplayabildiğimiz şeyler var, hesaplayamadığımız şeyler var ve bunlarla bağlantılı olarak önemli şeyler var ve önemsiz şeyler var. Genel makroekonomik yorumlar ve tahminler çok önemli şeyler; fakat hiçbir zaman için gerçekten hesaplayabileceğimiz şeyler değil. Birçok değişken var ve tahmin edilemez bir olasılıklar denizi içindeyiz. Depremleri, savaşları, ülkelerin ani karar değişimlerini veya farklı yeni motivasyonlarını asla tahmin etmemiz mümkün değil. Fakat bunlar piyasanın en sevdiği şeyler ne yazık ki. Biz akıllı yatırımcılar olarak; hesaplayabildiğimiz ve aynı zamanda önemli olan şeylere odaklanmalıyız. Şirketlerin ciroları, karlılıkları, pazar payları, büyüme rakamları veya satışları gibi şeyler. Bunlar dışında geride kalan önemli veya önemsiz olan ama hesaplamamız mümkün olmayan şeylerden mutlaka uzak durmamız gerekiyor. Ek olarak bu kitapta yine çok güzel açıklamalarla paylaşılmış bir konu ve özellikle bölümün başında Howard Marks’ın paylaştığı üç tane alıntı var. Onları verip konunun bu kısmını çok uzatmadan toparlamak istiyorum çünkü üzerine çok fazla konuştuğumuz şeyler zaten.

John Kenneth Galbraith şöyle diyor: “İki çeşit tahminci vardır: ilki bilmeyenler ve ikincisi bilmediklerini bile bilmeyenler.”

Amos Tversky’den yine çok güzel bir alıntı var: “Bir şeyi bilmediğinizi düşünmek korkutucu olabilir, ancak daha da korkutucu olan şey; genellikle ve çoğunlukla, neler olduğunu tam olarak bildiğini düşünen insanlar tarafından dünyanın yönetiliyor olmasıdır.”

Henry Kaufman yine benzer bir şey söylüyor ve çok sevdiğim sözlerden biri bu da, şöyle diyor: “Para kaybeden iki çeşit insan vardır: hiçbir şey bilmeyenler ve her şeyi bildiğini düşünenler.” Sanırım yeterince açıklayıcı ve anlaşılır olmuştur bu alıntılarla birlikte; bilmek konusu.

Diğer önemli bir başlık, yatırım yaparken en önemli şey; mevcut durumu anlama yeteneğine sahip olmaktır. Birçok alt başlığı var bunun da ve büyük bir kısmını aslında zaten konuştuk. Piyasaların döngüsünü anlamak, genel bir kavrama becerisi geliştirmiş olmak, piyasanın ısısını ölçebiliyor olmak, göstergeleri gerçekten anlamak, yatırımcı psikolojisinin o an mevcut durumunu belirleyebilmek… gibi birçok detay var. Özellikle bu konu üzerine Peter Lynch’in de çok güzel bir teorisi var birçoğunun bildiği gibi: Kokteyl Teorisinin gerçekten de piyasaları anlamak için oldukça yeterli olduğunu düşünüyorum. Ve yine bence önemli bir örnek, geçtiğimiz bölümde kestirme yollar üzerine konuşurken bahsettiğimiz bir şey vardı: piyasadaki yatırım araçlarının yoğun bir trafikteki şeritlere benzemesi örneğini çok iyi anlamamız gerekiyor. Piyasanın durumunu ve sıcaklığını, döngülerini anlamamıza oldukça yardımcı olabilecek bir yaklaşım bu. İki yatırım aracı düşünelim: biri devlet tahvilleri ve %8 getiri oranı sunuyor olsun. Diğeri de herhangi bir hisse senedi ve yine %8 getiri oranı sunuyor. İnsanlar böyle bir durumda tahvillere yönelecektir ve zaten tam olarak bu durum yüzünden ortaya bir tahvil balonu çıkacaktır; aynı zamanda getiri oranları düşecektir ve bunun karşılığında da karşılaştırma yapılan hisse daha yüksek bir getiri oranı yaratacaktır. Aynı örneği KKM veya eurobondlar üzerinden de düşünebiliriz ve o tarafta yoğunlaşan bir trafiğin sonuçlarını bugün bence çok rahatlıkla görebiliriz. Geçtiğimiz 1 yıl içinde yatırım araçları şeritlerinde özellikle KKM tarafında ciddi bir yoğunluk başladı ve piyasalar, özellikle de hisse senetleri; tartışmasız bir şekilde çok daha yüksek getiriler sağladı. Bunu anlamak bana göre çok önemli ve yine bölümün tamamında konuştuğumuz konuların genel bir toplamı aslında, durum değerlendirmesi yapabilmek ve nerede olduğumuzu çözebilmek. KKM’ler enflasyona ve hisse senetlerine karşı garanti bir para kaybetme yöntemi olarak çalıştı, insanlar bu garanti yolu tercih etmek isterken.

Gelecekteki piyasaların durumunu anlamanıza yardımcı olabilecek basit bir egzersiz. Bir dizi piyasa özelliği listeledim. Her bir çift için, bugün için en tanımlayıcı olduğunu düşündüğünüz seçeneği işaretleyin. Ve eğer çoğu işaretiniz sol sütunda ise, benim gibi, cüzdanınızı sıkıca tutun. (The Most Important Thing - alıntı)

Devam edelim, piyasalardaki en önemli şey; şans faktörünü kabul etmektir. Arada sırada, bazı düşük ihtimalleri veya belirsiz sonuçları olacak bir duruma karşı riskli bir bahis alabilirsiniz ve bunun geri dönüşü olduğunda herkes tarafından dahi gibi görünebilirsiniz. Fakat bunun biraz cesaret ve çoğunlukla da şans sayesinde gerçekleştiğini kabul etmeliyiz, böyle getiriler bir beceri değil. Aynı piyango bileti alıp büyük ikramiyeyi kazanmaya benziyor aslında. Böyle riskli bir tercih yapan birini, büyük ikramiyeyi kazandığında dahi gibi görebilir miyiz? Ama piyasalarda genellikle tam tersi geçerli ve insanlar böyle bahislerin sonuçlarını sürekli olarak paylaşarak otoriter bir pozisyon kazanmaya çalışıyor ve karşılığını alıyorlar da. Dahi gibi görünüyorlar. Geçtiğimiz gün babamla da yaşadık benzer bir diyaloğu. Bir yakınımızın sanırım 4-5 yıl öncesine kadar bizim portföyümüzden çok daha büyük bir birikimi vardı, piyasalarda. Şu anda bulunduğumuz noktaya çok yakın bir noktadaydı fakat bu süre içinde neredeyse hiçbir ileriye adım atamadı ve hatta sanırım biraz geriye de düştü. Bizim portföyümüz çok üstünde şu anda onun ve geçen babam şöyle bir şey söyledi “galiba sen onun portföyünü yönetseydin şu anda 50 milyondan fazla sermayesi olurdu değil mi?” diye bir soru sordu. “Hayır baba olmazdı.” Böyle bir şey geçmişe dönüp değerlendirilemez. İnsanlar bunu gerçekten bence kolay bir şekilde anlamıyorlar ve hep kötü tecrübelerle belki bir ihtimal öğreniyorlar. Hayır, olmazdı. Daha doğrusu bunu bilemeyiz. Benim bazı yaptığım şanslı yatırımlar oldu zaman zaman bahsediyorum bunlardan. Mesela Sasa ile 2016-2017 yıllarında henüz kimse ne olup bittiğinden haberdar değilken tanışmam aslında tamamen bir şans meselesi. Doğru yer, doğru zamanın bir örneği ama biz yatırım yaparken bunlara bel bağlayamayız ve sadece birkaç tane çok şanslı tercihlerimizin sürekli tekrarlanabilecek olan şeyler olduğuna güvenip hareket edemeyiz. Akıllı bir yatırımcı olarak biz; şans faktörünü kabul edip ve gerçekleşebilir olduğunu bilip; mümkün olduğunca şansa ihtiyacımız olmayacak tercihler yapmalıyız. Bu çok kritik bir nokta. Fakat biz genellikle tam tersini yapmaya çalışıyoruz ve sadece bir kez şanslı olmamızın yeterli olacağı yatırımların peşinde koşuyoruz. Bunun yerine sadece sürekli doğru tercihlerin peşinden koşmalıyız ve belki bir kez olsun şans kapımızı o zaman çalabilir. Şans kovalanarak yakalanan bir şey değil. Fırsat ve hazırlık bir araya gelip buluştuğunda şans ortaya çıkıyor.

Fakat şansın yanında, piyasada belki de en önemli şey; yatırım yaparken defansif bir yaklaşım benimsemek olabilir. Piyasalarda iki tür yatırımcı vardır: yaşlı yatırımcılar ve cesur yatırımcılar. Ama hem yaşlı hem de cesur yatırımcı neredeyse yoktur. Aynı şey pilotlar veya yarışçılar için de geçerli. Fakat defansif bir yaklaşım benimsemek derken yanlış anlaşılmaması gereken bir durum var. Bir portföy matematiği kurarken iki önemli unsur vardır genellikle önümüzde: risk ve getiri. Ama insanlara nasıl bir yatırım istediğini sorduğumuzda verdikleri cevaplar genellikle günün sonunda farklı bir yaklaşıma çıkıyor. Hem risksiz hem de yüksek getirili yatırımlar yapmak istiyorlar insanlar. Fakat böyle bir şey öncelikle temel anlamda mümkün değil. Çok büyük ihtimalle zaten en baştan riskin tanımı yanlış yapılıyordur ve bölümün başlarında bu konu üzerinde durduk biraz. Daha önce yaptığımız Risk ve Getiri bölümüne de gönderme yaptık hatta ve çok önemli bir konu bu, sanırım ne kadar altını çizsem yeterli değil gibi hissediyorum. Ve defansif olmak demek; doğru bir risk yönetimi yapıp aynı zamanda belirli bir getiri oranını yakalamayı hedeflemek demek. Bu da bana göre düşük korelasyonla mümkün. İyi yıllarda ve yükselen piyasalarda kimse sizin piyasanın ne kadar üstünde olduğunuzu pek önemsemez ama düşüş zamanlarında ve kötü yıllarda piyasanın üstünde kalabilmek oldukça dikkat çekici bir yetenek olarak görülür. Ve aynı zamanda akıllı bir yatırımcı için kendine güvenme konusunda bir altyapı da inşa eder. Önemli olan düşüşlerde piyasadan pozitif ayrışmak ve yükselişlerde piyasaya eşlik etmek, bana göre ve görünen o ki Howard Marks’a göre de defansif bir yaklaşımın tanımı bu şekilde. Ayrıca içinde bulunduğumuz oyunu çok güzel anlattığı bir örnek var kitapta. Piyasalar ve sporu birleştirerek tenis üzerinden verdiği bir örnekle çok açıklayıcı bir şekilde aktarıyor durumu. Kaybedenler Oyunu deniyor adına bunun ve 1975 yılında yayınlanan bir makaleye ait bir fikir. Teniste iki çeşit oyun var belki farkında olmayanlar için bunları biraz açmamız lazım. Birincisi; profesyonellerin oynadığı kazananların oyunu. Bu oyunda, oyunu kazananı belirleyen faktör; en çok winner vuran, iyi bir servis kullanan veya iki elini iyi kullanan olabilir. Backhand’i ve Forehand’i daha iyi olan olabilir. Her şeyi olmasa da birçok şeyi rakibinden daha iyi yapması gerekir profesyonel tenis oyuncularının. Daha az basit hata mesela çok önemli bir metrik. Daha çok winner vurmak yine en önemli metriklerden biri. Fakat bir de kaybedenlerin oyunu var. Oyun aynı oyun, kurallar aynı ama burada çok farklı bir durum ortaya çıkıyor. Kaybedenlerin oyununda yapmanız gereken şey; sadece topu karşı tarafa geçirmeye devam etmek ve karşınızdaki rakibin hata yapmasını beklemek. Amatörlerin oyununda, profesyonellerin yaptığı gibi puanlar kazanılmıyor, puanlar kaybediliyor iki taraftan biri yüzünden. Bu iki farklı tenis oyunu örneğini piyasaya uyarlarsak; biz sürekli kazanan vuruşlar yapmaya çalışmak yerine; kaybettirecek vuruşlardan olabildiğince kaçıp, sadece topu karşı tarafa geçirmeliyiz ve piyasanın hata yapmasını beklemeliyiz. Sanırım defansif yaklaşım daha güzel açıklanamazdı piyasalar için ve aynı zamanda risk konusuyla da çok birleşen bir durum var burada aslında.

Bir sonraki konumuzla da çok alakalı bir şey bu. Çünkü yatırım yaparken en önemli şey; tehlikeli hatalardan kaçınmaktır diyebiliriz. Warren Buffett şöyle açıklıyor bunu: “Bir yatırımcı hatalardan kaçındığı sürece; çok az şeyi doğru yapması yeterlidir” diyor. Hatta bu yıl için Berkshire Hathaway’in yıllık toplantısı bölümlerini yaparken; bunu tekrar söylediğine şahit olmuştuk hatırlayanlar olacaktır. Ölümcül hatalardan uzak durduğunuz sürece yeterli olacaktır diyordu, Howard Marks da çok benzer bir yaklaşımı benimsiyor. Zararlı bir pozisyona düşmemek için; onları oluşturan tehlikeleri ve nasıl kaçınmamız gerektiğini iyi anlamamız gerekiyor. Hatalarımızın büyük bir kısmı aslında bilmediğimizi bilmediklerimizden, yanlış risk değerlendirmemizden, piyasa döngülerini anlayamamaktan ve yanlış değerlemelerde kaynaklanıyor. Zaten bölümün büyük bir bölümünde de bunlardan bahsettik. Hatalar ortaya çıktıktan sonra tespiti çok kolay ve görünür bir şekilde önümüzde duruyor ama ortaya çıkış biçimleri bakımından neredeyse sonsuz olasılığa sahipler. Genellikle de olasılık ve risk hesaplamalarımızdaki yanlışlardan kaynaklanıyorlar. Bana göre hatalardan en kolay ders alma yöntemi; büyük yatırımcıların hayatlarını incelemek ve onların yaptığı hatalardan ders çıkartmak. Her tecrübeyi illa ki kendimizin edinmesi gerekmiyor, elbette biz de birçok hata yapabiliriz ve bunlardan kendi derslerimizi çıkartabiliriz ama dünyada özellikle yatırım dünyasında yapılmış ve öğrenilmesi gereken inanılmaz hatalar var, bizim tekrarlamamıza gerek yok bunları. Kitap 2011 yılında yayınlandığı için Howard Marks bu bölümde özellikle 2008 krizi üzerinde çok durmuş ve orada neler yanlış gitti, nasıl hatalar vardı ve bunlardan neler öğrenebiliriz diye, oldukça detaylı bir şekilde açıklama getiriyor. Fakat genellikle şunu söyleyebiliriz piyasalarla ilgili: eğer çok büyük bir sermaye çok kısıtlı bir alanda getiri kovalıyorsa, orada yakın bir zamanda acı tecrübeler ortaya çıkacak demektir. Piyasanın döngüsel balonlaşma durumlarını iyi anlamak gerekiyor. Paranın aktığı yönü takip etmek yerine; anlamlı bir değerin ortaya çıkacağı yerleri tespit etmeye çalışmamız lazım, yani kısaca.

Ve zaten o yüzden piyasalardaki en önemli şey; değer yaratmak ya da diğer bir deyişle alfa yaratmak olabilir. Piyasada iki çeşit getiri var: birincisi beta ve bu portföyün piyasayla birlikte hareket ediyor olması demek, piyasa hareketlerine oldukça hassas ve onu takip ediyor olması demek yani. Bir diğer getiri çeşidi de ve bizim peşinde olmamız gereken şeyse: alfa. Piyasadan ayrışmak yani. Gerçek bir getiri ve değer yaratımı ancak böyle mümkün. Çok sık bahsettiğim ve Howard Marks’ın da bu bölümde altını çizdiği bir konu var burada. Alfa yaratabilmek için; asimetrik bir getiri yaratmanız gerekiyor. Portföyün getirisi eğer piyasayla birlikte hareket ediyorsa, anlamlı bir getiriyi çok fazla göremeyiz çünkü zaten aynı şeyi pasif endeks fonları da sağlıyor ve onların bir pozitif katma değeri olduğunu söylemek yanlış olur. Bir yatırım stili olarak yanlış olmayabilir ama katma bir değerleri olmadığını kabul etmemiz lazım. Portföylerde de eğer aynı pasif fonlar gibi hareket edeceksek; o zaman aşırı çeşitlendirmenin veya hiçbir şey yapmamış olmanın karşısında, bütün uğraşlarımız sonuçsuz kalmış demektir. Hatta belki daha da kötüsü piyasayı kötü anlamda takip ediyor da olabiliriz. Böyle bir durumda en iyisi pasif endeks fonlarına yatırım yapmak. Örnek olarak piyasa %10 yükseldiğinde biz de %10 yükseliyorsak ve piyasa %10 düştüğünde biz de %10 düşüyorsak; pasif bir fondan bir farkımız yok demektir. Bundan daha da kötüsü piyasa negatife doğru gittiğinde bizim buna daha fazla maruz kalıyor olmamız olabilir ve hiç istenmeyecek en kötü durum da budur zaten. Yatırımcıların birçoğu da maalesef bu kategoriye giriyorlar, birçok farklı sebepten dolayı. Büyük bir kısmının üstünde bugün durmuş olduk aslında bu sebeplerin ve önemli şeylerin. Bizim amacımız ve hedefimiz; piyasa %10 yükseldiğinde belki %15 yükselmek veya piyasaya yakın bir seviyede kalmak ama bunun karşılığında piyasa %10 düştüğünde %5 düşüyor olmak hatta sıfıra yakın kalmak. Piyasaların üstünde bir değer ve alfa yaratmanın tek ve en etkili yolu bunu sağlamaktan geçiyor ve gerçekten de hiç kolay bir durum değil. Sadece çok büyük yatırımcılar bunu çok uzun yıllar sürdürebiliyor ve bizim onları taklit etmeye çalışmamızda hiçbir zarar yok bana göre. Yatırım araçları bakımından olmasa da bir yatırım felsefesi bakımından büyük yatırımcıları yakından incelememiz gerekiyor, Twitter takipçisi yüksek olan hesaplar yerine. Çünkü bugüne kadar bu hesaplardan getiri oranlarını paylaşan hiç kimse görmedim diyebilirim, elbette fonlar dışında. Kısacası; piyasadan ayrışmanın yollarını bulmamız gerekiyor ve bunu uzun vadede yapabiliyor olmak gerekiyor.

Bir yılın sonuçları, özellikle yatırımcının tarzına dayalı olarak beklenen sonuçlarla uyumlu olduğunda, yetenek hakkında neredeyse hiçbir şey söylemez. Bir risk alıcının yükselen piyasada yüksek bir getiri elde etmesi veya muhafazakar bir yatırımcının düşüşte kayıpları minimize etmesi nispeten az anlam taşır. Gerçek soru, uzun vadede ve tarzlarının uygun olmadığı iklimlerde nasıl performans gösterdikleridir. Bu hikayeyi anlatan 2x2'lik bir matris vardır. (The Most Important Thing - alıntı)

Ama tüm bunları düşünürken, yatırım yaparken belki de en önemli şey; makul beklentiler oluşturmak olmalı. Özellikle getiri beklentilerinin makul olması gerekiyor çünkü aksi halde başka şekilde düşünmek sizi yüksek ihtimalle daha büyük bir riski farkında olmadan almış bir duruma sokar. Hedeflerin de doğru belirlenmesi gerekiyor hayal kırıklığı yaşamamak için. Açık ve net bir şekilde risk faktörünü de ölçmeye çalışarak, makul ve kabul edilebilir riskler alıp bu riskleri yönetmesini bilerek bir hedef belirlenmeli. Ayrıca yatırım yolculuğunda hiçbir yol dümdüz ve belirli bir sabit eğimle yukarı doğru yükselen bir şekilde ilerlemiyor. En çok düştüğümüz hatalarda birisi de bu. Geçmişe baktığımızda çok çok uzun bir vadeyi değerlendirdiğimizde her şeyin nasıl da neredeyse sabit bir oranda yükselmeye devam ettiğini görüyoruz ve yarından itibaren piyasaların aynı şekilde çalışacağını düşünüyoruz ama böyle bir şey yok maalesef. Piyasalar zaman zaman düşecek ve zaman yükselecek. Genellikle uzun vadede düştüğünden daha çok yükselecek, sadece bunu bilmemiz gerekiyor. Ayrıca bu düşüşleri zamanlamak da pek mümkün ve makul bir hedef değil. Sadece düzenli alımlar yapmak düşüşleri zamanlamaya çalışanlara göre çok daha yüksek getiriler sunuyor. Mükemmeliyetçi davranmamak gerekiyor mesela. Bu söylediklerimin haricini yapabilen tek bir kişi vardı. O da Bernie Madoff. Sanıyorum yaklaşık 30 yıl boyunca her yıl %10’un biraz üzerinde getiri yarattı ve en sonunda anlaşıldı ki yaptığı şey aslında bir ponzi şemasıymış. Negatif yıllarda bile şaşmayan bir şekilde %10 üstünde getiri sağlıyordu; ya da en azından öyle olduğu sanılıyordu ama böyle şeyler yalnızca peri masallarında geçerli olabilir. Makul hedefler belirlememek insanı sorgulamaktan da alıkoyan bir şey. Getiri oluştuğu sürece çünkü başka hiçbir şeyin önemi kalmıyor. Fakat ne yazık ki piyasalar bu şekilde işlemiyor ve sürekli olarak bir sorgulama içinde olmalıyız; ne durumda olduğumuzla ilgili.

Aslında birçok şeye dikkat etmemiz gerekiyor ve kısa bir yol yok hiçbir şey için. Zaten bu yüzden yatırım yapmakla ilgili belki de en önemli şey; her şeyi bir arada yapabiliyor olmaktan geçiyor. Başarılı bir yatırımın temelinde değer üretmek yatıyor aslında ve her şey bunun üzerine kuruluyor. Değer ve fiyat arasındaki farkı anlamaktan geçiyor bu da. İyi bir sonuç elde etmenin yolu; bir şeyin değerinin şu anda ne olduğunun üzerine, gelecekte ne olabileceğini doğruya yakın tahmin etmekten geçiyor. Birebir doğru tahmin etmek için uğraşmaya gerek yok; sadece uzun vadede yeterince yakın bir sonuç bulmak yeterli. Ve bu; çok az kişinin çabaladığı bir şey aslında, insanlar kısa vadeli sonuçlara daha fazla odaklanmış durumdalar ve şirketlerin bir sonraki çeyreklik karlarını virgülden sonra 5 basamağa kadar harfiyen hesaplamaya çalışıyorlar. Bana göre oldukça yorucu ve anlamsız bir çaba. O yüzden aslında iyi bir yatırımcı olmak için yapmamız gereken şeyler çok basit; iyi bir araştırmacı olmalıyız, olaylara farklı açılardan bakabilmeliyiz ve daha iyi bir kavrama, analiz etme yeteneği geliştirmeye çalışmalıyız. İdeal olarak da üçünü birden yapabilmeliyiz. Ve bölüm boyunca bahsettiğimiz en önemli şeylerin hepsine tek tek dikkat ediyor olmamız gerekiyor aynı zamanda. Çok da zor değilmiş, değil mi?

Bölümü toplarken, yine Howard Marks’ın kitabında sonlarında paylaştığı bir sözünü aktarmak istiyorum. Şöyle diyor en sonlarda bir yerde: “Birçok yatırımcı -amatörler veya profesyoneller de dahil olmak üzere- dünyanın bir düzen halinde hareket ettiğini ve bunların öğrenilebileceğini ve tahmin edilebileceğini varsayıyorlar. Rastlantısal şeyleri ve gelecekteki gelişmelerin temelinde yatan olasılık dağılımını göz ardı ediyorlar. Bu nedenle, eylemlerini tahmin ettikleri tek senaryoya dayandırma yolunu seçiyorlar. Bu bazen işe yarayabilir -yatırımcıya övgü de getirir- ancak uzun vadeli başarıyı sağlamak için yeterince tutarlı değildir. Hem ekonomik tahminlerde hem de yatırım yönetiminde, genellikle her şeyi tam olarak doğru bilen biri her zaman vardır… ancak nadiren aynı kişi iki kez bunu başarabilir. En başarılı yatırımcılarsa tahmin ettikleri şeyi çoğu zaman için “yaklaşık olarak doğru” bulurlar ve bu diğerlerinden çok daha iyi sonuç verir.”

Çok uzun bir bölüm oldu. Böyle bir kitabın Türkçeye çevrilmemesi bence çok büyük bir eksiklik o yüzden de biraz uzun tutmak istedim. Ve sanırım bundan sonra bir başucu podcast bölümü olarak benzer sorular soran herkese bu bölümün linkini göndereceğim, diğer bazı temel bölümlerin yanında. Bugün yatırımla ilgili en önemli şeyler üzerine konuşmuş olduk ve bana göre bu bölümde üstünde durduğumuz şeyler; her şeyden önemli.

Önceki Bölüm

2023: İkinci Çeyrek Değerlendirme

Sonraki Bölüm

Piyasanın Nabzını Ölçmek

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint