/
34 mins read

Değişmeyen Tek Hikaye: Korku ve Açgözlülük

Bugün 70. Bölümü yapıyoruz ve podcast serisine başladığımda bu kadar uzun süre devam edebileceğimden hiç emin değildim. Tabii satoshi radio tarafını da hesaba kattığımızda, bilmeyen var mı emin değilim ama ikinci bir podcast serisi olarak HODL Günlükleri serisini de hesaplarsak, bugünkü bölüm 99. Bölüm oluyor. 1,5 yıl içinde aynı bu programın başlığı gibi, tek başıma neredeyse 100 bölüm podcast hazırlamışım. Aslında çok yorucu bir iş fakat zevk alarak yaptığım bir şey. Bu noktalara geleceğini de hiç tahmin etmiyordum ve şu anda neredeyse tam zamanlı bu yayınlarla uğraşıyorum bir bakıma. Piyasaları takip etmenin yanında, podcast ile birlikte yaptığım neredeyse başka hiçbir şey yok.

Kendi adıma da çok öğretici bir süreç oldu. Aslında bir yandan piyasalarla ilgili genel düşüncelerime bir katkıda bulunuyor ve yapmaya çalıştığım şeyleri uygulamamı sağlıyor bir bakıma. Neydi peki, sürekli anlattığım ve uygulanmasının en temel nokta olduğunu düşündüğüm fikirler? Peter Lynch’ten çok etkilendiğimi söyleyebilirim, podcast programının isminden de anlaşılacağı üzere. Borsada Tek Başına kitabını sanırım 2017’lerde okumuştum, o zamana kadar bireysel bir yatırımcı kimliği geliştirdiğimi düşünüyordum. Fakat bu kitap, birçok şeyi benim için yeniden şekillendirdi. Yatırımın basit ve sade yönlerini bana gösterdi. Özellikle yine Buffett’ın sürekli altını çizdiği kendi bilgi çemberinde kalmak fikrini, Peter Lynch bence kitapta daha başka bir açıdan çok daha güzel anlatıyor. Profesyonel yatırımcılara karşı avantajlarımızı, kendi uzmanlık alanlarımızdaki yapacağımız yatırımların bize getiri anlamında rekabet avantajı sunacağını ve sakin, sabırlı yatırımın günün sonunda kazanan yatırım olduğunu o kitapta fark ettim. Ya da o zamanlara kadar farkında olduğumu düşündüğüm bir şeydi ama tüm bunların tek bir kaynak altında toplanıp, neredeyse bütün resmi ortaya döken bir şekilde sunulması, benim için düşüncelerimi çok daha rahatlıkla birbirine bağlamamı sağladı.

Yoksa zaten ondan önce de sakin ve sabırlı bir insan olduğumu düşünüyorum. Ama bunu kullanmayı belki de bilmiyordum. Yine, kendi uzmanlık alanlarımı kısmen bildiğimi sanıyordum; hatta belki biraz da kendimi abartarak birçok şey hakkında yeterince bilgim olduğunu düşünüyordum. O yüzden tüm bunları rasyonel bir zemine oturtmamı sağlayan en önemli kaynaklardan biri olarak; 99. bölümde Peter Lynch’e tekrardan selam çakarak devam edelim istedim ve konumuzla da kısmen ilgili zaten.

Bugün; korku ve açgözlülük üzerine konuşalım istiyorum bugün biraz.

korku ve açgözlülük

Geçtiğimiz günlerde Murat Berk’in 16 Kasım tarihli strateji notunu okudum, yazının başlığı zaten çok ilgi çekici, hemen dikkatimi çekti. “Newton’un Uykusu” başlık. Ve yazıda piyasalarla ilgili görüşlerini aktarmadan önce insani duygularımız üzerine biraz konuşuyor. O yüzden orada yaptığı bir alıntıyı burada direkt aktarmak istiyorum ben de. H.P. Lovecraft’ın bir öyküsünden şöyle bir alıntı var:

Dünyadaki en merhametli şey, insan zihninin tüm gördüklerini birbirleriyle ilişkilendirme konusundaki yetersizliğidir. Sonsuzluğun siyah denizlerinin ortasındaki sakin bir cehalet adasında yaşıyoruz ve bu kadar uzaklara yolculuk yapmamız beklenmiyordu. Her biri kendi yönünde ilerleyen bilimler şimdiye kadar bize çok az zarar verdi; ama bir gün, birbirinden ayrışmış ve habersiz bilgilerin bir araya getirilmesi, gerçekliğin ve buradaki korkunç durumumuzun o kadar korkutucu manzaralarını ortaya çıkaracak ki, ya bu durum karşısında delireceğiz ya da ölümcül ışıktan yeni bir karanlık çağın huzur ve güvenliğine kaçacağız.

Bu metni analiz etmeli miyiz burada emin değilim ama; sonsuzluğun siyah denizlerinin ortasında, bir cehalet adasında yaşadığımızı söylüyor. Ve bu cehaletin bize bahşedilen en merhametli şey olduğunu aktarıyor. Bu öykünün tamamını okumadım ama çok hoşuma gittiği için paylaşmak istedim, ve bir gün eğer sahip olduğumuz bilgi birikimleri, birbirinden ayrı görünen, bağlantı kurduğumuzu sandığımız ama aslında cehaletimizden dolayı multi disipliner bir şekilde olayları göremediğimizden, kendimize zarar vermemiş oluyoruz ve eğer bir gün bu bağlantıları kurabilirsek gerçekten, ya delireceğimizi ya da bu ışıktan kaçarak, karanlığın, sonsuz siyah denizinin içinde tekrar huzur ve güvenliği bulacağımızı söylüyor.

Şu anda sanırım bu huzur ve güvenlik içinde hissediyoruz kendimizi. Işıktan kaçarak mı bu noktaya geldik yoksa ışığı hiç mi fark etmedik emin değilim ama siyah bir denizin ortasında sakin bir hayat yaşıyoruz. Kesinlikle katılıyorum. Fakat bu farkındalık zihinsel bir işkence aynı zamanda ve insanı zihinsel olarak bir patinajda bırakıyor. Hayatın da zaten yarattığı en büyük paradoks bu sanırım. Farkında olmak mı yoksa olmamak mı daha iyi emin değilim, ancak delirmekten ziyade güvenlik hissine sahip olmak çok daha konforlu bir alan bizim için.

İşte buradaki farkındalığın ben korku endeksimizle çok yakından ilişkili olduğunu düşünüyorum. Bu bağlantı üzerinden de konuya giriş yapalım artık yavaş yavaş. Çünkü insan farkında olmadığı şeyden korkamaz, değil mi? Korku için bir farkındalık oluşması lazım. Bir yolda yürüdüğümüzü varsayalım, önümüzde belki görebildiğimiz, boylu boyuna uzanan, belki bazı kıvrımları olan, belki hemen yanımızda çalılıklardan kuşların seslerinin geldiği bir yol hayal edelim. Çok zevkli bir yürüyüş olabilir bu. Fakat, biz bir tarafımızdaki bu manzaraya kendimizi genellikle o kadar kaptırmış durumda olabiliyoruz ki; ve yola odaklanıp önümüzdeki dönemeçlere, yoldaki belki kıvrımlara ve kuşların seslerine o kadar odaklanıyoruz ki; belki de diğer tarafımıza bir göz atsak; bir uçurumun kenarından yürüyor bile olabiliriz. Şimdi aynı yola gerçekten de bir tarafta müthiş bir doğa ve kuşlar, diğer tarafımıza da sarp bir uçurum yerleştirelim. Şimdi bu yola tekrar girelim. Sanırım bu yolculuk hiç de iç açıcı ve mutluluk dolu olmayacaktır. Korkuyu hissetmeye başlayacaktır bu yoldaki yolcu. İşte finansal piyasaların böyle bir yolculuktan neredeyse hiçbir farkı yok. Bir aşama daha ileri geçeceğiz bu yolu düşünürken ama öncesinde biraz daha korkular üzerine konuşmak istiyorum.

Korku ve Açgözlülük endeksi
https://edition.cnn.com/markets/fear-and-greed

Bir kesim, hiçbir şeyin farkında olmadan korkusuz bir şekilde piyasalarda işlem yapıyor. Aslında bunlar çok kalabalık bir grup ve yine aynı bu kesim, uçurumdan düştüklerinde, yani genel olarak bir olay gerçekleştikten sonra farkındalık kazanıp; büyük bir korkuya ve paniğe kapılıyorlar. Yanlışlıkla bir çukura düştüğünüz bir anı hatırlarsanız veya ayağınızın tökezlediği bir anda henüz daha birkaç saniye öncesinde gayet sakin ve her şeyin olağan akışında gittiğini düşünürken; bir anda o tökezleme anında nasıl bir paniğe kapıldığınızı hatırlayın. Piyasa da böyle işte. Ve bir anlamda yine çok garip bir durum var ortada: piyasalarda ne olacağını bilemeyeceğimizden dolayı, olaylar ancak gerçekleştikten sonra farkındalık kazanabiliyoruz. Bazı fizik üstü özellikleri olanları ve astrolojiyle ilgilenip desenlere bakarak tahminlerde bulunan kabile büyücülerini bir kenara bırakırsak; büyük bir çoğunluk bu duruma düşüyor. Bana göre büyücülükle uğraşanlar da aynı şeyi hissediyorlar ama hiçbir zaman bir kabile büyücüsünün gerçekleşecek olaylar karşısında sakinliğini bozduğunu göremezsiniz. Tekrardan ellerine taşları alırlar veya kartları alırlar artık uzmanlık alanları her neyse, sonra yeni desenler, yeni grafikler çizmeye başlarlar. Ve bu grup benim gördüğüm kadarıyla ikiye ayrılıyor; ne yaptıklarını bilenler var yani korkuyu aynı diğer kalabalık gibi hissedenler ama bunu saklayabilenler var. Ve diğer grup da ne yaptığından dahi haberi olmayan aynı bizim o uçurumun kenarında ıslık çalarak, etrafına bakmadan yürüyen yolcumuz gibi olanlar şeklinde ikiye ayırabiliriz. Şimdi bu küçük grubu bir kenara bırakırsak, konumuzun bir öznesi değiller. Onların takipçileri ve müritleri asıl ilgimi çeken taraf ve piyasanın büyük bir çoğunluğu ister böyle büyücüleri takip etsin, isterse rasyonel bir yaklaşım sergileyen, doğru bir yolda ilerleyen, etrafındaki olup bitenlerden haberdar olan temel finansal okuryazarlık düzeyinde olan kişiler olsun takip ettikleri. Korku piyasadaki en büyük ivmelerden birisi.

Piyasa bizi iki şekilde korkutabiliyor ve iki ters durum için de aynı anda aynı duyguyu yaşatabiliyor. Cesaret ve korku ayrı ayrı olarak aynı durum için de piyasanın yine iki farklı senaryosunda bir arada geçerli olabiliyor bazen. Biliyorum, ilk bakışta biraz karmaşık gelebilir bu cümleler. Şöyle ki; bir fiyat düşünelim ve bu fiyat herhangi bir ürüne, hizmete, herhangi bir hisse senedine veya bambaşka bir ticari ürüne bile ait olabilir. Hisse senetleri üzerinden gidersek sanırım daha iyi anlaşılacağı için öyle devam edelim; fiyatlar düşerken, özellikle de maliyet sınırımızın belirli bir seviye altına indiğinde fiyatlar; korku baş göstermeye başlıyor. Bu seviye kimisi için belki %10, kimisi için belki %20 veya %30 ama herkes için belirli bir korku eşiğinin olduğunu düşünüyorum. Aynı şey kişinin taşıdığı hisse senedi dışında, içinde bulunduğu piyasanın genel gidişatı üzerinden de olabilir. Eğer ne yaptığınızı da bilmiyorsanız, bir korkunun içinde panik hareketlere doğru sürüklenmek, kaçması çok zor duygular. İkinci durum; hisse fiyatları tahmin edilemeyecek seviyelerin de üstüne çıktığında yani çok yüksek bir kazanç yarattığında benzer bir korkuya kapılmamak yine neredeyse mümkün değil. Sanıyorum kişisel olarak değerlendirmem gerekirse; insanların yaşadığı en büyük kayıpları da fiyat düşüşlerindeki korkudan ziyade, fiyat yükselişlerinde yaşadıkları korkudan kaynaklandığını düşünüyorum. Burada çok enteresan bir durum var. Piyasadaki yatırımcıların büyük bir çoğunluğu genellikle yatırım yaptığı şirketin hisse senedinden erken çıkmaktan dolayı zarara uğruyor. Buradaki korkunun, yüksek ihtimalle profesyonel bir yatırımcı kimliği oluşturulmamasından kaynaklandığını düşünüyorum. Yatırım yaparken en önemli birinci basamak; temel finansal bilgi birikimi olmanın yanında, bir işletme analizi yapabilmenin üstüne sanırım duygu durumlarına hâkim olmaktan geçiyor. Yine buradaki fikirle bağlantılı olarak bir yerde karşıma çıkan bir çalışmadan bahsetmek istiyorum. Yapılan bir araştırmaya göre yatırımcıların büyük bir çoğunluğunun, zarardayken pozisyonlarında rahatlıkla bekleyebildiği fakat kardayken, özellikle de eğer kar oranları çok yükseldiyse, pozisyonlarda kalamadıkları üzerine ve bekleme süresi olarak iki farklı durumdaki tezat sonuçların karşılaştırması üzerine yapılan bir çalışma vardı. Gerçekten de durum tam olarak böyle bence de. Yukarı yönlü giden bir piyasada, bana kalırsa elbette genel coşku patlamasının yanında daha tehlikeli olanın bu coşkunun sönümlenme korkusu ile elindeki kaliteli şirketlerdeki pozisyonları boşaltmak ve belki özellikle de nakitte beklemek için yeni pozisyonlar almak.

 Ya da başka yatırım araçlarına geçmeye çalışmak. Ben, özellikle şirketlerin piyasaların durumundan bağımsız olarak sadece işletme olarak eğer ilk o belirlenen alış kriterlerinde ciddi bozulmalar görüldüyse satılma taraftarıyım ve uzun yıllardır da bu prensibi takip ediyorum. Fakat sanırım piyasanın genel çoğunluğu düşüş durumlarındaki korkularını bastırabilirken, yükseliş zamanlarındaki çekincelerine, şüphelerine ve bunlarla bağlantılı oluşan korkularına yenik düşüyorlar ve pozisyonlarını belki de olması gerekenden çok daha erken kapatıyorlar. Üstelik bir hiç uğruna, sadece piyasa koşullarını baz alarak ve piyasadaki diğer oyuncuların hareketlerinden bir sonuç çıkartmaya çalışarak yapıyorlar bunu. Büyük bir hata olduğunu düşünüyorum ben, böyle davranışların.

Sanırım korkunun bu iki çeşidini piyasanın iki farklı uç noktasında da aynı şekilde hissetmemizin temelinde, bir farkındalık yanılgısı yattığını da söyleyebiliriz. Uçurumun kenarındaki yürüyüş örneğine tekrar geri dönecek olursak, yatırımcılar özellikle belirli bir düzeyin üstüne çıktığında adeta bir Dunning-Kruger etkisiyle bilgi yanılgısına kapılabiliyorlar ve farkındalıklarının aşırı yükselmesiyle etrafında olup biten neredeyse her şeyin farkında olduklarını ve gelişmekte olan durumlara karşı uygun kararlar alabileceklerini hesaplıyorlar. Böyle bir şey; yüksek oranda mümkün değil. Çünkü; piyasa en zeki ve parlak olanların ve farkındalığının en yüksek seviyede olduğunu düşünenlerin para kazandığı bir yer değil. Eğer öyle olsaydı, piyasalarla ilgili akademik makaleler yayınlayanlar herkesi burada yenebilirdi. Fakat piyasa, ortalamada makul bir çizgide ilerlemeye çalışanların ve belki de bazen yanındaki uçurumu görüp, risk/kazanç faktörünü hesaba katarak hareket edenlerin, özellikle de sabırlıca yürüyenlerin para kazandığı bir yer. Acele etmeye hiç gerek yok ve eğer böyle bir yolda koşmaya çalışırsak, önümüzdeki kıvrımların birinde bu yoldan çıkmamız an meselesi olabilir. Ve korkunun, anlamlı bir kazanç yaratamayacağını yine şöyle anlayabiliriz; farkındalığımız arttığından dolayı içine düştüğümüz bilgi yanılgısı çukurunun bir etkisi olduğunu söyledikten sonra, piyasada herkesin bizimle eşdeğer bir noktada olmadığını kabul ederek belki bir miktar bu çukurdan kendimizi dışarı atabiliriz. Çünkü şöyle ki; önermemizin ilk kısmına geri dönersek, piyasanın her iki ucunda da oluşan aynı duygu durumlarının yanında, yine bunlara zıt şekilde aynı anda oluşan başka bir duygu durumunun da tam tersi şekilde gerçekleşebileceğini söylemiştik. Buradaki konuştuğumuz başlık korku olduğuna göre bizim için; ve biz çok ciddi düşüşlerde veya çok ciddi yükselişlerde bu korku durumunun içine girerken aynı şekilde başka bir yerde başka bir kişi, bizim baktığımız aynı şeye bakarak; açgözlü davranmaya başlayabiliyor. Bu kısmı anlamak sanırım her şeyden önemli. Piyasada, eğer robotları bir kenara bırakırsak, her zaman için duygularıyla hareket eden bir alıcı ve yine zıt duygularla hareket eden bir satıcı var. Neredeyse her an için bu iki zıt taraf, birbirlerini bularak alış-satış işlemlerini gerçekleştiriyorlar. Çok ciddi bir dip noktasında belki bir hisse senedinden %20 kayıp noktasına geldiğimizde, biz korku içinde satış yapmak isterken; -ki çalışmaların gösterdiğine göre zararda oturmak, karda oturmaktan daha uzun süreli olabiliyor bizim için demiştik- o kısmı da yeniden hatırlatmakta fayda var. Fakat diyelim ki %20 bir noktada %30 ters bir pozisyona dönüştü ve artık korku hâkim duygu haline geldi ve satış baskısını kaldıramayacak bir şekilde sat tuşuna basma kararı verildiğini kabul edelim. Karşıdaki alıcı, yüksek ihtimalle açgözlü birisi. Bu kişi; bizimle aynı olaya bakıyor ve burası artık dibin dibi, artık buradan itibaren daha fazla düşüş gerçekleşmesi mümkün değil ya da buradan geri dönüş çok yüksek bir kar oranı getirebilir düşüncesi ile; açgözlü bir şekilde bizim karşımızda pozisyon alıyor. Piyasa, her an ve her koşul altında neredeyse bu iki sarkaç arasında gidip gelen, neredeyse hep aynı döngüyü tekrar eden ve tahmin edilmesi asla mümkün olmayan bir mekanizma.

Açgözlülük kısmını aslında daha sona doğru bırakmak istiyorum ufaktan giriş yaptık ama; kısaca işte bu döngülerin her zaman böyle olacağını anlayabilmek, bir noktada bireysel olarak buradaki duygusal sarmalın içinden çıkmamızı sağlayacak sanırım en kritik kazanımlardan birisi olabilir, bireysel bir yatırımcı için. Ben inanılmaz başarılı olduğumu söylemem elbette mümkün değil bu ama kendi adıma fark ettiğim şey şu oldu; özellikle de bu konular üstüne daha fazla düşünmeye başladığım son birkaç yıldan beri, yani aşağı yukarı istifa ettiğim zamandan sonra, bu konuşmakta olduğumuz iki duygu durumundan da kendimi soyutlamış gibi hissediyorum. Eskiden, portföyü ciddi bir şekilde büyütmeye odaklandığım zamanlarda -özellikle de çalışma hayatının içindeyken- genellikle kendimi hep diken üstünde hissediyordum. Ve yaptığım bir hatada, ya da piyasanın gerisinde kalacağım bir ay sonunda sanki dünyanın sonu geliyormuş gibi bir noktada hissettiğim bile olabiliyordu. Bazen kendimi acele etmeye çalışırken bile yakalayabiliyordum. O tip durumlarda tabii dünyanın sonu gelmese de kişisel olarak portföyümün sonu gelecek gibi görünüyordu. Fakat bu korku, kaybetme korkusundan daha çok; piyasadan daha az kazanmak korkusuydu ve belki ikisi de aynı kapıya çıkıyor da olabilir tabii. Ben kişilik olarak aç gözlü biri olmadığımı düşünüyorum ama zaman zaman kendimi işte böyle duyguların kenarında kıyısında da hep yakaladım. Ve getiri korkusu yaşamak, aynı zamanda sizi açgözlü bir hale de getirebilir yani hem korkuyu hem açgözlülüğü aynı anda yaşayabilirsiniz ve bugünün ana konusu da bu işte aslında ama sonlara doğru oraya geçmek istiyorum.

Yine çok enteresan bir durum var; yaptığım bir yatırım eğer tahmin ettiğimden, kendimce biçtiğim değerden çok daha yüksek bir değerlemeye ulaşırsa; çok daha fazlası için daha aç gözlü bir duruma bürünebildiğimi gördüm. Fakat eğer makul sonuçlarla karşılaşırsam, böyle duyguların oluşmadığını fark ettim. Yani şöyle örnek verebiliriz, bir hisse senedi veya belki Bitcoin, eğer piyasa normalinde bir getiri sunarsa %10 – %20 gibi belki, bu makul oran karşısında insan beklenti olarak da makul kalabiliyor. Fakat tehlikeli kısım, eğer bu enstrüman normal piyasa %10-%20 iken; %100-%150 getiri yaratıyorsa, bu bizim için yeterli olmamaya başlıyor. Daha fazlası için açgözlü davranma isteğimiz ortaya çıkıyor. Sanırım belki de sadece bu yüzden piyasa bir sarkaç şeklinde hareket ediyor ve her iki uç noktaya doğru insanları sürükleyerek, zayıf olanları dışarı atmak için özel bir çaba sergiliyor. İşin bütün özeti de bu olabilir belki.

Paranın kendisini de burada bir özne olarak konuşmak lazım, insani duygularımızın yanında. Parayı ben şuna benzetiyorum; aslında aynı bir serçe gibi. Korkak, ürkek ve telaşlı hareket ediyor para. Avucumuzun içinde çok tutmak istersek, ona sahip olmak duygusuyla sıkı sıkı sarıldığımızda, genellikle canını çıkartmış oluyoruz ve elimizden ölüp bitiyor. Para ancak emin ellerde olduğunda orada kalmak ve çoğalmak istiyor. Korkuyu ve açgözlülüğü pek fazla sevmiyor çünkü bu tip duygular hırslarımıza yenilmemize neden olan ve birbirini besleyen aslında aynı kaynaktan gelen iki benzer duygular. Biz ikisini de zıt şekilde görmeyi daha rahat kafamızda oturtabiliyoruz ve bu yüzden de herkesin bildiği gibi hemen hemen her piyasa için geçerli olan koru ve açgözlülük endeksleri var. Bu endeksleri bir grafik okuma olarak takip ettiğim neredeyse tek teknik analiz indikatörleri olarak gördüğümü söyleyebilirim. Aslında teknik analiz olarak da değerlendirilmemeli bunlar. Çünkü ben bunlara bakıp o an piyasanın daha yoğun hangi duyguyu yaşadığını görmek istiyorum ve bu kişisel olarak benim için gidişat hakkında bir fikir verebiliyor. Buffett’ın dediği gibi; herkes korkarken açgözlü olmak ya da herkes açgözlüyken korkak olmak sözünü bu indikatör üzerinden bence kısmen uygulayabiliyoruz. O yüzden herkesin arada sırada bakmasında fayda olduğunu düşünüyorum.

Ayrıca korkak olmak bence bir seviyeye kadar, açgözlü olmaktan daha faydalı bir duygu biçimi. Çünkü korkaklık bence hayatta kalmanın en temel duygularından birisi. Bir survival yeteneği, korkaklık. Türümüzün hayatta kalmasını ve bugünlere kadar gelmesini sağlayan en büyük yeteneğimiz, korkak olmak. Ve yine türümüzün yarattığı en büyük yıkımları, en büyük savaşları ve kayıpları, açgözlü olmakla açıklayabiliriz. Bu iki duyguyu genellikle aynı anda, iç içe yaşıyoruz. Ve burası bana göre çok enteresan çünkü böyle olmadığı düşünüyoruz aslında. Fakat ortada bana göre gün yüzü kadar bir gerçek var ki; korkarken açgözlü davranabiliyoruz, yine aynı şekilde açgözlü davranırken korkak olabiliyoruz. İki duyguyu da yüksek yoğunlukla aynı anda yaşıyoruz. Piyasalardaki kayıpların en büyük sebebi de sanırım işte bu iki tehlikeli ve bazen de yararlı duyguyu aynı anda hissetmek, kontrol altında tutamamak olabilir.

fear, korku, hayatta kalma, survival

Artık biraz açgözlülük kısmına geçmek istiyorum daha yoğun bir şekilde. Çünkü sanırım korkak olmanın yanında değerlendirdiğimizde, bir yatırımcı davranışı olarak açgözlü olmak çok daha tehlikeli. Ve büyük paraların kaybedilmesi, ya da daha henüz yolun başındayken yüzdesel anlamda büyük oranların kaybedilmesi açgözlü davranmakla açıklanabilir. Ve dediğim gibi yine tekrar etmek istiyorum ama ben piyasanın aksine; bu iki duyguyu birbiriyle çok iç içe görüyorum. Zıt görmekten ziyade. Zaten belki de korku hissedilmeden, açgözlü olunamaz bile denilebilir. Açgözlü olmadan aynı şekilde korku da olmaz, bunlar iki elmanın yarısı gibi. Ve açgözlülük aynı korkuda konuştuğumuz gibi; fiyatın iki yönde hareket etmesinde de geçerli olan bir duygu. Bir hisse eğer ciddi bir panik yaratacak şekilde çok fazla düşüş yaşadıysa; bazı insanlar, korkuyla birlikte bir açgözlülük yaşayabiliyorlar. Karmakarışık duygu durumlarına giriyorlar. Böyle bir hisse örneği vermek istemiyorum, daha temiz bir hedef olarak kripto piyasasından örnek vermek daha doğru olacaktır. Üstünde de konuştuğumuz konulardan biriydi ve tekrardan aynı olayı burada örnek olarak vermek istiyorum. Geçtiğimiz yıl Luna ve UST vakasında, insanlar dolar üzerinden bu kripto ekosisteminde sabit ve güzel bir kazanç elde edeceklerini düşünerek Luna’nın stablecoin ağına katıldılar. %20 dolar faizi veriyorlardı. Açgözlü bir şekilde saldırdı insanlar bu faiz oranına. Arkasındaki durumu pek sorgulamadılar sadece faizlerin hesaplarına düşmesi ve stake etmeye devam etmeleri, para akışını izlemek onlar için oldukça tatmin edici bir duyguydu. Bir noktada belki bunun normal olduğunu, açgözlü bir davranış olmadığını bile düşünmüş olabilirler. Bu tarz mesnetsiz ve rasyonel olmayan teklifler büyük bir tehlike demek. Fakat daha da tehlikelisi sanırım şu olabilir: UST 1$ sabitliğinden ayrıldıktan sonra, önce küçük bir panik havası ve korku yayılmaya başladı. Olacaklar aslında zaten belliydi ama insanlar yine de merakla nasıl sonuçlanacağını beklemeye başladılar. UST 90 centlere düştü, bazıları güven tazelemek için sistemde kaldıklarını açıkladılar. Luna’nın kurucusu herkesi sakin olmaya davet etti ve tekrardan her şeyin yoluna gireceğini söyledi. Ve buna benzer tüm olaylarda gördüğümüz aynı şeyler, aslında aynı tekrarda ve tekerrürü takip ederek devam etti. Luna’nın fiyatı yanlış hatırlamıyorsam 100$ civarından önce 20$’lara, sonra $1 altına kadar düştü, çok kısa bir süre içinde. Sadece 24-48 saat içinde. İşte bu noktadan sonra bence, çok daha tehlikeli olan bir açgözlülük baş gösterebiliyor. Özellikle de bizim Türk yatırımcıları böyle bir düşüşü gördüğünde, birkaç gün içinde %99,99 düşen bu asseti gördüğünde -aslında asset demek de doğru değil ama öyle devam edelim- bu manzara karşısında, artık daha ne kadar düşebilir ki, Luna buradan dönüş yaptığında 10 katına çıkacak, 20 katına belki çıkacak düşüncesi zihinlere ekilmeye başlandı. Bu belki de her şeyden tehlikeli bir açgözlülük çeşidi. İnsanlar şunu fark etmiyorlar, böyle bir durumdayken 10$ yatırım yapan biri de, 100.000$ yatırım yapan biri de; eğer bu enstrüman %100 değer kaybederse, ikisi de paralarını tamamen sıfırlamış olacaklar. Bu fark edilmiyor sanırım. Bizim yatırımcı çeşidimiz şöyle bir havada ama; ben buradaki ihtimale çok küçük bir pay ayırabilirim ve bu küçük payın ihtimalini risk/kazanç olarak değerlendirdiğimizde bana inanılmaz bir geri dönüş sağlayabilir. Benim küçük yatırımım, onlarca kat bir anda büyüyebilir. İşte bu açgözlülük. Yani aslında şunu anlatmaya çalışıyorum; açgözlü olmak için büyük paralara ihtiyacınız yok. Hatta çoğunlukla küçük paralarla işlem yapanlar daha açgözlü davranabiliyorlar çünkü kaybedecekleri paranın küçüklüğü onları böyle bir kumarı oynama maliyetinin düşüklüğü üzerinden cezbediyor. Fakat anlayabileceğimiz gibi paranın küçüklüğünden veya büyüklüğünden bağımsız olarak böyle bir açgözlülük durumunda katılımcıların hepsi %100’ünü kaybedecek demek kapitallerinin ve bunun farkında değiller sanırım. Yani yüzdesel olarak değil de nominal bazda düşünülüyor makul bir çerçeveye oturtmak için böyle kumarları.

Bu arada bu bölümü aslında uzun zamandır düşünüyordum ama; yapma sebebim bir anda oluştu ve artık zamanı geldi diye hissettim. Geçtiğimiz günlerde aslında yaklaşık 6-7 aydır gündemde olan bir mevzunun davası görülmeye başlandı. Futbol dünyasının herkesin bildiği isimleri, bir banka şube müdürünün aracılığıyla dolandırıldıklarını iddia ettikleri, belki iddia da değil aslında zaten sanık da kabul ediyor durumu, yani en azından paraların kayıp olduğunu kabul ediyor. Ama bu gerçekten çok ilginç bir haber ve olaya bence biraz yanlış bir açıdan bakılıyor. Buradaki ponzi şemasının iddialara göre, bize anlattığı çok önemli bazı detaylar var. Korkuyu ve açgözlülüğü birlikte görebiliyoruz buradaki olayda. Yaklaşık sanırım 40-45 milyon dolarlık bir dava ve bu paraların bir kısmı zaten kazanç olarak geri ödenmiş bazılarına. Kayıp olan kısım bu yüzden belki yaklaşık 15-20 milyon dolar olabilir, oturup hesaplamak lazım ama sistemi anlamak için kendimce bir aktarmak istiyorum durumu. Tabii bunu yaparken hiçbir tartışmaya mahal vermeyecek şekilde sadece durum üzerinden gitmek istiyorum. Seçil Erzan, banka şube müdürü olan kişi, yüksek kazanç vaadiyle para topluyor ve bir fon kurduğunu söylüyor katılımcılara. 40-45 günlük vadeler içinde %30’a yakın dolar bazında kazançlardan bahsediyor. En büyük mağdur da Arda Turan gördüğümüz kadarıyla, yaklaşık 12-13 milyon dolar kaptırmış bu sisteme. Tabii sanırım bir kısmını da geri alabilmiş ama problem şu ki; Arda ilk başlangıç olarak 3 milyon dolar veriyor ve %30 kazanç sağlayarak, 1-1,5 ay içinde 1 milyon dolar kar payı geri alıyor. Sonra bunu görünce gidiyor başka bir yerden 4-5 milyon dolar daha buluyor ve onu da bu sözde fona aktarıyor. İşte bu noktadan sonra korkunun başladığını görebiliyoruz Arda’da yavaş yavaş. Korkuyla birlikte, bir galericiden borç alıyor. Sonra parasını kurtarma korkusuyla arsasını satıyor, yine aynı korkuyla bankadan 33 milyon TL kredi çekiyor. Kısaca elinde ne varsa, üstüne de borçlarla birlikte bu sözde fona para aktarıyor.

Bu hikâye bana Bernie Maddoff’un fonunu hatırlattı. Hatırlarsanız burada da konuşmuştuk daha önce. Şöyle bir şey söylediğimi hatırlıyorum: Maddoff’un istediği tek şey müşterilerini memnun etmekt, onları mutlu etmekti kazançla birlikte. “Müşterilerim çok açgözlü davranıyordu, benden yüksek kazançlar istiyorlardı ben de onları memnun edebilmek için bu sahte kazançları uydurmak zorunda kaldım” demişti. Aynı şey Seçil Erzan için de geçerli. Sadece para girişi çok daha erken tıkandığından dolayı, Maddoff gibi böyle bir ponziyi 20-30 yıl sürdürebilmesi mümkün olmamış ve sanırım birkaç yıl içinde bütün sistem tıkanmaya başlamış. Görünen o ki futbolcu kısmı da bu ponzi sistemine son 5-6 ayda katılmış. Seçil Erzan, korkuyu ve açgözlülüğü birlikte yaşayan birisi. İşte bu duygu karmaşıklığının ne kadar tehlikeli sonuçlara yol açabileceğini anlatmak için aslında bu konunun üstünde durmaya çalışıyorum. Ve böyle hareket edenler; aynı Maddoff da olduğu gibi, Seçil Erzan’da da olduğu gibi, bu iki duygunun esiriydi. Önemli olan kısım bu iki duyguyu da aynı anda karmaşık şekilde yaşama kısmı fakat. Ve şu anda Seçil Erzan, bir ponzi şeması yürütmüş gibi görünse de; buradaki kazanç ve gelir kendi cebine değil, müşterilerini memnun etmek için onlara sunmak istediği yüksek geliri yaratabilmek için; elindeki sermayeyi tefecilere ve bazı fon katılımcılarının tehditleri sonucunda onlara teslim ettiğini görünüyor, ifadelerinde en azından.

Şöyle diyor: “Her şey gereksiz ben yaparım özgüveniyle başladı. Çok iyi bir çalışandım, çok iyi iş yapardım, kendime çok güvendim. Bu insanların, aza tamah etmemeleri, çok kazanmak istemeleri beni bu hale soktu. Şubat ayından sonra baskı altına girdim. Bu insanlar 7/24 beni rahatsız ettiler. Evimi bastılar, silahla tehdit ettiler.”

Burada bir araya girmek istiyorum, bu bence üstüne çok düşünülmesi gereken bir hikâye. Genellikle çünkü getirilerin nereden yaratıldığını düşünmeden, kendi cebimize giren kâr payına bakarak hep daha fazlasını isteme gibi bir hataya düşüyoruz. Eğer bize bunu sağlayabilecek karakterde, yani biraz insanları memnun etmeyi seven, hizmetkar tarzda karakterde bir kişi varsa; onu sömürmeyi ve fayda sağlamayı abartana kadar ve tıkanana kadar devam ediyoruz. Bana çok ilginç geliyor bu ve bu durumda olan insanlar sadece parayla ilişkili olanlar değil, sosyal hayatın her alanında böyle insanlar var ve birileri iyi niyetli ya da kötü niyetli bir şekilde bu tip insanları sömürüyorlar. Burada Seçil Erzan’ı aklamaya çalışmıyorum bu arada, yaptığı şey çok büyük bir dolandırıcılık. Sömürülen kişinin de elbette büyük bir payı var burada ama karşılıklı bir hikâye bu. Seçil Erzan ifadesinde bir noktada çok ilginç bir şey söylüyor:

“İnsanların hepsi kâğıt parçası istiyorlardı. (İmzaladığı milyonluk borç senetlerinden bahsediyor sanırım burada.) Çünkü o kağıtlar ben size borçluyum demekti. Amacım orada ben size parayı ödeyeceğim demekti. Bu salondaki herkes benim etimden sütümden faydalandılar. Ben sadece canımla kaldım. Ben bankadan para vermesem de kendi malımı satıp onlara para verdim. Amacım kimseyi dolandırmak değildi, ben basiretli bir bankacıydım. Adı geçen herkesle ortak paydamız, paradan para kazanmaktı. Fon adı altında kimseden para almadım, herkes bana çok para kazanmak için ikna olmuş şekilde geldi. Ben aslında çok korkak biriyim. 45 milyon dolar değil, bin dolar bile kaçıramam.”

Sanırım bu hikâye, herkesin büyük ders çıkartması gereken bir hikâye. Özellikle sanığın ifadesinin belirli kısımlarını vermek istedim çünkü çok net bir şekilde görebiliyoruz ki, gerçekten de kendisi bu işten hiçbir kazanç sağlamamış hatta mülklerini, elindeki her şeyi kaybetmiş. Kendi ifadesinde ben korkak biriyim diyor. Korku ve açgözlülüğün bir araya gelmesi, aynı kişinin bu duyguları aynı anda yoğun şekilde yaşaması ya da bu olayda görüldüğü gibi bir tarafın korkarken diğer tarafın açgözlü şekilde yaklaşması, oldukça dramatik sonuçlara yol açabiliyor.

Sadece para için de geçerli bir şey değil bu dediğim gibi. Çalışma hayatında da böyle çok fazla şey gördüm. Ben de mesela müşterilerini memnun etmek isteyen biriydim ama sınırı doğru yerde çekmek gerekiyor. Hatta bir bölümde sanırım kısmen anlatmıştım, özellikle hizmete dayalı çalışma sektöründe eğer bir müşteri ilişkisi içindeyseniz ve aynı zamanda da verici bir insansanız, müşteriler sizden her zaman daha fazlasını isteyecekler. Bu, eğer kendinize hâkim olmazsanız, onları memnun etmek için kuralları bile çiğneyecek bir noktaya getirebilir sizi ve çok tehlikeli sonuçlara yol açabilir. İşte bu duygularla baş etmek o yüzden hiç kolay değil aslında.

Bir de işin içine para girdiğinde bu olaydaki gibi, çünkü tek gerçek olarak kabul edilen şey o. İnsanlar aynı Seçil Erzan’ın söylediği gibi ekseriyetle bu kâğıt parçalarının peşinden koştuğu için, tapılan bir nesne olduğu için, böyle durumlardaki tarafların birçoğu aynı anda hem korkunun hem de bir açgözlülüğün esiri olabiliyorlar.

Bana kalırsa bizim çıkartmamız gereken en önemli ders, bir portföy yönetimi açısından, bu duygulardan kendimizi soyutlamayı öğrenmeliyiz. Kendimi yine öne çıkartmak istemiyorum ama sanırım yılların getirdiği bir şey olarak portföyümle ilgili ne bir korku ne de bir açgözlülük hissediyorum artık ve bu makul çizgide kalma durumunun benim için bir survival avantajı yarattığını düşünüyorum. Daha geçtiğimiz bölümün sonunda hatırlayanlar olacaktır, aynı bu durumdan bahsetmiştim ve elindeki tek şeyi portföyü olan birine göre oldukça sakin ve sabırlı, makul kalabildiğimi, kendi adıma yarattığımı düşündüğüm pozitif portföy getirisinin de tamamen aslında buna bağlı olduğunun altını çizmeye çalışmıştım. Ve bunun herkes için geçerli olabileceğini düşünüyorum. Çekinceler ve riskler elbette olabilir ancak bunun çok ciddi bir korkuyla bizi ele geçirmesine izin vermemeliyiz. Yine getiri isteği ya da alfa yaratmak bir hırsa doğru dönüşmeye başlayabilir ve bu da tehlikeli bir şey. Ancak daha da tehlikelisi bu duygularla, hırslarla birlikte bir açgözlülük eşiğine doğru kaymamalıyız. Yani makul olmak bence her zaman için iyidir.

O yüzden Buffett’ın sözüne bir güncelleme gerektiğini düşünüyorum:
“Herkes korkarken makul olun. Herkes açgözlüyken yine makul olun. Herkes açgözlülüğü ve korkuyu aynı anda yaşadığında ise, eğer kendinizi de bu durumda buluyorsanız, arkanıza bile bakmadan kaçın.”
Önceki Bölüm

Köklü Değişimler Üzerine Ek Düşünceler

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint