Uzun bir aradan sonra tekrardan merhaba diyerek giriş yapmam gerekiyor sanırım. Bir sezon finali yaptık ve yeni bir sezona başladık, girişte de fark edeceğiniz gibi; bölümleri artık ana bir destekçinin katkılarıyla hazırlıyoruz. BtcTürk ismini sanırım duymayan yoktur fakat belki henüz hisse tarafından haberdar olmayanlar olabilir. O yüzden önden bir bilgilendirme yapmanın iyi olacağını düşünüyorum. Yeni nesil bir yatırım hizmeti platformu olan BtcTurk, Hisse ile; kripto paralar haricinde artık Sermaye Piyasası Kurulu’ndan geniş yetkili aracı kurum lisansı alarak pay piyasalarında da faaliyet gösteriyorlar. Eliptik Yatırım Menkul Değerler A.Ş.’nin uygulaması olan BtcTürk Hisse uygulamasıyla piyasalarda birçok değişime sebep olacaklar çünkü çok yenilikçi bir şekilde geliyor. Kripto tarafındaki tecrübelerle birlikte 7/24 hizmet anlayışını hisse tarafına taşıyorlar. Uygulama kaynaklı veya piyasalara erişimde problemler gibi şeyler yaşamayacağımızı düşünüyorum çünkü kripto tarafını ve oradaki bence çok gelişmiş uygulamayı, hisse versiyonuna çevirmiş durumdalar. Eğer o uygulamayı daha önceden kullanan varsa hemen hemen aynı tecrübeyi yaşayacaklar burada da. Ve bu altyapı üstüne benim gördüğüm kadarıyla yine çok önemli özellikler var. Para çekme ve yatırma konusunda haftanın her günü işlem yapılabiliyor. Piyasaların işlem saatleri dışında da para transferi ve canlı destek hizmeti veriyorlar. Ve bunun üstüne, belki de en önemlisi özellikle alım satım işlemlerindeki takas sürelerini Hemen Kullan özelliği ile kaldırıyorlar. Yani T+2 süresini beklemeden, talepte bulunmanız durumunda hisse satış bedelinizi aynı gün içinde yatırım hesabınıza aktarabiliyorsunuz. Bu bence çok önemli bir özellik. Şu anda Borsa İstanbul tarafı var fakat sanırım çok uzak olmayan bir gelecekte Amerika tarafı da yer alacak, onu da eklemem lazım.
Satoshi radio tarafında bitcoin özelinde yaptığımız programlardan fark edenler belki olabilir; orada BtcTürk destekleriyle aslında HODL Günlükleri podcastini hayata geçiriyoruz. Çok benzer bir pencereden bakıyoruz finans dünyasına ve ben orada bitcoin özelinde programlar yaparken, böyle bir yeni uygulama ve hisse senedi tarafındaki düşüncelerinden pek haberdar değildim, benim için de çok güzel bir sürpriz oldu. Özellikle bir süre önce BtcTurk’ün ana marka olarak yaptığı bir lansman vardı, tüm bu yenilikçi ve değişim odaklı düşüncelerini paylaştıkları, yeni hisse uygulamasının ne olduğunu, ne yapmak istediklerini çok detaylı bir şekilde anlattılar orada, o tanıtıma da mutlaka bir bakmanızı tavsiye ederim o yüzden. Ve ortaya bir vizyon koydular, çok benzer bir düşüncede olduğumuz için burada yaptığımız programları da destekleme teveccühünü gösterdiler, o yüzden hepsine tekrardan çok teşekkür ediyorum. Bu yeni hisse uygulamasına da mutlaka bir bakmanızı tavsiye etmiş olayım.
Burada zaman zaman atoshi radio ismini ve BtcTürk ismini belki geçiriyordum fark edenler olabileceği gibi; fakat bunlar bir reklam kaygısıyla yapılan şeyler değil onu da belirtmem gerekiyor. Kendi kullandığım şeylerin burada genellikle zaten ismini geçiriyorum ve bir kaygıyla yapılmıyor aslında bunlar. Program çok fazla dinlenmesine rağmen, kendi kategorilerinde ilk sırada hatta diğer tüm listelerde ilk 20 arasında sağlam bir yer edinmesine rağmen bugüne kadar hiçbir spot reklam veya başka bir şey yapmadan ilerledik, genel kabul edilen ve yapılanın aksine. Yine aynı şekilde ilerleyecek, konudan bağımsız bir anda araya giren alakasız spot reklamlar olmayacak fakat ana bir iş birliği kapsamında artık devam edeceğiz. Ana bir çatı altında tek bir isimle hem bitcoin özelinde farklı bir program, hem de geleneksel finans piyasaları üzerine burada programlar yapabiliyor olmak çok kolay denk gelebilecek şeyler değil, o yüzden de ayrıca çok mutluyum. Fakat bu giriş kısmını daha fazla uzatmayalım, zamandan çok çalmayalım. Yeri geldiğinde zaten bölüm içeriklerinde gireceğimiz konular olacak bunlar.
Bugün Howard Marks’ın son makalesi ya da memosu diyebileceğimiz yeni paylaşımı üzerine konuşmak istiyorum. Twitter’dan da paylaşmıştım o yeni yazıyı ve drive klasöründe yüklenmiş durumda isteyen herkes ulaşabilir. Oaktree Capital’in kendi web sitelerinde de zaten ücretsiz bir şekilde yayınlıyorlar oradan da ulaşabilirsiniz. Hatta bu yeni yazı üzerine kendileri de bir podcast bölümü hazırladılar; yine oradan dinleyerek de içeriğe ulaşabilirsiniz. Ben drive klasöründe aslında bir arşiv kolaylığı yaratmaya çalışıyorum. Warren Buffett’ın da ortaklarına yazdığı tüm mektuplar yine o klasörde var. Yardımcı dosyalar, excel içerikleri, kitap içerikleri gibi başka şeyler de var eğer bakmadıysanız mutlaka bir göz atın bence, işinize yarayacak bir şeyler çıkacaktır mutlaka. Her zaman dediğim gibi; bilginin ücretsiz bir şekilde paylaşılması gerektiğine inanıyorum ve elimden geldiğince kendi adıma hem burada bildiklerimi, tecrübelerimi aktararak hem de elimde olan dosyaları paylaşarak ve tüm bunları ücretsiz bir şekilde yapmaya çalışarak yardımcı olmaya çalışıyorum. Bizde genellikle bir şeye premium, vip, gold üyelik gibi takma isimler eklendiğinde ve karşılığında bir ücret istendiğinde daha değerli ve daha önemli bir şeymiş gibi görünüyor fakat ben bunun tam tersini savunuyorum. Ki en büyük yatırımcılar bile tüm tecrübelerini halka açık bir şekilde ve çok detaylı bir şekilde ücretsiz olarak paylaşıyorlar. Bilgi aslında paylaştıkça değerlenen bir şey, kendine sakladığında değil. Howard Marks da buna en güzel örneklerden biri. Büyük bir portföy yöneticisi olmasına rağmen oldukça şeffaf bir şekilde fikirlerini, düşüncelerini, piyasalarla ilgili gördüklerini herkese açık bir şekilde paylaşmaya çalışıyor.
Son memosu yine çok önemli bir yazı, bugün biraz o yazı üstüne konuşmak istiyorum, yeni sezona başlarken. Şöyle bir başlık atmış yazıya, eğer Türkçe’ye çevirirsek: “Az Kaybeden mi, yoksa Daha Fazla Kazanan mı?” İşte bu soru, bana kalırsa bir yatırımcının sorması gereken en önemli sorulardan birisi ve çok ilgi çekici bir konu. Hem bir portföy mekaniği olarak hem de portföyün içindeki enstrümanları ayrı şekilde düşünerek yine aynı soruyu sorabiliriz. Başarılı olmak için; -ki başarı kriterleri de aslında belirlenme aşamasında yine önemli bir adım fakat şimdilik basit bir kriter olarak endeks üstünde getiriyi başarı şeklinde sadeleştirelim. Yani soru şuna dönüşüyor; iyi bir getiri yaratmak için; daha mı az kaybetmeniz lazım, yoksa daha mı fazla kazanmanız lazım? Çok ilginç bir soru. Yine portföyün içindeki enstrümanları düşünürsek aynı şekilde; daha mı az kaybeden yatırım aracı seçmemiz lazım, yoksa kazanacak olan araçlara daha mı çok yoğunlaşmamız lazım? Tabi burada kaybedecek seçenekleri ve kazanacak seçenekleri belirleme kısmı yine çok önemli ve eğer zaten bunu tam olarak belirleyebiliyor olsaydık; böyle bir soruyu gündemimize almamıza bile gerek kalmazdı, basitçe zaten kazanacak olanları seçebilirdik ve rahat bir şekilde başarılı bir portföy yapısı kurabilirdik. Fakat sanıyorum büyük bir çoğunluğun farkında olduğu gibi; böyle bir seçimi %100 doğru bir şekilde yapmak mümkün olmadığından dolayı, bir portföy mekaniği kurmaya çalışıyoruz ve maksimum verimi yakalamaya çalışıyoruz. Bu mekaniğin içinde kaybeden araçlar da var; kazanan araçlarda da var fakat biz bunu ancak sonuçlandığında fark edebiliyoruz ve o ana kadar sadece bir risk/kazanç faktörü gözeterek seçim yapmaya çalışıyoruz. Böyle bir belirsizliğin içinde en kazançlı sonuca ulaşmak için en uygun ve efektif portföyü kurmaya çalışıyoruz. Ya da böyle yapmaya çalıştığımızı varsayalım, eğer akıllı bir yatırımcıysak. Yine bu noktada belki atıf yapmam gereken bölümler var: Risk ve Getiri bölümü şu andaki konuştuğumuz konu üzerine çok önemli bir altyapı. Metamodern Portföy Teorisi bölümü, Portföy ve Yatırım Stratejileri Üzerine bölümü diğer temel bölümler benzer bir konu üzerine yaptığımız. Şu anda yapmaya çalışacağımız şey de aslında rasyonaliteyi biraz daha ön plana çıkarmaya çalışmak olacak.
Bu arada bölümün henüz başındayken bu soruyu herkesin kendi adına sormasının faydalı olacağını düşünüyorum. Tarz olarak daha az kaybedene mi yakınsınız yani belki bunu defansif bir portföy olarak görebiliriz ya da daha fazla kazanan bulmaya mı odaklısınız ve yine bu da ofansif bir portföy yapısı olabilir belki. Bu sorunun cevabını bölüm sonunda tekrar düşünmenizi isteyeceğim ve belki arada bir fark varsa neden böyle olduğunu herkesin kendi içinde sorgulamasının önemli olduğunu düşünüyorum.
Şöyle bir düşünceyle başlayabiliriz -ki Howard Marks da aynı önerme üzerinden başlıyor. Bir parantez önce açacağım ama; konuyla çok alakası yok tam şu anda aklıma geldi; bu arada yayınlara başladığımda eşim her bölüm çok fazla şey üzerine konuşuyorsun bir noktada konuların bitecek, elindeki her şeyi kullanmış olacaksın ne kadar daha devam ettirebilirsin ki diyordu. İşte bu soru, sadece 7 tane nota var; kaç tane farklı şarkı olabilir ki gibi bir soru aslında. Nedense araya bunu sıkıştırmak istedim aklıma gelmişken. Çünkü yatırım stratejileri, finansal bağımsızlık konusu veya genel anlamda yatırım üzerine sonsuz sayıda başlık, önerme, örneklendirme üzerine konuşabiliriz gibi geliyor bana. Yine yatırım yaparken de çok çeşitli stratejiler geliştirebiliriz. Şimdi parantezi kapatıp Howard Marks’ın konuşmak istediği önermeye geri dönersek, geçmişte bir portföy yöneticisinin ona söylediği hatalı bir fikir üzerine kuruyor yeni yazısını. Fikir şu: “Eğer getiri anlamında ilk %5 içinde yer almak istiyorsan; zaman zaman son %5 içinde de yer alabileceğini göze almalısın.” Diyor. İşte bu fikir, çok kalıplaşmış bir fikir günümüzde bile fakat tam olarak doğru olmayabilir. Çünkü bir noktada şunu savunuyor; yüksek risk yüksek kazanç demektir. Buradaki sıkıntı kurulan önermeden sonra başlıyor; eğer risk almazsan yüksek kazanç da yaratamazsın gibi bir sebep sonuç ilişkisine bağlanıyor önerme. Risk kısmını isterseniz bölümün daha ilerisinde konuşalım, aslında Risk ve Getiri bölümünden sonra sadece risk üzerine bir bölüm daha yapmak istiyorum çünkü çok net anlaşılan bir konu olmadığını düşünüyorum. Fakat yine de ana başlığımıza dönersek, iki yaklaşımdan bahsetmiştik. Kazanmaya odaklı olmak ve kaybetmemeye odaklı olmak olarak kısaltabiliriz bu ana başlıkları.
Kaybetmemek üzerine konuşalım öncelikle biraz. Howard Marks başka bir konuşmasında şöyle anlatıyor bu fikri; portföyümüzü bir restoran gibi düşünürsek, iyi bir restoran şöyle olmalı: her zaman yemekler iyi olmalı, bazen mükemmel yemekler olmalı fakat hiçbir zaman kötü yemekler olmamalı. Söylemesi çok basit fakat uygulaması o kadar kolay olmayan bir şey bu ve yine ilerleyen anlarda döneceğimiz bir fikir. Şimdi portföy açısından düşünürsek şu anlama geliyor bu fikir: genellikle endeks civarında veya biraz üstünde bir getiri yaratmak, bazı dönemlerde mükemmel getiriler yaratmak ve tüm bunlara karşılık çok nadir veya hiçbir zaman kötü pozisyonda kalmamak. İyi bir portföyün tanımı olabilir bu çıkarım. Böyle bir şeyi sağlayabilmek için basitçe şöyle düşünebiliriz; eğer kötü performanstan kaçınabilirsem, yani kötü seçenekleri eleyebilirsem elimde sadece iyiler kalır ve doğal olarak iyi bir performans ortaya çıkartmış olurum. Kötü tercihler ne olabilir; hemen aklımıza riskli tercihler geliyor yine. Bitcoin mesela, riskli bir yatırım aracı olarak görünüyor -bu arada gerçekten böyle olup olmadığıyla şu anda ilgilenmiyoruz o yüzden o kısma girmeyelim- sonrasında yine belki piyasalar tarafından inanılmaz şişirilmiş bir hisse senedi riskli bir tercih olabilir. Portföyü çok hızlı bir şekilde büyütebilmek için tek ve büyük bir pozisyon alıp yine risk yaratılabilir gibi şeyler düşünüyoruz. Çeşitlendirme zaten burada başlıyor ve bana göre çok doğru bir yöntem değil, özellikle çeşitlendirmenin doğuşunun Modern Portföy Teorisi ile birlikte ortaya çıktığını söyleyebiliriz ve sadece bu konu üzerine metamodern diye bir bölüm de yapmıştık zaten. Fakat çok dağılmayalım, kaybetmemeye odaklı bir tarz üzerine hareket ederken kısaca yapmamız gereken şey neredeyse garanti gibi görünen getirilere doğru kayma fikri ortaya çıkıyor. Hisse senetleri bu açıdan değerlendirildiğinde de yine riskli bir varlık çeşidi olarak görünebiliyor. Aslında elimizde çok fazla seçenek kalmıyor kaybetmemeye odaklandığımızda. Belki tahviller garanti bir getiri yöntemi olarak görünebilir. Yine gayrimenkuller neredeyse bu kategoriye giriyor. Yalnız burada da şöyle bir problem ortaya çıkıyor; mantıklı ve rasyonel bir şekilde baktığımızda, ortalama bir vadede; tahvillerin, para piyasalarının, altın veya döviz olabilir, yine gayrimenkullerin aslında güvenli görünmesinin yanında gerçekten bir getiri sundukları bana göre bir tartışma konusu. Çünkü bir karşılaştırma yaptığımızda özellikle de endekslerle birlikte karşılaştırılsa geride kaldıkları çok net bir şekilde görünüyor. Yani sadece kaybetmemeye odaklanmak belki de kazanmanın önündeki en büyük engellerden birisi olabilir. Atlanmaması gereken bir noktada daha var, bir önceki cümledeki kritik nokta: “sadece kaybetmemeye odaklanmak” kısmı olmalı. Hepimizin çok iyi bildiği gibi, Warren Buffett’ın o ünlü sözü şöyle der: 1. Kural: Para kaybetme, 2. Kural: Asla birinci kuralı unutma ve yatırımla ilgili bilmemiz gereken yegâne kural seti de budur diye ekler Buffett. Burada yine bir çıkarım yaparken hataya düşüyoruz ama yanlış bir sebep sonuç ilişkisi kurarak. Bu ünlü sözü şöyle bir şey olarak anlıyoruz; 1. Risk alma, 2. Asla birinci kuralı unutma. Buffett’ın anlatmaya çalıştığı şeyle bizim anladığımız arasında bence çok ciddi bir fark var. Para kaybetmemek demek; riskten kaçınmak demek değil aslında. Hatta tam tersini savunabilirim; hiç risk almamak, risk almaktan daha riskli bir davranış olabilir. Tabi tutarsızca ve öngörülemez şekilde, hesaplanmayan, sonuçları düşünülmeyen irrasyonel hareketlerden ve risklerden kaçınmamız gerekiyor.
Olay aslında riski tamamen ortadan kaldırmaya çalışarak bu sayede kaybetmeme üzerine oynamak değil. Kaldı ki böyle bir şeyin mümkün olup olmadığını bile sorgulayabiliriz. Riskten kaçınmakla, riski kontrol altında tutmaya çalışmak birbirinden tamamen farklı iki kavram ve biz de kontrol edebildiğimiz, hesaplayabildiğimiz riskleri almalıyız. Howard Marks dört tane önemli kriter sayıyor risk almakla ilgili;
- Riskin farkında olmak
- Riski analiz etmek
- Riski çeşitlendirmek
- Riskin hem kazanç hem kayıp taraflarını gözeterek bir fayda/maliyet kontrolü yapabilmek.
Fakat biz en baştan riskin tanımını yanlış yaptığımızdan dolayı, aslında yanlış bir şeyden kaçınarak veya yanlış bir şeyi göze alarak hareket ediyoruz. Risk demek bizim için çok basitçe hemen volatilite demek oluyor. Volatilite riski ölçen bir şey değil, yine Buffett’ın dediği gibi. Şöyle düşünelim, kaybedecek olan ihtimallerden kaçınmaya çalışırken yani riskten uzaklaşmak isterken, bir hissenin fiyatı bizim için en önemli indikatör oluyor. Halka açık bir şirket düşünelim, son 10 yılda şirketin hisselerinin fiyatı 5 liradan 500 liraya çıkmış olsun. Buradaki fiyat değişim grafiğini doğrusal şekilde yükselen bir fiyat grafiği olarak düşündüğümüzde aylık olarak %4 civarında yükselen bir grafik ortaya çıkıyor. Biz yatırımcılar olarak işte böyle bir şey arıyoruz riskten kaçınmak için. Son 10 yıl boyunca her ay garanti bir şekilde aylık %4 yükselebilecek bir şirket olduğunu söylesem size, hemen herkes yatırım yapmak isteyebilir böyle bir şirkete. Hiçbir risk görmeyecektir böyle bir yatırım aracında. Anlamamız gereken kısım burada saklı aslında. Bir şirket son 10 yılda 100 kat büyümüş olsa bile fiyat anlamında, doğrusal bir hareket şeklinde yapmayacak bu büyümeyi. Şimdi o ilk grafiği canlandırdıysanız kafanızda, doğrusal bir şekilde yükselen. Aslında gerçekleşen durum şöyle bir şey olmuş olabilir; hisse fiyatı 5 liradan önce 10 liraya yükselebilir, sonra geri 3 liraya düşebilir. Arkasından 30 liraya kadar çıkabilir ve tekrar 20 liraya geri çekilebilir. Sonra 50’ye çıkar 40’a düşer gibi sürekli sanki bir halatın iki ucunda oyuncular varmış gibi ters yönlerde hareket ederek ilerler. Biz de böyle bir veriye baktığımızda buradaki volatiliteyi gördüğümüze bunun çok riskli bir tercih olduğunu düşünürüz. Ancak bana kalırsa böyle bir yaklaşım hiçbir şeyi açıklamıyor ve o yüzden gerçek riske piyasa psikolojisinden arındırılarak bakılmalı. Örnek olarak aynı Howard Marks’ın 4 madde şeklinde açıkladığı gibi risk analizi yapılmalı. Fakat genellikle de durum şöyle oluyor, 5 liradan 500 liraya giden afaki şirketimizde yatırımı olan bir yatırımcı, kimi zaman hisse fiyatının yaptığı sert hareketlere yani volatiliteye dayanıklı olamıyor ve bir noktada yüksek ihtimalle de düşük bir kazanç noktasında, psikolojik olarak yenildiği için çıkış yapıyor ve sonrasında geriye dönüp baktığında 10 yıllık grafiği açtığında uzun vadede bu doğrusal gibi giden yükselişi görüyor ve pişmanlık duymaya başlıyor. Yalnız şimdilik risk konusunda yine de çok detaylara inmeyelim çünkü bir gün sadece bu başlık altında bir bölüm mutlaka yapmış olacağız. Volatilitenin riski ölçmediğini ve grafiklerden bağımsız olarak, fiyat hareketlerini bir kenara bırakarak temel anlamda bir risk analizi yapmamız gerektiğinin önemini anlamamız yeterli bence şimdilik.
Asıl sorumuza geri dönecek olursak, kaybedenlerden kaçınmak mı yoksa kazananları bulmak mı noktasına geri dönersek, sanırım kaybedenlerden kaçınma kısmını neredeyse tamamladık diyebiliriz. Biraz da kazananlara odaklanma üzerine konuşmamız gerekiyor. Madalyonun iki farklı yüzü bunlar bence.
Tabi burada yine araya bir şeyler sıkıştırmamız gerekiyor. Daha önce de konuştuğumuz bir konuydu ve Howard Marks da yine aynı örneğin üzerinden gidiyor. Hatırlayanlar olacaktır, kazananların oyunu ve kaybedenlerin oyunundan bahsetmiştik daha önce. Bir tenis maçı örneği üzerinden gitmiştik. Birçok oyun için de geçerli olan bir örnek bu aslında ve sporla yatırımı birleştirebileceğimiz bir kavram çıkıyor ortaya. Futbol üzerinden düşünebilir, tenis üzerinden düşünülebilir hatta satranç üzerinden düşünülebilir ve bence en güzel örneklerden birisi de satranç. Şöyle ki, piyasada biz ve rakiplerimiz var. Rakibimizi bireysel olarak takip ettiğimiz bir portföy yöneticisi şeklinde belirleyebiliriz veya yine bir başka yatırımcıyı gözümüze kestirebiliriz ancak böyle yapmak biraz yanlış olabilir. Aslında daha doğrusu; piyasanın tamamının toplam kümesini bizim kendimize rakip olarak görmemiz gerekiyor. Yani özellikle de endeksleri baz almamız gerekiyor. Elbette başka oyunculardan kopyalar çekebiliriz veya onları taklit etmeye çalışabiliriz, onlardan öğrenmeye çalışabiliriz ama günün sonunda hepimizin rakibi piyasanın bütün katılımcılarını içine alan küme oluyor ve ona da Bay Piyasa diyoruz bildiğiniz gibi. Sıkıntılı bir arkadaş olduğunu biliyoruz, fakat asla hafife alınacak bir rakip olmadığını anlamamız gerekiyor. Satranç üzerinden yine örneklendirme yapmak istersek ve karşımıza rakip olarak Bay Piyasayı oturtursak, oldukça akıllı bir oyuncu olarak görmeliyiz onu. Buradaki önemli olan kısım, rakibimizi anlamak ve tanımak ama daha da önemlisi kendimizi anlamak, kendimizi tanımak. Eğer iyi bir oyuncu değilsek, yapabileceğimiz en iyi şey, minimum hata yapmaya çalışmak olabilir ve sonuçlarını iyi hesaplayamadığımız tercihlerden kaçınarak ortalama bir oyun oynamaya çalışmak olabilir. İnanılmaz atak bir şekilde rakibe saldırmak, tehlikeli hamleler yapmak çok kötü bir şekilde sonuçlanabilir eğer oynadığımız oyuna hâkim değilsek. İşin bu tarafına da kaybetmekten kaçınmak demiştik. Fakat sadece bu yeterli değil aslında hiçbir zaman. Spor müsabakalarında bunu çok rahatlıkla görebiliriz. İşte kaybetmekten kaçınmaktan kaçınmak için; yani oyunumuzu geliştirmek için piyasayla ilgili bilgi birikimimizi ve finansal okur yazarlığımızı geliştirmenin çok önemli olduğunu söylüyoruz. Nasıl bir oyun içinde olduğumuzu iyi anlamamız gerekiyor ve kendimizi çok iyi tanımamız gerekiyor. Bir önceki bölümde konuştuğumuz geçtiğimiz sezonun finali olan; açılışlara, oyun ortalarına ve oyun sonlarına çok iyi çalışmamız gerekiyor.
Eğer bu oyunu çok uzun vadeli bir oyun olarak düşünürsek, diyelim ki 25 maçlık bir satranç partisi içindeyiz; yapmamız gereken rasyonel yaklaşım, genellikle standart bir güvenlik marjıyla oynamak ve eğer elimize fırsat geçerse, hesaplayabildiğimiz riskler almak olmalı. Şaşırtıcı bir faktör her zaman için hazırda olmalı. Aslında burada biraz konuyu sulandıralım, çünkü bir örnek vermek istiyorum. Lisede okulun satranç takımındayken, Özgün diye bir arkadaşım vardı sanırım benden 1 veya 2 sınıf üstteydi ve çok iyi bir oyuncuydu. O yaşlarda yaş kategorisi de önemli olduğu için benden daha da iyi bir oyuncuydu. Yani amatör olarak yaptığımız maçlarda genellikle hep o kazanırdı. Fakat bir gün gerçekten profesyonel bir turnuvada onla eşleştik. Son veya sondan bir önceki turdu yanlış hatırlamıyorsam ve ikimizin de kesin kazanması lazım çünkü kazanan yüksek ihtimalle sıralamaya girmiş olacak ve Türkiye geneli turnuvaya gitmeye hak kazanacak. İkimizin de kazanması lazım yani kazanmak için oynanamız lazım. Fakat maçın doğal sonucu olarak Özgün’ün kazanması yüksek ihtimal çünkü 20 maçta belki 3’ünü ben alabilirim ancak. Güçlü bir oyuncu var karşımda. Şöyle bir şey düşündüm, eğer ben şaşırtıcı bir faktör ekleyemezsem, Özgün’ü yenme şansım yok. Bir bahis olsa ortada kendime bile oynamam ben böyle bir maçta. Başka bir şeyler yapmam lazım. Eski kitapları karıştırdım, farklı farklı açılışlara baktım, hiç oynamadığımız bir yere sürüklemem gerekiyor çünkü onu. Her neyse, maç başladı; ilk birkaç hamle sonrası her zaman oynadığımız bir oyuna doğru gidecek gibi görünürken, bir noktada henüz daha oyunun çok başında neredeyse hiçbir kitapta olmayan ve hiç beklemediği bir hamle yaptım. Başka bir şekilde kazanma şansım yoktu çünkü rakibimi ve kendimi çok iyi tanıyorum. Özgün benim tahmin ettiğim şekilde karşılık verdi ve bir zincirleme reaksiyonu başlatmış oldu aslında. Hala nasıl olduğuna inanamadığım bir şekilde tam olarak 8-10 hamle içinde daha açılış aşamasında mat oldu. Ne olduğunu bile anlayamadı. Hatta nasıl mat olduğunu bile anlayamadı, birkaç kez tahtaya baktı, bu bir mat mı gerçekten diye. Bana dönüp baktı birkaç kez. Elimi kaldırdım, hakemi çağırdım ben de. Hakem oyunu bitirdi. Karşılıklı notasyon kağıtlarımızı imzaladık ve turnuvanın bu aşamasında birinin masadan bu kadar erken bir matla ayrılmasına diğer oyuncuların şaşkın bakışları içinde salondan ayrıldık. Ayrıca sıralamaya da ben girmiş oldum Özgün’ün yerine. Sanırım birkaç hafta boyunca benle küsmüştü yanlış hatırlamıyorsam.
Bu hikâyeyi, şunun için anlatıyorum; aslında Howard Marks da benzer bir örnek veriyor tenis üzerinden. Carlos Alcaraz ve Djokovic üzerinden son Wimbledon Finalini örnek alarak benzer bir şeyi anlatıyor. Aşırı riskli hareketler yaparak sürekli kazanmayı bekleyemeyiz bunu bilmemiz gerekiyor aslında. Bir maçı veya yatırım anlamında düşünürsek bir yılı beklenmedik bir faktör sayesinde inanılmaz bir kazançla tamamlayabilirsiniz, fakat sadece böyle yapmak daha uzun vadede size çok zarar verici ve genel toplamda kaybetmenize yol açacak bir tarz olabilir. Yalnızca gerektiği durumlarda risk almak gerekir ve farklı şeyler denemek gerekir. Böyle faktörlere bel bağlamadan daha çok sıradan şeyleri iyi yapmaya odaklanarak oynamak gerekir. Önemli olan; teniste, satrançta, hatta futbolda veya yatırımda; sürekli winner üretmek ya da sürekli feda yapmak, riskli hamlelerde bulunmak veya yine yatırım için 10’a katlayacak hisseler peşinde koşmak aslında oyunu yanlış oynamak demektir.
Biz bir portföy yapısı kurarken genellikle kaybedenler ve kazananlar olarak pek ayırmıyoruz elimizdeki enstrümanları. Elbette herkes getirilerine mutlaka bakıyor, hangisi daha çok getiri sağladı ve hangisi geride kaldı kontrol ediyor fakat bunu rasyonel bir perspektiften yaptıklarını düşünmüyorum. Portföyleri mekanik bir şekilde düşünmemiz gerekiyor bence. Şöyle bir hata oluyor; daha en başta kazananlara doğru mu gidileceği ve çok fazla risk mi alınacağı ya da kaybedenlerden kaçınıp oldukça defansif mi kalınacağı belirlenmiyor. Aynı bir zar atar gibi elimizdeki seçenekleri değerlendiriyoruz ve önümüze ne çıkacak merakla bekliyoruz. Zaten bu hatadan dolayı, kaybedenleri ve kazananları olaylar gerçekleştikten sonra da tespit edemiyoruz. Tabi burada birkaç yıllık vadelerden söz ediyorum aslında, her zaman belirtmem gereken bir şey sanırım bu vade kısmı. Çünkü genellikle çok çok daha kısa sürelerde yatırımcılar ellerindeki seçenekleri kaybeden veya kazanan olarak etiketleyip, hızlı manevralar yaptıklarına şahit oluyoruz ve bence bu çok yanlış bir yaklaşım. O kısma da birazdan gireceğiz. Buradaki hata şu; portföyün içindeki o enstrümanlar her ne ise; başarı kriterine göre geride kaldığında, yani portföyün geri kalanı veya karşılaştırma ölçütü bakımından kaybeden bir seçenek olduğu belli olan enstrümanları gördüğümüzde; yaptığımız ilk iş genellik bu kaybedenlere çok daha fazla yüklenmeye başlamak oluyor. İki şekilde yapılabiliyor buradaki işlem, birincisi dışarıdan eklemeler yaparken portföye, bu kaybedenlere daha çok ağırlık vererek yapılıyor. Bu da portföydeki kaybettikleri yüzdelerini geri kazandırmayı sağlamak amacıyla yapılıyor. Fakat tekrardan yüzdesel olarak kaybetmeye devam ediyor genellikle. Bundan daha tehlikeli olanı ama ikinci seçenek; portföydeki diğer kazanan enstrümanlardan kesintiler ve satışlar yaparak, kaybeden tarafa doğru aktarmaya başlanıyor. İşte bu rasyonel bir yaklaşım değil, rasyonel bir portföy yapısı değil. Peter Lynch bu durumu şöyle özetliyor: böyle yapmak, çiçekleri koparıp, otları sulamaya benzer diyor ve yaptığımız belki de en büyük hatalardan birisi.
Şimdi diğer manevralar kısmına geçelim biraz önce sonra konuşacağız demiştik. Yatırımcılar genellikle aktif bir yatırım tarzı benimsediklerini söyleyerek piyasada çok sık hamle yaparak sürekli pozisyon değişikliklerine gidebiliyorlar. Böyle yapmalarının sebebinin; beklentilerle ve en iyi seçeneği aramakla ilgili olduğunu düşünüyorlar. Aslında bugünkü konumuzun ikinci kısmına giren bir tarz şekli böyle hareketler yapmak. Çünkü yapmaya çalıştıkları şeyi kısaca özetlemeye çalışırsak; kaybedenlerden uzaklaşıp, kazananları yakalamak istiyorlar. Yani yapılmaya çalışılan şey; iki çeşit oyun var demiştik hatırlarsanız: kaybedenlerin oyunun oynamak yerine, kazananların oyununu oynamaya çalışıyorlar. Bana kalırsa, vadeler çok çok kısa. Çeyreklik bazda, haber bazında veya piyasadaki diğer oyuncuların yaptıklarını takip ederek, onlardan kopyalayarak veya ilham alarak hareket etmek, ayrıca bu hareketleri genellikle birkaç aylık değişimlerle tekrarlamak bence piyasada kazananların oyununu oynamak değil. Kaldı ki bu aktif bir yatırım tarzı da değil aslında. Yatırım bana kalırsa kendiliğinden aktif yapılan bir şey ve her yatırımcı aktif bir yatırımcı olmalı aslında. Ama neye göre belirleyeceğiz bunu? Portföy dönüşüm oranları ve toplam kapitale karşılık yapılan işlem hacmi belki basit bir metrik olarak kabul edilebilir burada. Fakat hangi noktada sınırı çizeceğiz? Portföy dönüşüm oranı diyelim ki yıllık ya da çeyreklik bazda %25 veya üzerinde. Ya da aylık işlem hacmi toplam portföyün %10’u veya daha üzerinde. Burada sınırı nerede çizeceğiz biraz karmaşık aslında. Sadece aylık veya çeyreklik, bilanço bazlı değişiklikler, haber kaynaklı ya da beklenti kaynaklı piyasadan önce pozisyon alma odaklı hareketler; benim düşünceme göre aktif bir yatırım çeşidi değil. Buradaki yapılan şey basitçe bir trader hareketi ve bir yatırımcı davranışı olmadığını düşünüyorum. Yatırımcılığın kendisi zaten aktif bir harekettir dedik ve ancak işletmelerle ilgili gerçekten problemler olduğunda hareket edilmelidir diyebiliriz. Sadece bu kadarlık bir aktivite sizi aktif bir yatırımcı yapar zaten. Sınırı doğru çizemediğimizde veya aktiflik metriklerini kontrol etmediğimizde aslında yapmaya çalıştığımız şey sadece kazanan vuruşlar yapmaya çalışamaya dönüşüyor ve böyle bir şey mümkün değil. Ayrıca şöyle bir tarza dönüşüyor buradaki hareket; sadece kazananları tercih etmeye çalışmaya odaklanmakla kalmıyor; aynı zamanda riski tamamen ortadan kaldırmaya ya da minimize etmeye çalışarak daha garanti veya beklentisi daha iyi olacak seçenekleri tercih etmeye odaklanılıyor. Ve yine burada büyük bir hata var. Risk daha önce de konuştuğumuz gibi; minimize edilmeye odaklanılacak bir şey değil aslında, risk kontrol altında tutulacak bir şey ve iyi performansın en sade yollarından biri de böyle yapmak. Bugün buradaki konuştuğumuz konu üzerine bahsettiğimiz küçük nüanslar veya alt metinler, alt fikirler ne kadar iyi yakalanıyor emin değilim ama bir yatırımcı için bence en önemli konulardan biri üzerine konuşuyoruz ve bu podcasti dinledikten sonra veya web sitesinde bu yazıya göz attıktan sonra; Howard Marks’ın yazdığı o makaleye de mutlaka dönüp bakmanızı, incelemenizi şiddetle tavsiye ederim.
Devam edelim. Sanırım bu noktada biraz performans ve alfa yaratmak üzerine de konuşmamız gerekiyor. İş getirilere geldiğinde, kazananların oyununu oynamak gibi bir şey istiyoruz temel anlamda baktığımızda. Alfa yaratmanın peşinde oluyoruz. Alfayı da kısaca aslında bir yatırımcı yeteneği olarak görebiliriz. Piyasadaki diğer oyunculardan ve piyasanın kendisinden daha yüksek oranda getiri sağlamak şeklinde tanımlanıyor fakat bana göre bu tanım biraz eksik kalıyor. Alfa yaratmak genel bir çerçeve çizmek istersek aslında asimetrik bir getiri sağlamakla neredeyse eşdeğer. Şöyle ki, getiri anlamında piyasanın geri kalanından ayrışmak olarak tanımlanabilir alfa. Bu her iki anlamda da geçerli. Negatif getirilerde yine piyasadan ayrışıp belki nötr kalmak olabilir. Pozitif durumlarda da yine piyasayla korelasyon içinde olmadan farklı bir getiri sağlamak olabilir. Çünkü piyasayı takip ettiğinizde, yani %10 yükselişe siz de %10 gibi eşlik ettiğinizde veya düşüşlerde yine aynı oranlarda eşlik ettiğinizde aslında yaptığınız tek şey piyasayı kopyalamış olmak oluyor ve günün sonunda fark yaratan bir sonuç almanız mümkün değil böyle bir performans eğrisinde. O yüzden soru şuna dönüşüyor; eğer yaptığım her şey zaten piyasanın tamamının ortalamasını takip edip aynı getirileri sunuyorsa, neden aktif bir yatırım yapayım ki? gibi bir soru çıkıyor. Çünkü basitçe pasif endeks fonlarını alarak yine aynı getirileri yine sağlamış olabilirsiniz. Bu çok önemli bir soru ve karşılaştırma bence. Ve çözmeye çalıştığımız sorun da bu zaten yatırım yaparken. Kimisi benim fark yaratmak, asimetrik getiri sağlamak şeklinde tanımlamayı sevdiğim alfa konusunda işte bugün konuştuğumuz iki farklı metodu takip etmeye çalışıyor. Bir kesim öncelikli amaç olarak kaybedenlerden uzaklaşmaya ve asla risk almamaya odaklanıyor, garanti seçimler yapmak istiyor. Fakat burada da problemler var bildiğiniz gibi, konuştuk zaten bunun üzerine. Diğer kesim; belki de aktif yatırımı ve fark yaratma konusunu biraz daha abartıyor olabilir; hatta çok yetenekli olduğunu düşünüyor birçok yatırımcı ve sürekli tenis tabiriyle winner vurmak üzerine bir aktiflik sergiliyor. Hangisi doğru derseniz; bana göre ikisi de yanlış.
Performansı getiren şey, sizi piyasadan ayrıştıran en önemli fark; kabul edilebilir ve farkında olunan limitlerde riskler almak ve sıradan, basit şeyleri tekrarlı olarak sıkılmadan yapabilmekten geçiyor. Olay tamamen bir denge yaratmakta aslında ve iki uç taraftan da uzak durmaya çalışmakta. O yüzden bazı metrikleri önemsiyorum. Portföy dönüşüm oranları, işlem hacimleri, bir enstrümanı elinde tutma süresi; elde tutma yaşı, bir performans karşılaştırması olarak diğer yatırımcılar yerine endeks takibi ve kabul edilebilir karşılaştırma ölçütleri takibi; yatırımcıya neyi doğru neyi yanlış yaptığını çok daha makul şekilde gösteren metrikler. Ayrıca sadece kısa vadeli veya tek seferlik bir alfa peşinde koşmak, anlık performans karşılaştırması yapmak yine hatalı bir ölçüm çeşidi. Kişisel olarak benim fark ettiğim en önemli şeylerden birisi şu oldu: çeyreklik, 1 yıllık bir performans peşinde koşmak ve alfa yaratmak için aynı Howard Marks’ın dediği gibi her yıl ilk %5’in içinde yer almanız gerekiyor ve bu çok mümkün olan bir şey değil. Böyle yapmak yerine, çok daha sıradan ve basit bir yol daha var. Bir denge tutturmak ve piyasanın sadece makul ölçüde üstünde kalmaya çalışmak, sadece hesaplanabilir nadir riskler almak uzun vadede size ortalama olarak piyasanın üstünde kalma şansını yaratıyor. Yani makul ve rasyonel olmak; ortalarda olmak, kazananlara ve kaybedenlere odaklanılan iki uçlu terazide, size dengede kalmayı sağlıyor. Uzun yıllara yayılan yatırım tecrübesinde çok sık görülen şeylerden biri şu; eğer bir yıl piyasanın biraz altında kalıyorsanız, diğer yıl piyasanın çok çok üstüne çıkıyorsanız ve sürekli olarak getiri anlamında oldukça volatil ve beklenmedik sonuçlar alıyorsanız -ki bu iyi anlamda da olabilir- böyle devam eden uzun bir yatırım serüveninde sonuca baktığımızda yüksek ihtimalle, hatta en iyi ihtimalle piyasa ortalamasından ibaret bir sonuçla karşılaşacaksınız. Bunun tam tersi olarak, bu kadar volatil getiriler sağlamayan ve piyasayı kısmen takip eden, fakat bir asimetrisi de bulunan, uzun vadeli ortalama getiri yaratan diğer yatırımcı; hep ilk %5 içinde kalmaya çalışan ya da hep garanti olan seçeneklere yönelen yatırımcıya göre, uzun vadede bileşik olarak çok daha iyi sonuçlar ortaya çıkartacaktır. Çok uzun yıllara yayılmış başarıya sahip olan en büyük yatırımcıların alameti farikası da burada saklı aslında.
Bölümün ortalarında o satranç maçı örneğini aslında biraz da bu yüzden verdim. Biz 20’de 3 ihtimallerle sürekli sürpriz yapabileceğimiz hayallerine kapılmamalıyız. O örnek çok yanlış bir yaklaşımdı aslında onu göstermek istedim biraz da. Böyle şansların var olduğundan haberdar olmalıyız ve hazırlıklı olmalıyız, fakat bütün kararlarımızı bu şans veya sürpriz faktörüne bağlayarak iyi sonuçlar elde etmeyi ummamalıyız. Yine aynı şekilde benim rakibimin yaptığı gibi; sonucu garanti görüp ve çok güvenli bir oyunun içinde olduğumuzu düşünüp, risk faktörünü tamamen devre dışı bıraktığımızı düşünmemeliyiz. Bütün olay bir denge kurmakta aslında. Ve hiç risk almamak, kabul edilebilir riskler almaktan daha riskli bir davranış biçimi. Kaybedenlerden uzaklaşmak veya kazananların peşinde koşmak yerine, ortada bir yerde durmak akıllı bir yatırımcının yapabileceği en iyi tercihlerden biri.