/
37 mins read

Warren Buffett Gibi Düşünmek

Bugün ekstra daha bir heyecanlıyım bu bölüm için. Uzun süredir yapmak istediğim ama sürekli araya başka fikirlerin girmesiyle neyse sonra yapalım bunu diyerek ertelediğim bir konuyu sonunda toparladım ve sunuma hazır hale getirdim. Ayrıca bu hafta Satoshi Radio podcast altında ilk bölümü yayınladık ve orada bitcoin özelinde genel olarak temel bir felsefe oturtmak için içerikler hazırlıyorum. Bitcoin ile ilgili düşüncelerimi zaten sanırım çok net ifade ettim şu ana kadar. 5x 10x veya trade peşinde koşan bir tayfa yerine, bu işin çok daha derin anlamları olduğunu anlatmaya çalışıyorum ve bir düşünce denizine açılıyoruz hep beraber. Oraya da bakmanız beni çok mutlu eder. Tabi Satoshi ekibi böyle bir fırsat verince, bana da daha geniş bir oyun alanı açıldı ve belki birkaç ay sonra yapabileceğim bu bölümü öne çekebildim. Yıllardır her röportajını dinlemeye çalıştığım, her söylediğine kulak kabarttığım ve beni Peter Lynch ile birlikte en çok etkileyen Warren Buffett’ı konuşacağız bugün. Onun hakkında yapılan en iyi çalışma olan Warren Buffett Tarzı kitabının üzerde duracağız. Hani bazı insanların öldükten sonra beyninin incelenmesini isterler ya; nasıl düşündüğünü ve nasıl çalıştığını anlamak için. Yazar aynı titizlikte bunu kitaba dökmüş sanki. Saf bir yatırım kitabı arayanlar için başvurulacak ilk kaynaklardan biri bana göre. Kitabın yazarı zaten bir Buffett hayranı ve çok uzun yıllar onun piyasalardaki işlemlerini yakından izlemiş birisi. Ayrıca kitap için tabi ki tamamen kendi fikirleriyle değil, Buffett ile yaptığı röportajların sonucunda onun yatırım tarzını özetleyen bir çalışma yapmış. Bu da çok değerli bir kayıt sunuyor bize.

Forbes’un yayınladığı dünyanın en zenginleri listesinde sürekli üst sıralarda olan ve adının yanında zenginliğin kaynağı olarak hisse senetleri yazan tek isim de o. Tabi teknoloji şirketlerinin aşırı yükselmesiyle bugünlerde 7. sırada listede. Ayrıca servetinin büyük bir kısmını da zaten bağışladığını söylemek gerek. Öldükten sonra da kalan servetinin neredeyse tamamını bağışlayacağını yazdırmış vasiyetine. Her yıl yaptığı paralı yemek organizasyonunda onunla baş başa bir öğle yemeği yiyebilmek için insanlar milyon dolarlar ödüyor. Sadece nasihat alabilmek için. Buradan gelen parayı da hayır kurumlarına bağışlıyor. İnsanlar onunla özel konuşabilmek için böyle ücretler öderken, bunların yanında çoğu bilgisini ve tecrübelerini açık bir şekilde aktarmaktan da hiç çekinmiyor. Belki de insanın yatırım dünyasında bulabileceği en iyi öğretmen. Her yıl şirketi Berkshire Hathaway’in yatırımcılarına yıllık mektuplarında samimi ve dürüst bir şekilde neyi neden yaptığını, tüm düşünce yapısını sürekli bizlere aktarıyor. Tüm bunların dışında da yıllar içinde yaptığı röportajlar var hepsi çok değerli. Ve en önemlisi tüm bu karmaşık piyasanın içinde kendi stratejilerini ve nasıl yatırım yapılması gerektiğini çok sade ve anlaşılır bir dille aktarıyor.

Fakat bu başarısına ve öğretilerine karşı, yine de büyük bir çoğunluk Warren Buffett gibi hareket etmek istese de bir noktada sanki bu tarzı kopyalayamıyorlar ve onun başarısına kendisi gibi istikrarlı bir şekilde yaklaşan birini de henüz görmedik. Peki nasıl oluyor da o bunu o kadar sade ve net anlatırken aynısını yapabilmek bu kadar zor oluyor. Bu noktaya konunun en sonlarına doğru geleceğiz. Önce yine Buffett’ın en önemli öğütleriyle başlayalım. Çok basit ve anlaşılır birkaç tane kuralı var başlangıç için.

“Hisse senedi alırken, o şirketin bir bölümünü satın aldığınızı düşünün.” diyor.

“Odaklı ve düşük dönüşümlü bir portföy oluşturun.” diyor.

“İzleyebileceğiniz ve anlayabileceğiniz bir işe yatırım yapın.” diyor.

“Alım fiyatı ile şirketin uzun vadedeki değeri arasında bir güvenlik marjı olmasına dikkat edin.” diyor.

Bu kadar basite indirgeyebiliyor tüm yatırım stratejisini. Tabi ki söylemesi yapmasından daha basit. Genellikle bu çoğu konu için geçerli bir durum ama Forbes zenginler listesinde sadece onun gibi hisse senetleriyle bu listeye giren bir başkasını göremiyoruz. Bir yatırımcı olarak, disiplin, sabır, esneklik, cesaret, kendine güven ve kararlılığa sahip. Bu özellikler de onu en iyisi yapıyor. Tüm bunların yanında olasılıkları çok iyi hesaplıyor ve alacağı bahsi çok dikkatli bir şekilde seçiyor. Kayıp şansının az ve potansiyel getirinin yüksek olduğu yerlerde varlıklarının büyük bir kısmını kullanarak risk alma konusunda iştahlı davranıyor. Aslında bu tam olarak risk de değil Buffett açısından baktığımızda ki bunu çok net bir şekilde açıklıyor. Hata yaptığında da bunu kabul etme konusunda ve hissedarlarıyla paylaşma konusunda hiç problem yaşamıyor. Evet hata yaptım diyebiliyor ve hatta bunu çok sık yaptığını bile söyleyebiliyor. Yine de her zaman her sonuca karşı hazırlıklı gibi bir yapısı var ve bu konuda güven de veriyor. Onun için bir şirkete yatırım yapmanın en önemli kıstası, şirketin içsel değerini belirlemek ve o şirket için ödenecek doğru ve ucuz bir fiyatı beklemek. Bunu yaparken ayrıca hisse senedi piyasasısın genelinin ne yaptığıyla da ilgilenmiyor. Hatta genel olarak ekonominin, faiz oranlarının veya bir sonraki seçimlerin ne olacağını tahmin etmekle de uğraşmıyor ve bunu yapan insanlara para kaptırmaktan vazgeçin diye defalarca kez söylediğini konuşmalarına ve yazılarına bakarak görebilirsiniz. Çünkü ona göre, kimse geleceği tahmin edemez ve belirsizliklerin arttığı yerlerde risk de artar, tahmin gücünüz zayıflar ve doğru yöntemler uygulasanız bile doğru sonuçları alamayabilirsiniz.

Warren Buffett yatırım hayatına başlayalı yaklaşık 70 yıldan fazla oldu ve bu kadar uzun bir süre içinde istikrarlı bir şekilde net varlığını büyütmeyi başardı. 92 yıllık yaşamında fazlaca krizler ve balonlar gördü. İşletmeler evrim geçirdi ve iş yapış şekilleri değişti. Fakat onun öğütleri ve anlattığı ilkelerin belki 100 yıl daha geçse bile geçerliliğini koruyacağını tahmin edebiliriz. Kitap işte Warren Buffett’ın bu tarzını anlatmaya çalışıyor. Bu ilkeleri 96 yılında yatırımcılarına yazdığı mektupta çok güzel özetliyor: “Bir yatırımcı olarak amacınız, kazançlarının önünüzdeki beş, on hatta yirmi yılda daha fazla olacağı hemen hemen kesin olan, kolaylıkla anlaşılabilir şirketlerin hisselerini mantıklı bir fiyattan almak olmalıdır. Zaman içinde, bu şirketlerden ortalıkta fazla bulunmadığını göreceksiniz. Dolayısıyla, bir tane bulabilirseniz hemen hatırı sayılır bir alım yapmanız gerekir.” diyor.

Buffett’ın diğer bir önemli özelliği de girdiği kalıbın şeklini alabilen bir adam. Genellikle yatırımcılar yavaş yavaş tecrübe kazanmaya başladığında kendilerine çok katı bazı formüller koyarlar ve tabi bunda bir kere başarılı olunca bunu adeta bir kanun gibi görmeye başlarlar. Buffett bunu bir el sanatları öğrenmeye benzetiyor. Oysa onların yaptığı şey 2 ters 1 düz örgü örmek gibi değil. Daha çok bir müzik aletine benziyor ve çok değişik melodiler var. Fakat çoğunluk mesela bir kısım, düşük f/k’lı şirketlere yoğunlaşır, bu rasyoyu kendine bir filtre olarak belirler. Veya büyüme şirketlerine odaklanırlar. Yatırım yapan şirketleri filtrelerler. Buffett’ın kendine koyduğu kurallar hiçbir şekilde böyle rasyolara odaklanmaz. 1970’lere kadar sürekli düşük f/k’lı şirketler kovalayan ve ucuz görünen hisselerden biraz para kazanmaya çalışan biriyken; 80’lerden sonra bir anda marka şirketlere yönelebiliyor. Bazı zamanlarda da batmak üzere olan veya hatta iflas açıklayan şirketleri satın alabiliyor. Bunu yaparken şirketin tüm hisselerini bile toplayıp tamamen Berkshire Hathaway çatısı altına yerleştirebiliyor. Tüm bu öngörülemez ve taklit edilemez görünen tarzından dolayı ona Omaha’lı Sihirbaz diyorlar ama Buffett aslında çoğu beklenmeyen hareketinde hep aynı tarz içinde hareket ediyor. Ayrıca Warren Buffett gibi olmaya çalışmaya da gerek yok. Sadece onun fikirlerini ve yaptıklarını inceleyip, kendi görüşlerimizle birlikte bir yatırım yaklaşımı benimsemeye çalışmak daha önemli.

Tüm bu yatırım stratejilerine girmeden önce, Buffett’ın kimlerden etkilendiğini ve öğretmenlerini incelemeye başlamak gerek. Kitap bu konuda ciddi detaylı bir şekilde onun düşüncelerini etkileyen isimleri inceliyor mutlaka bakmanızı öneririm. Buffett’ın bu kendine has yatırım tarzını oluşturmasındaki en önemli isimler: Benjamin Graham – ki kendisi gerçek anlamda da Buffett’a hocalık yapmıştır. Diğer bir isim Philip Fisher yine çok önemli bir yatırımcı ve Buffett onla düzenli olarak fikir alışverişi yaparak tecrübelerinden faydalanmaya çalışmış. John Burr Williams ona göre yazılmış ve yazılacak olan en önemli yatırım kitaplarından birini yazmış olan biri ve yine onun da bazı fikirlerinden etkilenmiş. Tabi bir de son olarak Charlie Munger var. Bu isimlerden ilk üçü gerçek anlamda birer eğitimci ve akademisyen diyebiliriz. Munger ise Buffett’ın yarım asırdan fazla bir süredir ortağı ve can ciğer dostu, belki de diğer tüm isimler dışında onu en çok etkileyen kişilerden biri.

Bu isimlerin kendi yatırım stratejilerine bakmadan ve Buffett’ın onlardan ne öğrendiğini incelemeden doğru bir temel atmış sayılmayız. Çünkü onun kendi ilkelerine geçtiğimizde; tüm bu isimlerle ilgili açmak istediğim hepsinin kendine has stratejileri daha da büyük önem kazanacak.

Bu isimlerden belki de en önemlisi Benjamin Graham. Akıllı Yatırımcı kitabının yazarı ve Buffett aradan 70 yıl geçmiş olsa bile hala bu kitaba atıflarda bulunur ve bir yatırımcının başucu kitabı olması gerektiğini söyler. Benjamin Graham finansal analistliğin duayeni sayılır hatta ondan önce böyle bir meslek olmadığını da söylemek lazım. Yazdığı çok önemli iki kitap var. Biri hemen 1929 Büyük Buhranından sonra 1934’de yazdığı Güvenlik Analizi, diğeri de çoğumuzun bildiği Akıllı Yatırımcı kitabı. Ayrıca Benjamin Graham’in ortaya attığı en önemli fikir bir hisseyi alırken belirli bir güvenlik marjı içinde bunu yapmaktan geçiyordu. Bu da ne demek? Kısaca bir hisse senedi eğer gerçek değerinin altında bir fiyattan satılıyorsa bu işlemde bir güvenlik marjından söz edebiliriz. Çünkü hisse zaten olması gereken değerin altında ve piyasa bunu yanlış fiyatlasa bile belli bir oranda düşmesi beklenebilir veya piyasanın değerini fark edip hissenin fiyatını yukarı taşıması gerekecektir en azından bir süre içinde. Bu da alımlarda yatırımcıya bir güvenlik sağlar. Aşağı yönlü zayıf riskler ve yükselme anlamında daha gerçekleşebilir kazançlar olabilir. Örnek olarak bir şirketin değeri hisse başına 10 lira olması gerekiyorsa ve hisse 8 liradan işlem görüyorsa burada %20’lik bir güvenlik marjı var demek. Tabi tam bu noktada en önemli konu hissenin değerinin hesaplanmasından geçiyor. Şirketin bir içsel değerinin olduğunu ve bunu hesaplamamız gerektiğini söyler Graham. Ondan önce bu içsel değerin şirketin tüm yükümlülükleri çıktıktan sonra geriye kalan varlıklar olduğu düşünülüyordu. Bu yöntem de içsel değerin kesin hesaplanabilir bir kavram olduğunu gösteriyordu ve bu yaklaşımla yeterince bir yardımı da dokunmuyordu. Basit bir toplama çıkarma işlemi gibiydi yani bu içsel değer hesaplaması. Benjamin Graham bu değerin bu hesaplamadan çok daha farklı olduğunu öne sürdü. İçsel değerin şirketin sadece gerçek varlıklarında değil aynı zamanda bu varlıklarla birlikte ürettiği kazançlardan da geldiğini söyledi. Şirketin yıllık karları, kar edebilme kapasitesi, kâr payı ödeme politikası ve tüm finansal yapısının birlikte değerlendirilmesi gerekiyordu ona göre. Tabi bu bir tahmin meselesi aynı zamanda. Gelecekle ilgili tahminde bulunup bunu doğru bir şekilde değer hesaplamasında kullanamayabiliriz. Ama Benjamin Graham’a göre eğer bu tahminlerle birlikte ayrıca bir güvenlik marjı da gözetirsek ve alımlarımızı buna göre yaparsak o zaman belirsiz risklerden biraz da olsa uzaklaşmış oluruz ve bu da büyük bir avantaj sağlar. Graham ayrıca bir şirketin fabrikaları, mülkleri ve ekipmanlarına fazla önem vermiyor. Hatta şirketin tüm kısa ve uzun vadeli pasiflerini de çıkarır. Tüm bunlardan sonra geriye sadece net varlıklar kalır ve eğer hisse fiyatı bu değerden düşükse o zaman bir güvenlik marjı vardır ve alım yapılabilir. Bu kadar net bir yaklaşım aslında. Bu tabi düşük f/k’lı şirketleri işaret ediyor hemen. Yani yaptıkları karlara ve net varlıklarına göre fiyatı düşük olan şirketler. Benjamin Graham tam bir düşük f/k avcısı. Ondan sonra bir sürü analist bu yöntemi daha da geliştirip içsel değer hesaplamasında farklı yollar bulsa da genellikle bu hesaplamanın hep en başında bakılan rasyo olarak düşük f/k gelir. Tabi bu klasik yöntemin üstünden 70 yıl gibi bir süre geçti ve artık günümüzde düşük f/k’nın sadece tek başına yeterli bir karar alma yöntemi olmadığını keşfettik. Günümüzde artık çoğunlukla bu içsel değer için kar hesaplamasında indirgenmiş nakit akımı yöntemi daha çok kullanılıyor. Yani şirketin gelecekteki elde edeceği nakitlerin günümüze iskonto edilmiş haliyle bir güncel değer bulunmaya çalışılıyor. Yine de Benjamin Graham’in belki de ilk defa sadece spekülasyonlardan uzak ve finansal tabloları inceleyerek bir şirket değerlemesi yapmaya çalışan ilk kişilerden biri olduğunu ve bu yöntemle yani temel analiz yöntemiyle sağlıklı bir değerlendirme yapılabileceğini öğrendik. Ayrıca çok dikkat edilmeyen bir başka yaklaşımı da piyasa psikolojisini çok iyi anlamasıydı. Davranışsal finansın da neredeyse temellerini attığını söylemek pek yanlış olmaz. Tabi ondan sonra bu konuda çok daha farklı daha detaylı çalışmalar da yapıldı.

Buffett Akıllı Yatırımcı kitabını okuduğunda özellikle bu güvenlik marjı meselesinden çok etkilenmişti. 19 yaşında Nebraska Üniversitesinde eğitim görürken bu kitabı okuyor ve kitaptan çok etkileniyor. Aynı dönemlerde Benjamin Graham’in Columbia Üniversitesinde eğitim verdiğini öğreniyor ve hemen telefon ediyor. Hatta ilk görüşmelerinde Graham’a ben sizin ölü olduğunuzu sanıyordum diyor. Onun kendisini öğrenci olarak kabul etmesini ve bugün hala faydalandığı temel bilgilerini ondan aldığını çoğu konuşmasında tekrar tekrar söyleyerek ustasını sürekli yad eder.

Benjamin Graham’dan aldığı temel yatırım fikirleri Buffett’ın tarzını açıklamaya yetmez ama. Onu biraz daha iyi anlayabilmek için diğer bir akıl hocasına geçmemiz gerek. Bu isim de Philip Fisher. Sıradan Hisseler Sıradışı Karlar, Muhafazakâr Yatırımcı Rahat Uyur gibi klasik kitapların yazarı. Aslında Warren Buffett Tarzı’nı okurken ve onun tüm bu akıl hocalarını görünce bunun sadece bir başlangıç olduğunu ve bu isimlerin kitaplarının da çok dikkatli bir şekilde incelenmesi gerektiğini görüyorsunuz. Diğer bir şey de Charlie Munger harici tüm diğer isimlerin 1930 büyük buhranında piyasanın tam içinde olmaları. Buffett birbirinden farklı stratejileri olan tüm bu efsane isimlerin fikirlerini tek bir potada eritip kendine yıkılması çok güç bir tarz oluşturmuş. Mesela Fisher, 1930’lardan önce Stanford üniversitesinde iş yönetimi mastırı yaparken oradaki hocalarından biriyle düzenli olarak San Francisco’daki şirketleri ziyaret ettiklerini söylüyor. Şirketler Fisher’ın hocasından yaptıkları işle ilgili ve yönetimle ilgili çeşitli fikir alışverişlerinde bulunurken Fisher bir kenarda durup hocasını ve bu işletmeleri anlamaya çalışıyor. Sonra dönüş yolunda arabayla tekrar Stanford’a dönerken hocasıyla o günkü konuştukları şirket hakkında sohbet edip hocasına sorular soruyor. Fisher anılarında haftanın o zamanı benim için en iyi ders saatiydi diye bahsediyor.

Tüm bu iş yönetimi eğitimi onun doğal olarak yatırım stratejisinde de çok etkili oluyor daha sonra. Fisher belli bir büyüme potansiyeli olan ve iyi yönetilen şirketlere yatırım yaparak büyük kazançlar elde edebileceğini düşünüyor. Bu kriterlerden onun için en önemlisi büyüme potansiyeli. Şirket gelecek yıllarda sürekli geçmişine göre daha iyi büyüme kaydederse bu tabi ki hisse fiyatına da yansır. Bu büyümeyi yapabilmesi için de iki önemli etken olduğunu söylüyor. Bunlardan ilki ar-ge faaliyetleri, diğeri de etkili bir satış departmanı. Fisher’a göre çok ciddi bir şekilde ar-ge çalışması yapıp yeni ürünler çıkartabilseniz bile bunları eğer iyi pazarlayamazsanız veya etkin bir satış politikası yapamazsanız hiçbir anlamı olmaz. Kara dönüşmez çünkü. Tabi bu işin sadece yarısı. Diğer yarısı etkili bir satış yapabilmek. Sektörünün en önemli ürününü de yapsanız eğer bundan istikrarlı bir şekilde kar elde edemiyorsanız yine hiçbir işe yaramaz. Fisher ayrıca bu kar marjlarını korumak veya artırmak için gösterilen çabayı ve ayrıca şirketin maliyetlerini de inceler. Maliyet düşürerek de karlılık arttırılabilir çünkü. Karlılığın üstünde bu kadar durmasının sebeplerinden biri de şirket eğer sürdürülebilir bir şekilde ve karlılık konusunda çok hassas davranıp büyüyebilirse, bu büyümeyi yaparken ekstra finansman desteğine de çok ihtiyaç duymayacaktır çünkü karlılık arttıkça bu büyümeleri kendi varlıklarıyla gerçekleştirebilir. Bu da çok önemli bir avantaj.

Ve yine tüm bu karlılık odaklı yaklaşım aslında madalyonun sadece bir yüzü. Madalyonun diğer yüzünde şirketin yönetim kadrosunun kalitesi yer alıyor. Fisher’ın iyi bir yönetici tanımı, mevcut satıştaki ürünün piyasada etkisi azaldığı zamanlarda bile bu satışı artırabilecek yeni ürün ve hizmetleri geliştirmede kıvrak kişiler olmalarını söylüyor. “Ortalamanın üzerinde bir yönetici, şirketin uzun vadeli planlarını uygularken aynı zamanda günlük faaliyetlere de odaklanır.” diyor.

Tüm bunların dışında, bu yeteneklerin üstüne bir de işin başında dürüst bir yönetim olup olmadığını da sorgular. Yönetim tüm hissedarların menfaatine mi hareket ediyor yoksa sadece kendi koltuklarının ve pozisyonlarının menfaatine mi? Bu sorunun cevabını sürekli sorgular.

Ayrıca bir araştırmacı gazeteci gibi şirketi inceler. Müşteri ve tedarikçileriyle görüşür. Eski şirket çalışanlarının ve şirkete danışmanlık veren kişileri bulur, onlarla konuşur. Belki de tüm bu araştırmanın en önemlisi, şirketin rakipleriyle de görüşür. “Çoğu yönetici kendi şirketi hakkında detaylı bilgi vermese de rakip şirketler hakkında konuşmayı çok sever” der Fisher. Bu gerçekten de çok etkili bir yöntem. Rakip bir firmadan bile olumlu yorum alan ve şirket rekabet anlamında da sinir bozucu olduğu düşünüldüğünde bu işleri kolaylaştırır onun için yatırım kararı alırken. Tabi bu kadar detaylı bir şekilde iş analizi, sektör analizi ve araştırma yapmak büyük bir iş yükü. Fisher’a göre bir sürü vasat şirketten oluşan çeşitlilik dolu bir portföy yerine sadece birkaç tane iyi şirket sahibi olmak çok daha iyidir. O yüzden portföyünde genellikle 10’dan az şirket tutmuş ve yatırımlarının 4’te 3’ünden fazlasını 2-3 şirkete dağıtarak yönetmiş.

Fisher, yatırımcıların birçok şey yapmaya çalışmak yerine sadece birkaç şeyi iyi yapmaları gerektiğine inanıyor. Bu yüzden anladıkları ve analiz edebildikleri alanlarda yoğun ve odaklı bir portföy oluşturarak yatırım yapmayı savunuyor.

Warren Buffett’ı etkileyen diğer önemli bir isim de John Burr Williams. 1923’de Harvard’dan mezun olmuş. 1930’lara kadar Wall Street’te çalışmış. Büyük buhranla birlikte 1932 yılında Harvard’a yüksek lisans için geri dönüyor. Ve 1937 yılında artık günümüzde bir klasik kabul edilen “Yatırım Değeri Teorisi” tezini yazıp yüksek lisansını tamamlıyor. Buffett’a göre bu şimdiye kadar yazılmış en önemli kaynaklardan biri. Williams bu tezinde, o dönem ilk defa bir şirketin içsel değerini hesaplamada indirgenmiş nakit akımı yönetimini öne süren kişi. Günümüzde de oldukça popüler. Bir şirketin değerini belirlemek için o şirketin ömrü boyunca üreteceği nakdin miktarını tahmin et ve bunu günümüze indirge, böylece şirketin gerçek içsel değerini bulursun diyor. Williams bu teoriyi açıklarken gelecekte şirketin üreteceği nakitleri hangi orana göre günümüze indirgeyeceğiz sorusunun cevabını net vermiyor. Herkesin kendi göre uygun bir oran bulması gerek burada. Buffett’ın bu konuda yorumu 30 yıllık devlet tahvilleri getirilerini ya da faiz oranları stabil ve düşükse hisse senedi piyasasının toplam getiri oranını kullanabilirsiniz diyor.

Bu akademisyen 3 ismin ardından Buffett’ı en çok etkileyen isim Charlie Munger. Neredeyse 50 yıldır ortaklar ve Buffett’ın her konuşmasında, her yazısında sürekli olarak Charlie ve Ben şöyle yaptık, Charlie ile konuştuktan sonra buna karar verdik gibi sürekli ondan bahsettiğini duyabilirsiniz. Sanki ikisi tek bir kişiymiş gibi bunu yapar ayrıca. Charlie’den o kadar etkilendi ki; artık sadece çok ucuz hisseler peşinde koşmamaya başladı. “Şahane bir şirketi makul bir fiyattan almak, makul bir şirketi şahane bir fiyattan almaktan çok daha iyidir” şeklinde ünlü bir sözü de var ve hiç haksız da sayılmaz. Aslında Charlie Munger ile tanıştıkları 1960’lara kadar Buffett sadece Graham’den öğrendiği düşük f/k’lı ve ucuz hisseler peşinde koşmanın bazen işe yaramadığını keşfetmeye başlamıştı. Bu şirketlerin bazılarının gerçekten kötü oldukları için ucuz fiyatlandığını görebiliyordu. Bazı kötü işlemler yaptı ve Graham’in katı kurallarından yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı. Yani işe yaramadığını gördüğünde veya hata yaptığını anladığında kendini geliştirip farklı stratejiler geliştirebilen biri Buffett. Sadece tek bir öğretmene veya teoriye sıkı sıkı bağlanmıyor. Bunu itiraf ederken: “Evrime uğradım ama gorilden insana ya da insandan gorile çok zarif bir şekilde geçmedim” diyor. Benjamin Graham hisse senetlerini analiz ederken işin ayrıntılarına pek girmeyen biri. Kendi yöntemlerine göre ederinde bir şirkete bile bakmaz. Şirketin yönetim kadrolarıyla veya iş yapış şekilleriyle de ilgilenmiyor. Onun yaptığı şey tamamen rakamlar üzerinden bir şirketi anlamaya çalışmak. Eğer değerinden ucuz fiyatlanan bir şirket bulursa yani matematiksel olarak bir kazanç ihtimali varsa diğer soyut kavramları incelemeden alım yapar. Ve başarı ihtimalini artırmak için de mümkün olduğunca çok sayıda kriterlerine uygun hisse bulup çeşitlilik sağlardı. Tabi bu sade ve kısıtlı yöntem eğer sadece bunlardan oluşsaydı Buffett ona bu kadar hayran olmazdı ve öğrencisi olmak için okulunu değiştirmezdi. Bunu kendisi de açıkça söylüyor. Benjamin Graham tüm bunları yaparken özellikle bir güvenlik marjından bahsediyor. Oldukça güvenli bir tarafta kalarak bu işlemleri yaptığı için risk miktarını çok düşük seviyelere çekebiliyor. Buffett bugün bile hala bu güvenlik marjı kavramına göre hareket eden birisi. Ayrıca Benjamin Graham’dan hisse senedi piyasalarının ya da onun deyimiyle Bay Piyasanın coşkulu ve depresif dönemlerinden etkilenmemesi konusunda önemli dersler öğrenmiş. Piyasada çoğu yatırımcıda var olan bu duygular hisse senetlerinin fiyatlarını bazı dönemlerde içsel değerinden çok yukarı sürebilir veya daha da önemlisi bazı zamanlarda bu değerin çok çok altına çekerek bir güvenlik marjı yaratabilir. Buffett, işte Benjamin Graham’den bunun tespitini yapabilmeyi öğrendiğini söylüyor. “Başkaları korkarken aç gözlü ol, başkaları aç gözlüyken korkak ol” şeklindeki o ünlü sözünün çıkış noktası da işte bu öğretiler.

Ayrıca Buffett en önemli hocası Benjamin Graham’in öğrettiğinin aksine, bir noktada kendini tekrar güncellemeyi başarabilmiş, mesela Fisher sayesinde çeşitlendirme yerine daha odaklı portföyler yönetmeye geçiş yapıyor. Fisher’a göre çeşitlendirme riski de artıran bir kavram. Çünkü hisse sepetiniz ne kadar çeşitlenirse, elinizdeki şirketler hakkında o kadar bilgi kaçırırsınız ve dikkatli takip edemezsiniz. Bu bilgisizlik de büyük bir riski beraberinde getirir. Halbuki çok az sayıda şirketle ilgilenirseniz onlar hakkında hemen her bilgiyi iyi analiz eder ve işin değeriyle ilgili daha rahat bir sonuca ulaşabilirsiniz. Hata yaptığınızda da bunu görüp düzeltebilirsiniz ki bu da riskinizi azaltır.

Bu iki büyük hocasının yatırım teorileri ne kadar birbirinden farklı gibi görünse de; Buffett bu öğretileri tek bir potada eritip ortaya bir sentez çıkartabiliyor. Warren Buffett işle ilgili daha soyut yaklaşıp Fisher gibi düşünüyor ama fiyat ve değerleme konusunda daha matematiksel yaklaşıp Benjamin Graham gibi düşünüyor. Hatta bir zamanlar “Ben yüzde 15 Fisher, yüzde 85 Graham’im” demişliği de var. Buffett’ın yine en önemli özelliği bu sözün üstünden 20 sene geçtikten sonra tekrar hatırlatıldığında artık %50-%50 iki tarafta olduğu söyleyebilir. Sürekli değişebilen ve piyasaya uyum sağlayabilen birisi. Buffett’ı Fisher’a daha da yaklaştıran isim de tabi ki Charlie Munger’dan başkası değil.

Buffett’ın tüm bu etkilendiği isimleri düşününce, tüm bu farklı fikirlerden nasıl yararlandığı ve ortaya kendi sentezini ve tarzını çıkardığını çok daha rahat görebiliyoruz. Benjamin Graham, Buffett’a temel eğitimi verdi, güvenlik marjı kavramını ve piyasa psikolojisini kendi avantajına kullanabilmeyi öğretti. Fisher, bir şirkete bakarken buna bir iş olarak bakmayı ve yöneticilerin etkilerini, şirketin kar yaratma potansiyelini ve uzun vadeli düşünebilmeyi gösterdi. Çeşitlilik yerine odaklı bir portföyün de iyi olabileceğini anlattı. Williams da bir şirketin değerini hesaplarken belki de gerçeğe en yakın yöntemin olduğu bir model gösterdi. Charlie Munger bazen ve hatta genellikle iyi şirketlerin ucuz fiyatlara alınamayacağını söyledi. Gerçekten iyi şirketlere makul fiyatlardan yatırım yapmanın da uzun vadede karlı olabileceğini gösterdi.

Tüm bu farklı isimlerden bu en iyi yönlerini almak yerine, insan herhangi birine de saplanıp kalabilir veya hepsinin en kötü yanlarını aldığınızı düşün bir de. Warren Buffett’ın başarısının sırrı bu sentezi çok iyi yapabilmiş olması aslında.

Kitapta ayrıca Buffett’ın tarzını yaratan 12 farklı kuraldan bahsediyor. Kendine seçtiği öğretmenlerinden öğrendiği ve izlediği bir dizi ilkeleri var. Warren Buffett: “yatırım yaparken, kendimizi piyasa analisti veya makroekonomik analist, hatta hisse analisti bile değil, şirket ve iş analisti olarak görürüz” der. Bunu yaparken takip ettiği ilkeleri 4 başlığa ayırıyor. İşin kendisiyle ilgili baktığı kurallar var. Yöneticileri değerlendirdiği kuralları var. Şirketi finansal açıdan incelediği yine bazı rasyoları var. Fiyat ve değer konusunda uyguladığı yöntemler var. Bu şekilde bir şirketi 4 başlığa ayırıp bunların kırılımlarıyla birlikte basite indirilmiş olarak kontrol ettiği kendince 12 ilkesi var. Ve bana kalırsa en önemli nokta da burası. Bu ilkeler ve takip ettiği yöntemler sayesinden her piyasa koşulunda doğru kararlar verebiliyor. Buffett’ın tarzını kopyalamak isteyenler için ilk bakılması ve uygulanması gereken şeyler de bunlar.

İlk önce yatırım yapmak istenilen işin basit ve anlaşılır olması gerektiğini söylüyor. Bu rahat kavrama özelliğiyle birlikte şirketin kar tahminleri ve değer tahminleri daha kolay bir şekilde yapılabilir. Böylece bu yolu izleyen yatırımcı al-sat yapan trader’dan daha ilk bu noktada ayrılmış olur. Çünkü yatırımcı bir alım işlemi yaptığında o şirketi inceleyip gelecek karları üzerine yaptığı tahmine ve şirketin değerlemesine güvenerek hareket eder. Yatırımcının ikna olmuş olması gerekir, al veya alma kararı ve buradaki güvenlik marjı çok önemlidir, der. Geleceği tahmin etmek her zaman için çok zordur ve özellikle hisse senedi piyasalarında bunu yapıyorsak en azından basit ve anlaşılır işlerle ilgili analiz yaptığımızda doğruluk payı daha yüksek olur. Anlamadığı bir işle ilgili asla yatırım yapmaz. O yüzden 2000’lerdeki nokta.com çılgınlığını ve son 10 yıldır yaşanan teknoloji çılgınlığı pas geçtiğini görebilirsiniz. Daha yeni yeni Apple’a yatırım yapmaya başladı, hatta bugün Berkshire Hathaway’in portföyünün %40’ını Apple hisselerine kaydırdığını görebilirsiniz. Bu onun geç kalmış olduğunu göstermiyor, sadece işi henüz daha yeni anladığı anlamına geliyor. Bu konuda kendine güvendiği anda da portföyünün yüklü bir bölümünü bunun için kullanmaktan hiç çekinmiyor. Buffett: “kendi yetenek daireniz içinde yatırım yapın” diye öğütler. “Dairenin ne kadar büyük olduğu değil, sınırlayıcı unsurları nasıl tanımladığınız önemlidir” der. Bunun en büyük sebebi riskin bilgi eksikliğinden geldiğini savunması. Bilmediğimiz bir şeye karşı ayrıca korku da duyarız. O yüzden bu çemberi çok büyütmek yerine, kendi sınırlarını daha net çizmeye odaklıdır. Tabi böyle düşününce çoğu konuda yetersiz olduğunu da düşünmemek lazım. Sadece neyi bilmediğini bilen birisi. Toplumda bunun tersi durumlara çok rastlıyoruz. Bilmediğini bilmeyen birine cahil diyoruz mesela. Bilmediklerini bildiğini sananlara da ahmak diyoruz. O öğrendikçe ve daha fazla şey bildikçe, aslında ne kadar az şey bildiğinin farkında olan birisi.

https://hedgefollow.com/funds/Berkshire+Hathaway

İşle ilgili diğer dikkat ettiği bir nokta da, şirketin istikrarlı bir geçmişe sahip olmasının çoğu zaman güvenilir bir gösterge olduğunu düşünmesi. Geçmişinde istikrarlı bir şekilde karlarını artıran veya büyüme sağlayabilen şirketlerin gelecekte de buna devam etmesini beklemekten normal bir şey yok. Tabi şirkette çok önemli büyük bir değişiklik olmazsa.

Diğer incelediği bir konu da şirketin uzun vadedeki görünümü olumlu mu değil mi? Berkshire’ın yıllık toplantılarından birinde şöyle diyor: “yatırılmış sermaye üzerinden yüksek getiri üreten hisseleri severiz. Özellikle bu yüksek getirilerin gelecekte de devam edeceğini öngördüğümüzde” bunu sağlayan en önemli şirket özelliği olarak da bu işin uzun vadede de rekabetçi avantajlarını sürdürüp sürdüremeyeceğini değerlendiriyor. Herkesin birbirinin kopyası olduğu ve aynı ürünü ürettiği sektörlerden uzak duruyor çünkü bunlar adi ürünler ve karlılık sorunu yaşamaya aday şirketler. Tek rekabet şansı fiyat kırmaktan geçiyor.

Warren Buffett’ın dikkat ettiği diğer başlık yönetimsel beceriler. Sadece düşük bir yüzdede hissesini almış olsa da, aynı şirketin tamamını satın alır gibi yöneticileri inceliyor. Yatırım yaptığı şirketlerin yöneticilerinin dürüst ve işinin ehli olmasını istiyor. “Toplum içinde başkalarını yanıltan genel müdür, yalnızken kendisini de yanıltabilir” der, Buffett.

Ayrıca kurumsal zorunluluklar konusuna dikkat eder. Öğrenciyken yöneticilerin hepsinin zeki, dürüst ve mantıklı kararlar aldıklarını düşünürken, iş hayatına atıldığında, bu yeteneklerin kurumsal zorunluluklar nedeniyle çoğunlukla ikinci plana atıldığını görmüş. Bunu 4 şekilde tespit ediyor: İlki; bir kurum mevcut gidişatı değiştirmemeye direniyorsa. İkincisi; işin yapılışı tüm zamanı meşgul edip gerekli arge çalışmaları yapılamıyorsa. Üçüncüsü; aptalca rüya projeler sunan yöneticiler, çalışanlar tarafından hemen desteklenip ayrıntılı raporlarla destekleniyorsa. Dördüncüsü; sektördeki diğer şirketlerin büyüme-küçülme veya buna benzer stratejik kararları hiç düşünülmeden hemen kopyalanıyorsa işte bunların olduğu yerde kurumsal zorunluluklar var demektir diyor.

İşin kendisiyle ve yöneticilerle ilgili ilkelerinden sonra dikkat ettiği şey tabi ki artık şirketin finansal durumu. Fakat Buffett burada şirketi çeyreklik, hatta yıllık bile değil, 4-5 yıllık raporlarının sonuçlarına bakarak değerlendirir. Bu kısımda çok net takip ettiği rasyoları var. Onun için belki de en önemlisi hisse başı kara odaklanmak yerine, şirketin sermaye getirisine bakıyor. Öz sermaye karlılığı yüksek şirketler kendini çok daha rahat bir şekilde yönetebilir ve fazla borç kullanma ihtiyacı duymaz. Verimli bir şekilde çalışır şirket. Elindeki sermayeyi en iyi şekilde kullanan ve bundan en yüksek karları çıkartan şirketleri takip ediyor.

Buffett ayrıca f/k oranlarına bakmak yerine “hissedar karları” adını verdiği rakamı kullanmayı tercih ediyor. Bunu şöyle hesaplıyor: şirketin net gelirlerine amortismanlar eklendikten sonra, sermaye harcamaları ve gerekecek diğer işletme sermayesi çıkartarak çıplak bir rakam buluyor ve bu onun için yatırımcının net karı demek.

Buna ek olarak tabi ki kar marjlarını da kontrol ediyor. Herkes iyi kar marjlarıyla çalışan şirketlere ortak olmak ister. Fakat yöneticilerin bu marjları oluştururken, sürekli maliyetleri düşüreceğiz demesinin altında aslında konuyu yeterince anlamadıklarını düşünüyor. Genel yönetim giderleri dediğimiz kalemle ayrı bir problemi var. “Nasıl bir insan sabah kalkıp ben bu sabah nefes alacağım demeye ihtiyacı yoksa, iyi bir yöneticinin de ben bugün maliyetleri düşüreceğim demeye ihtiyacı olmamalıdır” diyor.

Bir dolar ilkesi diye adlandırdığı diğer bir yöntemi daha var. Şirketin dağıtılmamış her bir dolar karın en az bir dolarlık piyasa değerine dönüştü şirketleri seçin diyor. Bu test aynı zamanda şirketin sermayesini zaman içinde en iyi şekilde yatırıma dönüştüren şirketleri filtreliyor onun için. Mesela bir şirket düşünelim, 5 yıl içinde piyasa değeri 10 milyar dolar yükselmiş olsun. Bu süre içinde de 2 milyar dolar kar elde etsin. Bu karın 500 milyon dolarını yatırımcılarına kâr payı olarak verdiğini kabul edersek, kalan ve kullandığı 1,5 milyar dolar karşısında piyasa değerini 10 milyar dolar yükseltmiş. Yani kullandığı her bir dolar karşılığında 6,5 dolar değer üretmiş. Bu rakam kontrol edildiğinde 1’den büyük olmalı ve tabi ki ne kadar yüksekse o kadar iyi.

İşte tüm bu işin kendisiyle ilgili, yöneticilerle ilgili ve finansal kontrollerle takip edilen ilkeler yatırımcıyı bir karar verme noktasına götürür. Bakın şu ana kadar Warren Buffett şirketin fiyatına bakmadı bile. Bu aşamaya geldiğinde önünde dikkat etmesi gereken iki şey vardır: Bu şirket iyi bir değer sunuyor mu ve alım için iyi bir zaman mı? Yani fiyatı cazip mi?

Fiyat piyasa tarafından belirlenir ve ekrandan okunur ama değer bambaşka bir şey. Bir şirkete ilişkin tüm idari ve finansal bilgiler tartıldıktan sonra bir analist tarafından belirlenir. Ve daha görecelidir. Bu yüzden fiyat ve değer her zaman eşit olmaz.

Warren Buffett bir şirketin değerini belirlerken John Burr Williams’tan öğrendiği metodu uyguluyor. “Bir şirketin değeri, ömrü boyunca üretmesi beklenen nakit akışlarının uygun bir faiz oranıyla şimdiki zamana uyarlanmasıyla belirlenir” diyor. Daha basit olarak, bu değeri hesaplamak için şirketin bundan sonraki hayatı boyunca üreteceği toplam karları tahmin edip o toplamı bugüne iskonto etmek demek bu. Burada bu arada kar derken Warren Buffett’ın kendi yöntemi olan hissedar karlarını kullandığını söylemek lazım. Eğer şirket o zamana kadar istikrarlı bir karlılık performansı göstermişse, işi basit ve anlaşılırsa, Buffett şirketin gelecek karlarını belli bir isabet düzeyinde tahmin edebileceğine inanıyor. Eğer bu inancı yoksa, şirketi değerlemeye bile kalkmaz. Çok yakın arkadaşı Bill Gates’in şirketi Microsoft’a uzun yıllar boyunca yatırım yapmamasının sebebi de tam olarak bu. İşi anlamıyor ve bir yargıya varamıyor çünkü. Bunu da açık bir şekilde söyleyebiliyor.

Ayrıca şirketleri Benjamin Graham’den kalma bir alışkanlık olarak iskontolu fiyatlardan almaya çalışır. Böylece bir güvenlik marjı da yaratmış olacağını düşünür. Charlie Munger onu bu güvenli taraftan ve sadece ucuz olan şirketlerin iyi olacağı mantığından biraz daha geniş bir pencereye geçirdi tabi.

Warren Buffett’ın tarzını çok sade ve açık bir şekilde anlatan bu kitap kendim için çıkardığım bu önemli noktalar haricinde de altın değerinde bilgiler ve hatta hisse satın alma süreçleriyle ilgili gerçek örnek tecrübeler var. Buffett’ın tarzını kendi diliyle özet geçmek gerekirse uyulması gereken altın kurallar olarak şunları öneriyor:

  • Yatırımlarınızı sağlam yönetimlerce yönetilen olağanüstü şirketlere yoğunlaştırın.
  • Bu şirketlerin sayısını gerçekten iyi anlayabildiklerinizle kısıtlayın. On mesela iyi bir rakam. Yirminin üstü bela aramak demek.
  • Bulduğunuz şirketlerin en iyisini seçin ve portföyünüzün büyük bir kısmını onlara koyun.
  • Uzun vadeli düşünün: en azından 5 veya 10 yıl.
  • Volatilite normaldir, kafaya takmayın.

Benim yorumum, Buffett tüm piyasaya sanki bir açık büfe gibi yaklaşıyor. Büyük bir heyecanla büfeye bakıyor ama kendine aynı zamanda katı bir diyet programı da uyguluyor. Herkesin saldırdığı ve tabağını garip kombinasyonlarla doldurduğu bu açgözlülükten uzakta, sadece sevdiği tatları ve doyabileceği kadarını tabağına alıyor.

Önceki Bölüm

Büyük İstifa Hareketinden Öğrendiklerim

Sonraki Bölüm

Yatırım Felsefesi Üzerine

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint