///
36 mins read

Olağanüstü Yanılgılar: Lale Balonu -vs- Bitcoin Tartışması

Bu bölümde daha önce de zaman zaman adını geçirdiğimiz tarihteki en ünlü balonlardan biri üzerine konuşalım istiyorum biraz. Bunlardan en ünlüsü Hollanda’daki lale balonu üzerinden kitlesel hareketleri ve piyasa psikolojisini biraz daha iyi anlayabiliriz belki. Ve bu çılgınlığı bitcoin ile benzeştirenlere, karşı bir argüman sunabiliriz belki. Bu lale çılgınlığıyla ilgili en önemli bilgiyi ilk defa Charles Mackay isimli bir yazardan edindik. Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar ve Kalabalıkların Çılgınlığı kitabını mutlaka okumanızı öneririm. 1800’lerin ortalarında yazılmış bir kitap. O tarihe kadar meydana gelen en ünlü ve etkili piyasa balonlarını anlatıyor. Günümüzde biraz tartışmalı bir konu bu, aslında o dönem için çok büyük bir lale çılgınlığının olmadığını iddia edenler de var. Belli bir grup arasında sınırlı kaldığını iddia edenler var. Fakat Hollanda kayıtlarında o döneme ait ticaretin izlerine, kayıtlarına bakınca çok net bir şekilde rakamları da görebiliyoruz. O dönemlerde lale fiyatlarının nasıl hareket ettiğini görmek çok da zor değil. Yine de bazıları bunun çok büyük bir kitlesel çılgınlık olmadığını da öne sürüyor. Ama kitlelerin psikolojisini ve nasıl büyük yanılgılar içine düşebileceğini anlayabilmek için çok önemli bir olay bana göre ve tarihteki ilk kayda giren çılgınlık, balon olarak değerlendirebiliriz. Ve yine bana çok enteresan gelen bir nokta, böyle hayali coşkulara ve aynı yanılgılara hala günümüzde bile düşmeye devam ediyoruz. Piyasaların psikolojik tarafını anlayabilmek için böyle olaylara bakmak ve onlardan bir şeyler öğrenmeye çalışmak lazım. Osmanlı’nın 1500’lerden sonra iyice Avrupa’ya yönelmesiyle birlikte lalenin de yolculuğu başlamış kabul ediliyor. Hollanda’ya gelişi 1600’leri buluyor tabi. Hemen herkes sever sanırım laleleri. Ama Hollandalılar bu konuyu biraz abartmış gibi görünüyor.

Bugün bir deste laleyi aşağı yukarı 250-300 lira gibi rakamlara alabiliyorsun hadi maksimum 500 lira diyelim. O dönem Hollanda’da, özellikle tam pik noktasında 1637 yılında, aynı bir desteyle Hollanda’nın herhangi bir caddesindeki evlerin tamamını alabiliyordun. Bir deste laleyle koca bir cadde üzerindeki tüm evleri alabildiğinizi bir düşünün. Bugün baktığınızda bunun bir çılgınlık olduğunu hemen fark edebiliyorsun ama işler nasıl bu noktaya geldi bunu anlamak lazım. 1637 yılı, tam Hollanda’nın da altın çağlarını yaşadığı bir zaman. Altın çağ olarak kabul edilmese bile, daha sadece yarım yüzyıl öncesinde 80 yıl savaşlarıyla birlikte, İspanyol İmparatorluğu’na karşı ayaklanıp, kendi yeni ülkelerini kurdukları bir dönem bu. Bu altın çağda, kapitalizmin temelleri Hollanda Cumhuriyetiyle atıldı. İlk şirket burada, Amsterdam’da kuruldu. İlk bildiğimiz borsa burada kuruldu. Ve belki de doğal olarak, ilk finansal balonun patladığı yer de burası oldu. Tarihte daha önceki bir kayıtta böyle bir finansal balon oluşumu ve sonrasında patlaması ve panikle ilgili başka bir kayıt yok. İşte bu balon ve sonrasındaki panik, lale çılgınlığının hikayesi. Artık günümüzde bir finansal balon nedir aşağı yukarı biliyoruz. Daha çok ve daha sık bir şekilde bunu belki sürekli yaşıyoruz. Ve sürekli olmasa bile zaman zaman bu kalabalıkların çılgınlığına biz de katılıyoruz. Bir çoğumuz artık finansal bir balonun ne olduğunu az çok biliyoruz. Fakat bilmeyenler için şöyle örnekleyebiliriz bir balonu; internet balonunu örnek verelim. 2000’lerden önce özellikle 94-95 gibi internet kullanımın yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte, tabi bunda artık evlere bilgisayarların girmesinin çok büyük etkisi var. Network effect deniyor buna. Robert Metcalfe’in öne sürdüğü bir metcalfe yasası da var bunu söylemeden geçmeyelim. Metcalfe yasası bir ağın değerinin o ağdaki kullanıcı sayısının karesiyle orantılı olduğunu söylüyor. Yani kullanıcı sayısıyla birlikte doğrusal bir orantıdan çok katlanarak artan bir değer teorisi olduğunu savunuyor Metcalfe. Yani basit getiri değil de bileşik bir değer artışı gibi de düşünebiliriz bunu. Bu bileşik artışlara gerçekten hayranım her yerde mutlaka bu konuya bir dokunmasam olmuyor gibi. Tabi bir de bitcoin var, her konunun ucunu bir şekilde ona da bağlayabiliyorum. İşte bu network effect ile birlikte kullanıcı sayısının da hızlı artışıyla birlikte nokta.com çılgınlığı başladı. Herkes internet siteleri açtı. Herkes bir şeyler koymaya başladı internete. Ve bir anda internet şirketleri mantar gibi türemeye başladı. Bu şirketlere yatırım yapanlar çoğaldı daha sonra. Bu yatırımların tek amacı, hadi tek amacı da demeyelim ama en önemli amacı; belli bir zaman sonra bu yatırımları daha yüksek bir fiyata başka birine satmaktı. Yani 1.000$ yatırım yaptığınız bir internet sitesinin paylarını; sonraki kullanıcıya 1.500$’dan satıyordunuz. Kısa zamanda çok ciddi karlar oluştu. Sonrasında arkadaşlarına gidip nasıl harika bir yatırım yaptığınızı ve daha geçenlerde böyle bir yatırımdan 500$ kazandığınızı anlatıyorsunuz tabi. Ve sizin çevrenizden birileri de aynı şekilde kar edebilmek için bu alana giriyor; belki aynı yatırıma veya bir başkasına bu sefer 1.500$’dan girip belki 2.000$’lardan çıkmayı planlıyor. Sonra onun da bu şekilde karla çıktığını düşünün. Bunun üzerine artık network effect ile birlikte artık daha fazla insan bu alana girmeye başlıyor. 2.000$’dan aldıkları hisseleri 2.500 – 3.000$’dan satmak başlıyorlar. Sonra sıradaki grup geliyor fiyatları daha da şişiriyor. Sonra sıradaki grup daha da şişiriyor alımlar devam ettikçe. Ta ki, bir noktada artık piyasada iştahlı alıcı kalmayana kadar bu dalga dalga girişler ve karlar devam ediyor. İşte bu iştahın sabitlendiği ve artık düşüşe geçmeye başladığı noktada balon patlıyor ve fiyatlar piyasa psikolojisinin de etkisiyle çıkışından daha hızlı bir şekilde tekrar ilk seviyelerine, belki de bazen daha da dip seviyelere kadar iniyor. Balon bu işte. Bu lale çılgınlığı da; aynı diğer balonlar gibi, sonunda mutlaka patlamaya mahkumdu. Dediğim gibi orijin olarak Osmanlı üzerinden Avrupa laleyle tanıştı. Daha önce görmedikleri bir çeşitti ve çok değişik renklerde geldiler Avrupa’ya. Çok hızlı bir şekilde diğer tüm çiçeklerden daha değerli hale geldiler. Hollanda’da yeni yükselmeye başlayan orta sınıftaki vatandaşlar, tüccarlar ve simsarlar, yeni gelen ve çok daha güzel renklerdeki lalelere çok ciddi yüksek rakamlar ödemeye başladılar. Bu farklılaşan çeşitlilik üzerinden; daha kolay bir şekilde daha değişik laleler üretmeye başladılar. Hatta bu yeni türlerin bir tanesi, diğer hepsinden değerli görünüyordu. Bu yeni türün daha açık bir arka plan üstüne; koyu renkli ve alevlere benzer çizgileri vardı. Burada ilginç olan kısım, bu çiçeklerin aslında genetiklerinden dolayı değil, bir virüs yüzünden bu şekilde renklerinin açık veya soluklaşarak değişmesine neden olması durumu var. Ama tabi henüz 17. Yüzyılda böyle bir genetik çalışma yapılması pek mümkün değildi. Bu yüzden laleler yetiştirilirken nasıl bir sonuç çıkacağından çok emin değildiler. Değerli veya değersiz bir türden hangisi çıkacağını bilmiyorlardı. Bu da doğal olarak laleleri gerçekten riskli bir yatırım aracı yapıyordu. Biraz da bu yüzden gerçekten çok ciddi profesyonel olarak lale işi yapan kimse yok gibiydi. Hemen herkes normal günlük işlerinden kalan zamanlarda, kendi bahçesinde ek bir iş olarak lale yetiştiriciliği yapıyordu. Bir hobi gibiydi yani aslında. Ama bu lale yetiştiriciliği bir hobi olsa da, bu insanları amatör olarak değerlendirmek yanlış olur. Yetiştiricilik konusundan kendilerini çok ciddi bir şekilde geliştirmişlerdi.

Ve 1620’lere gelindiğinde çok güzel bir lale çeşidini ortaya çıkardılar; Semper Augustus. İsmi bile güzel. Bu türle birlikte, beyaz bir zeminde alevli kırmızı çizgilerle çok güzel bir çeşidini yarattılar lalenin. Çok önemli tablolara ve sanat eserlerine konu olmuş bir tür. Semper Augustus laleleriyle ilgili bir tarihçi şöyle diyor: “Beyaz renk üzerine karmin kırmızısı ve tam tepesinde kesintisiz bir alev var. Hiçbir çiçek meraklısı bundan güzelini görmemiştir; bundan daha saygıdeğer bir lale yoktur.” Tabi bu türü ilk çıkartan kişi biraz kurnaz davranıyor. Eğer çiçekleri piyasada satarsa, diğer üreticilerin ve rakiplerinin bu türü alıp çoğaltacağını çok iyi biliyor. Tabi bu şekilde bir artış bu türün nadirliğini azaltacağı için, rakipleriyle rekabet için fiyatları düşürmesi gerekeceğini düşünüyor.  Çünkü kendi satışları sonrasında, müşterileri bu türün üretimi için hemen işe koyulabilir. Tabi doğal olarak, o da, günümüzde çoğu şirketin yaptığı gibi bir monopoli kurma yoluna gidiyor. Yani Semper Augustus türünü satabilecek olan tek kişi olarak kalmak konusunda bir yöntem geliştiriyor. Peki bunu nasıl yapıyor?  Özel bir kontratla satıyor bu laleleri. Çok çok açık maddeler var bu kontratta. Bu laleleri alan kişilerin bu ürünleri satamayacağını ve ayrıca bunlardan ürettiği ürünlerin de satışını sadece orijinal üreticinin onayıyla yapabilecek şekilde kısıtlayan bir kontrat. Tahmin edilebileceği gibi, birçok tüccar bu kontratla ilgili çok sinirleniyor ve endişelerini Hollanda Cumhuriyetinin makamlarına şikâyette bulunarak iletiyorlar. Bunları biliyoruz çünkü bugün bile hala Hollanda arşivlerini açıp bu şikâyet mektuplarına bakabilirsiniz. Ve yine bu kayıtlar sayesinde o dönem bu lalelerin değerinin ne olduğunu çok net bir şekilde biliyoruz. Tüm tüccarlar bu kontrata saygı göstermese de büyük bir çoğunluk bu kısıtlayıcı maddeleri uygulamışlar. Tabi bu üretici yine de bu türün tam kontrolünü elinde tutup tutamadığından yüzde yüz emin değil çünkü zaman geçtikçe kendi kurduğu monopolisi dışında bu türün fiyatları daha da artmaya devam ediyor. 1623 yılına gelindiğinde 1 tane Semper Augustus’un fiyatı 1000 guldene kadar çıkmış. 1625’lerin sonunda bu fiyat 3000 guldene kadar gelmiş. Bu fiyatları daha iyi anlamak için şunu söylemek gerek. Bu tarihlerde mesela yetenekli bir marangoz yılda 300 gulden kazanıyordu. Yani bir çalışanın bu lale türünden alabilmesi için 10 yıl boyunca çalışması gerekiyor. Hem de çalışması karşılığı kazandığı parayı hiç harcamadan. 10 yıl sonunda böyle ciddi bir parayı biriktirip ancak 1 tane lale çiçeği alabilirdi ve tabi ki bu 10 yılda fiyatların artmayacağını varsayarsak. Bunu günümüze uyarlasak mesela; asgari ücretli bir çalışan bugün aylık 5.500 lira alıyor. Yıllık 66.000 lira yapar. Yani sadece 1 lale çiçeği alabilmesi için 660.000 lira vermesi gerekirdi. Bugünlerde orta-üst segment arası bir araç fiyatı bu. Sadece 1 tane lale için. 1630’lara doğru gelindiğinde tabi bu lale ticareti de değişmeye başladı. Her değişiklik bir ötekini tetikledi ve sonunda her şey sürdürülemez hale gelip, tüm lale piyasası çökene kadar devam etti. Şimdi bu piyasaya biraz daha detaylı bakalım hep birlikte. Öncelikle bu piyasa, Hollanda Cumhuriyetinin ana şehirlerinde gelişti. Genellikle haftada iki veya üç kez ve çoğunlukla akşamları buluşan bu tüccarlar lalenin belli türlerini kendi aralarında takas ediyorlardı. Hepsinin normal günlük işleri de vardı. Kendi aralarındaki bu ticarete dışarıdan biri ancak referansla girebiliyordu. Bu topluluğun satışları bir iki gözlemci eşliğinde yapılıp kayda geçiriliyordu. Fakat bir problem vardı, bu lale çiçeklerini istedikleri hacimde ve istedikleri her zaman satamıyorlardı. Laleler hızlı büyüyen çiçekler değil çünkü. Önce lale soğanını alıp ekeceksiniz, sonrasında neredeyse 1 yıl sonra çiçek açacak ve ürünleri almış olacaksınız. Bir de çiçek açana kadar, bunların nasıl şekilde ve renklerde olabileceği de çok net değildi onlara göre. Bu piyasanın böyle riskleri ve zorlukları vardı. Ve piyasayla ilgili ilk değişiklik yapıldı. Piyasaya yeni bir kontrat tipi sunuldu. Vadeli kontratlar. Şimdi belki bazılarınız belki ne alaka vadeli kontratlar diyor olabilir. Bu tip bir kontratta, ürünü yetiştirenler, daha çiçek açmasını beklemeden satabilme yeteneği kazanmış oluyor. Bu kontratı sattığı kişiler, tabi çiçek açana kadar ürüne sahip olmamış oluyor ama bir avantajı var. Artık o çiçeğin tüm sahiplik haklarını önceden alabildiği için; çiçek açmasını beklemeden bunu başka birine de satabilir! Sonuçta bu aslında sadece bir sahiplik devri. Çok basit ve anlaşılır bir kontrat. Peki daha çiçek açmamış yani ürünün nasıl olacağı bilinmeyen bir lale kontratını insanlar neden alsın diye sorabilirsiniz. Aslında bu vadeli kontratların hem alıcı hem satıcı için bazı avantajları var. Kontratı alan kişi; ürün daha net bir şekilde belli olmadığından, yüksek lale çiçeği fiyatlarına göre çok daha ucuz bir fiyata alabilme imkanına sahip. Satıcı da yetiştirdiği ürünün kötü çıkma riskine karşı kendini korumaya almış oluyor daha düşük bir kâr marjıyla. Satıcı olarak, erken satış yaparak riskinizi azaltıyorsunuz, belki ürünü bekleyip daha yüksek bir kar elde etmek yerine kısa vadede kar elde ediyorsunuz. Alıcı taraf da belki 1 yıl ürünü bekleyip satmak yerine, elindeki kontratla bu işin tüccarlığını daha yüksek hacimlerde yapabiliyor. Ve 1634’lere gelindiğinde artık olay tamamen bu vadeli kontratlar üzerinden dönmeye başlamış diyebiliriz. Hatırlayın, daha önce demiştik ki lale çiçeklerini sadece çiçek halindeyken güzelliklerine göre değerlendirip satışını yapıyorlardı, şimdi artık elinizde bu vadeli işlemler için bir kontrat olduğu sürece istediğiniz kadar alıp satabilirsiniz, çiçek açmasına bile gerek yok. Normal kontratlardan sonra çıkan bu vadeli kontratlarla birlikte, istediğin zaman satabilme yeteneği piyasadaki en önemli ikinci değişiklik oluyor. Lale piyasası daha önce sezonluk bir işti. İnsanlar gelip çiçeklere bakıp, ona göre bir pazarlığa girip ticaret yapılıyordu. Şimdiyse istediğin zaman satabilirsin bu kontratlar sayesinde, sezonluk bir ticaret olmaktan çıkıyor artık lale piyasası. Yani mesela bir üreticinin genel olarak yetiştirdiği türler iyiyse, o türün piyasadaki o anki değeri üzerinden bir pazarlık yapıp bu kontratları alıp satabiliyorsun. Bu aslında mantıklı bir ticaret. Mesela bir lale türü o sıralarda 20 gulden olduğunu düşünelim, o türe ait bu vadeli kontrat o dönemde yine hemen hemen aynı rakamlara satılabiliyor, çünkü biliyorsun ki çok yüksek ihtimalle aynı çiçek açacak ve bunu 20 guldene piyasada satabileceksin. Buna çok benzer davranışları aslında biz de günümüzde çok sık yapıyoruz. E-ticaretin yüksek hacimlere çıkmasının sebeplerinden biri de bu aslında. Çünkü mağazaya gidip ürüne elle dokunup, incelemek yerine; artık genellikle internet üzerinden fotoğrafına bakıp çok rahat bir şekilde mağazadakiyle hemen hemen aynı fiyatı ödeyip, online olarak satın alabiliyoruz. Bir ayakkabı alırken mesela belki başka birinin ayağında aynı şeyi gördük veya internet üzerinden fotoğraflarına rastladık, tek yapmamız gereken ayak numaramıza göre bir tane sipariş vermek. Mağazaya girip illa ki elle dokunup hissetmemize gerek yok. Çok kolay bir işlem. Neyse, biz lalelere dönelim. Lale türlerindeki çeşitlilikle birlikte kontrat sayıları da artmaya başlıyor. Daha çok kontrat yapıldıkça fiyatlar daha da artmaya başlıyor. Bu fiyat artışları aynı zamanda piyasada üreticilerin artık yeni isim arayışlarına girmesine sebep oluyor. Şaka değil, yani gerçekten de; Hakiki Augustus, Öz Hakiki Augustus gibi şubeleşmeler başlıyor. Tabi bu kontrat sistemi artık üreticilerin hemen hepsine ürettikleri laleleri adeta bir sözleşmeye bağlama imkanları veriyor. Her tür lale için bu tarz kontratlar hazırlanmaya başlanıyor. Tabi bundan sonrasında, tahmin edebileceğiniz gibi insanlar artık lalenin kendisini değil de bu kontratları alıp satmaya başlıyorlar. Bu kontratlarla birlikte tabi satış hacimleri de doğal olarak yükselmeye başlıyor. Fiyatlar da bunu takip edip daha da yükselmeye devam ediyor. İnsanlar bu lale tüccarlarının nasıl karlar ettiğini duydukça, onlar da bu işe girmeye başlıyor. Bu dönemde o kadar çok simsar ve tüccar lale piyasasına giriyor ki;  bu da lale ticaretiyle ilgili her şeyi değiştiriyor. Ve fiyatlar yükselmeye devam ettikçe; laleler hakkında hiçbir şey bilmeyen daha fazla insan piyasaya giriş yapıyor. Sadece ticaretini yapmak için girmek istediler. Laleler hakkında hiçbir fikri olmayan insanlar, bu laleleri üretmekle veya ürün elde edip kar yapmakla ilgilenmiyor. Sadece bunları üstüne kar koyarak satabilecekleri fikriyle lale almaya başlıyorlar. Tabi bu sürdürülebilir görünüyordu onlar için. Bu yeni tüccarlar laleyle ilgilenmiyordu, karla ilgileniyorlardı ve bu lale ticaretini tamamen değiştirdi. Lale ticareti artık tek bir laleyle veya sadece bir türle ilgili bir şey değildi. Bundan böyle tüccarlar, maksimum kar elde etmek için büyük miktarlarda lale satın almakla çok daha fazla ilgileniyorlardı. Artık tüm laleler eşit değildi ve her türün kendi fiyatı vardı. Daha öncesinde size tek bir lale soğanına sahip olduğunuzu söyleyen bu vadeli kontratlar, bir noktada kaliteyle ilgili olmaktan çıktı. Artık piyasada yapılan bu vadeli kontratlar bir sepet haline getirildi, her kontratta 10 tane veya 50 tane lale soğanı sahipliği sözleşmeleri yapılıyordu. Bu haliyle aslında biraz Amerika’daki mortgage krizine benziyor 2008 yılında yaşadığımız. Orda da borçluların ödeme derecelerine göre bu borçlar sepet yapılıp finansal bir araç olarak takası yapılmaya başlanmıştı. Ve aynı 2008 krizinde olduğu gibi; artık lalelerle ilgili belki de hiçbir şey bilmeyen büyük kalabalıklar bu toplu sepet yapılan kontratlardan ticaret döndürmeye başlamış. Tabi inandıkları tek şey fiyatların her zaman yükselerek devam edeceği. 2008 krizinde veya daha öncesinde yaşadığımız internet balonu örneğindeki gibi bu lale piyasasının sonunun da ne olacağıyla ilgili tahmin yürütebilirsiniz zaten. Fiyatlar iştahla birlikte artmaya devam etti, 1636’lara gelindiğinde tam pik noktalarına çıkmıştı artık. Piyasanın tamamen çökmesinden daha birkaç ay öncesinde, bir lale kontratı belki de onlarca kez el değiştiriyordu. Fiyatlar kısa bir sürede 10 katına hatta çok daha kaliteli çiçeklerde 20 katına kadar çıktı. Sadece 2-3 ay içinde. En yaygın görünen sıradan laleler bile, ki bu zamana kadar kimse yüzüne bile bakmıyordu bunların, onlar bile çok yüksek hacimlerde alınıp satılmaya başlanıyor. Kaliteli bir lale karşılığında bir ev bile alabiliyorsunuz, en nadir laleler çok güzel bir villa karşılığında işlem görmeye başlıyor. Fiyatlar yükselmeye devam ediyor, öyle bir seviyeye geliyor ki, artık bu nadir lalelerden bir demetle mesela kocaman bir caddedeki tüm evleri bile satın alabiliyorsunuz. Bu inanılmaz fiyat yükselişleriyle birlikte lale ticaretine daha fazla insan girmeye başlayıp şimdi alacakları laleleri veya kontratları, sonrasında daha yüksek bir fiyata satabileceklerini düşünüyorlar. Fakat bu fiyat artışlarının sebebi, sadece insanların böyle bir beklentisi olduğu için gerçekleştiğini düşünebiliriz. Şimdi belki de şöyle düşünebilirsiniz, iyi de bunun hisse senetlerinden veya altından, bitcoinden ne farkı var? Bu yatırımlarda da şimdi aldığımız fiyatlardan, ilerde daha yüksek bir rakama satabileceğimizi düşünerek almıyor muyuz? Bunların arasındaki fark bana göre içsel değerlerinde yatıyor. Bir şirket, mesela ürünlerini geliştirip, üretim maliyetlerini düşürüp karlılığını yükseltebilir. Veya reel bir yatırım yapıp işlerini büyütebilir. Altın ve bitcoin arz konusunda sınırlı olduğundan, özellikle bitcoinde bu rakam sabit olduğundan, ayrıca merkeziyetsiz ve 3. bir taraf gerekmeksizin işlem yapabilme özgürlüğü tanıdığından çok daha farklı amaçlara hizmet ediyor. Kâğıt para karşısında bir hedge görevi görüyor altın ve bitcoin de. Tabi lalelerin de bir içsel değeri var. Tabi ki güzelliklerine ve nadirliklerine göre onların da fiyatları yükselebilir. Ama bir insanın 10 yıllık maaşı ya da kocaman bir caddedeki tüm evlerin değerlemesi kadar bir rakam mı bu? Pek sanmıyorum. İşte bir şeyi balon yapan en temel özellik bu. İçsel değerinden oldukça uzaklaşması. Bir malın değeri, onun ticaretinin yapıldığı fiyattan daha düşükse ve sanki fiyatı sonsuza kadar artacakmış gibi hissettiriyorsa, işte bu bir balondur. Yine de hatırlamakta fayda var, o dönemde insanlar böyle bir şeyi daha önce hiç yaşamamışlardı. Balon düşüncesi bile yoktu daha öncesinde. Geçmişten ders alabilecekleri böyle bir finansal çöküş yoktu kaynakları açıp bakabilecekleri. İşler her zamanki olağan akışında gidiyor gibiydi birçoğu için. Ama tabi ki herkes için değil. Fiyatlar öyle inanılmaz seviyelere gelmişti ki, artık bazıları belki de fiyatların çok şiştiğini ve yine belki de bundan sonra daha fazla yükselmesinin mümkün olmadığını, yine belki küçük bir ihtimal de olsa; fiyatlar düşüşe geçmeden önce artık ellerindeki laleleri ve vadeli kontratları satıp çıkma vaktinin geldiğini düşünmeye başlamıştı.

Bazıları bu dip dalgayla birlikte yavaş yavaş endişelenmeye başlasa da fiyatların çöküşü aniden ve beklenmedik bir şekilde oldu. 1637 Şubat ayına gelindiğinde, tüccarlar Harlem şehrinde yine bir akşam toplanmışlardı. İçkiler içilmeye başlandı, şöminenin ateşi körlendi ve piyasalar açılacaktı biraz sonra. İnsanlar yavaş yavaş yerlerini aldı. Balonun ilk emaresi görücüye çıktı. Küçük bir lale soğanıydı, 1 gramdan biraz az ağırlıkta. Kaliteli bir çiçeğin soğanıydı ama daha çiçek açmasına çok vardı. İnsanlar teklif vermeye başladılar ve sonunda 56 gulden’e satıldı. Bir marangozun neredeyse 2 aylık maaşı bu. Sıradaki satıcı kendi ürünüyle çıktı sahneye. Bu sefer bir çiçek veya lale soğanı değildi, kendine ait bir kontratı satılığa çıkarmıştı. Bu kontratın sahibinin kontratta yer alan lale soğanının çiçek açmaya yakın olduğunu ve yaklaşık 10 gram ağırlığında, iyi bir türe ait olduğunu açıkladı. Daha filizlenmemişti bu da. İnsanlar birbirine baktı ama kimse bir teklif yapmadı. Kimse risk almak istemiyor gibiydi. Sonunda bir teklif geldi, satıcının beklediğinden çok düşük bir rakam. Sadece 10 guldene satıldı. Satıcı biraz bozulsa da çok dert etmedi. Bir dahaki sefere kar yaparım diye düşündü. O kadar da kötü değil, sadece bir seferlik bir zarar, diye düşündü.  Diğer bir lale tüccarı geldi ve kendi ürünlerini gösterdi. Yine bir kontrat ve ayrıca yanında 50 gram ağırlığında gelişmiş bir çiçek. Yine, herkes etrafına bakındı ama teklif veren olmadı. Sonunda başka bir tüccar bu laleleri çok çok düşük fiyattan satın aldı. Herkes yavaş yavaş gerilmeye başlamıştı. Fiyatlar yükselmesi gerekirken, aşağı düşüyor gibiydi. Hemen hemen herkes elindeki laleleri bu yeni satış fiyatları üzerinden değerleyince, gecenin başlangıcından çok daha ucuz bir fiyata satabileceklerini gördüler. Fiyatların daha da düşmesini beklemek yerine ellerindeki malları şimdi satmanın mantıklı olacağını düşündüler. Daha fazla lale satışa girmeye başladı, fiyatlar daha hızlı düşmeye başladı. Piyasada satıştaki lale sayısı arttıkça rekabet için ve satışı tamamlayabilmek için fiyatları daha da aşağı çektiler. Bu döngü gece yarısına kadar, ta ki fiyatlar uçurumdan düşercesine inene kadar devam etti. Tahminlere göre yaklaşık %95 geri çekilmişti fiyatlar. Ve bu sadece bir gecede oldu. Diğer şehirlerde bu satışlar duyulduğunda olacakları tahmin etmek hiç de zor değil. Bu yüzden bazı tüccarlar kurnaz davranıp, atlarına atlayıp diğer yakın şehirlere ulaşarak, haber daha yayılmadan ellerindeki laleleri yüksek fiyatlardan satmaya çalıştı. Üreticiler ve tüccarların böyle başka şehirlere koşturmasıyla birlikte oradaki fiyatlar da çok ciddi bir şekilde düşmeye başladı ve bütün ülkeye salgın gibi yayıldı. Bu finansal balon artık gerçekten patlamıştı. Peki bu nasıl olabildi? Neden kimse bunu öngöremedi? Ve belki daha da önemli bir soru, neden bu döngü tarihte defalarca günümüze kadar sürekli tekrar tekrar yaşandı? Neden daha ilk balondan sonra ders alıp bunu sonlandıramadık? Bence bu soruların en geniş anlamda cevabı çok basit ve çok net. Piyasa psikolojisi. Piyasaların bu şekilde hem yukarı hem de aşağı yönde dramatik bir şekilde irrasyonel davranabileceğini düşünemiyoruz ve psikolojik olarak bu duygusallığın içine çekiliyoruz. Bu lale çılgınlığı esnasında da herkesin güvenilir bilgi kaynağı olarak gördüğü, önde gelen tüccarlar vardı ve bu kişiler, lalelerin iyi bir yatırım olduğunu söylediler. Genellikle bir iş hakkında kendi değerlendirmenizi yapacak kadar bilginiz yoksa bir başkasına güvenirsiniz. Aynı bir oto tamircisine arabanız hakkında güvendiğiniz gibi veya bir doktora tedavi konusunda güveniriz aynı şekilde. Benzer sebeplerden dolayı işte bu insanlar da tecrübeli tüccarlara güvendiler. Peki bu tüccarlar yanılırsa ne olacak? Eğer böyleyse durum; en iyi ihtimalle kötü bir yatırımınız var ve en kötü ihtimalle finansal bir balonunuz var demektir. Yine bunu günümüzle kıyaslarsak; 2008 yılında bu konut krizinde, bu mortgage sepetlerini satan bankaları denetleyen derecelendirme kuruluşlarına güvendik. Bu mortgage borçlarından oluşturulan sepetlerin içinin dolu olduğunu ve güvenilir yatırımlar olduğunu söylediler. Ama gerçekte kredisini ödeyecek bir geliri olanı geçtim; hiçbir geliri olmayanlara bile bu kredilerin bol keseden dağıtıldığı ortaya çıktı. Bir sürü yatırım fonu, emeklilik fonları ve insanlar bu derecelendirme kuruluşlarının raporlarına güvendi. İyi bir yatırım olduğunu düşündüler, ama değildi. Balon bir noktada patladı ve çok ciddi bir ekonomik krize sebep oldu tüm dünya genelinde. Tıpkı daha bilgili, daha deneyimli ve güvenilir tüccarların öyle olduğunu söylediği için, insanların lalelerin güvenli bir yatırım olduğuna inandıkları gibi. Ve öyle olmadıkları anlaşıldığında, balon patlıyor ve insanlar ciddi paralar kaybediyor. Umarım hepimiz bundan bir şeyler öğreniriz. Sadece bir ortamda veya yemek masasında anlatılacak eğlenceli bir hikâye gibi değil, aynı zamanda finansal balonların gerçek bir ekonomik kavram olduğunu anlarız. Aynı zamanda şunu da bilmek gerek, finansal balonlar bir odada oturup kıyameti planlayan bir avuç kötü insan tarafından yaratılmıyor. Daha ziyade birbiri ardına yaratılan riskli yatırımların bir süreci bu. Umarım bu sürecin nasıl oluştuğuyla ilgili de biraz daha fikir sahibi olabilmişizdir. Önce lalelerin nasıl Hollanda’ya geldiğini ve burada nasıl pahalı bir obje olabildiğini gördük. Sonra tüccarlar, lalelere özel bir ticaret alanı yarattı. Daha sonra insanlar, fiziksel çiçekler yerine lalelerin sahipliğini belirten kağıtları takas etmelerine yarayan vadeli kontratlarla tanıştı. Bu yöntem, daha fazla insanın ticaret yapmasına yol açtı ve daha fazla insan ticaret yaptıkça, fiyatlar o kadar yükseldi ki artık sonunda bir noktada artmayana dek devam etti. Ve sonra da çöktü. Peki burada suçlu kim? İlk vadeli işlemleri başlatanlar mı suçlu yoksa hiçbiri mi? Belki de sadece kötü sonuçlara sebep olan talihsiz birkaç olayın arka arkaya gelmesi durumu bu. Suçlu kim veya hangi sebep olursa olsun, umarım bir finansal balonun nasıl oluştuğunu anlayabilmişizdir. Bunun yıllar öncesinden plana koyulan şeytani bir ana plan değil de daha çok insanların, bir dizi görünüşte iyi karar olduğunu düşündüğü ve bireylerin yararına yapılan ama tamamen tüm ticaretin çökmesine neden olan olaylar bütünü olduğunu anlayabiliriz.

Ve aynı Charles Mackay’in yazdığı Olağanüstü Kitlesel Yanılgılar ve Kalabalıkların Çılgınlığı kitabında olduğu gibi, hatta daha sonrasında da buna benzer ve belki çok daha büyük ölçekli finansal balonları yaşadık ve görünen o ki yaşamaya da devam edeceğiz. Bununla ilgili çok açıklayıcı bir grafikte vardı belki bazılarınız görmüştür. Zaman ve değer düzlemlerinde çizilen çok açıklayıcı bir grafik. Bu tip balonlarda ve belki de çoğu her şeyde aslında; önce akıllı para giriş yapar. Belli bir süre çok hareket görünmez bir noktaya kadar. Sonrasında ufaktan fiyatlarda yükselişler görünür. Bu ilk yükseliş noktasında, kurumsal yatırımcılar giriş yapar. Fiyatlar biraz daha yükselir ve sonra ilk satışlar gelmeye başlar erken kar almak isteyenler tarafından. Ufak bir düşüşten sonra fiyatlar bu sefer tekrar yükselmeye başladığında artık en son, sıradan insanlar tarafından da fark edilmiş olur. Ve bundan sonra çok hızlı bir şekilde yükseliş başlar. Medya ilgisi artar. Heyecan yükselmeye devam eder. Fiyatlar dik bir şekilde yeni tepeler yaptıkça aç gözlülük başlar. Daha fazla ve daha yüklü aptal paralar bu noktada giriş yapar. Sonrasında düşler alemine girilir. Ve en tepe noktada artık, yeni bir değer, yeni bir bakış açısı ve yepyeni bir soluk getirecek bir şeyin içinde olunduğu düşünülür. Medya ilgisiyle başlayan ve bu ulaşılan tepe noktasına kadar olan evre, delilik evresi olarak değerlendirilir. Sonrasında kaçınılmaz olarak, düşüş başlar. Ciddi bir satış baskısı olur, bu ilk düşüş genellikle inkâr evresidir. Bu noktada ufak bir toparlanma olur ve fiyatlar biraz toparlayınca tekrar normale dönüyoruz diye düşünülüp delilik devam eder. Buna aynı zamanda boğa tuzağı da deniyor. Asıl sert düşüş bundan sonra gelir. Piyasalarda büyük bir korku hali hâkim olur. Fiyatlar düşmeye devam ettikçe bir süre sonra tüm umutların yıkıldığı görülür. En sonunda artık dibin de dibi görüldüğü zamanlarda çaresizlik kendini gösterir. Ve yine artık bu dip noktasından sonra fiyatlar ilk başlangıç noktasına tekrar döndüğünde fiyatlar aslında hep olması gereken düzleme oturmuş olur. İşte bu döngüyü çok çok iyi anlamak gerek bir ekonomik balonu incelediğinizde genellikle hep bu benzer duygu durumlarını ve fiyat hareketlerini görürüz.

Bunun aynı bir benzerini 2017 ve özellikle bu sene bitcoin’de de yaşadık. 2017’de fiyatlar bir anda yılbaşında 1.000$ civarlarına yeni yeni gelmişken, yıl sonunda neredeyse 20.000$ gördü. O dönemki grafiği incelerseniz tam olarak anlattığım bu duygu durumlarını ve fiyat hareketlerini çok güzel işaretlersiniz. Yine 2021’de bir anda 20.000$’dan neredeyse 60.000$ fiyatları gördük sadece 3 ay içinde. Sonrası sert bir düşüş. Sonra yine 4-5 ay içinde toparlayıp bu sefer 64.000$ zirvesini yaptı ve 2022’ye girişle birlikte çok ciddi bir şekilde 2017 zirvelerine kadar geri çekildi. Bu lale çılgınlığı hikayesi ve bitcoin fiyat hareketlerinin benzerliğinden kaynaklı olarak bitcoin ve lalelerin içsel değerinin benzeştiğini düşünen çok ciddi bir kitle var. Bu durumda herkesin kendi için düşünmesi gerektiğini söylemem lazım. Finansal piyasalarda bi’ başımızayız yani.

Yine de eğer bitcoin fiyatının balon olduğunu düşünüyorsak; mesela açıp Türkiye’nin M2 para arzı grafiğine bir bakalım. Parabolik bir şekilde neredeyse 90 derecelik bir dik açıyla yükselişte şu anda. Asıl balon bu. Mesela açıp Dolar-TL grafiğine bir bakalım. Ufak ufak bir balon oluştuğu emarelerini görebiliriz belki o grafikte de. Arjantin pesosuna, Venezuela bolivarına bir bakalım dolar karşısındaki grafiğine. Venezuela daha çok yakın bir zamanda parasından altı sıfır attı. Bolivar karşısında, peso karşısında veya Türk Lirası karşısında; dolar grafiğine baktığınız zaman; dolar bir balondur diyebilir miyiz? Elinizdeki dolarları satıp bolivar veya peso veya Türk lirası almak ister miydiniz? İşte o yüzden paranın bu şekilde zayıf varlıklardan daha güçlü varlıklara geçişlerinde genellikle böyle parabolik grafikler görürüz. Ama mesela ben Türkiye’nin M2 para arzına baktığımda sadece 3 yıl içinde mevcut paranın suni bir şekilde yaratılarak 3 katına çıktığını gördüğümde, bunun çok net bir balon olduğunu anlayabiliyorum. 2019’da para arzı 2 trilyon Türk lirasıyken, şu anda güncel para arzı 6.6 trilyon Türk Lirası. Bunu basitleştirip bir de rakamları sadeleştirerek anlamaya çalışırsak eğer; diyelim ki 2019’da kasanızda 1 birim Türk Lirası sakladınız. Bu parayla toplam tüm payın ½’sine sahipken; 3 yıl içinde sizin payınız 1/6’ya indi. Ve bu sizin kontrolünüzde değil. Çılgınca para basılmaya devam ediliyor. Türkiye’nin bilanço tablosunda şişen bu balon onu dolara karşı, bitcoin’e karşı zayıf bir varlık yapıyor. Altın – Türk Lirası grafiğine bakalım. Dik bir açıyla yükselen bir grafik görürsünüz yine geniş açıdan baktığınızda. Altın bir balondur diyebilir miyiz? Elinizdeki altınları Türk Lirasına çevirip beklemek ister miydiniz? Doların bilançosuna baktığımızda da benzer şeylerle karşılaşıyoruz aslında. Sınırsız bir kaynaktan besleniyor gibi yeni dolar yaratılıyor ve sonunun hiç gelmeyeceği düşünülüyor. Bu da onu bitcoin’e karşı daha zayıf bir varlık yapıyor. Nasıl Arjantin pesosunu veya Venezuela bolivarını hatta Türk Lirasını bulundurmak istemeyip, bunları dolara çevirmek istiyorsak; aynı şekilde ben de şu ana kadar gelmiş geçmiş en rijit ve en güçlü varlık olan bitcoin karşısında dolar tutmak istemiyorum. Yani kısaca nasıl dolar diğer para birimlerine karşı değerlendirildiğinde bir balon değilse, bitcoin de dolara karşı veya diğer para birimlerine karşı bir balon değildir bana göre. Elbette bu ilk adaptasyon evresinde çok ciddi volatilite görmemiz bana göre oldukça normal. Henüz adaptasyon evresinin daha en başlarındayız bana göre. Yani bu sunulan argümanların hiçbiri bitcoin’in en kuvvetli ve altyapısı en sağlam para olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Hatta gerçek olan tek para bana göre.

Gerçeklik algımız ve yarattığımız farklı gerçeklik katmanlarıyla ilgili ve bunun ayrıca parayla bağlantısıyla ilgili Yuval Noah Harari’nin geçenlerde dinlediğim bir TED konuşması var. Açıklamalar kısmına bir linkini bırakırım. Neden insanların dünyayı yönettiğini tartışıyor. Orada bir noktada konu paraya da geliyor. Genel olarak şöyle bir fikir sunuyor ki katılmamak elde değil. İnsanlık olarak biz diğer canlılara göre ikinci bir gerçeklik yarattık. Dağlar, denizler, ormanlar, elle tutulur, gözle görünür gerçeklikler var ve bunlar her canlı için birer gerçek ama biz bunların üstüne hayal gücümüzle birlikte çok farklı bir ikinci katman inşa ettik. Bunlar tabi ki dinler, devletler, ülkeler, büyük şirketler, kanunlar, yönetmelikler gibi bu ikincil gerçekliği çoğaltabilirsiniz. Hepsi hayal dünyamızda yarattığımız maddi olarak var olmayan gerçeklikler. Din konusunda mesela bizi şempanzelerle karşılaştırıyor. Çok sevdiğim bir söz geçiyor direkt aktarmak istiyorum: “Bir şempanzeyi, ölümden sonra gideceği şempanze cennetindeki sınırsız muzla kandırarak, elindeki muzu vermeye asla ikna edemezsiniz.” diyor. Tek katmanlı bir gerçeklik algısı var çünkü diğer tüm canlıların. Yine bu ikincil katman olarak oluşturduğumuz en önemli hayali gerçekliğin para olduğunu söylüyor. Herkes dinlere, devletlere veya türümüzün kökeniyle ilgili hikayelere inanmayabilir ama herkes paraya mutlaka inanır. Peki para gerçekte nedir? Üstünde yazan değer haricinde aslında hiçbir geçerliliği yok. Sadece bir kâğıt parçası. Aynı Kızılderililerin dediği gibi; yiyemezsin, içemezsin veya üstüne giyemezsin. Gerçi Venezuelalılar en son çanta yapıyorlardı değersizleşen paralarıyla. Çantanın fiyatı kullandıkları kilolarca paradan daha değerliydi çünkü. Böyle ekstrem durumlarda daha net anlaşılıyor aslında, paranın herhangi bir gerçekliği yok. İşte tam bu noktada en usta hikâye anlatıcıları devreye giriyor. Devlet Başkanları, Ekonomi Bakanları, Merkez Bankası Başkanları, IMF, Dünya Bankası hepsi bize çok ikna edici bir hikâye anlatıyor. Şu kâğıt parçasını görüyor musun? Bu aslında 10 tane muz değerinde diyorlar. Ve eğer buna hepimiz birlikte inanırsak, yeterli çoğunluk sağlanırsa bu bizim gerçekliğimiz oluyor. Ve gerçekten de işe yarıyor. Bu kâğıt parçalarından yeterli miktarda yanına alıp bir mağazaya giderseniz, elindeki bu kâğıt karşılığında kıyafet alabiliyorsunuz, yiyecek alabiliyorsunuz, inanılmaz bir şey. Şempanzelerde böyle bir şey yok ama. Tabi onlar da takas kullanıyor, ama mesela kokonatla – muz takası yapıyorlar. Eğer biz onlara bu elimizdeki kâğıt parçalarını götürüp onlardan muz almak isteseydik; mümkün değil bu takası kabul etmezlerdi. Para gerçekten de insanlık tarafından yaratılan en başarılı hikayelerin başında geliyor. Çünkü istisnasız herkes tarafından inanılan tek hikâye. Herkes dinlere inanmayabilir, herkes milliyetçiliğe veya sosyalizme/kapitalizme inanmayabilir. Ama herkes paraya inanır ve hatta büyük bir çoğunluk da ona tapıyor.

Böylece konuyu bağlamış olalım artık.

Önceki Bölüm

Bitcoin’in Kusurlu Görülen Eşsiz Özellikleri

Sonraki Bölüm

Ekonomi, Değer ve Özgürlük Simülasyonları Üzerine

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint