//
34 mins read

Eurodollar Piyasası ve Para Teorisi Üzerine

Bugün Eurodollar sistemi üzerine biraz konuşalım istiyorum. Fakat eğer ilk defa bu bölümü dinliyorsanız bence şimdi hemen kapatın. Özellikle 3. ve 7. bölüm olan kitap içerikleri harici diğer bölümlere öncelik verdikten sonra buraya dönmenizi isterdim. Çünkü sizi çok şaşırtacağımı düşünüyorum bu bölümde tüm bu eurodollar sistemini açıklamaya çalışırken. Paranın ne olduğunu da belki daha iyi anlayabiliriz bu bölümün üstüne daha farklı düşünmeye başladıktan sonra. Aslında paranın tam olarak bir tanımını hiçbirimiz yapamıyoruz. Ne olması gerektiğiyle ilgili 2. Bölümde paranın kısa tarihini anlatırken konuşmuştuk daha önce. En önemli özellikleri olarak; kolay taşınabilir olmalı, birimlere bölünebilmeli, fiziksel olarak da dayanıklı olmalı ve tabi bir de çok kolay üretilmemeli, üretilememeli demiştik. Ve tüm bunların üstüne bana göre en temel bağlandığı nokta enerjiye dayanıyor. Ya da belki öyle olmasını umuyorum diyebiliriz. Enerjimizi saklayabileceğimiz bir araç olarak görüyorum. Aslında enerji de aynı paranın kendisi gibi yüzyıllardır çözülemeyen en önemli problemlerimizden biri. Burada üretim gücümüz ve kendi potansiyel veya kinetik enerjimizden çok daha kapsamlı olarak enerjinin kendisinden bahsediyorum. Yüzyıllardır enerjinin korunması veya saklanmasıyla ilgili problemleri hala çözemedik. Mesela piller güzel bir enerji saklama alanı. Pil teknolojisinin yani şu an günümüzde kullandığımız lityum iyon pillerin neredeyse 100 yıldır çok ciddi bir şekilde bir gelişim göstermediğini hiç düşündünüz mü mesela? Ürettiğimiz enerjiyi de saklayamıyoruz. Hidroelektrik santrallerden veya doğalgazla veya doğal kaynaklardan elde ettiğimiz enerjinin büyük bir bölümünün heba olduğunu düşünün. Konuyu biraz dağıtmak istiyorum tekrar toplamadan önce. Şimdi kullandığımız iki çeşit enerji var aslında. Bir tanesi direkt olarak elektrik enerjisi, diğeri de makinelerde kullandığımız ağırlıklı olarak fosil yakıtlar, petrol enerjisi diyebiliriz. Elektrik enerjisinin son kullanıcıda tüketilen kısmı hariç, yaklaşık %60’ı kayboluyor. Verimlilik yok çünkü. Hazırda kullanıma sunulması için sürekli verimsiz bir şekilde her ihtiyaç anında, düğmeye bastığımızda enerjinin akması gerekiyor çünkü. Kömür, doğalgaz, yenilenebilir enerji, nükleer enerji tüm bunlar elektrik enerjisine son kullanıcı için çevrilip dağıtılırken yaklaşık %60’ından fazlası yok oluyor. Makine ve araçlarda ağırlıklı olarak kullanılan petrolde bu rakam %75 – %80’lere çıkıyor. Yani tükettiğimiz kaynakların yarısından fazlasını yok ediyoruz aslında daha bize ulaşmadan. Bu yüzyıllardır çözemediğimiz çok büyük bir verimlilik problemi. Özellikle son 50 yıldır bu probleme daha ciddi bakmaya başladık ama bir çözüm üretmek de kolay değil.

Şimdi aynı şekilde bunu para özelinde de düşünürsek, çünkü para da bana göre enerjinin saklandığı başka bir alan. Aynı şekilde bir verimlilik problemi olduğunu görmek hiç de zor değil. Ve bugün, işte bu sistemin en verimsiz çalışan ana parçasından eurodollar sisteminden biraz bahsetmek istiyorum. Öncelikle eurodollar sistemi, küresel finans piyasalarının çok kritik ama çoğu zaman da yanlış anlaşılan en önemli itici gücü. Önemi asla küçümsenmemeli ama hemen hemen kimse de bu konuya dikkat çekmiyor günümüzde. Bu operasyon aslında çoğunluk için yani bizim gibi sıradan insanlar için çoğunlukla görünmez ama yine de bizi birçok anlamda kontrol ediyor. Mesela ülkemizde işlerini büyütmek için dolar üzerinden kredi alan bir şirket düşünün. Veya Çinli, Tayvanlı bir yatırımcının dolar harcayarak yeni bir otel yaptığını düşünün. Veya bir gökdeleni finanse ettiğini düşünün Katar’da. Avrupa’da elinde dolar tutmak isteyen bir emeklilik fonu olabilir mesela. Ya da üstünde made in china yazan, Güney Amerika’da bulunan bir perakende mağazayı düşünün, çeşitli oyuncaklar veya aletler ithal ettiği Çin’den bu ürünleri dolar üzerinden getirmek durumunda. İşte tüm bunların hepsi, bu çok yönlü ve çok karmaşık eurodollar piyasasının küçük birer örneği. Yani kısaca eurodollar; Amerika dışında bulunan dolar çeşidine deniyor. Kontrolü ve denetimi Amerika’nın elinde değil. Ülke dışı anlamında kullanılıyor yani bu euro terimi. Şu anda tedavülde olan Euro para biriminden çok daha öncesinde, 1950 – 60’larda ortaya çıkan bir terim bu. Buradaki euro’nun Avrupa’yla bir ilgisi yok yani. Eurobond da mesela yine aynı sistematikle isimlendirilen bir finansal araç. Eurobond da aynı şekilde ihraç eden ülkenin kendi para birimi dışında genellikle ülke dışına borçlanmada kullandığı tahvillerin kısa ismi olarak kullanılıyor yani. Ama biz eurodollar üzerine odaklanalım bugün. En sonda söyleyeceğim şeyi en başta söyleyeyim. Amerikan Merkez Bankası’nın bastığı dolarlar dışında bu eurodollar dediğimiz Amerika’nın kontrolü dışındaki doların bir kontrol mekanizması yok. Yani yabancı ülkelerin veya şirketlerin veya kişisel hesapların ne kadarının dolar üzerinden işlem yaptığı veya toplam eurodollar piyasasının tam büyüklüğünün ne kadar olduğunu ölçebilecek bir veri ağımız yok. Bu çok garip değil mi? Amerika Merkez Bankası yani FED bilançosunda dolar arzını görebiliyoruz. Ya da biraz önce bahsettiğim yabancı ülkelerin de dolar rezervlerini bilebiliyoruz. Ama piyasada dönen toplam eurodollar miktarından hiçbir haberimiz yok. Ya da düzgünce toplam piyasanın büyüklüğünü gösteren bir verimiz de yok. Amerika da bu piyasayla ilgili bir fikir sahibi değil. Yani toplamda ne kadar dolar dolaşımda hiçbir fikrimiz yok aslında. Kaldı ki, dolaşımda demekte biraz yanlış olur. Bu paranın büyük bir kısmı artık bugün bir çoğumuzun anladığı gibi sadece dijital olarak bulunuyor. Ve ABD dışında büyük bir çoğunluğu dijital olarak bulunan eurodollar ile ilgili sağlıklı hiçbir verimiz yok. Parayla ilgili en önemli şeyi söyleyen bilgi de bu bana göre. Hiçbir şey bilmediğimiz yani. Arzın ne kadar olduğuyla ilgili hiçbir fikrimiz yok ve bu konuda kimse herhangi bir yorumda bulunmuyor. Ve tüm bu karmaşayı bitcoin ile karşılaştırdığımda aslında sistemin ne kadar bozuk olduğunu daha net görebiliyorum ben kendim adına. Bitcoin’de bütün protokol herkesin kontrolü altında ve herkes bundan sonraki 100 yılda, hatta 200 yılda ne olacağını çok açık bir şekilde bilebiliyor. Yapılan işlemlerle ilgili herkese açık bir kayıt defteri var. Eurodollar’ın da hatta diğer para birimlerinin de bir kayıt defteri var tabi ki. Yalnız bu herkese açık değil ve tabi doğal olarak müdahaleye açık bir şekilde saklanıyor. Bu yüzden de müdahale yapılmaktan çekinilmiyor. Çoğu zaman sınırsız bir kaynak olduğundan bahsediyorum. İşte bu eurodollar sistemi tam olarak bu. Herhangi bir sınırı yok. Merkez Bankalarının para arzını kontrol ettiğinden bahsetmiştik daha öncesinde. Eurodollar’ın arzını kontrol eden herhangi bir mekanizma yok. Varoluşçuluk anlamında bakınca büyülü bir dünyası var aslında. Yine de bu tavşan deliğinden bu büyülü ormanın derinliklerine inmeden önce, temel bilgilerle başlayalım. 2018 sonu itibariyle tahmini toplam eurodollar marketi büyüklüğü 57 trilyon dolar civarında olduğu düşünülüyor. Düşünülüyor diyorum, çünkü bunu ölçen bir veri yok aslında. Bu rakam covid öncesine ait bu arada ona da dikkat etmek lazım. Ayrıca toplam Amerika ekonomisinin 3 katından daha büyük bir rakam. Burada ilk sormamız gereken soru; Amerika’nın M2 para arzı yani dolaşımdaki para miktarı şu anda 21 trilyon dolar civarlarındayken 4 yıl önce eurodollar miktarı nasıl 57 trilyon dolar olabilir? Bu arada tekrar dikkat çekmek istiyorum burada bahsettiğimiz eurodollar bildiğimiz Amerika dışında tutulan yani yurt dışında bulunan dolar piyasası. Ayrı bir finansal araç değil yani. O yüzden bu ilk soru çok büyük bir karmaşıklığın ilk başlangıç noktası aslında. Böyle bir şey nasıl olabilir? Bu soruya daha sonra geleceğiz. Önce eurodollar üzerine biraz temel oluşturalım. Aslında ilk çıkış noktasını 2. Dünya savaşı sonuna dayandırabiliriz. Doların da uluslararası rezerv para olarak kabul görmesiyle birlikte böyle bir isim kazanmaya başladı, eurodollar şeklinde. Peki uluslararası rezerv para demek nedir? Tüm dünyada kabul gören ve her yerde geçerliliği olan bir para birimi. Üst birim gibi yani yerel para birimlerinin üstünde nihai bir takas aracı. Tabi tüm dünyada kabul görmesi için de her yerde yaygın bir şekilde kullanılması gerekli. Yani uluslararası tüm bankacılık sisteminin dolara erişimi olması gerek ve bu dolarları kredi olarak veya borç olarak dünyanın çeşitli yerlerinde kullanıma hazır bir şekilde sunabilmesi gerek. Yaygınlığı çok önemli yani. Birçok farklı ülke ve farklı ekonomi veya birbirinden farklı tüm sistemlerin kolay erişimi olmalı tabi bir de dolara. Devletlerin üstünde uluslararası bir inanç sistemi aslında bu. Tabi bunu oturtmak için de arkasında bir şeylerin olması gerekli. Bu da tabi ki Amerika Birleşik Devletleri. Bu dolar karşılığında yurt içi veya yurt dışı fark etmeksizin, doları getirenlere karşılığında onun asıl değerini sağlayan şey olan altını vereceğini garanti eden büyük bir devlet var. Şimdi bu noktada ilk kusurlu yer ortaya çıkıyor aslında. Burada biraz daha paranın nasıl yaratıldığından bahsetmek gerekli. Para arzı sürekli artmalı ve uluslararası piyasalarda rahat bir şekilde kullanıma hazır olmalı dedik. Ama bunu sağlayacak kadar altın yok arkasında güvence olarak tutulan. Paranın kredi olduğundan bahsetmiştik daha önce. J.P. Morgan’ın o ünlü lafını tekrar hatırlamak lazım: “Altın gerçek paradır, geri kalan her şey krediden ibarettir.” diyordu.

Kâğıt para aslında tamamen bir kredi sistemi. Bu kredili para sisteminde yükümlülükler ve varlıklar var bildiğimiz gibi. Bankalar da bu sistemde devletler tarafından verilen özel bir ayrıcalığa sahip. Bankaya bir para yatırdığınızda; banka bunun %10 – %25 arasında bir karşılığını merkez bankasına gösterdikten sonra geri kalan kısım için yeni para yaratabiliyor. Yani bankadaki mevduatların neredeyse 8-9 katına kadar bilançosunu büyütebiliyor. Bu ne demek; bu parayı yatıran kişi karşılığında banka kendisinden kredi isteyen başka bir kişiye veya kişilere toplamda o bakiyenin 8-9 katına kadar kredi açabiliyor. Yani paradan para yaratıyor. Çünkü karşılık olarak çok az bir miktarını elinde tutması yeterli, Merkez Bankası yeterlilikleri açısından zorunlu karşılık deniyor buna. Bankaya sizin yatırdığınız para sizin varlığınızken; bu para banka tarafından bir yükümlülük oluyor. Çünkü o miktar artık bankanın size borcu demek. Bankanın dışarıya başka kişilere verdiği borçlar ve krediler de o bankanın varlıkları oluyor. Aktifleri yani. Bunu bir banka bilançosu inceleyerek çok rahat görebilirsiniz aktifler-yükümlülükler kalemlerinin altında. Yani borç banka için bir varlık demektir. Bilançolarını da bu şekilde borç vererek büyütürler. Bu işte en büyük para yaratma mekanizmasıdır aslında. Merkez Bankalarının bastığı 1 birim para karşısında bankalar bu parayı köpürterek 8 – 9 katına kadar çoğaltabiliyor. Ekonomiyi döndüren şey de bu en temelinde. Biraz beyin yakan bir sistem olsa da bunu artık bir çoğumuz aşağı yukarı öğrenmiş durumdayız. En basitinden bugün hepimiz bankaya gitse ve tüm varlıklarını çekmek istese bankada bunun karşılığı olmadığını öğrenmiş durumdayız. Veya tam tersi için herkes tüm borçlarını ödemek istese piyasada öyle bir para olmadığının da farkındayız. Yani tüm sistem bir inanca bağlanıyor aslında. Ekranda gördüğümüz rakamların gerçek olduğuna inanıyoruz. Merkez bankalarının bu sisteme yapabildiği tek müdahale aslında temeline indiğimizde sadece faiz oranlarını ayarlamak. Yani paranın zaman değeriyle ilgili çeşitli araçlar kullanmak. Toplam arzın sınırlarına müdahale edecek net bir enstrümanları yok yani. Varmış gibi yapılıyor. Merkez Bankalarının aslında tüm bu “mış gibi” yapılan enstrümanlarını çıkardığımızda geriye kalan gerçekten maddi olarak yaptığı tek şey; hazinenin çıkardığı tahvilleri yani borç senetlerini almak. Bunu da ikincil piyasa dediğimiz bankalar üzerinden yapıyor. Bunun karşılığını nasıl ödüyor peki? Kendi adına para basarak. Çok ilginç değil mi ya bu? Yani sadece bana mı böyle kafamda bir patlama etkisi yaratıyor bu tüm illüzyon. Ve bu tahvilleri aldığı sürece yeni para bankalara akıyor. Bu tahvilleri ayrıca belli bir faiz oranında alıyor. Yani bu da işte politika faizi dediğimiz şey. Bu rakamı istedikleri seviyede tutabilirler. Çünkü karşılığında aslında bağımsız bir kuruluş gibi görünen yine kendileri olan Merkez Bankaları ödüyor bu parayı. Ödüyor yerine yaratıyor demek daha doğru olur tabi. Bu politika faizini istenilen seviyede manipüle edip enflasyonu kontrol altında tutabileceğini düşünmek tam bir deli saçması yani. Belki şimdi biraz daha iyi anlaşılmıştır. %14 faizimizle birlikte nasıl belki de %50 üstünde enflasyon yaşadığımız. Hiçbir korelasyonu yok çünkü bu iki aracın birbiriyle. Varmış gibi yapılıyor. Tabi tamamen bir inanç sistemi üzerine kurulduğundan dolayı sistem; bu politika faizleri bir noktaya kadar tüm sistemi bir düzen içinde tutmaya yarıyor. Ta ki aralarında bir ayrışma yaşanıp illüzyon gerçek manada hissedilene kadar.

Daha geçtiğimiz günlerde Avrupa Merkez Bankası başkanı Christine Lagarde kendisi Euro’nun kontrolünü elinde tutan kişi. İtalya ve İspanya’da hatta Yunanistan’da da daha şiddetli yaşanan enflasyon krizi için Avrupa Merkez Bankasının bu ülkelerin Hazine Borçlarını yani tahvillerini sınırsız bir oranda alabileceğini söyledi. Evet tam olarak bu kelimeyi kullandı. Sınırsız. Bunu nasıl yapacak; kaynağı sınırsız olan ve yaratma yetkisi kendinde olan Euro’yu ağaçtan toplar gibi basarak. Bu açıklamanın bir linkini de bırakırım. Yani bildiğimiz anlamda bu kâğıt paralar gerçekten de ağaçta yetişiyor gibi davranılıyor aslında. Sadece bunun böyle olmadığını ve birbirinden farklı mekanizmalar ile kontrol altında tutuluyormuş gibi yapılıyor. Şu anki gibi yaşamakta olduğumuz bu tarz krizlerde hemen hemen her merkez bankası aynı şekilde hareket ediyor. Çünkü tek yapabilecekleri şey yeni para basıp hükümetlerin borçlarını tahvillerini satın almak ve bankalara kaynak yaratmak. Bankalar da bunun üzerine aynı bizim yatırdığımız varlıklarda yaptıkları gibi bunu suni bir şekilde köpürtüp piyasaya likidite sağlıyorlar. Eurodollar sistemindeyse yani Amerika dışındaki dolarlar için böyle bir kontrol mekanizması da yok yani Merkez Bankası gibi. Neredeyse sınırsız bir şekilde hiçbir otorite etkisi altında kalmadan bankalar tarafından çoğaltılabiliyor. Bugün sizin de veya benim de bankada tuttuğum dolarlar bunlar. Eurodollar bunlar yani, Amerika dışındaki dolar. Bunun üstünde biraz fazla duruyorum ama tam olarak ne olduğunun iyi anlaşılmasını istiyorum. Bu durum aslında 1971 yılında Nixon yönetiminde Amerika’nın altın standardından tamamen çıkışını çok iyi açıklıyor. Çünkü Amerika dolar karşılığında sakladığı altını güvence olarak gösterirken, bu 1950’lerden sonra büyümeye başlayan eurodollar sistemi sayesinde yabancı ülkeler Amerika’nın altın rezervlerini eritmeye başladı. Kontrol dışı ve Amerika’nın sınırları dışında bankacılık aracılığıyla aynı biraz önce anlattığım şekilde çoğaltılan dolar karşılığı olarak altınlar da dışarıya çıkmaya başladığında en sonunda 1971 yılında altın standardından tamamen çıkıldı. Doların arkasında altın olduğunu ve bir altın standardında olduğumuz yanılgısına düştük çok uzun bir süre. Yaklaşık 50-60 yıl 1971’e gelene kadar paranın yaratılışındaki çapa olarak altın göründü. Ama aslında böyle bir şey yoktu. Çünkü paranın asıl yaratıldığı yer Merkez Bankaları değil, borç üreterek, kredi vererek bilançolarını şişiren bankalar bu görevi yapıyor. Sadece bir süreliğine altın standardında olduğumuzu düşündük. Bu artık Amerika’nın rezervlerine ciddi anlamda zarar vermeye başladığı zaman da bu illüzyondan tamamen çıktık. Eurodollar’ın ilk çıkış noktasını ikinci dünya savaşından sonrasına dayandırabiliriz. 1944’teki Bretten Woods anlaşmasını ilk kaynak olarak görebiliriz. Bu anlaşmada ikinci dünya savaşından galip ayrılan ülkelerin kurduğu yeni uluslararası parasal sistemi ve doların dünyanın rezerv para birimi unvanını tamamen sağlamlaştırmasını okuyabilirsiniz. Bunun üzerine yine daha önce bahsettiğim uluslararası dolar ihtiyacı ve piyasa oluşturmak için ülke dışında bulunan dolarlar ve bu yeni para piyasası eurodollar olarak anılmaya başlanıyor. Ve geldiğimiz nokta ortada. Amerika dışında mesela Avrupa’da bir bankaya gidip dolar kredisi almak istediğimizde, bu bankaya bir teminat gösterirsiniz. Bu teminat banka için varlık oluşturur. Ama burada çok ince bir nokta var, bunun karşılığında yaratılan dolar gerçekte yok. O banka bu doları başka bir bankadan borç alır. Borç aldığı banka da başka bir bankadan bunu alabilir. Küresel bir çifte hesap defteri gibi tüm uluslararası eurodollar ağı birbirine bağlı bir şekilde hareket eder. Bankanın borç verdiği dolar karşılığında bilançosu güçlenir. Bu borç çünkü onun için bir aktiftir ve onun varlığıdır artık. Havadan yaratılan bir şey bu şekilde maddileşir. Tabi bu sadece bir yanılsama. Peki bankanın bu havadan yarattığı borcun karşılığı olan aktifi yani dolarları; krediyi alan tarafından ödenmediğinde ne olur? Bankanın bir bilanço problemi vardır artık. İşte 2008 emlak krizinde yaşanan tam olarak buydu. Mortgage krizi nasıl oldu mesela? Bunu artık çoğunlukla biliyoruz hatta bununla ilgili yapılan çok güzel bir film var. The Big Short filmini izlemeyenler için mutlaka bir bakmalarını öneririm. Finansal piyasaları ve paranın kaynağındaki yozlaşmayı çok iyi anlatıyor. Bankalara bu kadar taraflı bir şekilde yetki ve otorite verdiğinizde doğal olarak onlar da düşünür, bu süper bir şey diye. Mükemmel bir araç var elimizde diye. Bu aslında temelinde hem para basabilen hem de aynı zamanda arabuluculuk yapabilen finans kurumlarını yani bankaları her şeyi yapabileceğine inandırdı. Çünkü uzun süre hiçbir şey ters gitmeyince artık hiçbir şeyin ters gidemeyeceğini düşünmeye başlarsın. Daha da ekstrem şeyler denemeye başlarsın, sonra bunları daha fazla yapmaya başlarsın. Sonra sadece daha fazla risk almaya başlarsın. Çünkü bir şeylerin ters gitme ihtimali bile yoktur. İşte tam da bir finansal balonu yaratan en önemli emareler aslında bunlar. Lale Balonu üzerine yaptığım bölümde bunun detaylarına çok daha derin girmiştik, o bölüme de bir göz atabilirsiniz bir finansal balon nasıl yaratılır anlamak için. İnsanın doğası gereği böyle döngüler sürekli devam ediyor. Aynı bu şekilde tüm bankalar havadan para yaratmaya ve onunla en aptalca şeyleri yapmaya başladılar. Mortgage borçlarından bir fon sepeti yapıp bunları satmak gibi mesela. Bu borçlar üzerinden yeni paralar yaratıldı. Çünkü bu sistem işe yarıyordu ve her zaman aynı şekilde işe yarayacağı düşünüldü. Ta ki tüm piyasa ve bankalar bunları birbirine ve hatta diğer fonlara, hatta emeklilik fonlarına paket halinde satmaya devam edip büyük bir balon yaratana kadar. Sonrasını hepimiz biliyoruz. Bana göre eurodollar sistemi de işte tam olarak böyle bir şey. Tabi bu bankalar şeytani bir şekilde Amerika sınırları dışında bu doları yaratıyor demek doğru değil. Sistemin işlemesi için buna ihtiyaç var. Küresel piyasalarda önemli bir rolü üstleniyor aslında bu bankalar. Ta ki tüm sistem tamamen çöküp; devletler ve merkez bankaları tarafından kurtarılana kadar aynı şekilde devam edecekler. Sistem bu şekilde çalışıyor çünkü. Bitcoin işte tüm bu sistemin tamamen sağlam ayaklardan uzak bir şekilde kurulmasına getirilen büyük bir eleştiri. Tamamen zıttı bir şekilde sağlam temellere oturtulmuş bir protokol. Daha ilk genesis bloğunda Satoshi Nakamoto işte bu yüzden NY Times’ın manşetini koydu: “Chancellor on brink of second bail outs for banks.” yani “Şansölye bankalar için ikinci kurtarma paketinin eşiğinde.”

Bu başlıkta benim tepemin tasını attıran en önemli detay: ikinci kurtarma paketi. İkinci kez. İlk kurtarma paketi yani bankalara sağlanan para kaynağı yeterli olmadığından, ikinci kez tekrar destek olunacak. Ve 2008’den sonra ne oldu biliyor musunuz? Bu mortgage borçlarını bu sefer farklı bir isimle ve yeni bir imajla bir süre sonra tekrar devam ettirmeye başladılar. Sanki hiçbir şey olmamış gibi. Tüm bunlar çok göz önünde ve hemen herkes tarafından yani en azından bu konularla ilgilenenler tarafından hayretle izleniyor. Fakat hemen hepimizin atladığı hepsinden daha tehlikeli ve daha derinden gelen dalga bana göre bu eurodollar piyasası. Çünkü kimsenin kontrolünde değil ve büyük bir oyun alanı açıyor bankalara. Bankalar zorunlu karşılık dediğimiz varlıklarının bir kısmını gerçekten tutmak üzere regüle ediliyormuş gibi görünüyor. Fakat tutmak zorunda olmadıkları ve piyasaya kredi olarak yarattıkları yeni parayla birlikte suni bir genişleme, büyüme yaratıyorlar. Buna fractional reserve sistemi deniyor, yani tüm bankalar kısmi rezervle yönetiliyor. Tam bu noktada Avrupa Parlamentosu’nun bir oturumundan konuşma dinletmek istiyorum. Dinleyeceğimiz kişi İngiliz üye Godfrey Bloom. Kendisi aynı zamanda bir ekonomist. Bakın ne diyor tüm bu bankacılık sistemiyle ilgili:

İngiliz üyenin ECB veya IMF’deki çıkışının videosu.

Godfrey Bloom tüm bankaların aslında batık olduğunu söylüyor. Peki neden batıklar? Çünkü kısmi rezervle çalışıyor hepsi. Elinde olan mevduatın daha fazlasını kredi olarak piyasaya veriyor. Bir de tüm bu problemli yapının üstüne politik kaygılar eklendiğini düşünün diyor. Politikacılar sistemin çalışmayı sürdürebilmesi için Merkez Bankaları aracılığıyla suni bir şekilde para basıyorlar. Ki eğer bunu sıradan bir insan yapmaya kalkışsa yani bir karşılık olmaksızın para basmaya kalksa hapse girer diyor. Ama hükümetler ve Merkez bankaları bunu sürekli yapıyor. Ve yine bu hastalıklı sistemin üstüne merkez bankaları ayrıca faizleri manipüle ediyor diyor. Bunu daha önce tahvil alım programları ve burada yarattıkları para arzı ile politika faizlerini belirlemede kullandıklarını anlatmıştım daha önce. Bloom da aynı şeyi söylüyor. Gerçek enflasyonu bu şekilde manipüle ettiklerini anlatıyor. Ve yine tüm bunların hepsinin üstüne; pastanın üstündeki çilek gibi, devletler vatandaşlara mevduat garantileri veriyor. Yani bir banka battığında bu sefer merkez bankaları ve arkasındaki devlet para basarak; ki basılan bu para halkın cebinden enflasyon ve vergiyle, hatta gizli bir faiz ödemesi gibi çıkartılıp batan bankanın mevduatları kurtarılıyor.

İşte tüm sistem bu şekilde çalışıyor. Çok kısacık 2 dakikada mükemmel bir özetini çıkarmış İngiliz milletvekili. Şimdi bunun üstüne, bu para birimlerinin bu şekilde manipüle edilmesinin üstüne, konumuz olan eurodollar’ı tekrar düşünelim. Amerika sınırları dışındaki veya direkt Amerikan Bankacılık sisteminin dışındaki dolarlardan bahsediyorum. Hiçbir kontrol mekanizması yok. Covid öncesinde 60 trilyon dolara yakın bir marketten söz ediyoruz. Şu anda bu piyasanın büyüklüğünün ne olduğuyla ilgili sadece bir tahminde bulunabiliriz. Böyle bir veri akışı yok çünkü. Çünkü kimse bilmiyor ne kadar eurodollar var dolaşımda. Kimsenin kontrolünde değil bankalar haricinde. Kısmi rezervle çalışan bu bankalar bu dolar mevduatlarını suni bir şekilde havadan yaratarak istedikleri gibi çoğaltabiliyorlar. Merkez Bankalarının kontrolündeki bu hastalıklı sistemin üstüne, eurodollar’ı düşününce olayın korkunçluğu aslında daha net anlaşılıyor.

Tam bu noktada Amerika neden böyle kendi kontrolü dışındaki bir dolar sistemine izin versin ki gibi bir soru sorabilirsiniz? Cevabı aslında çok basit. Dünyanın rezerv para birimi olması için bunu sağlaması gerekiyor. Bu kontrol dışındaki eurodollar’lar en çok Amerika’nın işine yarıyor aslında. Amerika bugün dünya popülasyonun %5 civarını oluştururken tüm dünya kaynaklarının %25’ini tüketiyor. Bunu dolarla yapıyor. Nasıl yapıyor peki? Manipüle ettiğini politika faizleriyle doların gücünü belirleme yetkisi kendi elinde. Kaynağı kendi yaratabiliyor çünkü. Dünyanın her yerinde geçer akçe ve likit bir araç dolar. Çin’den; Tayvan’dan; Afrika’dan; Orta Doğu’dan tüketim mallarını alırken kendi bastığı dolarla bunu karşılayabiliyor. Ve bunu yapabilmesinin, bu gücü elinde tutabilmesinin tek yolu ulusal rezerv para birimi olarak doların varlığını sürdürebilmesi. Doların varlığını sürdürebilmesi için de tüm dünyada likit ve yaygın olması gerekli. Yani eurodollar sistemi mutlak bir gereklilik bu gücü devam ettirebilmeleri için. Yani aslında dünyanın rezerv para birimi olma yetisini kendi merkez bankalarından değil; ülke dışındaki bankacılığın ve eurodollar sisteminin getirdiği bir dominasyonla sağlıyorlar.

Konuyu biraz derinlemesine anlayıp tüm bu eurodollar piyasasının ve genel olarak para teorisinin çelişkili ve manipülatif yanlarını gösterdiğimi düşünüyorum. Şimdi biraz bu günümüzdeki para teorisinin son şeklini aldığı en önemli noktaya bir geri dönelim istiyorum.

Bretten Woods Sistemi. Bir kısmımız belki incelemiştir veya araştırmıştır bu protokolü. 2. Dünya savaşının sonlanmak üzere olduğu bir dönemde artık galip ayrılacağı kesinleşen müttefikler Amerika’da Bretten Woods bölgesinde yeni dünya düzenini oluşturmak için toplandılar. Savaşın mağluplarını hepimiz biliyoruz. Almanya, İtalya, Japonya. Galip taraftaki müttefikler de tabi ki İngiltere, Amerika hatta Sovyetler de bu gruba dahil. Tabi sonrasında soğuk savaşla birlikte karşı bir kutup oluşturdular. Neyse tarih değil konumuz. Bretten Woods sisteminin amacı aslında bir daha böyle bir savaşın olmasını engellemek üzereydi. Yani 3. bir dünya savaşının herkesi mahvedebileceğini zaten hepimiz düşünebiliriz. Tabi bunu engellemenin en önemli yolu da daha adil bir dünya düzeninden, küresel bir iş birliğinden geçiyor. Daha önce makroekonomik teoriler bölümünde bu sisteme biraz girmiştik. IMF ve Dünya Bankasının bu toplantı sonucu doğduğundan bahsetmiştik. IMF bundan sonra finansal anlamda sıkıntı yaşayan ülkelere destekte bulunacak, Dünya Bankası da varlıklarıyla birlikte bu ülkelerde yatırım yapılmasını teşvik edecek. Bu şekilde bir sınıfsal problem olan işsizliğin önü kesilmeye çalışılacak. Toplumlar eğitime ve çalışmaya yönlendirilecek. Bir daha büyük bir kaos ortamı oluşmasına engel olunması amaçlanıyor yani. Tüm bunları sağlayabilmek için para çok önemli bir konu. Bunun için de tüm dünyanın kabul edeceği küresel bir para birimi gerekli. Bu da tabi ki dolar. Tabi aslında kontrolü sadece bir devlet elinde olduğundan doların da altına çapalı bir şekilde arkasında güvence olarak altın rezervi tutulacak. Diğer tüm para birimleri de dolara çapalı olacak. Böylece tüm sistem birbirine bağlı bir şekilde büyük bir finansal kriz ve sosyal kriz yaşanmadan kontrol altında tutulabilecek. Keynesyen ekonominin doğuş noktası da işte burası. Tabi bu sistemin çok büyük defoları var aslında. Bu konuya ileride geleceğiz özellikle Belçikalı iktisatçı Robert Triffin’in bu çelişkileri tartıştığı günümüzde Triffin paradoksu diye bilinen bir argümanı var. Çok geçmeden haklı olduğu da ortaya çıktı. O noktaya geçmeden önce altın standardında doların ulusal rezerv para birimi olduğu dönemi biraz daha açalım. Bretten Woods sisteminde Amerika tüm dünyaya dolar ihraç etmek zorunda. Çünkü rezerv birimin daha önce de bahsettiğimiz gibi dünyanın her yerinde geçer akçe olması gerek. Likiditesi yüksek seviyelerde olmalı. İşte bu noktada eurodollar diye adlandırdığımız Amerika dışındaki dolarlar giriş yapıyor sisteme. Tabi dolar yine de altın standardında işlem görüyor. 35 dolar karşılığında 1 ons altın gibi bir sabit değerleme sistemi var. Bunun sabitliğin ve güvencenin bir nedeni de aslında ülkelerin savaşa girerken bunu para basarak yapması. Özellikle Almanya’nın İtalya’nın bu konuda sicili çok kabarık. Savaşı finanse edebilmek için para basıyorlar. Havadan ve hiçbir dayandığı değer olmadan bu işlemi yaptıkça para birimlerinin değeri düşüyor, para birimlerinin değeri düştükçe daha çok para basıyorlar. Ve savaşları bu şekilde finanse ediyorlar. Bu da enflasyona ve toplumun büyük bir sefalete ve fakirliğe itilmesine sebep oluyor. İşte yine tüm bunları tekrar yaşamamak için ve bunun önünde bir engel olabilmesi için ulusal bir rezerv para birimi şart ve bu paranın da bir dayandığı güvence, bir değer olmalı arkasında. Altın standardı bunu sağlıyor işte. Her 35 dolar için Amerika kasasında 1 ons altın bulunduracağını söylüyor ve istendiği takdirde doları getiren kişiye altını geri vereceğini belirtiyor. Bir güvencesi ve çapası var yani doların. Bu da onu en güçlü para birimi yapıyor ve diğer para birimlerinin üzerinde olduğundan, Amerika ve müttefiklerinin kazandığı savaş sonrası küresel güç olarak kalmasını sağlayacak en önemli enstrüman yapıyor aslında.

Tabi burada bir paradoks var. Buna ilk dikkat çeken iktisatçılardan biri Robert Triffin. Buradaki paradoks; dolar rezerv para birimi olduğundan Amerika dışında da çok büyük bir likidite sağlanması lazım ve büyük bir talep var. Yani Amerika’nın dışarıya dolar ihraç etmesi lazım ve sürekli cari açık vermesi lazım. Küresel piyasalar geliştikçe ve büyüdükçe de bu cari açığını büyütmesi lazım. Bu cari açığı hatta belli bir seviyede tutabilmek için yani dış dünyayı beslediği dolar yüzünden oluşan bu ödemeler dengesizliğini kapatması için doları tekrar geri çağırması lazım ve para basması lazım sürekli. Bunu zaman zaman FED yani merkez bankasının manipüle ettiği politika faizleriyle yaptığı görebiliyoruz günümüzde bile. Dağıttığı doları geri çağırıp kendi dengesiz cari durumunu toparladıkça, piyasada bu sefer likidite krizleri olacaktır tabi. Likit ve ulaşılabilir olmayan bir varlığın da dünyanın rezerv para birimi olması bir noktadan sonra pek mümkün değil. Tam tersi durumda da bir serbestlik yaratıldığında yani bu sefer cari açığı artacak, yani para basmak zorunda kalacak ve 1 ons altın karşılığı 35$ sözünü tutup tutamayacağı sorgulanmaya başlanacak. Güven azalacak. İnsanlar yeterince güvensiz hissettiğinde Amerika’nın bu sözünü tutup tutamayacağını test etmek için ellerindeki dolar karşılığı olan altını istemeye başlayacak. İşte bu iki tarafı da sıkıntılı olan Bretten Woods eleştirisine Triffin Paradoksu deniyor. 1944’te kurulan bu Bretten Woods sisteminin 15-20 yıl içinde büyük bir açmaza gireceğini söyledi Robert Triffin. Aslında tahmin ettiği gibi de oldu, çünkü insanlar bu likiditeyi test etmek için Amerika’dan altınlarını almaya başladı. Ve sonunda 1971’e gelindiğinde Amerika, doları altın standardından çıkardığını açıkladı. Çünkü kontrolsüz bir şekilde basmak zorunda olduğu dolar karşısında elinde sadece sınırlı sayıda altın vardı ve doların likiditesini, uluslararası dominasyonunu arttırdıkça elindeki altınları kaybetmeye başlıyordu. Tabi bu 1971’de altın standardından çıkış Bretten Woods sisteminin sonu gibi görünebilir ama tam olarak öyle değil. Aslında sadece doların bağlı olduğu çapa atılmış oldu ve sistem tamamen bir illüzyon eserine dönüşerek devam ediyor günümüzde bile. İşte eurodollar sisteminin ve para teorisinin temellerini tüm bu karmaşık yapı ve düşünceler oluşturuyor.

Tüm bu karmaşık sistemin ve kendi içinde paradoks yaratan para teorisinin itiraflarını eski FED başkanları Alan Greenspan, Ben Bernanke ve hatta yeni Başkan Jerome Powell’dan aslında sürekli duyuyoruz. Daha geçtiğimiz günlerde Powell enflasyon konusunda tüm bildiklerinin yanlış olduğunu ve bilgilerinin ne kadar az olduğunu fark ettiklerini söyledi. 2000’li yıllarda internet balonundan önce FED başkanlığı yapan Alan Greenspan; o ünlü irrasyonel taşkınlık, irrasyonel coşku başlığı atılan konuşmasını yaptı. Söylediği şey aslında; parayı ölçecek veya paranın değerinin ne olduğunu belirleyecek bir araç yok elimizde. Bu yüzden de finansal piyasaların rasyonel davranıp davranmadığını anlamamızın bir yolu yok dedi. Tam olarak bunu söyledi, yani paranın ne olduğuyla ilgili bir fikri yok, bu kişi FED başkanı olsa bile. Yani bu açıklanan enflasyon hedefleri falan hepsi birer illüzyon, kontrollerinde olmayan bir şeyi kontrol ediyor gibi “miş gibi” yapıyorlar.  Sadece suni bir şekilde oluşturdukları politika faizleriyle, ekonomik sonuçların bir korelasyon içinde hareket etmesini umuyorlar. Yine 2008 konut krizinde FED başkanlığı yapan Ben Bernanke, 2014’de görevden ayrıldıktan çok kısa bir süre sonra şöyle dedi: “FED’de görev yaptığım sürelerde; para politikasının %98’inin konuşma ve sadece %2’sinin eylem olduğunu gözlemledim.” Yani kısaca diyor ki bütün sistem bir inanç sistemi aslında.

Tüm bunlar benim değil, FED Başkanlarının sözleri. Aslında tüm bu Euro bölgesinin doğuşu, Doların rezerv para olması, tüm bunların hepsi evrensel bir birim yaratma fikrinin sonucu. Fakat bu evrensel birimin en problemli noktası olarak bunun bir devlete, hükümete veya bir politika yapıcısına bağlı olması geliyor. Sınırsız bir kaynaktan yaratılan tüm bu sisteme tam bu noktada işte bir eleştiri olarak ve karşıt görüş olarak bitcoin devreye giriyor 2008’de. Paranın ne olduğuyla ilgili bu büyük illüzyon perdesini kaldırınca, arkasında aslında bireysel özgürlüğümüze vurulmuş bir pranga olduğunu görebiliyoruz. Çünkü hepimiz bu sistemin birer parçalarıyız ve hiçbir çıkış yolu yok-tu, ta ki bitcoin gelene kadar. Bitcoin benim için bir yatırım aracından çok sistemden bir kaçış stratejisi yani.

Toparlamadan önce Frank Zappa’nın bu yanılsamalarla ilgili o ünlü sözünü tekrar hatırlayalım: “Özgürlük yanılsaması, yanılsamayı sürdürmek kârlı olduğu sürece devam edecek. İllüzyonun sürdürülemeyecek kadar pahalı hale geldiği noktada, sadece dekorları indirecekler, perdeleri geri çekecekler, masaları ve sandalyeleri kaldıracaklar ve tüm bu tiyatronun arkasında yükselen tuğla duvarları görebileceksiniz.” diyor.

Hepimiz bu tuğla duvarlar arasında sıkışmış ve oynanan finansal oyunların coşkusu ve şehvetine kapılmış durumdayız. Tüm bu dekor ve inanç sistemine dayalı para teorisini kavrayıp ona uygun harekete geçebilmek hayati önem taşıyor bana göre..

Önceki Bölüm

Finansal Özgürlük Yolunda İlk 100K Eşiği

Sonraki Bölüm

Yeni Başlayanlar İçin Yatırım

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint