Bu hafta biraz yatırım seçimlerimiz ve arkasındaki düşünce biçimleri üzerinde konuşmak istedim. Yatırım kararları nasıl alınmalı ya da fırsatlar nasıl yakalanır, bir yatırım çeşidi değerlendirmesi nasıl başlamalı biraz bunlar üstüne durmak istiyorum bu bölümde. Arada sırada fonlarla ilgili çok soru alıyorum. Tahmin ettiğimden daha fazla diyebilirim hatta. Fon değerlendirmeleri ya da öneri mahiyetinde ulaşanlar oluyor zaman zaman. Tabi ki bir öneri yapmak konusunda yetkili biri olmadığımı en başında söylemeliyim. Genel olarak yapmaya çalıştığım şey hepimizin bildiği bir yöntem aslında. Balık yemeyi değil, balık tutmayı göstermeye çalışıyorum ve bunu da kararlarımızı bi’ başımıza almamız gerektiğini söyleyerek bazen anlatıyorum zaten. Belki de sanırım fonlara karşı bu yüzden çok sıcak yaklaşmıyorum ama bugün hem bir fon değerlendirmesi gibi bir şeyler yapmış olacağız, ama asıl önemli olan, kaliteli fon yöneticileri nasıl düşünür, nasıl kararlar alır, fırsatları nasıl yakalar… bunun gibi daha önemli konulara yoğunlaşacağız.
Fonlarla genel olarak çok yakından ilgilenmiyorum çünkü bireysel yatırımcının fon yöneticilerine karşı aslında çok ciddi bir avantaj taşıdığını düşünüyorum. Peter Lynch bu konuyu çok güzel açıklıyor özellikle. Bireysel olarak bir fonun yapamayacağı şekilde sabırlı davranma konusunda çok büyük bir avantajımız var. Çok daha dar bir portföy sepetiyle çalışıp bu şirketleri çok daha derinlemesine tanıma fırsatımız var. Bir denetleyici kurumun koyacağı kurallar içinde hareket etmek yerine çok daha serbestliğimiz bulunuyor ayrıca. Peter Lynch bununla ilgili şöyle diyor: “Bireysel yatırımcının avantajı, Wall Street uzmanlarından elde ettiği bir şey değildir. Bu zaten sahip olduğu bir şeydir. Anladığınız şirketlere veya sektörlere yatırım yaparak avantajınızı kullanırsanız, uzmanlardan daha iyi performans gösterebilirsiniz.” Borsada Tek Başına kitabında bu konu üzerinde oldukça fazla duruyor ve bireysel yatırımcının da gayet iyi sonuçlar elde edebileceğini örneklerle gösteriyor. Hatta daha iddialı bir sözü var: “Hisse senetlerine yatırım yapmak bir bilim değil, bir sanattır ve her şeyi katı bir şekilde ölçmek için eğitilmiş insanların büyük bir dezavantajı vardır” diyor.
Yine de tabi ki fon yatırımları işin biraz daha bireysel yatırımcı için kolaya kaçmasına yardımcı olabilir. En azından kendi adına hiçbir araştırma yapmadan ve piyasanın oldukça zararlı olabilecek psikolojik etkilerinden çok daha az etkilenmek için fon yatırımları tercih edilebilir. Bana kalırsa fonlar zaten bu amaçlarla bulunuyor ve bunun için de belirledikleri bir komisyonla parayı yönetiyorlar. Yani sadece daha fazla bilgi sahibi oldukları için komisyon ödendiğini düşünmüyorum. Ayrıca sadece pasif endeks fonlarına yatırım yapmak da birçok aktif yönetilen fondan çoğu zaman çok daha iyi sonuçlar verebiliyor bunu da belirtmek lazım.
Fonun kalitesi ve başarısı birbirinden çok farklı şeyler. Çok iyi yöneticileri olan ve çok iyi fikirleri olan bir fon 6 ay, 1 yıl hatta 3 yıl çok başarılı görünmeyebilir, çünkü bunu ölçebiliyoruz çok rahatlıkla. Fakat bu kaliteli olmadığı anlamına da gelmez. Yalnızca henüz bazı fikirlerinin piyasa tarafından fiyatlanmadığını gösterebilir sadece. Kaliteyi ölçmek oldukça zor olduğundan ve bu konuda kafa patlatmak yerine şirketlere kendim odaklanmayı tercih ediyorum o yüzden. Tabi bu kaliteyi anlayabilmek için yayınladıkları araştırma raporlarına bakarız, fikirlerini inceleriz fakat maalesef bu konuda ben Türkiye’de tam olarak benim aradığım tarzda bir fon ne yazık ki göremedim. Bunu ilerde açacağız zaten daha derin bir şekilde, fakat bir üst bakış olarak algılanmasını istemem. Sadece bankaların ilgili departmanlarının ya da aracı kurumların veya fonun kendisinin yayınladığı raporlara zaman zaman bakıyorum ve genellikle birbirine çok benzer ve neredeyse aynı kalemden çıkmış yazılar görüyorum. Bu konuda yaratıcılık anlamında bence büyük bir eksiklik var. Tabi ayrıca benim bu raporlarla da çok fazla ilgilenmediğimi de söylemem lazım mutlaka gözümden kaçan ve incelemediğim oldukça kaliteli raporlar bulunuyordur. Bu alanda genellikle Türkiye’de Marmara Capital’i ve Haydar Acun beyi takip etmeye çalışıyorum. Belki benim kendi eksikliğimden kaynaklı olabilir, Haydar Bey gibi fon yöneticilerine ya ben ulaşamıyorum ya da bireysel yatırımcıya açık erişilebilecek bir şekilde göz önünde yer almıyorlar. Ayrıca yine Haydar Beyin hazırladığı zamansız bir tavsiye videosu var açıklamalar kısmına bir linkini bırakırım mutlaka bakmanızı isterim.
Girişi de çok fazla uzatmadan bugün asıl konuşmak istediğim kişiye ve yönettiği fona geçelim artık. Cathie Wood ve onun yönettiği ARK Investing fonunu konuşalım bugün biraz. Bu yıl piyasalarda fena dayak yediler ve fonları sanırım %50 üzerinde değer kaybetti. Hatta geçtiğimiz günlerde Cathie Wood FED yöneticilerine ve başkanına açık bir mektup yazdı piyasaları bu şekilde bir krize sürükledikleri için. Bugünlerde popülaritesini de eskisine oranlar biraz kaybetti diyebiliriz ama yine de bu fonun ya da Cathie Wood’un fikirlerini ve yatırımlarını göz ardı etmek büyük bir yanlış olur. En azından uzun vadede. Özellikle her yıl yayınladıkları Büyük Fikirler raporu üzerinde durmak istiyorum ve kaliteli bir fonun nasıl çalıştığını ve ne gibi raporlar sunabileceğini göstermek istiyorum biraz. 2022 için yayınladıkları rapor üzerinde duracağız bugün. Her yıl yenisini yaptıkları ya da eski fikirlerinin üzerinden geçtikleri ve yeniden değerlendirdikleri bir rapor bu. Ve oldukça uzun vadeli fikirlerini çok açık bir şekilde paylaşıyorlar, benim daha önce görmediğim bir açıklıkta diyebilirim. Hem bakış açısını genişletecek bir yaklaşımları var hem de sektör ve yenilikler hakkında bilgi verici bir yanları var. Çok değerli buluyorum her yıl yayınladıkları bu raporları ve 132 sayfalık 2022 ve sonrası için hazırladıkları bu kaynağı notlar kısmına da eklerim bir bakmakta fayda var bence. Cathie Wood sanırım 2010 civarlarına kadar kurumsal bir fon yöneticisi olarak çalıştıktan sonra yeterince özgür hareket edemediğinden ve fikirlerinin istediği kadar değerlendirilmemesinden dolayı kurumsal hayatı bırakmak durumunda kalıyor. 2014 yılında da kendi fonunu kuruyor. Sanırım ben de 2015-2016 gibi kendisine rastladım, özellikle Tesla hakkındaki konuşmalarıyla o dönem baya bir dikkat çekti ve ilgi kazandı. Ben de ilk defa Tesla üzerine paylaşımlarına denk gelmiştim ve 2017’den beri de bu her yıl yayınladıkları bu Büyük Fikirler raporlarını zevkle okuyorum. Ekibiyle birlikte yürüttükleri fonun tarzını ve stratejilerini şöyle açıklıyorlar:
“Yatırım ne zaman gelecekle ilgili olmadı?
Değişim yavaş yavaş gerçekleşiyor gibi görünüyor ve sonra her şey bir anda oluyor. Zamanla inovasyon, endüstrilerindeki durağan ve değişmeyenleri yerinden etmeli, verimliliği artırmalı ve çoğunluk pazar payını kazanmalıdır. Yatırımcıların yıkıcı inovasyonları doğru anlayarak ve uzun vadeli bir zaman ufku ile portföylerinde stratejik bir pay vererek, üssel büyüme fırsatları yakalayacaklarına inanıyoruz. Bu nedenle ARK, teknolojilerin birleşerek tüm endüstrileri dönüştürdükçe ölçeklenebilecekleri fırsatlara odaklanıyor. Yatırımcıları çığır açan teknolojilerin etkisi konusunda aydınlatmak için Büyük Fikirler’i 2017’de yayınlamaya başladık. Bu yıllık araştırma raporu, önümüzdeki yıl için en kışkırtıcı araştırma sonuçlarımızı vurgulamayı amaçlıyor. 2022 için Büyük Fikirlerimizi beğeneceğinizi umuyoruz.”
Bugün birçok fonun bilgi sayfasına girdiğimizde, ya da izahnamelerini okuduğumuzda bu kadar açıklayıcı bir strateji ve tarz anlatımıyla karşılaşmıyoruz maalesef. Ark Yatırım, yıkıcı inovasyon olarak tanımlıyor bu yatırım tarzlarını. Sektörleri ve dokundukları alanları, rakiplerini, rahatsız edici derecede yenilikçi ve ileri görüşlü firmalara odaklanıyorlar. Çok etkileyici bir tarz seçimi bana göre. Bu bölümde bu fonun gelecek için sektörleri yerinden oynatacak ve bazılarını yok edip yenilerini kuracak bu büyük fikirleri üzerinde düşüneceğiz biraz. Araştırma raporlarının tamamını incelemek için dediğim gibi notlar kısmından ulaşabilirsiniz. Belki başlangıçta bu yıl için geç yapılmış bir inceleme bölümü gibi görünebilir fakat konunun derinliklerine indikçe böyle olmadığını göreceğinizi umuyorum. Ayrıca Cathie Wood ve araştırma grubunun yine bu rapor üzerine yaptığı neredeyse 6 saatlik derin bir analizleri var YouTube’da onun da linkini notlar kısmına bırakırım. Tabi önümüzdeki yıl bir aksilik olmazsa yeni raporları yayınlanır yayınlanmaz ilk fırsatta sanırım o raporla ilgili de bir bölüm yaparız.
İçinde yaşadığımız zamanı çok güzel özetliyorlar. Şöyle ki, gelecekte bir zaman tarihçiler bu döneme dönüp baktıklarında; benzeri görülmemiş bir teknoloji devrimlerinden biri olduğunu düşünecekler diyorlar. Her şeyin değiştiği ya da değişmek üzere olduğu zamanlardayız. Bu fon odaklandıkları alanları 5 başlıkta ve 14 alt başlıkta topluyor: yapay zekâ, robotik, enerji depolama, DNA sekanslama ve blokzincir teknolojileri. Ve tabi ki bunlara ait alt başlıklar var. Tüm bu alanlar üzerine düşününce gerçekten de her biri için çığır açıcı zamanlardan geçiyoruz. İnsanlık tarihimizde daha öncesinde hiç olmadığımız kadar yenilikçi ve yaratıcıyız bile diyebiliriz sanırım. Ve bu alanlarda çalışan şirketlere ya da diğer bir deyişle rahatsız edici derecede yıkıcı inovasyonlar yaratan şirketlere odaklanmak, bu sektörleri analiz etmek gerçekten de bunu yapan bir fonun bulunması sadece fonun değerinden çok daha önemli bir şey. Başlangıçta bahsettiğim kaliteden söz ederken tam olarak bunu kast ediyordum. Belki bu alanlarda çalışan firmalar çok hızlı bir şekilde piyasada yüksek değerlemelere ulaşmayabilirler fakat yatırım bence de gelecekle ilgili ve geleceğe optimist bakışla alakalı. Ayrıca bu gelişimlerin yavaş gerçekleştiğini düşünürken sonrasında bir anda önümüze iPhone gibi bir yenilik çıkabiliyor. Diğer tüm telefon firmaları hala tuş takımı kullanırken onların en azından 10 yıl önünde, rahatsız edici derecede bir yenilik aniden gerçekleşebiliyor. Tabi arka planına baktığımızda aslında bunun aniden gerçekleşmediğini görebiliriz yine de.
ARK yatırım sermaye piyasalarındaki yenilikçi olmayanların piyasa büyüklüğünün 2030’a kadar yıllık ortalama %3 civarında büyüyeceğini öngörüyor. Bu odaklandıkları alanlarınsa aynı süre içinde yıllık ortalama %30-%40 civarında gelişeceğini söylüyor.
Bunlardan en temkinli tahminlerde bulundukları alan yapay zekâ üzerine. Yıllık ortalama %26 büyüme bekliyorlar. Fakat buna bir de şu açıdan bakalım: 2020’de 10,5 trilyon dolar büyüklüğündeki yapay zekâ piyasasının 2030’da 108 trilyon dolara çıkabileceğini gösteriyor bu büyüme rakamı. Tam olarak 10 katlık bir büyüme. Kimisi için bu rakam bu vadede yeterince büyük görünmeyebilir fakat buradaki problemin rakamdan değil, bizim vade problemimizden kaynaklandığını söylemek gerek. Borsada ya da çeşitli yatırım araçlarında her zaman kaçan fırsatlardan yakınırız ve geriye dönüp baktığımızda böyle 10 yıllık vadelerde oluşan pişmanlıklarımızdan dolayı kendimizi suçlarız. Sorun kazançtan değil sıkıcı bir şekilde beklenmesi gereken vadeden kaynaklanıyor yani.
Yapay zekanın altında değerlendirdikleri bazı başlıklar var ayrıca. Cihazların daha mobilleşmesi ve nesnelerin internetinin gelişimi, bulut çözümleri gibi alt başlıkları var. Bugün bulut bilgisayarlar üzerinden işlemci gücü desteği alınabiliyor. Yine bulut cihazlarla oyun oynanabiliyor. Bu hem oyun endüstrisi için hem bulut işlemci sektörü için çok büyük bir gelişme. Sanırım Nvidia ve Google kendi bulut oyun platformlarını yakın bir zamanda duyurmuştu ve üyelik sistemiyle istenilen oyunun oynanabildiği bir satış hizmeti sunuyorlar. Artık sadece ortalama bir laptop üzerinden ve yeterince iyi bir internet hızıyla en yüksek çözünürlüklerde istenilen oyun oynanabiliyor. Yine bulut işlemci güçlerinden faydalanıp oldukça gerçekçi ve akışkan bir metaverse deneyimi yaratılabilir. Sanırım Black Mirror’ın bir bölümünde tam olarak bu konu işleniyordu. Ve bu yakın gelecek bana göre sandığımızdan daha yakında ve çok hızlı bir şekilde şu anda geliştirilmeye devam ediliyor.
Yapay zekâ konusunda yine OpenAI firmasının son zamanlarda kullanıma açtığı GPT-3 modelini denemenizi şiddetle öneririm. Hatta test aşamalarında çalışanlardan biri GPT-3 ile yaptıkları konuşmalar ve tartışmalar üzerine karşısındakinin gerçekten duyguları olan bir varlık olduğunu iddia etmişti. Haberlerde belki bunla karşılaşmış olabilirsiniz. Hatta programı kullanan bir üniversite öğrencisi, modele biraz veri verip eğittikten sonra bir blog sayfası başlattı ve yapay zekaya verdiği başlıklar üzerine hazırladığı detaylı ve etkileyici yazıları yayınlamaya başladı. Blog sayfası binlerce takipçi kazandı ve postların altında yorumlar tartışmalar döndü. Sadece manşeti atıyorsunuz ve yapay zekâ içeriği oluşturuyor. Bu öğrencinin hazırladığı başlıklardan bazıları: “Verimsiz mi hissediyorsun, belki de fazla düşünmeyi bırakmalısın” ya da şöyle bir şey: “Cesaret ve yaratıcılık zekaya üstün gelir” gibi ana başlıklar verdi GPT-3 modeline. Bazen başlıkları işe yaramamış ya da içerikte düzeltmesi gereken hatalı noktalar olmuş fakat bu yeni öğrenme modeliyle birlikte yapay zekanın gideceği yeri tahmin etmek çok güç değil. Bu firma 2019 yılında 1 milyar dolar yatırım aldı ve kâr amacı gütmeyen, tüm kullanıcılara açık bir şekilde yapay zekâ deneyimi göstermeye çalışıyorlar. Yatırımcıları arasında Microsoft da var. Şimdi, düşünmemiz gereken şey, böyle firmalara gerçekten de yatırımcı olmak istemez misiniz? Gerçekten çok farklı yerlere gidebileceğini fark ettiğimiz halde çoğu zaman bu yatırımları göz ardı etmeyi tercih edebiliyoruz ve bu çok büyük bir hata. Tabi şunu da belirtmek gerek, bu tarz yeni rahatsız edici teknolojiler üzerinde çalışan firmalar artık bir startup olarak doğuyor ve birkaç kez yatırımcı turuna çıktıktan sonra belki ya da çok uzun bir zaman sonra halka açılıyorlar. Fakat şunu da unutmamak gerek, Peter Lynch bu konuda Microsoft örneğini vermeyi çok sever, sürekli dile getirir. Microsoft halka açılana kadar yaptığı yatırımcı turlarından daha fazla değerlemeye halka açıldıktan sonra ulaştı. Sadece halka açıldığı ilk 4-5 senesinde sanırım 10 kat gitmiş yanlış hatırlamıyorsam. Yani eğer gerçekten oldukça yenilikçi bir şeyle karşılaştıysak, bunları kaçırılmış fırsat olarak değerlendirmek daha uzun vadede oldukça yanıltıcı olabilir.
Geçtiğimiz günlerde twitter’da güvenlik marjıyla ilgili bir şey yazmıştım. Fiyat ve değer arasında oluşan bir anomali olarak değerlendirebiliriz bunu Benjamin Graham’in tarif ettiği gibi. Ya da yeterince uzun vadede, örneğin 2030’a kadar 10 kat, 20 kat büyüyeceğini tahmin ettiğimiz sektörler üzerinde düşünerek, kısa vadeli sabırsızlık karşısında uzun vadede sabırlı olmanın arasındaki marjı da bir güvenlik olarak kullanabiliriz. Warren Buffett’ın dediği gibi, hesap olarak %100 doğruyu bulamayabilirsin fakat doğru yoldan gidiyorsan ufak bir hata yapmak ve %100 doğru olmaya çalışmamak yeterli olabilir. Çünkü yeterince iyi olan düşünce de bir güvenlik marjı yaratır zaten.
ARK Yatırım fonunun yine yakından takip ettiği diğer bir alan pil ve depolama teknolojileri üzerine. Ben de özellikle pil teknolojisi konusunda hiç anlamadığım bir şekilde nedense biraz ilgiliyim. Günümüzde kullanılan lityum-iyon pillerin neredeyse 100 yıldır çok ciddi bir şekilde gelişim göstermediğinden de sanırım daha önce bir bölümde bahsetmiştim. Yine de ufak gibi görünen ama birbiri üstüne eklenen gelişimlerle birlikte daha küçük alanlarda daha fazla depolama yapabiliyoruz artık. Cep telefonları bu teknolojiyi iten belki de en önemli ihtiyaçlarımızdan biri oldu. Yine de bir noktada bu kapasite ve alan kullanımı konusunda tıkanma yaşıyoruz gibi. Tabi ARK fonunun burada özel olarak ilgilendiği alan elektrikli araçlar. Bu konuda analiz yaparken Wright Kanunu olarak bilinen üretim maliyeti eğrisini kullanıyorlar. Bu kanuna göre üretim her ikiye katlanışında, pil maliyetleri ortalama %30’a yakın düşüyor elektrikli araçlar için.
Bu analizle birlikte, fonun bu alandaki piyasa tahmini çok çarpıcı, 2021’den 2026’ya kadar elektrikli araç satışının 8’e katlanacağını düşünüyorlar. Diğer bir deyişle yıllık olarak ortalama %50 üzerinde satış büyümesi öngörüyorlar. Tabi tam bu noktada gördükleri ve izledikleri bir risk, geleneksel otomobil firmalarının bu geçiş dönemini yeterince hızlı yapıp yapamayacakları. Sadece Tesla bu şekilde bir satış patlaması yapmak için global anlamda yeterli olmayabilir. Fakat özellikle son birkaç yıldır birçok firmanın artık bu elektrikli araç piyasasına daha agresif bir şekilde girişini izlemeye başladık. Ford grubu da hatta bunlardan biri. Ford Türkiye de bu konuda oldukça iddialı ve bu konuda ciddi yatırımları var son dönemde. Pastadan kimin ne kadar pay alacağını net olarak söylemek zor olsa da sanırım bu 5 yılda yıllık %50 üzerinde satış büyümesi çok gerçek dışı bir tahmin değil. Buradaki önemli nokta, bu konuda bayrak firmaların hangisi olacağını tespit edebilmek ve önceden pozisyon alabilmek. Cathie Wood tabi ki çok uzun bir süredir Tesla yatırımcısı ve o ilk bu konularda konuşmaya başladığı sanırım 2015-2016 yıllarında da benzer hatta daha agresif büyüme rakamları söylüyordu ve ilk başta biraz ciddiye de alınmıyordu. Tesla hisse fiyatıyla ilgili çok uçuk rakamlar söylüyordu ve bu fiyat tahminlerinin yıllar içinde gerçekleşenin bile altında kaldığına şahit olduk. Sonrasında Cathie Wood ve ARK Yatırım biraz daha ciddiye alınmaya başladı öngörüleri konusunda ve bunun büyük bir kısmını sanırım Tesla’ya borçlular.
Sadece elektrikli araç konusu da yok üstelik, yaptıkları araştırma raporunda otonom araçlardan da bahsediyorlar ve bu geleceğin çok da uzak bir gelecek olmadığını söylüyorlar. Aslında bu fonun yaptığı işi biraz, eski gazete küpürlerinde gördüğümüz 100 yıl sonra dünya nasıl olacak tahminlerine benzetebiliriz. Tabi söylemekte fayda var, 100 yıl önce telefonun bugünlerdeki halini tahmin ettiklerinde sadece daha büyük ve daha uzun kablolu ve yine ahizeli bir versiyonunu hayal etmişlerdi. Yine bugünlerde uçan arabaların artık var olacağını tahmin ediyorlardı fakat hala yok. Ark Yatırım fonu bu konuda da oldukça cesur tahminlerde bulunuyor ve 2030’lardan itibaren gerçekten uçan araçlar olabileceğini söylüyorlar. Tabi otonom teknolojisinin gelişimiyle birlikte. Ve o dönemlerde bu otonom uçan taksilerin günümüzdeki normal taksi fiyatlandırmasına yakın bir tarifeyle müşteri alacağını söylüyorlar. Gerçekten de değişik bir fon değil mi? Oldukça zihin açıcı ve kimilerine göre de abartı tahminleri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Fakat burada odaklanılması gereken nokta, tüm bunların gerçekleşmesi için, ya da en azından belirli bir ölçekte bu hayali tahminlere yakınlaşabilmek için, otonom teknolojisi ve pil teknolojisi gelişim göstermek zorunda. Bunu da Wright Kanununa göre yorumlayıp üretim miktarlarına göre düşecek maliyetler üzerinden yorumladığınızda gerçeğe çok yaklaşamasanız bile elinizde yeterince iyi bir tahmin olabilir. Bu da size yatırım anlamında uzun vadede ciddi bir güvenlik marjı yaratır. O yüzden elektrikli araç üretiminde aktif bir şekilde yatırım yapan ve klasik petrol araç piyasasını rahatsız eden bu inovasyonu sahiplenen şirketlere bakıp, bunları değerlendirip yatırım yapmak için harekete geçmek, şu an için yapılabilecek en iyi şeylerden biri olabilir. Şu anda örnek olarak kullandıkları, Toyota’nın Camry modelinin üretim maliyeti 23.000$ ve 350-mil menzilli bir elektrikli araç maliyeti 50.000$. 2025 senesine geldiğimizde Toyota’nın bu petrollü araç modelinin üretim maliyetinin hemen hemen aynı kalacağını öngörebiliriz fakat çok büyük bir maliyet kalemi olan pil teknolojisinin gelişimiyle birlikte 350-mil menzilli bir elektrikli araç maliyetinin neredeyse 16.000$ civarına düşeceğini tahmin ediyorlar. Bu da çok büyük bir rekabet avantajı sağlayacak elektrik araçlara tabi. Raporlarında elektrikli araç konusuyla ilgili çok daha detaylı incelemeler yaptıkları slaytlar var bakmak isteyenler için.
Raporlarında belki de en ilgi çekici konulardan biri gen sekanslama konusu. Gen editleme olarak daha açıklayıcı bir şekilde düşünebiliriz bu çığır açıcı teknolojiyi. Hatta bu ilgi alanlarını çok güzel bir şekilde özetliyorlar kendileri de. Bu aynı zaman da bilimin de öngörüsü ki açıklamaları şöyle: “Yeni nesil DNA sekanslaması, CRISPR gen düzenleme ve yapay zekanın yaklaşması, sağlık hizmetlerini dönüştürme potansiyeline sahiptir. Bu ilerlemeler, semptomları engellemek yerine hastalığı tedavi etmek için tıbbı kişiselleştirecek bilimsel keşif hızını artırabilir.” Gerçekten çok uzun bir süredir beklenilen gelişmeler olduğunu söylemek lazım bunların. CRISPR gen editleme yöntemini sanırım haberlerde görenler vardır. Birkaç yıl önce oldukça popüler bir gelişmeydi. Fakat biz popüler kültürden beslenirken, haber akışları içinde her gün yeni şaşkınlıklarla karşılaşırken gözden düşen bazı gelişmeler bizim bıraktığımız yerde kalmıyor. Bir yerlerde birileri bu yeni teknolojilerin üzerinde çalışmaya devam ediyor ve araştırmalar, deneyler devam ediyor. ARK yatırım fonunun araştırmalarına göre, gen editleme ve gen terapileri yapan şirketler 5 yıl içinde, yıllık ortalama %50 üzerinde büyüme potansiyeline sahip. Bu da şu anda 130 milyar dolar olan bu piyasanın 2026 yılına gelindiğinde 1,1 trilyon dolar civarında bir büyüklüğe ulaşması demek.
CRISPR yöntemiyle çok daha düşük maliyetlerle, çok daha hızlı bir şekilde ve çok daha kolay bir şekilde DNA yapısındaki bozukluklar tespit edilip, tamir edilebiliyor. Evet yanlış duymadık. Genetik bozukluklar şu anda en azından laboratuvar ortamında düzeltilebiliyor ve bu hiç hafife alınmayacak bir gelişme insanlık için. Bu yeni nesil sekanslama yöntemiyle birlikte bir insan genomunun taslağı tam olarak oluşturulabildi. Ve bunu yaparken de 1.500 tane yeni gen keşfedildi. Bu muazzam gelişme daha önce saklı olan birçok biyolojik çözümlemeleri ortaya çıkartacak çok büyük bir atılım. ARK yatırım fonu bu yeni teknolojiyi siyah beyaz görüntülerden renkli çekimlere geçiş yapılmasına benzetiyor. Farkında olmadığımız bir çeşitlilik ve daha önce hayal bile edemediğimiz yeni ihtimaller doğuruyor bu da. Yapay zekanın da gelişimiyle birlikte çok birbiri içine giren bir konu bu. Belki de çok uzak olmayan bir gelecekte, henüz yeni doğmuş bir bebeğe yapılacak bir DNA taramasıyla yapay zekanın tespit edeceği birçok genetik rahatsızlık ve bozukluk, hemen anında CRSIPR ile birlikte düzeltilebilecek. Ve bu, insanlık için bütün her şeyi değiştirecek bir keşif. Organlar tamir edilebilecek, hatta henüz daha işlevsel bir şekilde çalışırken bile ileride çıkartabileceği problemler görülüp müdahale edilebilecek. Kanserin belki de her çeşidinin tedavisi bulunmuş olacak. Ve sanırım en azından 15-20 yıl içinde bu konuda oldukça ilerleme kaydetmiş olacağız. Covid aşıları için çıkan, hepimize çip takacaklar bizi takip edecekler söylentileri yani en azından çok uzak olmayan bir gelecekte mümkün. Ve buna kötümser tarafından da bakmamak gerekli ve bilimin tuttuğu ışığa doğru gitmek gerekli her zaman. Birçok farklı teknoloji artık önümüzdeki zamanlarda birbiriyle iç içe çok daha rahat geçebilecek. Nesnelerin interneti derken bundan bahsediyoruz zaten biraz da. Şöyle düşünelim, kolumuza takılan bir bileklik sayesinde bugün kalp atış hızımız ölçülebiliyor ve hatta bazı ileri cihazlar insanların kalp krizi atağı yaşadığını anlayıp onun adına hemen telefonundan acili arayabiliyorlar mesela. Bunları çok yakın bir zamanda gördük haberlerde. Peki, bu cihazların kalp krizini tespit etmekten, kanseri tespite geçişi ne kadar uzun sürebilir? Kanseri tespitten, tedavi metotları ya da doktor önerilerine geçiş ne kadar sürer? Hatta yine CRISPR veya daha gelişmiş bir hücre ve DNA editleme yöntemiyle bizzat tedaviyi uygulamaya başlaması için ne kadar beklememiz gerekecek? Bence çok fazla değil. Ya da tahmin edilemeyecek uzaklıkta bir tarih değil diyelim en azından. Peki bugünden bu alanda araştırma-geliştirme yapan, bu sağlık sektörünü şimdiden rahatsız edici derecede bu yeniliklere doğru yönelten şirketlere yatırım yapmak mantıklı mı? Kesinlikle evet benim gözümde. Farkında olmamız gereken şey; değişim yavaş yavaş gerçekleşiyor gibi görünüyor ve sonra her şey bir anda oluveriyor.
Diğer önemli gördükleri ve potansiyelinin yüksek olduğunu söyledikleri alan; robotik ve 3 boyutlu baskılar ve yazıcılar. Şöyle açıklıyorlar bunu: “3 boyutlu baskı ve uyarlanabilir robotlar, tedarik zinciri ayak izlerini kısaltır, dijital envantere izin verir ve maliyetlerle birlikte üretime kadar geçen süreyi azaltırken malzeme israfını önler. Tedarik zinciri şokları ve işgücü sıkıntısı, 3D baskı ve robotik kullanımını hızlandırmalıdır. ARK Yatırım, 3 boyutlu baskı ve robot teknolojisinin, 2020’de yaklaşık 70 milyar dolarlık değerinden 2030’da 6 trilyon doların üzerine çıkarak yıllık %56 oranında ölçeklenebileceğini tahmin ediyor.” Oldukça iddialı bir tahmin olduğunu söylemek lazım. Ve 5 ana alan üzerinde odaklandıkları diğer yıkıcı inovasyonlar arasında en yüksek büyüme potansiyeli bulunan alan olarak tahmin ettiklerini söylemek lazım. Yıkıcı inovasyon yerine, rahatsız edici derecede yenilikçi demeyi tercih ediyorum ben bu alanlara. Tabi bu tahminlerini yine diğer alanlardaki düşünceleri gibi aynı şekilde araştırmalarına ve verilere dayanarak yapıyorlar bunu da belirtmek lazım. Çok detaylı bir şekilde açıklıyorlar araştırma raporlarında zaten bunu. Tedarik zinciri sıkıntılarını özellikle covid döneminde yaşadık. Büyük İstifa, Sessiz İstifa hareketlerini burada daha önce de konuştuk zaten. İşte bu problemlerin robotik çözümleri ve 3 boyutlu baskı kullanımını hızlandırması gerektiğini düşünüyorlar ve pek yanlış bir yaklaşım da sayılmaz. Özellikle endüstriyel alanlarda, gelişmiş fabrikalarda kullanılan robotların, 2010’larda yıllık 100.000 adet satış rakamlarından ve ortalama 50.000$ fiyatlamalarından, 2020’de geldiğimiz nokta; yıllık 400.000 adet satış ve ortalama adet başı 25-30 bin dolar fiyatlama. Tekrardan Wright Kanunu’nu hatırlamakta fayda var, çünkü burada da karşımıza çıkıyor. Üretimin her ikiye katlanışında maliyetlerin %30’a yakın düşmesini burada da görebiliyoruz. Bunu biz de özellikle endüstriyel üretim yapan hemen her şirketin gelecek değerlemesinde oldukça sağlıklı bir şekilde kullanabiliriz aslında. Ayrıca tabi ki bu robotikleşmeyi biz genel olarak robotlar işlerimizi elimizden alacak, insanlar nasıl çalışacak şeklinde değerlendiriyoruz fakat bu yaklaşımın aslında kısmen yanlış olduğunu araştırma raporu yine gösteriyor bize. Amazon şirketinden verilen bir örnek var: “Amazon, ilk 200.000 robotunu yedi yılda ve sonraki 150.000 robotunu sadece iki yılda devreye aldı. Bu dokuz yıl boyunca Amazon’un iş gücü yaklaşık on beş kat arttı. Perakende pozisyonlarının ortadan kaldırılmasına rağmen, otomasyonun, emek talebini artırarak, aksi takdirde var olmayacak yeni ürün ve hizmetleri mümkün kılacağına inanıyoruz.” diyorlar. Gerçekten böyle bir durumun da var olduğunu düşünmek gerek. Robotlar, insanlara başka iş imkanları yaratabiliyorlar. Ayrıca Amazon’un şu anda yaklaşık 1,3 milyon çalışanı ve 350.000 robotu olduğunu söylemek gerek ve insani iş gücü robotik iş gücünden çok daha hızlı bir şekilde artıyor bakıldığında. Yani robotik gelişmelerin belki de insani iş gücünü katlayarak artırdığını bile söylemek mümkün olabilir.
Bu robotikleşmenin yanında 3 boyutlu baskı teknolojisi yine üreticiler için çok büyük avantajlar sağlıyor. Volkswagen örneğin, araçlarda kullandığı A sütunu parçalarının ağırlığını neredeyse %75 azaltarak 3 boyutlu baskıya hazır bir hale getirmiş durumda. Ve sadece 2025 yılına kadar üretim hacmini yıllık 100.000 adet A sütunu olarak hedefliyorlar 3 boyutlu baskı yaparak. Klasik üretim metotlarıyla mümkün olmayan bir gelişme. Nissan dış tedarikçilerden temin ettiği bazı parçaları kendi fabrikalarında 3 boyutlu baskılamayla üreterek bu parçaların maliyetlerini 200 kat düşürmüş. Ayrıca bunun yanında bekleme süreleri de 7 kata kadar düşmüş. Gerçekten de bu derecede rahatsız edici yenilikçi bir üretim şekliyle rekabet etmek oldukça zor. Ve yine söylememiz gereken en önemli şeylerden biri; bu tip değişimler yavaş yavaş oluyor gibi görünürken sonra bir anda gerçekleşiyor. 3 boyutlu baskının tarihi 1980’lere kadar gidiyor yani 40 yıl öncesine. O dönemler sadece prototip ve model baskılanırken, 90’lardan sonra alet ve kalıp baskıları yapılmaya başlandı. 2000’lerden sonra kullanıcı ürünleri baskıları yavaş yavaş görünmeye başladı ve bugün geldiğimiz nokta ortada. Önce yavaş yavaş, sonra bir anda. Ark Yatırım, 2030’a kadar bu teknoloji üreticilerinin piyasa büyüklüğünün neredeyse 85-90 kat büyüyeceğini tahmin ediyorlar. Gerçekten de çok iddialı ve yüksek bir büyüme oranı.
Ve benim için en önemli konuyu sona bıraktım. Blokzincir. ARK yatırım fonu bu konuyu bir bütün olarak ele alıyor ve bitcoin harici diğer gelişmelere ve farklı projelere de yakın bir mercek tutuyorlar fakat bu noktada sanırım biraz ayrışıyorum ben bu fonla. Bu alanla alakalarını şöyle açıklıyorlar: “Açık kaynaklı blok zincirler; para, finans ve internet arasında yeni koordinasyon biçimlerine güç veriyor. Blokzincir teknolojisi, kurumları açık kaynaklı yazılımlarla merkezden uzaklaştırarak, merkezi otoritelere güvenme ihtiyacını en aza indiriyor. “Bireysel özgürlük” sağlayan Bitcoin’in, dijital paranın temeli olan halka açık blok zincirlerin en derin uygulaması olduğuna inanıyoruz. Bitcoin protokolü iki devrim daha sağladı: Merkeziyestiz Finans (DeFi) ve Web3 devrimleri.” Araştırma raporunda bu bölüm sanırım en çok yer verdikleri alan. 132 sayfalık raporun neredeyse 40 sayfasında sadece Bitcoin, Ethereum, NFT ve Web3 gibi konular üzerine düşünceleri yer alıyor.
Ben tabi ki bu alt başlıklar içinde bitcoin üzerinde hem daha çok düşünüyorum hem de gerçek anlamda bir çözüm sunduğuna inanıyorum bu yeni teknolojinin. Bitcoin’e değerini veren ve bir içsel değer yaratan özellikleri üzerinde sanırım yeterince fazla da durduk daha önce. Sadece bu konuya özel Satoshi Radyo’da bölümler de yapıyoruz. Tabi daha çok arkasındaki felsefeyi ve temelini aktarmaya çalışıyorum fakat biraz rakamlardan da bahsetmek gerekli bu noktada. Çünkü ARK yatırım raporunda da özellikle bu rakamlar üzerinden bir tahmin yapılıyor ve bir projeksiyon sunuluyor. Sanırım geçtiğimiz günlerde Glassnode on-chain analiz firmasının yani zincirdeki işlemleri analiz eden firmanın yayınladığı bir veri vardı. Bitcoin ağında şu anda 1 yıldan fazla bir süredir yerinden oynatılmamış coinler yaklaşık olarak 13 milyon adet civarında. Yani toplam arzın neredeyse %70’e yakını yüksek ihtimalle soğuk cüzdanlara taşınmış ve bir değer saklama aracı olarak değerlendiriliyor. 3 yıldan fazla süredir yerinden oynamayan bitcoin miktarı da yaklaşık %35 civarında. Tabi bunların bir kısmını kayıp olarak değerlendirebiliriz ama yine de büyük bir çoğunluğu HODL yapılıyor. Bu da ağdaki katılımcıların büyük bir çoğunluğunun oldukça uzun vadeli düşündüğünü çok açık bir şekilde gösteriyor. Ağdaki işlem hacmi ya da toplam transfer hacmi demek daha doğru olabilir buna, 2020’de 2,3 trilyon dolardan, 2021’de 13 trilyon dolar üzerine çıkmış durumda ve bu rakam VISA’nın transfer hacminden bile daha yüksek. Bunun yanında lightning network kapasitesi sürekli olarak artıyor ve bugünlerde 5.000 bitcoin büyüklüğüne ulaştı. Klasik VISA ve MasterCard transferlerinden 20-30 kat daha fazla işlem ölçekleyebilirlik kapasitesi var. Ayrıca yine ARK yatırım fonunun dikkat çektiği diğer bir nokta, bitcoin madenciliğinin enerji ve depolama teknolojilerinde zoraki olarak ilerlemenin önünü açması. Bu alanlar da tabi ki yakından takip ettikleri şeyler. 2030’dan sonra bitcoin piyasa değerinin 28 trilyon dolardan biraz daha yukarıda olacağını tahmin ediyorlar. Bunu da kalem kalem ayırarak yüzdesel olarak böldükleri ve parçalara ayırdıkları alanlara dağıtarak araştırmalarında çok güzel anlatmışlar. Tahmin ettikleri şeylerden bazıları: şirketlerin nakitlerinin %5 civarının bitcoin’e kayması, ülkelerin hazinelerinin %1’lik kısmının bitcoin’e geçmesi, bankacılık sektöründe kullanımın artmasıyla buradaki transfer hacminin %25’inin bitcoin olarak yapılması, altın piyasasının yarısının bitcoin’e geçmesi gibi tahminleri var. Detaylı olarak raporda bakabilirsiniz devamına. Bu tahminlerin bazıları iyimser, bazıları makul değerlendirilebilir fakat kabul etmemiz gereken en önemli gerçek; bitcoin’in rahatsız edici derecede yenilikçi teknolojisinin birçok farklı piyasadan sermaye çekmesi durumu.
2030 yılında 1 bitcoin fiyatının 1 milyon $ olabileceğini iddia ediyorlar bu tahminlere göre. Ben genellikle bu şekilde tahminler yapmaktan çekince duyanlardanım. Fakat gerçek olan şey şu; yavaş ilerlediğini düşündüğümüz yenilikler, biz onları takip etmediğimiz zamanlarda da bir yerlerde birileri tarafından üstüne konularak ilerlemeye devam ediyorlar.
Bu tarz fonların ve araştırma raporlarının en azından ana fikir açısından mutlaka takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Maalesef bizde en azından benim bildiğim kadarıyla bu şekilde hazırlanan ve işin mutfağına girdiğiniz bir araştırma raporu bulmak çok zor. Ya da ben karşılaşmadım diyeyim. Eğer elinizde buna benzer zihin açıcı raporlar varsa paylaşmanızdan mutluluk duyarım ve inceleyip herkese göstermekten de büyük zevk alırım.