/
33 mins read

Sessizlik De Soloya Dahildir

Genellikle konuşmaktan çok düşünmeyi seven biriyim. Düşünmekten çok da okumayı ve araştırmayı seviyorum. Okumak ve araştırmaktan daha çok ise sadece sessiz kalıp boş bir odada oturabiliyor olmanın kıymetli olduğunu düşünüyorum. Sonra tekrar düşünmeye başlıyor oluyorum ve sonra tekrar araştırmaya başlıyorum, sonra tekrar okumaya başlıyorum ve sonra tekrar sessiz kalmaya başlıyorum. Bu bir paradoks. Zihnimizin en önemli gıdalarından biri ve beynin motor fonksiyonlarının sevimli bir oyunu. O yüzden bulmacaları ve çözümlerini bulabildiğimiz küçük problemleri, oyunları çok seviyoruz zaten.

Böyle bir giriş yapmamın sebebi ve bölüme bu başlığı atmamın sebebi, sanırım yaklaşık bir ay önce gelen bir mail üzerine yapılacaklar listeme eklediğim bir bölüm başlığı oldu, bu bölüm. Sizi dinlerken sık sık aklıma gelen bir söz demiş mail atan dinleyicilerden biri: “sessizlik de soloya dahildir.”  Ünlü caz müzisyeni Miles Davis’in bir sözü, ilk defa duydum fakat bu sözü ve bana kalırsa, sadece kelimenin ham anlamıyla değil; daha derinde bize anlattığı çok fazla şey var. Yaklaşık bir aydır düşünüyorum bu sözü ve sonra biraz araştırdım ve okudum ve sonra tekrar sessiz kaldım, sonra tekrar düşünmeye başladım ve bu bölüm için hazırlıklara başladım. İşte bugün tüm bunlar üzerine konuşmak istiyorum biraz; hem hayat özelinde hem de piyasalar özelinde bu başlık altında bir şeyler hazırlamak istedim.

Bu arada mail üzerinden iletişime geçen veya kendi hikayesini anlatan, soru ve görüşlerini ileten herkese de tekrardan teşekkür ederim. Bazen arada çok zor sorular da geliyor. Maili ben tek iletişim yolu olarak belirlemiştim ama son zamanlarda baya bir iş yükü doğurmaya başladı benim için. Gelen mailleri genellikle ilk 24 saat içinde görmüş oluyorum ama bazen geri dönüşüm 1 haftayı bulabiliyor bugünlerde, bunun için de kusura bakmayın lütfen. Eğer 1 haftadan daha uzun sürdüyse geri dönüşüm, benim için zor bir soru sormuşsunuz demek olabilir bu. Hatta bazen böyle maillere takılıp kalıyorum, diğerlerini de cevaplamada gecikebiliyorum o yüzden. Sıkışık bir trafikte gitmek gibi oluyor. Sonra en kolaylarından başlayıp tekrar sıkıntılı maile geri dönüyorum ve tekrar sıkışıyoruz. Son zamanlarda da biraz daha arttı geri dönüş sürem, ama mutlaka bir şekilde geri dönüş yaparım; ilk 3 gün ideal süre diyebiliriz, 1 hafta üstü sürüyorsa eğer bunlar zor olanlar ve maksimum 1 ay diyebilirim sanırım. Eskiden gelen kutumda genellikle birkaç tane cevap bekleyen oluyordu son birkaç aya kadar, fakat son zamanlarda bu sayı 10 üzerine çıktı. Eskiden sabah ilk işim maillere dönüş yapmak oluyordu ama bu alışkanlığım da maillerin iş yükü arttıkça elimden kaydı gitti. Aslında benim hayatta zaten her zaman için artan iş yükü karşısında pasifleşme ve geri çekilme durumlarım var. Bu da zaten konumuzla ilgili bir noktada. Yine çok fazla uzatmayalım giriş kısmını ama, konuya giriş yapalım yavaş yavaş.

Burada genellikle piyasalar üzerinden konuşurken, belki de şu ana kadar pek yapılmamış farklı bir açıdan her şeye bakmaya çalışıyoruz ve programın ismini “borsada bi’ başına” olarak belirlememin sebeplerini daha önce de zaman zaman anlatmıştım. Yalnızlığın, bazen önemli bir avantaj olabileceğini düşünüyorum. Kalabalıklarla birlikte hareket etmenin veya akıntıyla birlikte ilerlemenin biz genellikle güvenli bir tercih olduğunu düşünüyoruz, ailelerimiz bize aman evladım hep ortalarda ol, kalabalıklardan ayrılma diye öğütler vererek büyütüyor bizi ve bana göre işte tam olarak bu güvende kalmak için diğerleriyle birlikte hareket etme fikri; hayattaki alabileceğimiz en büyük risklerden biri. Eğer bir başarı veya hedef peşinde ilerliyorsak; herkesin yaptıklarını taklit etmek ve aynı şeyleri denemek, bizi sadece herkesin ulaştığı klasik iş ve yaşam sarmalının içinde tutabilir. Bu arada bunda kötü bir taraf da yok, kimisi çok güvenli bir hayat yaşamak istiyor olabilir ama buradaki hatalı kısım; güvenli tercih kısmından doğuyor. Bu tercih güvenli olmaktan ziyade, sadece önemli başarıların olmadığı ve kalabalıklardan ayrışılamayan normal bir yaşam olabilir. Tanımda bir hata var yani aslında, onun dışında böyle bir şey istiyor olmakta pek bir problem göremiyorum. Tanım kısmını bir kenara bırakırsak; işte burada yalnız ortaya çok daha büyük problemler çıkmaya başlıyor. Tüm bunları yaparken ve güvenli tarafta kaldığımızı düşünerek yanılgılı bir şekilde herkesin istemediği veya ulaşamayacağı hedefleri arzularken, hayatın içinde her zaman için solo atarak devam etmeye çalışıyoruz. Daha önce İngiliz yazar ve radyocu Alan Watts’ın hayat ve müzik benzetmesini vermiştim, hatırlayanlar olacaktır. Hayat en hızlı gidenin kazandığı bir yarış değil, bir müzik gibi diyordu ve müzik dinlerken 2x 3x hıza alarak dinlemenin hiçbir anlamı olmayacaktır. Aynı zamanda hayatın müziğinde Alan Watts’ın bu örneğine ek olarak; soloların ve pik noktaların, inişlerin, çıkışların yanında, sessizlik de vardır. Bu sessizlik de soloya ve müziğe dahildir. Miles Davis’in dediği gibi. Piyasalar için de çok benzer bir durum söz konusu ama isterseniz o kısma biraz daha sonlara doğru geçelim.

Bana göre, piyasalar ve hayat tamamen bir prensipler bütünü sahibi olmakla ilgili. Bu prensipler de bizim tarzımızı ve stilimizi şekillendiriyor. Genel olarak da zaten finansal bağımsızlığın bir alt başlığı olarak prensiplerin öneminden bahsetmeye çalışıyorum sık sık. Fakat sağlam prensipler fakat sabit bir fikirli olmakla ilgili bir şey değil; aslında tam tersine doğru yerde ve doğru zamanda farklı fikirlere geçiş yapabilmekle ilgili daha çok. Yani katı bir kurallar bütününden oluşmuyorlar. Sadece bizim takip ediyor olmamız gereken ve doğru yolda ilerliyor olmamızı sağlayacak dayanak noktaları olduklarını söyleyebiliriz. Ray Dalio – Prensipler bölümüne de bakabilirsiniz bu konuda daha detaylı bir şeyler okumak ya da dinlemek istiyorsanız. Biraz işin felsefe tarafı bunlar; ama bir hayat felsefesi sahibi olmanın önemi kadar aynı zamanda bir yatırım felsefesi sahibi olmak da benzer şekilde çok önemli. Temel direklerimiz tüm bunlar ve ayakta durmamızı sağlayan şeyler. Ben hepsini birazcık birbiriyle harmanlıyorum, hayat felsefesi olarak da fark edenler olabileceği üzere stoacı bir düşüncedeyim. Seneca, Epictetus, Marcus Aurelius gibi isimleri çok fazla okudum ve onlara baktığımda kendi adıma fark ettiğim şey; daha doğrusu anlattıkları şey şu: iyi bir yaşam nasıl sürdürülebilir, insanlığın zenginliğinin temelinde neler vardır gibi soruların cevaplarını vermeye çalışıyorlar. Aslında bugün hepimizin sorduğu ve bazen cevaplarını piyasalarda aradığımız, bulmaya çalıştığımız sorular bunlar. Yani kısacası bu temeller üzerinde bir yatırım felsefesi ve dünya görüşü oluşturmaya çalıştım kendi adıma, ayrıca hala öğreniyorum. Kendimi her zaman için öğrenci olarak görüyorum ve her gün yeni bir şeyler öğrenmek benim yakıt depomu dolduran, ilerlememi sağlayan en önemli enerji kaynağım. Genellikle mutlu biriyim, içten içe çok fazla rahatsız edici düşüncelere sahip olsam da ve beni sürekli diken üstünde hissettiren fikirlerle mücadele ediyor olsam da; dışarıdan bakıldığında oldukça sakin, mütevazi ve mutlu biri gibi görünüyorum sanırım. En azından öyle söylüyorlar. Bunun kaynağını da işte tüm bu bahsettiğim temellere dayandırıyorum, bir noktada mutluluğun formülünü kendi adıma bulduğumu söyleyebilirim ve bu çok uzun bir süre boyunca aradığım bir şeydi. Zaten burada da aslında borsada bir başına olduğumuzu anlatmaya çalışırken; piyasaların kısmen de olsa, eğer bir bağımsızlık aracı olarak görülürse ve doğru bir yatırım felsefesi geliştirilirse, insana en azından temel anlamda mutluluk getirebileceğini söylemeye çalışıyorum.

Burada bir parantez açmam gerekiyor ama; bugünkü durduğum noktaya gelmek için sanırım neredeyse 10 yıla yakın bir süre sadece tek başımaydım. Sessizlik evresi olarak düşünebiliriz sanırım bunu. 36-37 yaşında biri için neredeyse hayatının 3’te 1’i gibi ciddi bir süreye tekabül ediyor benim açımdan. Ve bir keşiş gibi yaşamadım tabi ki ama zihinsel olarak o aşamaya çok yakın olduğumu söyleyebilirim. Üniversiteden itibaren hep şirketlerin misafirhanesinde veya küçük dairelerde tek başıma yaşadım. Kaldığım misafirhaneleri 4 yıldızlı bir otel odası gibi düşünebilirsiniz, kahvaltımız, akşam yemeğimiz falan her şey ama üst düzeydeydi, akşamları genellikle fabrika müdürüyle yemek yedikten sonra odalarımıza çekilirdik, önce biraz yüzeysel sohbetlerden sonra ve kendimle baş başa kalırdım. Gün içinde yüzlerce kez telefonum çalardı ve birçok kişiyle iletişimde olurdum ama hepsi yüzeysel iş ilişkilerinden ibaretti, bunun farkındaydım da zaten. Bir gün bırakacağımı her zaman için kendime hatırlattığımdan dolayı çok derin muhabbetlere de girmezdim, sadece insanlar samimi gördüklerinden veya konuşmak istediklerinde onlara eşlik ettiğimden sanırım iyi bir iş arkadaşıydım herkes için. Bunlar dışında tabi ki çekirdek arkadaşlarım elbette var fakat yine onlarla da her zaman için istedikleri ölçüde bir arkadaş olmamış olabilirim, en yeni arkadaşım 20 yıldan başlıyor ve hepsiyle çok iyi ilişkimiz var ama özellikle de son zamanlarda yalnızca sınırlı sayıda toplanmalarına katılabiliyorum, eskiden beridir alıştıkları gibi genellikle bu toplanmalarda uzun süre sessizce dinliyorum. Bir noktada sinirim bozuluyor ve yanlış olduğunu düşündüğüm bir konuda saatlerce konuşmaya başlayabiliyorum, genellikle de susturabilecek pek bir argüman üretemediklerinde bir noktada yorulunca kendim bırakıyorum. Bir de diğer günlük, yüzeysel, alelade ve ortam gereği bir araya geldiğimiz “yakın arkadaş” olarak değerlendiremeyeceğimiz ilişkilerde daha sevimli ve uyumlu görünüyorum, genellikle hoş sohbet ve çok fazla itirazcı olmayan birine dönüşüyorum bir anda. İşte tüm bunların dışında ve insan ilişkisinden uzaklaştığım zamanlarda, -ki öncelikli tercihim de her zaman için bu oluyor- o zamanlarda daha çok büyük bir sessizlik hâkim. Eşimle tanışmadan önce, yani son üç yıl öncesine kadar geçen sürede, yaklaşık on yıllık bir periyotta sadece beden olarak gittiğim bir işim, sonrasında küçük odama, misafirhaneye dönüp kendi sessizliğimi dinlediğim ve hayat prensiplerimi oluşturduğum, zihinsel olarak var olduğumu hissettiğim kaçış noktalarıma döndüğüm bir döngünün içindeydim. Piyasalarda bulunma sebebim, sadece istediğim bağımsızlığı elde etmenin en basit ve uygulanabilir yolunun bu olduğunu fark etmemden kaynaklanan bir durum oldu aslında, sık sık anlatmaya çalışıyorum bunu da.

O dönemler 10-15 metrekarelik o küçük odama döndüğümde kendimi en azından zihinsel olarak özgür hissettiğim tek anlar onlardı ve bunu nasıl fiziksel olarak da bir bağımsızlığa dönüştürebilirim, işte bunun cevabını bulmaya çalışıyordum o odada. Çok fazla kitap okudum, kitaplar haricinde de anlamlı, anlamsız veya gerçek hayatta bu ne işimize yarayacak diye hocalara sık sık sorduğumuz konular üzerinde çok fazla makale de okudum. Science ve Nature gibi birkaç daha dergide yayınlanan makalelere korsan yollardan ulaşıp kendime bir okuma sırası yapıyordum ve her gün o küçük özgürlük alanıma döndüğümde o dergilerle birlikte zihinsel bir yolculuğa çıkıyordum. Astral bir özgürlük seyahati gibiydi hepsi. Zaten bu yüzden bana kalırsa, bireysel özgürlüklerimiz ve finansal bağımsızlıklarımız ilk olarak düşünce yapısının değişmesiyle başlıyor. Bu sebeple işin felsefe kısmını çok daha ön plana çıkartmaya çalışıyorum aslında. Tabi bu arada bir şirket değerlemek, işletmelerin iş modelini anlamak ve yatırım kararı alabilmek için önemli teknik meseleler de var ve bunlar üzerine de birçok çalışma yaptım ve kendimi geliştirmeye çalıştım, tüm bu süreçte, fakat işin bu kısmının ben %20 – %30 gibi bir önemde olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bir şirket değerlemek uzay matematiği çözmek gibi bir şey de değil, ve temel anlamda sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için gerekli kaynakları da yeri geldiğinde önermeye çalışıyorum burada ve yine bir dipnot olarak bu tip bilgilere ve kaynaklara her zaman için ücretsiz olarak birçok önemli ismin yayınladığı içeriklerden rahatlıkla ulaşabilirsiniz.

Devam edelim, benim için bu sessizlik evresi, yaklaşık 10 yıl sürdü. Fakat o zamanlar bunun soloya dahil olduğundan bir haberim yoktu. Belki tam olarak nereye ulaşmaya çalıştığımdan da emin değildim ve sadece bağımsız olmak istiyordum. Yalnız bunun bir suskunluk sarmalına dönüşmemesine dikkat etmek gerekiyor galiba. Biraz Oğuz Atay’ın dediği gibi Tehlikeli Oyunlar bunlar. Uçuruma yeterince uzun süre bakarsanız, uçurum da size bakmaya başlar. İnsan delirebilir, kendini bulmaya çalışırken tamamen kaybolabilir, hangi yöne gittiğini bilmiyorsan nereye doğru gittiğinin de bir önemi kalmayabilir.

Fakat insan bana kalırsa bu tehlikeli sınırlara gitmeden, kendi anlam arayışını hiçbir zaman için keşfedemeyebilir. Yani kısaca, finansal piyasalar benim için her zaman bir araç oldu, hayatımdaki birçok şey gibi. İş bir araçtı, banka hesabım veya birikimlerim, ortağı olduğum şirketler; hepsi birer araç. Eğer bu bir amaç olursa; hayatı sürekli olarak solo atabileceğiniz bir nota kâğıdı gibi kullanmaya çalışırsanız, ya kısa süre içerisinde anlamsız bir melodiye sahip olabilirsiniz ya da gereksiz bir enerji kaybına sebep olacaksınızdır. 

Biz, elimizdeki nota kağıdına yalnızca bize uygun bir melodi oluşturacak notalardan oluşan ve zaman zaman inişli çıkışlı, es verilen boşlukların ve sessizliklerin olduğu, tamamına baktığımızda da bir anlam bütünü sunan ve anlamlı, ahenkli sesler çıkartan estetik bir müzikal yaratmalıyız. Estetik kısmı, bana göre çok önemli bir detay. Her şeyin ölçülü ve orantılı olması hem estetik kaygılı güzelliği yaratan hem de diğer bir açıdan erdemli ve etik bir düşünce biçimi. Stoacılar da burada devreye giriyor benim için. Ve yine piyasalarla da çok ilgili bir konu. Ben portföyümün estetik görünmesini istiyorum. O yüzden karmaşık şekillerde ve sürekli takas edilen paylarla bir karlılık yaratmak yerine veya karman çorman bir hale gelmiş aşırı çeşitlendirme yerine, sade ve yeterince estetik görünen bir asimetrik biçimle karlılık elde etmeye çalışıyorum. Hiç bu açıdan bakıldığını sanmıyorum portföylere ve bence en büyük eksikliklerden biri de bu olabilir piyasadaki. Fakat bu estetiğin, sadece görüntü anlamında bir güzellik sunan yanıltıcı ve değersiz bir yapıda olmaması; sanırım, yine önemli detaylardan biri. Piyasaları yine bir kenara bırakırsak, böyle bir kaygı taşımak, yani estetik bakımından güzeli ve iyiyi aramak, aynı zamanda iyi bir hayatı aramakla da ortak bir paydada yer alıyor. Ve biraz önce konuştuğumuz o suskunluk sarmalına düşmekten koruyor olabilir, insanı.

Bir noktada, iş hayatında belirli bir aşamaya geldikten sonra yatırımlarım da yine benzer bir şekilde gelişip büyürken kendime sık sık şunları söylediğimi fark ettim: hatalardan korkma, çünkü hata diye bir şey yok. Ya da eğer hata gibi görünen şeyleri yapmıyorsan, hiçbir şey yapmıyorsun demek olabilir. Kariyerim özellikle son 6-7 yılda bir ivme kazanmaya başladı, sanırım biraz çalışkan ve çalışma ortamına bağlı bir personel olarak biraz da güvenilir bir tip olduğumdan dolayı güzel pozisyonlara getirmeye başladılar. Tesis yöneticilikleri yapmaya başladım henüz 30 yaşındayken. O zamanlar benim için biraz önemli bir şeydi bu title’lar, kısmen de olsa. İşi her zaman hayatımın merkezinde tuttum zaten uzun bir süre ve buradaki amaç işkolik olmaktan değil, her şeyi yeterince iyi yapıyor olmak istemekten gelen bir şeydi sanırım. İş sadece bir araç oldu benim için ve bir gün mutlaka o çalışma ortamını terk edeceğimden emindim. Eşim istifadan önceki son zamanlarımda hayatımın merkezinde iş olduğunu söylüyordu, bugün de hala benzer bir şeyi söylüyor bu yaptığım şeylerle ilgili. Sanırım bu odaklanmayı sevmekten ve her şeyi iyi yapmaya çalışmaktan kaynaklı gelen bir hastalık olabilir. Ve bu detaya şunun için girdim, hataya tekrar bağlamak istiyorum konuyu, en iyisi olmaya çalışmak veya mükemmeli aramak; bazen yanlış anlaşılarak hatalardan kaçınmak olarak görünüyor olabilir. Fakat bana göre tam aksine, hata yapılmadığı sürece daha iyisine ulaşmak mümkün değil. Çalışma hayatındayken benim ekibimde olanlar gelip, abi şöyle bir sıkıntı bir hata oldu dediklerinde ilk yaptığım şey; her zaman için onları tebrik etmek oldu. İlk başta şaşırıyorlardı; hata yapıyorsan, çalışıyorsun demektir sadece çalışanlar hata yapar şeklinde açıkladığımda neden tebrik ettiğimi anlıyorlardı. Ve hata yaptıkça, özellikle de kendi hatalarımızı yaptıkça en iyi işimizi çıkartma ihtimalimiz de bir o kadar artar. O yüzden hata yapmaktan çekinmemek gerektiğini düşünüyorum ve buradaki problem yine aynı o güvenli tarafta kalmak için kalabalıklarla hareket etmekle çok benzer bir noktada aslında. Yine aynı o yanlış düşüncedeki gibi; hata yapmaktan kaçınmak istememizin sebebi de güvenli tarafta kalmaya çalışmak. Fakat işte tam da bu zaten aslında çok daha riskli bir davranış biçimi oluyor. Hayatla ilgili bu düşüncelerde mutlak bir güvenlik duygusuyla hareket etmemizin mümkün olmadığını anlamamız gerekiyor. Güvenlik, bir marj sadece. Biz mutlak güvenliği aramak yerine güvenlik marjına dikkat etmeliyiz ve riskin ölçülebilir, hesaplanabilir ve yönetilebilir bir şekilde hayatlarımızın bir parçası olması gerektiğini idrak etmeliyiz. İyi bir solo atmak için, bazen riskli gibi görünen melodileri bir araya getirmek gerekir. Yalnız durmaksızın solo atmamızın mümkün olmadığını sanırım şu ana kadar anlamış olduğumuzu düşünüyorum.

Yine bana kalırsa, sabır bu noktada önemli bir kavram ve sahip olmamız gereken önemli yeteneklerden biri. Hiçbir şey bir anda gerçekleşmiyor ve en üst perdeden başlayamayız her şeye. Bu podcastten de ele alabiliriz, burada genellikle bir konuya giriş yaparken küçük ısınma turları atıyoruz ve belki ilk birkaç dakikayı suyun sıcaklığını anlamaya çalışarak geçiriyoruz. Yine benzer bir örnek olarak, podcast başlangıcında giren müziği bir anda çarpıcı bir şekilde giriyor, hatta bununla ilgili çok ilginç bir uyarı da geldi, aşırı çarpıcı olduğu için rahatsız olan bir dinleyici sebebiyle oradaki giriş desibelini birkaç tık daha aşağı çektim, sanırım başka kimse bu değişikliği fark etmemiştir şu ana kadar. Fakat o vuruştan sonra, melodinin sürekli aynı şekilde devam etmesi mümkün değil, yavaşlamak ve bir ahenkle ilerlemek zorunda. Koşturarak ve sürekli yüksek perdeden vuruşlu bir şekilde ulaşamaz vermek istediği mesaja. Yine girişin tam tersi olarak çıkışta, outroda bu sefer alttan yavaş yavaş başlayan ve bir hazırlıkla çarpıcı noktasına hazırlayan benim konuşmamın altında devam eden bir melodi var. Konuşma bittiğinde bir anda yükseliyor ve yüksek bir perdeden kapatıyor bu sefer bölümü, girişi ters bir şekilde aynalayarak yapıyor bunu, o melodi. Bu detayları şunun için veriyorum, sabırlı olmak; detaylarla uğraşmak demek biraz da. Oldukça küçük ve bütüne baktığımızda önemsiz gibi görünen detay parçaları titizlikte düzenlemek ve aslında bunların bütünün en önemli parçaları olduğunu anlamak demek. Pek başarılı olduğumuz bir konu değil ne yazık ki. İş dünyasında ve hayatın içinde sabır, genellikle sadece zorunlu durumlarda kullanılan bir özellik. Eğer bir şeye müdahale edebileceğimiz ve kısaltabileceğimiz bir yol olmadığını biliyorsak ya da henüz böyle bir yol keşfedemediysek, ancak o zaman sabırlı olmayı deneyebiliyoruz. Anonim bir söz var ama sanırım Warren Buffett kullandığı için biraz onun üstüne yapışmış bir söz, şöyle diyor: “9 ayrı kadını hamile bırakarak, 1 ayda bebek sahibi olmayı bekleyemezsin.” Yani günün sonunda dönüp baktığımızda veya dışarıdan birilerinin başarı etiketleri yapıştırdığı bir durumu değerlendirdiğimizde, genellikle buradaki kilit nokta, sabır oluyor. Hayatla ilgili kilit noktalardan biri; sabırlı olabilmek. İyi şeyler genellikle zaman alıyor ve eğer zaman almıyorsa; bir yerlerde bir yanlışlık olduğunu çok rahatlıkla düşünebilirsiniz. Çok iyi bir gösterge bu. Eğer ulaşmak istediğiniz noktaya bir anda gelebiliyorsanız; bu ya sizin başarınız değildir ya da ortada bir başarı illüzyonu vardır. Eğer piyango tutturmadıysanız tabi ve çok şanslı değilseniz. Fakat yine burada da büyük bir hataya düşüyoruz, aynı kalabalıkla birlikte hareket ederken olduğu gibi veya hata yapmaktan çekinmeye çalıştığımız gibi; şans konusunda da sürekli olarak şansın yanımızda olabileceğiyle ilgili büyük bir yanılgı içine düşebiliyoruz. Sadece tek bir kez şanslı olabilmek için, birçok farklı şeyi deneyerek ihtimalleri artırabileceğimizi düşünüyoruz ama bu da yine en büyük hatalarımızdan birisi. Piyango tutturan birini gördüğümüzde aklımıza ilk gelen şeyin piyango bileti almak olduğu gibi; finansal olarak belirli bir pozisyona gelmiş birini gördüğümüzde de veya başarılı olduğunu düşündüğümüz biriyle karşılaştığımızda, hisse senetleri alıyoruz. Ertesi gün veya birkaç ay içinde inanılmaz değişimler görmeyi umarak yapıyoruz bunları.

Fakat herkesin kariyerinde ve özellikle de piyasalarda, eğer bir başarıdan söz etmemiz gerekirse arkasında ciddi bir sessizlik evresi ve build up diyebileceğimiz gelişim evresi olduğunu bilmemiz gerekiyor. Finansal Piyasalarda İlk 1 Milyon ve Finansal Özgürlük Yolunda İlk 100K Eşiği bölümlerinde biraz daha detaylarına girmiştik tüm bunların. Eğer bakmadıysanız oralara da bir göz atmanızda fayda olabilir. Ayrıca piyasalar tarafını tekrar bir kenara koyup build up evresi üzerine yoğunlaşırsak, benim için bu aynı zamanda bahsettiğim o sessizlik evresine denk geliyor. Kendi içine dönüp prensiplerini ve yöntemlerini geliştirmenin, sabırlı olmakla oldukça alakalı ve iç içe olduğunu düşünüyorum. Fakat bu, aptalca bir fikrin arkasından anlamsız bir şekilde inatçılığı sürdürmek değil. Hatalı olduğunda bunu fark edip düzeltmeler yaparak sürekli uyum sağlayarak sonuca ulaşmaya yönelik bir sabır olmalı. Yaklaşık 3 yıl boyunca istifa mailim bir word dosyasında bilgisayarımda kayıtlı bir şekilde, masaüstünde her zaman gözümün önünde durarak çalıştım. Hiçbir zaman atmadım o maili de bu arada. Şirket içinde çok geniş bir kurumun içinde olduğumuzdan, genellikle çok farklı alanlardan ve yerlerden zaman zaman böyle mailler geliyordu ve onları özellikle çok dikkatlice okuyordum. Sessizce gülümseyip mailin içindeki kimilerinin paylaştığı şiirlere veya kimilerinin yazdığı küçük hikayelere dönüp dönüp tekrar bakıyordum. Kimisi artık emekliliği geldiği için ayrılıyordu, kimisi yeni bir iş teklifi geldiği için, işte o maillerin arasına bir gün on binlerce kişinin kutusuna düşecek, yeterince anlamlı bir mail göndermek üzere hazırlamıştım ben de kendi mailimi. Başardım diyecektim orada, burada anlattıklarımdan küçük küçük parçalarla çok da uzun olmayan bir yazı hazırlamıştım fakat nedense sonra göndermekten vazgeçtim. Sessizce terk ettim şirketi.

Bu arada bunları anlatırken, henüz soloya başlamadan önce diye değerlendirebileceğimiz bu sessizlik bölümünde; nasıl birikim yaptığımı veya nasıl hazırlandığımı birçok bölümde detaylıca anlattım, hatırlayanlar olacaktır, şu anda hangi bölümlerde parça parça verdim bunları bilmiyorum ama özellikle başlangıç bölümlerde sık sık konuştuğumuz konulardan biriydi. Yine de burada da kısa bir özet geçmek gerekirse, tabi ki kendimi garantiye aldıktan sonra böyle bir şey yaptım. Fakat %4 kuralı yerine mühendislikten gelme bir alışkanlıkla %3 kuralı olarak bir düzeltme yaparak hesap yaptım. Elimdeki tüm birikimlerimi düşününce bu noktaya da neredeyse ulaştığımı gördüğüm anda belki biraz da risk alarak iş akdimi tek taraflı fesih ettim. Üstünden neredeyse 2 yıl geçti ve şu an geriye doğru düşünüp baktığımda verdiğim en doğru ve zamanlaması en iyi kararlardan biri olarak görüyorum bunu. 

Fakat piyasalarda olduğu gibi; hayatta da dikiz aynasında her şey çok net görünüyor. Önümüzde her zaman için belirsizlikler var ve her şey her an değişebilir ve bu anlamda güvenlik marjı gözetmek gerektiğini düşünüyorum zaten. İlk kolektiviteden faydalanılan güvenlik yanılsamasından bahsederken atıf yapmaya çalıştığım yerlerden biri de buraydı. Üstünden neredeyse iki yıl geçmiş o günlerin, herkes bir miktar deli gözüyle baktı o zamanlarda; çünkü başka bir şekilde yaşamanın mümkün olduğunun farkında olduklarından da pek emin değilim, ben de onlar adına düşünürsem.

Sanırım düzenli bir maaş, Nasim Taleb’in kendisini pek sevmesem de aynı dediği gibi: en büyük uyuşturuculardan biri. Burada bir sorumluluk reddi girmekte fayda olacaktır; lütfen iş yerinde tek başınızayken denemeyiniz bunları. Ciddi bir güvenlik marjı gözetmek gerektiğini düşünüyorum ve %4 kuralının günümüzde geçerliliğinin biraz sorgulanıp daha güvenli tarafta kalarak bu tarz adımların atılmasını daha yararlı görüyorum.

İleri saralım, bugünlerde neredeyse her gün yaratıcı yeni bir şeyler yapıyorum. Her gün kendime çok daha fazla zaman ayırabiliyorum ve uzun sessizlik meditasyonlarımı küçük kısa parçalara bölerek yine benzer bir çözüm bulmuş durumdayım. Her hafta yetiştirmem gereken bir podcast yayını var ve bunu belirli bir kalitede, estetikte hazırlamak zorunda olduğumu hissediyorum. Bu hafta bölüm çıkartmayayım, haftaya iki bölüm yaparım demiyorum. Aynı ben de Arkad gibi her hafta köprünün başına gidip suya taş atmaya devam ediyorum. İşte bu durum da zaten bizi konuşmamız gereken diğer bir alt başlığa götürüyor, sürdürülebilirlik. İyi bir solonun sürdürülebilir olabilmesi için, inişli çıkışlı ve zaman zaman boşluklu olması gerekir. Hiçbir zaman sürekli yükselerek, ya da sürekli düşerek devamlılığı olacak bir nota tutturamazsınız. Fakat bizim bir diğer yanılgımız da; kalabalıklarla hareket etmenin güvenlik yanılsaması gibi, hata yapmaktan kaçınmak gibi, şans konusunda olduğu gibi, sürdürülebilirlik kavramını da oldukça yanlış anlıyoruz. Şirketlerin sürdürülebilirlik raporlarında bile benzer bir hata var bana göre. Bizim garanti olarak elde edeceğimizin farkında olmamız gereken tek şey; inişli ve çıkışlı bir grafik olabilir. Sürdürülebilirliği, sürekli yukarı yönlü giden bir grafik olarak hayal etmek, büyük bir yanılgı olacaktır. Bizim yapabileceğimiz en önemli şey, yukarı doğru sıçramaların aşağı doğru düşüşlerden daha fazla ve daha yüksek olmasını sağlamak ve grafiğe çok geniş bir pencereden baktığımızda da hareketli ortalamasını aldığımızda, sürekli yukarı doğru gidiyor gibi görünen bir grafik elde etmeye çalışmak olmalı. Fakat hareketli ortalamaların, günlük/haftalık/aylık gibi kısa çizgilerde benzer bir eğride gidiyor olmasını beklemek; piyasalarda da genellikle düştüğümüz benzer hatalara eşdeğer ölçüde bir yanlış. Piyasalarda sürdürülebilir kazanç demek; negatiflerin pozitiften daha az olmasını sağlamak demek aslında. Hayat için de aynı şey geçerli. Zaman zaman duraksamalar ve bekleyişler de olabilir ve işte zaten bunlar da kompozisyonun bir parçası olarak, gerekli noktalar.

Yalnız finansal bağımsızlıkla ilgili düşünürken genellikle çok uzun bir es verilmesi gerektiği gibi bir hataya düşülebiliyor, sürdürülebilirlik açısından. İşte bu bence zaten yeterince fazla insanın bu yoldan gitmesini engelleyen en yanlış düşüncelerden biri. Hiçbir şey yapmadan ve sadece birikime odaklanarak, sadece daha azıyla yetinerek eline ne geçiyorsa ileriye yönelik yatırımlarda değerlendirip şu anda hiç yaşamıyor gibi olup, belki 10 yıl sonra hayatını geri almak olarak formüle ediliyor çoğunlukla. Bu bir yöntem olabilir, sonuca neredeyse kesin ulaşmanızı sağlayacak yöntemlerden biri ayrıca, onu da itiraf etmek gerekir. Ben de hemen hemen benzer bir şey yaptım. Fakat sadece birikime odaklanmak, yani parasal anlamda bir birikim odağında olmak; gerek ve ön koşul değil bana göre. Temelde daha çok bambaşka birikimlere odaklanmamız gerekiyor ve bunlardan da bahsediyorum genellikle. İnsanların büyük bir kısmının, hayatlarını kaçıracaklarını düşündüklerinden dolayı finansal bağımsızlıklarını elde edemediklerini görmeye başladım. En azından gelen maillerde karşılaştığım profilin bu yönde olduğunu söyleyebilirim daha çok. Fakat her ne kadar 3’te 1 gibi bir aileden gelen birikim kuralını önersem de veya başka yerlerde çok daha yüksek oranlar önerilse de; bence %10 gibi bir oranla bile 10 yıldan belki biraz fazla bir vadede çok rahatlıkla elde edilebilecek bir özgürlük sahibi olunabilir. Bu kısma çok dikkat edilmiyor ve çok yanlış bir paradoksun içinde kalıyor insanlar. Bağımsızlıktan uzaklaşırken ve bunun için birikim yapma isteğini kaybederken; aşırı boyutlardaki tasarruf oranlarından çekindiklerinden dolayı; sonunda dönüp dolaşıp aşırı harcamaya geri dönüş yapmış oluyorlar. Ve bunu yaparken hayatı ıskalamak istememekten dem vuruyorlar, burada ciddi bir paradoks var.

Seneca’nın bu konuyu çok içine alan bir sözü var: “İnsanlar kişisel mal varlıklarını koruma konusunda tutumlu olurlar; ancak zamanı israf etme konusuna gelince, asıl tutumlu olmak gereken tek şeyde en savurgan davrananlar da onlardır” diyor. Buradaki kişisel mal varlıklarını aslında çeşitli edinimler olarak düşünüp yükümlülükler şeklinde değerlendirebiliriz. Aslında şunu anlatmaya çalışıyor; evlere, arabalara veya çeşitli eşyalara olan bağlılığımız ve onları biriktirme arzumuz, sahip olma isteğimiz ve tüm bunları elde ettikten sonra da korumak için ne gerekiyor yapma konusunda oldukça tutumluyuz. İşimizi kaybetmek istemiyoruz çünkü dünyanın en tehlikeli uyuşturucularından biri olan düzenli maaşın bağımlısıyız ve tutunduğumuz bir dayanak noktası, maaş konusu. Çünkü sıkı sıkıya sarılmış durumdayız, yükümlülüklere, eşyalara. Bu konuda inanılmaz derece benciliz ve önce kendimizi düşünüyoruz ama tüm bunları yaparken dikkat etmediğimiz çok daha önemli bir şey var. Bu değersiz eşyaları ve hali koruyabilmek için en değerli varlığımız olan zamanımızı rahatlıkla israf edebiliyoruz ve bunu çok önemsiz bir harcama olarak görüyoruz. İşte o sözün; anlatmaya çalıştığı şey bu aslında. Hayat ve burada piyasaları da yine dahil edebiliriz, sürekli tüm tuşlara basarak solo atılabilecek bir yer değil.

Yani kısaca, uzun lafın kısası sessizliğin de bir anlamı var. Duraksamaların, yerinde sayıyor gibi görünmenin veya bazen onaylar anlamda bazen de itiraz etmek adına, sessizlikler de dahil, soloya. Bir kompozisyonun belki de en önemli kısımları hatta. Bazen kendimizi dışarıdan bir gözle izlediğimizde veya portföylerimize bir canlı muamelesi yaptığımızda sanki elimizde bir değnekle dürterek, hadi bir şeyler yap! der gibi davranabiliyoruz. Hem hayat hem de piyasalar anlamında. Ekranlarda sürekli yeşil görme isteği gibi hayatta da her an için her şeyin olumlu gitmesini bekliyoruz. Bu çok tehlikeli bir fikir, çünkü bazen her şey iyi gittiğinde veya bazen ekranlarımızda bir süreliğine sürekli gibi görünen yeşil gördüğümüzde; bu durumun aynı şekilde devam edeceği yanılgısına kapılıyoruz. İşte böyle durumlarda, sessizliğin solonun bir parçası olduğunu ve hatta sağlıklı bir gösterge olduğunu, bu anlarda gelişimin kaydedildiğini ve sonuçlarının da daha sonrasında alındığını, sonra soloya geçildiğini unutmamamız gerek. Çünkü bir gün müzik tamamen duracak ve geriye dönüp baktığımızda, nota kağıdımıza bir göz gezdirdiğimizde elimizdeki parçanın sadece anlamsız seslerden – notalardan birleştirilmiş, ahenksiz ve dinlenesi bir yapıda olmadığını görebiliriz, eğer sürekli solo atmaya çalıştıysak. Bana kalırsa iyi bir hayat, doğru notaların estetik bir kaygıyla bir araya gelmesinden oluşuyor. Belirli bir ritim tutturmamız gerekiyor ama sessizliklerin ve gelişme kısımlarının, es vermenin, parçayı bir bütün halinde değerlendirdiğimizde en önemli kısımları olduğunu düşünüyorum. O yüzden, bence, nota kağıdınızı bir de bu açıdan yaklaşarak tekrar değerlendirin isterseniz.

Önceki Bölüm

Açlık, Yoksulluk ve Daha Fazlası

Sonraki Bölüm

Başlangıçlar ve Oyun Sonları

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint