33 mins read

Boğa Piyasalarındaki Yenilmezlik Hissi

Bu hafta yine her zamanki gibi saf yatırım üzerinde değil, daha çok düşünceler üzerinde duracağımız bir bölüm olacak. Ufak bir kalabalık oluşturduk sayılır sanırım ve bugüne kadar henüz kimseden, teknik konular üzerine pek bir geri dönüş almadım, o yüzden çok garip şeyler de anlatmıyorum sanırım. Belki yine de belirli bir kesim tamamen teknik yalnızca hisse ve borsa odaklı konular da bekliyor olabilir, buna bir itirazım yok ama daha geniş bir pencereden bakmanın daha yararlı olduğunu düşünüyorum. Ayrıca oldukça katı bir şekilde; stratejiler, portföy teorileri, ekonomik gidişat, piyasaları tahmin etmeye çalışmak ya da daha komiği grafik yorumlamak bence buzdağının yalnızca görünür kısmı. Ve bunların bazılarına inanmadığımı da zaman zaman söylüyor zaten. Ve bu tarz önerilere ve “eğitim” adı altında yapılan ücretli içeriklere de tamamen karşıyım. Dolar kurunu ya da FED’in faiz oranlarını sadece dönemsel olarak 3 kere üst üste doğru tahmin eden birisi multi-milyoner olabilir piyasadaki araçları kullanarak ve eğer bir yeryüzünde gezen bir evliya değilse bu yardımı neden “eğitim” adıyla internet üzerinden satışla ya da ücretli gruplar üzerinden amme hizmeti olarak dağıtır hiçbir zaman anlam veremediğim bir şey. Tabi bunlar yapılırken genellikle bir hizmet sunulduğu algısı yaratılıyor, bilgi paylaşıldığı argümanı kuruluyor fakat birçok şeye karşı olduğum gibi ben buna da karşıyım. Bilginin özgür olması gerektiğini ve serbestçe paylaşılması gerektiğini savunuyorum. Ve her zaman dediğim gibi ekonomik gidişatı, piyasaları tahmin etmenin neredeyse imkansıza yakın olduğunu düşünüyorum. Bunları yapmak yerine, bireysel yatırımcının kendine harcama yapması ve temel bir yatırım felsefesi oluşturması yönünde kendini geliştirmesi üzerinde durması gerektiğini söylüyorum çoğunlukla.

İyi de para kazanılmasın mı bu hizmetlerden, ya da üretilen bir değer varsa bunun bir karşılığı olmasın mı? diye sorabiliriz. Bu konu özellikle yatırım ve finansal özgürlük anlamında bence çok çelişkili bir konu. Ayrıca özellikle boğa sezonlarında bu tarz şeylerle çok daha fazla karşılaşıyoruz. Eğer zaten doğru yatırım stratejilerini geliştirebiliyorsan ve hatta bunun eğitimini bile verebiliyorsan, sanırım bu tarz üyelik ve eğitim satışlarıyla uğraşmaya pek gerek kalmamalı. Ya da finansal özgürlüğü anlatmaya çalışıyorsan, ürettiğin şeyleri yaptığın işin devam edebilmesi adı altında kitleye ücretli bir şekilde sunmak zaten büyük bir çelişki. Tabi ki insanlar finansal özgürlüğe yolculuklarını paylaşabilirler, bu yolda ilerleyenleri motive etmek üzerine yoğunlaşabilirler, fakat bunu anlatırken ayrıca geçimini de bunun üzerinden sağlamaya çalışmak bana hiç sağlıklı gelmiyor. Yani konuyu buraya nasıl getirdim bilmiyorum, sadece ufak bir şeyden bahsetmek istiyordum aslında üstüne hiç konuşulmayan. Çok fazla dallandırıp budaklandırmadan bu konuyu kapatalım. Yalnızca yatırım dünyasında asıl meselenin işin teknik gibi görünen ve karmaşık gösterilen kısmı yerine, daha doğal olan ve kolay anlaşılabilir düşünsel kısmına odaklanılması gerektiğini anlatmaya çalışıyorum aslında. Ayrıca bazen gelen mesajlar veya yorumlarda umarım devam eder gibi bir cümle oluyor benimle iletişime geçenlerde. Tam olarak bunun anlamını çözemedim bu içeriklerin desteklenmesi anlamında mı yoksa bir kazanç olması gerektiğini mi kastediyorlar ama genel olarak amacım bir eğitim veya ücretli içerik satmak değil, bu hiç bahsetmediğim bir konu ama en azından yeri gelmişken aradan çıkaralım. Hayat planlarımı üyelik hizmeti veya eğitim ücretleri üzerinden kurmuyorum ve ihtiyacım yok buna. Yalnızca en sevdiğim konular üzerinde kendi yaşadığım yolculuğu ve genel bir bakış açısı sunmaya çalışıyorum ve çok zevkle yaptığım bir şey bu. Hiçbir zaman ücretli bir şeyler sunmayı düşünmüyorum çünkü benim düşünce biçimime göre etik değil bir kere bu. Bilgi özgürce hareket edebilmeli ve serbest olmalı. Elbette belki buraya reklam vermek isteyenler olacaktır fakat onun da bana genel olarak hayat standartları açısından pek bir katkısı olmayacağını söylemem gerek.

Çok dağıldı konu bu arada. Hatta daha henüz giriş yapamamışken dağıtmayı başardım bu sefer konuyu. Belki çok tartışmalı görünebilir bu düşüncelerim, sadece bazı şeyleri aradan çıkartmak istedim hızlıca aslında. Geçenlerde eşim bu konudan bahsederken tekrar fark ettim, her konuşmanın sonunu mutlaka bir tartışma noktasına çekiyorsun diyor. En basit bir konuda bile farklı bir şeyler söyleyip savunduğum bir şeyi bile tartışmaya açabiliyorum genellikle. Bu hep böyle oldu aslında. Ben bunu daha çok eleştirel düşünce olarak değerlendiriyorum ama. Ve herkesin kullanması gereken bir egzersiz çeşidi bana göre. Objektif bir şekilde bir konuyu nesnel olarak analiz edip, değerlendirmeye çalışmak ve bunun üzerinden bir yargı oluşturmaya çalışmak olarak açıklayabiliriz bu eleştirel düşünme biçimini. Bazen bir adım ileri gidip bu egzersizden çıkartılan sonucu da bambaşka bir açıdan eleştirip farklı bir bakış açısından tekrar bakmak sanırım en sevdiğim şeylerden biri ve sürekli yaptığım bir şey.

Bunu açıklamak istedim, çünkü kısaca bir konuyu ya da bir durumu eleştirirken bunu nasıl ve neden yapıyorum konusunda kendimi temize çıkarma ihtiyacı hissediyorum sanırım. Tabi bu yine de her şeyi eleştirme hakkı vermiyor bize ama buna adapte olmak da çok zor. Kişisel gelişim ve bilginin bileşik getirisi bana göre eleştirel düşünceyle başlıyor ama bu sizi bir paradoksa da sokabilir. Çok fazla şeyi eleştirip tekrar başladığınız noktaya geri dönebilirsiniz ya da kendi getirdiğiniz eleştirileri de eleştirmeye başlayıp içinden çıkılmaz bir döngüye girebilirsiniz. Diğerlerinin fikirlerini önemsemiyor gibi görünebilirsiniz ve bu çok can sıkıcı bir özellik. Dozunda ve tadında yapmak ve yaptığınız şeyin farkında olup sürekli kendinizi kontrol altında tutmaya çalışmak gerekiyor çok sevimsiz görünmemek için.

Bu konuya özellikle değiniyorum çünkü konumuzla ufaktan bir bağlantısı var. Yatırım ve özellikle şirket incelemeleri, faaliyet raporları okumaları, finansal tabloların yorumlanması… bana göre tüm bu adımlarda eleştirel düşünmenin önemi çok büyük. Kendi kullandığım yöntemlerden biri özellikle takip ettiğim şirketlerin finansal tablolarını ve faaliyet raporlarını pdf olarak alıp incelerken, pdf üzerinde notlar almak, bazı aklıma takılan noktaları işaretleyip dosya üzerinde açıklamalar ekleyip sorular sorup tüm raporun bir iskeletini ve merak uyandıran taraflarını çıkarmak üzerine. Bazen bu notları şirketin yatırımcı ilişkileri bölümüne mail atıp onlardan bir cevap almak yine çok yararlı oluyor. Ayrıca bu bana göre kâğıt üstüne not almaktan daha etkili çünkü o pdf dosyası sürekli elimin altında ve çalışma bilgisayarıma bir şey olmadığı sürece bozulmadan orada kalacak. Aradan uzun bir zaman geçse bile bazen dönüp 1 yıl önceki bir raporda kafama takılan bir nota çok rahat bir şekilde bakabiliyorum. Tüm eleştirilerimi ve analizlerimi raporun kendi içine aynı pdf dosyasına ve tam ilgili noktaya kaydedebiliyorum ve kendi adıma kullandığım basit ama etkili inceleme yöntemlerinden biri bu.

Bunu yaparken de her şeyi sorgulayacak kadar mutlak doğruya ulaşma çabası içinde olmak bence bir yatırımcının kazanması gereken en önemli özelliklerden biri. Genellikle biz, işler iyi giderken çok fazla sorgulama yapmayız ve işler kötü giderken de daha en başından doğru bir objektif ve nesnel bir analizimiz olmadığından, yanlış yerleri sorgulayabiliriz. Bu belki de bir yatırımcı için en büyük tehlike. Ve piyasalar iyi giderken, kerameti kendimizden menkul sayarız. Warren Buffett’ın hemen her konuyla ilgili olduğu gibi, bu konuyla ilgili de çok güzel bir sözü var: “Kimse boğa piyasasında; sağanak yağmur sonrası nehrin yükselmesini sağlayanın kendi ayak çırpması olduğunu sanıp, büyük bir güçle vaklayan ördeğin hatasına düşmesin. Akıllı bir ördek, sağanak yağmur bitince kendini sudaki diğer ördeklerle karşılaştırır” diyor.

Fakat biz genellikle neredeyse her konuda kendimizden oldukça emin oluruz ve bilgiyle donatıldığımızı düşünürüz. Neyi bilmediğimizi bile bilmeden yapıyoruz bunu üstelik. Fakat öğrendikçe ve bilgi elde ettikçe daha fazla şüpheye düşmeye başlıyor insan. Bertrand Russell bu durumu şöyle özetliyor: “Dünyanın bütün sorunu, budalaların ve fanatiklerin kendilerinden her zaman çok emin olmaları ve daha akıllı insanların şüphelerle dolu olmasıdır” diyor. Ve belki de yatırım alanı bunun en güzel örneklerinden biri. Borsada kazandıkça insanın kendine olan güveni artıyor. Bilgisine, stratejisine oldukça emin bir şekilde inanarak kerameti kendinden biliyor ve kendini yenilmez hissediyor. Bilgisizliğimizin ve dar görüşlerimizin çoğu zaman farkında bile değiliz. Ve bilmediğini bilmemek, cahillik kapısından girip bir daha çıkamamak bana göre. Çünkü bilmediğini ya da yanıldığını kabul etmedikçe bir daha geri dönebilmek mümkün değil. Bu konuda özgüven zedeleyici ve kişinin kendini disipline etmesini sağlayan en etkili iki yöntem: satranç ve yatırım dünyası bence. Satrançta bilmediğin ya da göremediğin sonuçların tek sorumlusu sen olursun ve oyun sonunda egolarını tamamen sıfırlamış oluyorsun kaybettiğinde. Kazandığında da tam tersi. Fakat satranç oldukça derin ve tamamen rasyonel bir oyun olduğundan sonsuz bir şekilde kazanamadığından, sürekli olarak belirli aralıklarla ego zedelenmesi yaşarsın ve bu bir nevi seni daha mütevazi biri yapar. Yatırımda da aynı durum geçerli yalnız tek bir farkla, kaybettiğimizde suçlayacak ve sorumluluğu üstümüzden atacak birçok araç vardır elimizde. Son dönemlerde belki de Borsa İstanbul için en agresif boğa sezonundan geçiyoruz ve ne alsan gidiyor diye tabir edilen bir dönemdeyiz. Ve biz bunun sebebinin mükemmel kararlarımızdan kaynaklandığı yanılgısına düşebiliyoruz. Bilgeliğimizi ve stratejilerimizi kusursuz görebiliyoruz. Tam bu zamanlarda işte bu yanılgılarımızla ilgili bir bölüm yapmak istedim ve hep birlikte tekrardan ayaklarımızın yere basmasını sağlamamız lazım.

Bilgiyi dört parçaya bölebiliriz.

Bildiğimizi bildiklerimiz. Yazı yazmak mesela. Biliriz yazabildiğimizi. Konuşmak, dil bilmek. Görmek gibi kesin bir şekilde bildiğimiz gerçekler var.

Tabi bilmediğimizi bildiklerimiz de var. Gerçi bu zamanlarda bilmediğini bilmek ya da genel olarak bilmiyorum demek kabul edilebilir bir şey değil. Herkes her şeyi biliyor. Fakat mesela bir uzay mekiği uçurmayı bilmediğimizi biliriz. Bir helikopter uçurmayı bilmiyoruz diyebiliriz. Kesin bir şekilde bilmediğimizin farkında olduğumuz bilgiler var her ne kadar her şeyi bildiğimizi iddia etsek de.

Bildiğimizi bilmediğimiz şeyler de var. Ya da unuttuğumuzu sandığımız. Bisiklete binmek mesela. Ya da bir köpeği ilk defa suya attığımızda hemen yüzebilmesi. Farkında olmadığımız ve zihnimizin derinliklerinde arka planda kalan bildiklerimiz var.

Ve en tehlikeli parça; bilmediğimizi bilmediklerimiz. Burada bir paradoks da var. Neyi bilmediğimizi bilmediğimiz için; neyi bilmediğimizi de söylemek mümkün değil belki de. Ve belki de bu yüzden her şeyi bildiğimizi iddia ediyor olabiliriz.

Amatör bir düşünen varlık ya da insan ya da bir budala, bu parçalardan sadece ikisi konusunda yorum yapar genellikle. Bildikleri ve bilmediğinin farkında olmadığı konular. Bir alanda uzmanlaştığını ve tüm bilgiye hâkim olduğunu düşünür ve bilmediği çok az şey olduğunu ya da o alanda bilmediği hiçbir şey olmadığını iddia eder insan. Fakat bilge biri, bir konuda uzmanlaştıkça, kendinden daha çok şüphe duymaya başlar ve bildiklerinin bilmediklerine göre çok daha az ve hatta bahse değer bile olmayacak kadar küçük olduğunu düşünmeye başlar. Kendinden emin olamaz. Bilmediğini bildiği şeyleri iyi anlar ve onlara yoğunlaşır. Alanındaki bilmediğini bilmediği derinlikleri, bilmediklerini bildikçe yani neyi bilmediğini anladıkça genişletir. Biliyorum anlatması ve anlaşılması biraz zor bir konsept bilginin bu dört parçası ve o kadar çok bilgi geçiyor ki içinde, bir karmaşa yaşanmaması da oldukça zor. Fakat bunu anlamak çok önemli.

Bilgiyi birbiri üstüne çizilmiş 3 çember olarak düşünelim daha basite indirmek için. İlk çember bildiklerimiz. Onu içine alan daha geniş çember bilmediğimizi bildiklerimiz ve bu çemberin dışında kalan her şey bilmediğimizi bilmediklerimiz. Eğer neyi bilmediğimizi iyi biliyorsak, bu son büyük çemberin dışında kalanları yani bilmediğimizi bile bilmediklerimiz o kadar az olur fakat biz genellikle neyi bilmediğimiz konusunda çok başarılı değiliz ve tam bu yüzden çok küçük bir bilgi çemberinin içindeyiz aslında. Bu kadar küçük varlıklarız yani. Dikkatle dinleyenler belki hani 3. çember nerede diye soracaklardır tam şu anda. 3. olan da çekirdekte en küçük çemberimiz ve bildiğimizi bilmediklerimizden oluşuyor.

Ve tam bu noktada yine bir çelişki doğuyor. Bir konuyu öğrenmeye başladıkça ve bazı bilgiler edindikçe, eğer bir ego problemi de yaşamıyorsanız ve mütevazi bir yanınız da varsa; neyi bilmediğinizi anlıyorsunuz ve sonra tehlikeli bir adıma geliyorsunuz. Çevrenize bakıyorsunuz ya da borsaya bakıyorsunuz ve diyorsunuz ki; şu aptallara bak ne yaptıklarını bilmiyorlar, ben bütün eksikliklerim ve bilgisizliğimden haberdarım ve bu grubun hiçbir şeyden haberi yok. Onlardan ya da piyasadan oldukça ilerde bir yerdeyim. 5 hamle sonrasındaki karşıma çıkacak problemleri bile şu anda görebiliyorum. Nasıl bir bilinmezlik olabileceğini tahmin edebiliyorum. İşte belki de en tehlikeli durumlardan birisi bu. Piyasada gerçekleşebilecek ve kimsenin farkında olmadığı ya da her şeyi bildiğini düşündüğü bir ortamda, biz bilinmeyenleri ve tüm kötü senaryoları inceleyip ve kayıp olma ihtimalini düşündükçe bunlara karşı bir savunmamız olduğu fikrine kapılırız ve bu da bizi en başa döndürür. Yani piyasaya karşı ego yaratmaya ve bilmediklerimizi bildiğimizi sanmaya ve neyi bilmediğimizden habersiz olmaya iter. Bu da büyük bir çelişki ve piyasalardaki belki de en tehlikeli davranış biçimi. Kendi cehaletimizin ve budalalığımızın üstesinden gelmeye çalışmak bir paradoks yaratıyor. Ayrıca bu kadar derinleşip bu paradoksun da farkına varmak ve paradoksun kendisinin üstesinden gelmeye çalışmak da yine başka bir paradoks yaratıyor. Hiçbir şekilde içinden sağlıklı olarak çıkılamayacak zihinsel bir işkence gibi bu. Yani kısaca, bilgi çemberimizin sınırlarını genişlettikçe, neyi bilmediğimizi anlayıp ne kadar az bildiğimizi gördükçe, kendimizi diğer insanlardan daha üstün görmeye başlarız ve asıl kurtulmaya çalıştığımız ego probleminin en başına döneriz.

Dunning Kruger sendromu

Şimdi, bilgiyle ilgili ve farkında bile olmadığımız yanılgılarla ilgili sanırım yeterince bir temel oluşturduk. Daha önce etkin piyasalar hipoteziyle ilgili konuşurken buna tamamen karşı çıktığımdan bahsetmiştim. Çünkü piyasalarda bir hissenin fiyatını etkileyecek tüm bilgilerin zaten fiyatın içinde yer aldığını savunuyor bu yaklaşım. Ve buna karşı çıkarken aslında anlatmak istediğim, işte bilginin bu içinden çıkılmaz paradoksunu göstermek. Ayrıca piyasalar gerçekten etkin olsaydı, herhangi bir rasyonellik problemi de yaşamazdık ve her şey olması gereken şekilde fiyatlanırdı. Her şirketin f/k’sı gerçekten olması gerektiği gibi olurdu. Bana göre piyasa, bir geleceği tahmin etme oyunu ve geleceği tahmin ederken tüm bilginin açık bir şekilde elimizde olduğunu savunmak çok yanlış bir düşünce şekli.

Bir gün belki piyasa irrasyonelliği ve bu pazarın nasıl çalıştığı üzerine daha genel bir bölüm de yaparız. Fakat bugün konumuz biraz daha dar ve boğa piyasaları üzerinde durmak istiyorum sadece.

Hatırlıyorum da sanırım 2017’lerde endeks 70 binlerden 120 binlere çok ciddi bir yükseliş yaşamıştı, borsanın çok pahalandığı, çok ciddi bir boğa sezonundan geçtiğimizi konuşuyorduk. Sonrasında 100 binlerin altına çekilmişti bir süre. Her tarafta tekrardan 70 binleri bekleyen büyük bir kalabalık oluşmuştu. Sanırım borsa sonraki rallide 150 bini geçtiğinde, iki sıfır atıldı endeksten ve 1500-1600 rakamlarından devam ettik. Çok çabuk alıştık bu sıfır atılmasına da. Paradan sıfır atmaya benziyor aslında biraz. Hemen alışıyoruz böyle şeylere. Ve bu rallilerde kazanılanları da tamamen kendi yeteneğimizle elde ettiğimizi düşünüyoruz. Yenilmez hissediyoruz. İçinde bulunduğumuz coşkuyu tam olarak algılayamıyoruz. Fakat bazen büyük resme bakmakta fayda var. Genellikle böyle boğa dönemlerinde veya hatta çok ciddi düşüş sezonlarında hep Bist endeksinin maksimum uzunluktaki grafiğini açarım. 2008 krizi mesela şu anda bu grafiğe bakarsanız sözü bile edilemeyecek kadar bir geri çekilme gibi duruyor. Hatta ilk bakışta tespit etmeniz bile zor. Ya da 70 binlerden 120 binlere giderken yaşadığımız o coşkulu dönem grafiğe bakınca oldukça anlamsız ve önemsiz görünüyor. Ben veya herhangi birisi bu maksimum grafiğe baktığında, sağlıklı diyebileceğimiz 45 derecelik bir açıyla büyüme göremez. Neredeyse 90 derecelik dik bir açıyla çok ciddi bir ralli içindeyiz. Nerede duracağımız, soluklanacağımız ya da geri çekilmeler göreceğimizi de tahmin etmek mümkün değil. 5-6 ay önce 2500 seviyelerinin çok ciddi bir test olduğunu ve oradan geri dönüş olabileceği yönünde tahminde bulunuyordu bazı uzmanlar. Hatta bununla ilgili ufak bir flood yapmıştım o dönemlerde. Bir linkini bulup notlar kısmına koyarım.

Şu anda 4000 seviyelerini konuşuyoruz. Her yerde borsa muhabbetleri duyabilirsiniz, çevrenizde, berberde ya da bir restoranda. Büyük bir ilgi var ve pek haksız da sayılmaz çünkü sanırım enflasyon karşısında ayakta durabilen nadir piyasalardan biri. Ya da en azından öyle hissettirebiliyor. Ben genellikle ay sonunda duruma baktığımda mal ve hizmet fiyatlarındaki artışla portföyümün artışını karşılaştırma konusunda problemler yaşıyorum. Varlıklarımı korudum mu? veya net değer artışı yapabildim mi? çoğu zaman emin olamıyorum. Sanırım yüksek enflasyonun gizli etkilerinden biri de fiyat ve değer arasındaki en azından normal zamanlarda görülebilir olan bağlantıyı tamamen koparabiliyor.

Ben bu coşkulu olma halini daha önce sanırım ilk bölümlerden birinde düğün teorisi diye adlandırmıştım ve tehlikelerinden bahsetmiştim. Herhâlde Peter Lynch’in Piyasalardaki En Tehlikeli 10 Hata bölümünde anlatmıştım merak edenler oraya bakabilir. Kısaca piyasaları bir düğün organizasyonu olarak düşünürsek, gelin veya damat olan biz yatırımcılar, coşkunun etkisiyle etrafımızda gerçekten olup bitenleri pek fark edemeyiz. Olayın tam merkezinde tüm dikkatlerin üzerinizde olduğu bir an bile olsa, detayları ve bazı çok önemli gelişmeleri görmemiz mümkün olmaz. Ben bundan bahsederken, daha sonra Netflix’te Kuş Uçuşu diye bir dizi yayınlandı. Gelen tehlikeleri neden göremediğimizi çok güzel anlattılar orda da. Nejat İşler’in dış ses olarak anlattığı çok güzel bir hikâye var: “Bu bir av ve avcı hikayesidir. Ormanda izlenen bir aslan ve yüksekten uçan bir avcı kuşun hikayesi. O aslandır, ormanın hâkimi, gücün tek sahibidir. Bir kuş tarafından öldürülebileceğini düşünmez bile. Zirvededir. Zirvede olmak da görüş alanını zayıflatır. Aslanlar ve kuşların savaşı bu. Kuşlar orman kanununa itaat etmezler. Aslanın sırtı ürperir. Çünkü hisseder geldiklerini. Dümdüz, kısa yoldan, kuş uçuşu. Çok yüksek bir egoyla, çok yüksek bir hırsın savaşı bu.” Ne kadar da güzel anlatıyor bu durumu bu sözler. Bana kalırsa aslan olmak da kuş olmak da oldukça tehlikeli sonuçlara sebep olabiliyor. Eğer piyasayı bu orman olarak kabul edersek, en iyisi kaplumbağa olmak gibi sanki. Sessiz, sakin ve kararlı. Hedefine koşmadan, hırsa kapılmadan ya da yüksek egolarla bir adımını ötekinin önüne rap rap basarak atmadan usulca ilerlemek gerekli.

İçinde bulunduğumuz rallilerin olduğu dönemlerde genellikle borsaya ilgi çok yüksek seviyelere çıkıyor ve piyasanın içindekileri düğün teorisi dediğim bir benzetmeyle, zirvedeyken görüş alanımızın zayıfladığını düşünüyorum. Tüm dikkatlerin odak noktasında olmak ayrıca girişte bahsettiğimiz bilgi çemberimizi ve yeteneklerimizi olduğundan fazla görmemize neden olan egosal bir problem yaratıyor. Peter Lynch piyasaların bu durumunu benden çok daha iyi bir şekilde ve çok daha güzel bir örnekle açıklıyor. Kokteyl Partisi Teorisi diye adlandırdığı bir durum var. Şöyle bir soruyla başlıyor: “Profesyonel ekonomistler ekonomileri tahmin edemiyorsa ve profesyonel borsacılar piyasaları tahmin edemiyorsa, amatör yatırımcının bunu yapma şansı nedir?” Ekonomiyi bir bilim dalı olarak düşündüğümüzde, gerçekten de tezler, hipotezler ve kanunlar bekliyorsunuz ve belirli bir hareketin neden olacağını net bir şekilde açıklaması gerektiğini düşünüyorsunuz. Fakat ekonomi ve finans sosyal bilim dallarından biri bunu unutmamak gerekli. Bu da insanların davranışlarının ve rasyonel karar almamalarının sonucunda tahmin edilmesi neredeyse imkânsız bir alan koyuyor önümüze. Bu yüzden ekonomi, belki de bilim dalları içinde en önemsiz olanların arasında en önemlisi.

Peter Lynch, Kokteyl Partisi Teorisini yıllarca partilerde insanları izleyerek, insanların oturma odalarında, mutfaklarında bulunarak geliştirdiğini söylüyor ve piyasa tahmininde kullandığı en önemli indikatörlerinden biri.

Bu piyasa indikatörünün dört aşaması var.

  1. Aşamada, bu akşam gezmelerinde ve bulunduğu partilerde, insanlar Peter Lynch’le sohbet ederken ne iş yaptığını sorduklarında portföy yöneticisi olduğunu söylediğinde, çok az ilgi çektiğinden bahsediyor. Bu zamanlarda genellikle piyasa belki hafif durağan zamanlardadır ya da ufak bir yükseliş vardır diyor. Böyle anlarda insanlar onunla hiç ilgilenmez ve sohbetlerini yatırım alanından hızlıca uzaklaştırıp başka konulardan söz ediyorlar. Bütün kalabalık bir yatırım fonu yöneticisiyle hisse senetleri hakkında konuşmaktansa, bir diş hekimiyle implant hakkında konuşmayı tercih ettiğinde, muhtemelen piyasa canlanmak üzeredir diyor.
  2. Aşamada, ne iş yaptığını söyledikten sonra, yeni tanıştığı bu insanlar dişçiye geçmeden önce biraz daha oyalanıyorlar -belki de borsanın ne kadar riskli olduğunu söyleyecek kadar uzun- ama kokteyl partisindeki konuşmalar hala hisse senetlerinden çok implantlar hakkında. Piyasa ilk aşamaya göre belki yüzde %15 artmış durumda ancak çok azı buna dikkat ediyor, diyor.
  3. Aşamada, piyasa ilk aşamaya göre %30 artmış ve artık kokteyl partisindeki kalabalık daha ilgili. Hatta dişçiyi bile görmezden geliyorlar ve ne iş yaptığını öğrendikleri Peter Lynch’in bütün akşam etrafında dönüyorlar. Birçok hevesli kişi, hangi hisse senetlerini almaları gerektiğini sormak için onu kenara çekiyor. Dişçi bile hisse senetlerini sormaya başlıyor. Partideki hemen herkes, bu aşamada şu veya bu hisseye para yatırıyor ve hepsi bu seçimler hakkında tartışıyorlar.
  4. Aşamada, partideki insanlar bir kez daha Peter Lynch’in etrafında toplanıyorlar fakat bu sefer fikir sormak için değil, ona hangi hisse senetlerini alması gerektiğini söylemek için. Diş hekiminin bile en azından 3-4 tane tüyosu var ve sonraki günlerde bu hisseleri takip ettiğinde, hepsinin yükseldiğini görüyor. Partideki insanlar veya mahallesindeki komşuları ona ne alması gerektiğini söylediğinde ve onların tavsiyelerine uymadığında pişmanlık duyduğunda, bu durumun piyasaların zirveye ulaştığını ve ciddi bir düşüş geleceğinin kesin işareti olduğunu söylüyor.

Peter Lynch’in piyasaları tahmin etmek için kullandığı indikatör işte bu dört aşamadan oluşan Kokteyl Partisi Teorisi. Ve piyasaların bu rasyonel olmayan coşkulu hareketlerini tam olarak anlayabilmek, diğer piyasa oyuncularına göre büyük bir avantaj sağlayabiliyor. Borsa şu anda tarihinin belki de en büyük rallisini yaşıyor ve eğer kendinizi şu andaki gürültülü kalabalıktan bir adım uzaklaştırıp geniş bir pencereden piyasaya bakarak sakin kalabilirseniz, tüm piyasa hareketlerinden oldukça kazançlı çıkılabileceğine inanıyorum. Borsa İstanbul’u örnek alalım çok uzağa gitmeye gerek yok bu hareketlere bakmak için. IMKB olarak ilk kurulduğunda 80’lerin sonundan itibaren sürekli olarak yükseldi. Neredeyse 50 yıldır yükseliş trendinde. Devletler de ya da daha mikro ölçekte ülkemiz de bu süreçte büyüdü. Gelişmekte olan piyasaların belki de en gözdelerinden biriydik 10 sene öncesine kadar hatta. Bu 45-50 yıllık borsa tarihimizde sadece endeks sanırım en az 80-90 kat civarında arttı. Dolar bazında ucuzlamasından bahsetmiyorum belki o bambaşka bir bölümün konusu çünkü. Ülke gelişti, yeni yatırımcılar geldi, bireysel yatırımcılar arttı, şirketlere olan güven arttı ve kurumsal güçlü şirketler kendine sağlam bir edindi. Yurt içi milli hasılamız ve kişi başına düşen gelirlerimiz arttı. Her ne kadar özellikle son 7-8 yıldır alım gücümüz düşmüş olsa bile, -ki bunlardan da özellikle finansal özgürlük üzerine konuşurken daha detaylı bahsediyoruz- en azından parasal bir büyümeden söz edebiliriz.

Borsa İstanbul’un bu tarihi boyunca belki de işaretlenmesi gereken en önemli noktalar 98 krizi, sonrasında 2000 krizi ve hatta bu dönemde borsanın tekrar eski seviyelerine gelmesi 2004’leri buldu. En az 4 yıl boyunca bir düşüş trendi yaşandı. 2008 konut krizini yaşadık, piyasaları çok daha sert vurdu belki de. 2 yıldan fazla bir süre 2010’ların sonlarına kadar borsa ve şirketler ancak toparlayabildi. 2018’den sonra çok ciddi bir kur krizinin içine girdik ve içinden çıkılması çok güç bir enflasyon sarmalına kapıldık. Piyasalar da bundan nasibini aldı. 2020’nin sonlarına kadar 2 yılda endeks ancak eski seviyelerine tekrar ulaşabildi. Ve bu geçmişe dönüp baktığımızda, her kriz ve ciddi duraklama ve uzun süreli geri çekilme dönemlerinden önce, çok iştahlı ve coşkulu bir piyasa olduğunu görebiliyoruz. Sadece endekse bakmak bile bize bu noktaları hemen bir çırpıda işaret ediyor zaten. Tüm bu uzun süreli geri çekilmelere ve acı verici dönemlere rağmen, piyasa tekrar ve tekrar eski zirvelerini agresif bir şekilde her zaman yukarı doğru kırdı ve sürekli yeni tepeler yapmaya devam ediyor. Bu döngüyü iyi anlamak lazım. Şimdi kendimize şunu sormak gerekli, alım gücü konusunda sıkıntı yaşasak bile, hayat standartlarımızı sürekli yükselttiğimiz bu son 50 yıllık süreçte, şirketlerin sürekli olarak bir önceki dönem karlarının üstüne çıkarak büyüdüğü hatta ülkeden bağımsız daha istikrarlı bir büyümeden bile söz edebiliriz bu açıdan… o zaman nasıl oluyor da böyle çılgınca hareketler görebiliyoruz? Dönem dönem hızlı bir şekilde çılgınca yükselen bir piyasa oluyor ve zaman zaman da çok ama çok uzun süreli geri çekilme dönemleri noktalar halinde işaretleyebildiğimiz depresif periyotlardan geçiyoruz. 45-50 yıllık bir süreden bahsediyoruz burada, yani bu bir insanın yatırım dünyasında bir ömürlük zamanına eş değer belki de. Bana kalırsa bu sorunun cevabı piyasadaki oyuncuların, yatırımcıların tam anlamıyla irrasyonel olması. İnsani duygularla birlikte zaman zaman oldukça coşkuya kapılıyoruz ve kendimizi yenilmez hissediyoruz. Geçmiş grafiklere dönüp bakıyoruz ve bir ralli içindeyken, geçen sene ya da son 2-3 senede yaptığımız karlara bakıp kendimize daha hırslı hedefler koyuyoruz. Hatta o kadar kendimize güveniyoruz ki, kaldıraç kullanıyoruz ya da kredi çekip, borç alıp çok daha fazla risk alır bir pozisyona giriyoruz. Ya da bir yakınımıza, takip ettiğimiz bir yatırımcıya bakıyoruz, geçmiş karlarından imrenip pişmanlık duyarak tam coşkunun en tepe noktasında piyasaya giriş yapmaktan ve yüksek riskler alıp komşumuzu, arkadaşımızı geçmeye çalışmaktan çekinmiyoruz. Ve bunu büyük bir kalabalık halinde yapıyoruz. Ve bazen de depresyona girip, sürekli daha derine kazdığımız büyük bir umutsuzluk çukuruna düşüyoruz. En tepe, en coşkulu anlarda tamamen geçmişte kalmış ve yapılmış, realize edilmiş karları görüp daha iştahlı bir şekilde piyasaya girdikçe bir süre sonra tekrar dönüp kazançlarımıza baktığımızda kayda değer hiçbir şey göremiyoruz. En tepe noktadaki durgunluk halinde giriş yaptığımızı belki bu noktadan sonra kısmen anlayabiliyoruz ya da borsa çok da matah bir şey değilmiş deyip, çok riskli ve dengesiz görüp yüksek ihtimalle bir zararla piyasadan çıkmaya başlıyoruz. Ve yine bunu büyük kalabalıklarca toplu bir şekilde yapıyoruz. Ve işte bu döngüleri anlamak, bir yatırımcının sadece dar bir görüşle geçmişe bakmadan, büyük bir pencereden tüm manzaraya bakıp olan biteni anlaması, çok ama çok büyük kazanç fırsatları yaratabilecek bir özellik. 2008’deki ciddi krizde piyasada değildim. Fakat sonraki piyasaların hepsinde, hep %100 piyasadaydım ve geri dönüp baktığımda şu an için sadece 2018’deki kur krizini görüyorum. Bunun haricinde şu anda mini diyebileceğimiz belki de 10’larca ani krizler daha oldu ve onları yaşarken sanki bir ömür boyu süre geçti gibi hissedildi. Bunu anladıktan sonra, özellikle 2018’den 2020’ye kadar agresif bir şekilde birikimlerimi şirketlerdeki ortaklık payımı artırmak için kullandım.

Fakat piyasanın domine ettiği psikolojik değişimlerden etkilenmemek ve akıntıyla hareket etmemek hiç kolay değil. İnsani özelliklerimiz bir kere bunun önündeki en büyük engel. Hepimiz duygusal varlıklarız ve genellikle herkes coşku içindeyken biz de coşkuya kapılıyoruz, herkes aç gözlüyken bizim de gözümüzü hırs bürüyor ve rasyonel davranamıyoruz. Sonra herkes korku ve panik haline kapıldığında aynı şekilde biz de büyük bir umutsuzluğa düşüp aynı korkuyu hissediyoruz. Her ne kadar bireysel yatırımcılar olsak da piyasanın psikolojik dönüşümlerinde toplu bir şekilde ahenkle biz de bu duygu değişimlerine ayak uyduruyoruz. Ve böyle yapmaya da devam edeceğiz. İnanamayacağımız ya da öngöremediğimiz inanılmaz gelişmeler de olmaya devam edecek. Son 1 yılda endeksin 3 kat gittiği bir ralli yapması gibi mesela. Ülkeler ve özellikle halka açık şirketler istikrarlı bir şekilde hareket ederken bu inanılmaz piyasa dalgalanmalarına hep şahit olacağız. Ve eğer, işte bu suların yükseldiği yüksek coşku ve aç gözlülük dönemlerinde, ya da suların çekildiği depresif dönemlerde, piyasanın etkisinde kalmayıp gerçekten rasyonel davranılırsa, kendimizi kalabalıkların çılgınlığından ayırabilirsek, çok ama çok zengin olabilirsin. Özellikle son birkaç yıl bunu bana tekrardan gösterdi. Ve ayrıca çok zeki veya uzman biri olmana da gerek yok. Daha önce de paylaşmıştım sanırım çok sevdiğim bir söz var: “Bu işte akıldan daha önemli olan sağlam bir midenin olması” gerçekten de. Standart sapma ve normal dağılım eğrisinden sanırım büyük bir kısım haberdardır. İnsanların yalnızca %1’i hadi %5’i üstün zekaya sahip ve yine %1-%2 civarı zekâ geriliğine sahip. Geri kalan hepimiz ortalama standart dağılım eğrisinin içinde bir yerdeyiz ve hiç birimizin bir diğerine karşı gözle görülür derecede bir zekâ üstünlüğü yok. Ve piyasanın büyük bir kısmı bu normal dağılımın içinde bir yerde. Sadece çok zeki olduğumuz için piyasada iyi hamleler yapmıyoruz ya da doğru yatırım kararları vermiyoruz. Yalnızca bilgiye ve gözleme dayalı yorum yeteneklerimizi geliştirdiğimizde, zekâ yerine bilginin bileşik getirisine inandığımızda ve piyasanın psikolojimizle oynamasına izin vermediğimizde, sağlam bir mideye sahip olduğumuzda başarılı yatırımlar yapabiliyoruz. Ve bunu yaparken de kendimizi piyasanın diğer oyuncularından üstün görmemenin, bilgi ve bilgisizliklerimizin farkına varmanın önemi çok büyük. Bilgisizliklerimizin farkına vardıkça, piyasadan çok daha fazla şey bilmediğimizin farkında olmanın bir avantaj getirdiği yanılgısına kapılıp yine piyasanın önünde ve ilerisinde olduğumuz paradoksuna da kapılmamak gerekiyor.

Ve bence, bu yenmekte zorlandığımız insanı duygularımız ve piyasa psikolojimiz yüzünden; iştahın kabardığı, coşkunun yüksek olduğu boğa piyasaları, durgun zamanlara göre ve hatta geri çekilmelere göre çok daha tehlikeli. Kimin söylediğini hatırlamıyorum ama; “sonsuza kadar gitmeyecek bir şey, bir yerde mutlaka sona erecektir” diye bir söz var. Bunu anlamak çok önemli. Özellikle bir sonraki coşkulu işlemin eşiğindeyken hatırlamak lazım bu sözü. Şirketlerin içsel değerlerinin çok da önemsenmediği, kimin yönettiğinin bir öneminin olmadığı, pazardaki durumunun düşünülmediği ve en önemlisi 20 yıl sonra da bu şirket buralarda olacak mı sorusunun sorulmadığı dönemler, ralli yapan piyasalar. Olumsuz haberlerin kulak ardı edildiği ve en ufak olumlu görünebilecek şeylerin abartılarak yorumlandığı zamanlar.

Ayrıca piyasalar çökecek gibi bir iddiam da yok bunu da belirtmem lazım sanırım burada. Fakat yeterince geniş bir ölçekte piyasalarda mutlaka düşüş yaşanacağını sanırım emin bir şekilde söyleyebiliriz. Ve yeterince uzun düşüşlerden sonra, yine hızlı ve sert ya da istikrarlı yükseliş rallilerinin olacağını da yine aynı kesinlikte söyleyebiliriz. Sadece bu uzun finansal özgürlük yolundakilere ve piyasada emin adımlarla ilerlemek isteyenlere ufak bir hatırlatma yapmak istedim ve hep birlikte akıntıya kapılıp piyasa psikolojine yenilmemek üzere bir şeyler anlatmak istedim. Belki bundan da önemlisi kendi egolarımıza ve kazanma hırsına, cahilliğimize yenik düşmemek hepsinden daha öncelikli.

Yüzüklerin Efendisinden ilk filmde Sam ve Frodo yolculuğa çıkarlarken çok sevdiğim bir sahne var o kısımla bölümü toparlayayım artık. Shire’dan ilk ayrılırken belirli bir mesafe katettikten sonra Sam birden bir yerde duruyor ve Frodo’ya şöyle diyor orda; işte tam burası, buradan bir adım daha atarsam, evimden daha önce olmadığım kadar uzak bir noktada olacağım. Biraz korkak, ürkek bir şekilde zorlukla bir adım atıyor. Frodo, Bilbo Baggins’in bir sözünü hatırlatıyor onu cesaretlendirmek için: “Bilbo’nun eskiden ne dediğini hatırla: Kapından çıkmak tehlikeli bir iştir Frodo. Yola çıkarsın ve ayaklarına hâkim olmazsan nereye sürükleneceğini bilemezsin.

Finansal özgürlük yolculuğunda ve piyasanın dalgalı, irrasyonel ve fırtınalı denizinde herkese bol şans ve tabi ki sağlam adımlar atması dileğiyle.

Önceki Bölüm

ARK Invest Büyük Fikirleri 2022: Geleceğin Teknolojilerine Yatırım

Sonraki Bölüm

Finansal Özgürlük ve Hayat

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint