/
34 mins read

Olağanüstü Yanılgılar: South Sea Balonu

Bugün yine Olağanüstü Yanılgılar ve Kalabalıkların Çılgınlığı kitabında geçen Güney Denizi Balonu vakasını inceleyelim. Daha önce Lale Balonunu anlatmıştım. Yine benzer bir hikâye. Bu üzerinden oldukça zaman geçmiş tarih derslerinden bahsetmemin sebebi, aslında bugün bile hala sürekli olarak aynı hatalara düşüyor olmamızdan kaynaklanıyor. Hatalarımızdan ders almıyoruz. O yüzden zaman zaman bu şekilde geçmişte yaşadığımız ve tarihin tozlu raflarında yerini alan bu olayları tekrar hatırlatmaya çalışıyorum. İşlerin ne kadar ters gidebileceğini gösteren bu İngiliz çılgınlığı da South Sea Balonu olarak kayıtlara geçti. Ben Güney Denizi Şirketi diyerek devam edeceğim bundan sonra. Newton’un o ünlü sözüyle başlayalım. “Gezegenlerin ve yıldızların hareketlerini hesaplayabilirim, hangi zamanda nerede olacaklarını söyleyebilirim ama insanların çılgınlığını asla.” Newton bunu söylediğinde Güney Denizi Şirketinin hisselerinde o zaman 20.000 pound, günümüz parasıyla da yaklaşık 3-4 milyon pound kaybettiği tahmin ediliyor. Aslında gezegenlerin hareketlerini tam olarak hesaplayamadığını, özellikle Merkür’ün yörüngesindeki farklılıkları net bir şekilde ortaya çıkaran Einstein, Newton’un evrensel kütle çekim yasasını düzeltmiş oldu ama konumuz bu değil.

Peki bu Güney Deniz Şirketinin yarattığı balon olayı nasıl oldu? İnsanlar nasıl böyle bir çılgınlığa kapıldı? Neredeyse hükümeti devirecek kadar büyük bir kaos nasıl yaşandı? Şimdi hep birlikte bunların cevaplarını almaya çalışalım ve belki kendi adımıza bundan bir ders de çıkartırız. Sistemin ne kadar yozlaşabileceğini, içsel değeri olmayan bir varlığın ve otoritenin birleşmesinde nasıl sonuçlar çıkabileceğini hep birlikte göreceğiz. Hep söylediğim gibi bitcoin’i işte tam olarak bu sebeplerden önemsiyorum. Otorite kontrolü altına alınamıyor ve aynı zamanda fiyat etiketi tamamen serbest piyasa koşullarına göre belirleniyor. Ve yine bu serbest piyasa koşullarının etkisiyle spekülatif hareketleri çok fazla görüyoruz ama zamanla içsel değerine yaklaşacağını düşünüyorum. Ve buna engel olabilecek bir merkezi yapı veya otorite bulunmuyor. Ve tamamen kendisini karşısında konumlandırdığı bu eski sistem; işte tamamen Güney Denizi Şirketi gibi yapıların bir eleştirisi aslında. Bu balonu anlamak için önce İngiliz Krallığını ve parayı anlamak gerekiyor. Paranın tarihini ve ne olması gerektiğiyle ilgili tanımlarını yapmıştık daha önceden. Özellikle Paranın Kısa Tarihi isimli bir bölüm yapmıştım oraya bakmanızı isterim parayla ilgili daha geniş bir şeyler dinlemek isteyenler için.

Şimdi 1700’lü yılların İngiltere’sine gidelim ve o dönemki paranın durumuna bir bakalım. 1700’lere gelindiğinde artık kâğıt para çoktan kullanımına girmişti ve aşağı yukarı bugün kullandığımız şeklini almıştı. Ayrıca Ray Dalio’nun çok yakın bir zamanda yayınladığı Değişen Dünya Düzeni videosuna da mutlaka bakmanızı öneririm. Küresel güçlerin ve bu güçle birlikte paranın ilişkisini çok iyi anlatıyor.

Lale balonundan sonra tabi onun tetiklediğini söylemek de pek mümkün değil ama Hollanda’nın düşüşe geçmesiyle artık İngilizlerin küresel bir güç olduğu döneme geçilmişti 1700’lerde. Bunda en büyük etki para ve onun getirdiği güç olarak söyleyebiliriz. Ayrıca bir dipnot; İngiltere o dönem monarşiyle yönetiliyordu bir çoğumuzun bildiği gibi. Para nasıl basılır anlatmıştık daha önce. Hükümetler hazine aracılığıyla borç senetlerini çıkartır, merkez bankası bu borç senetleri ikinci piyasadan alır ve bunu yaparken parayı yaratır. Tabi bunu belli bir faiz oranıyla yapar ve aynı zamanda bu şekilde enflasyonu ve faizi kontrol altında tutmaya çalışır. O dönem de aslında çok farklı değildi, tabi tek bir farkla. Merkez bankaları henüz icat edilmemişti. Onun yerine o çok ünlü Bank of England kuruluşu vardı. Bugün İngiltere’nin merkez bankası yine bu kuruluş. İngiliz monarşisi ve tabi ki Hazine Şansölyesi devleti borçlandırarak Bank of England aracılığıyla kaynak yaratıyor o dönemde aynı bugün olduğu gibi. Tabii bunu yapmalarının bir sebebi var, 1700’lerde İngiltere Krallığı hemen hemen her ülkeyle savaş halinde ve bu savaşların desteklenmesi için kaynak ihtiyacı duyuyor. Bunu da devlet borçlanma senetleriyle, Bank of England aracılığıyla yapıyorlar. Bu banka da bu borç senetlerini dış ülkelere veya yatırımcılarına satıyor, bunun üzerinden bir gelir elde ediyor. Aynı zamanda hükümetten faiz topluyor. Güzel sistem dimi? Bugünkü durumdan çok bir farkı yok aslında onu göstermek istiyorum.

Şimdi o dönem İngiltere Hazine Şansölyelerinden iki isim vereceğim Robert Harley ve Robert Walpole. Bu isimlere ileride geleceğiz. Bir tarih dersi anlatmak değil amacım ama bu kritik görevdeki ve Güney Deniz Balonu çılgınlığındaki payları için bu iki ismi yeri geldiğinde konuşmaz zorundayız. Bu isimlerden Robert Harley 1710 yıllarında hazine şansölyesi olarak görev yapıyor. Yani bu da şu demek, Bank of England ile yapılan anlaşmaları ve çıkartılacak yeni borç senetlerini, bunların karşılığı olacak paranın pazarlığı, ödenecek faizi, diğer tüm şartları bankayla direkt olarak görüşen kişi. Hazine çok önemli bir kurum, o dönem sanki şu anın Başbakanı gibi hareket eden kişiler bunlar. Harley, Bank of England ile bu anlaşmaları yaparken oldukça zorlanmaya başlıyor. İstediği faiz oranlarını alamıyor veya istediği kadar borç alamıyor, sürekli zorluk çıkartılıyor. Tabi bankanın da burada belki haklılık payı vardır, çünkü o da bu kaynağı sonuçta yatırımcısından ve yurt dışından, ülkelerden, bankalardan sağlıyor. İngiltere çevresindeki herkesle savaşırken belki de dış borçlanmayla kaynak yaratmak kolay olmayabilir. Daha sonra Harley’nin aklına dahiyane bir fikir geliyor. Neden Bank of England’ın işini yapabilecek halka açık bir şirket kurmayalım ki diye bir girişim düşünüyor. Bu şirket tabi ki bir denizcilik şirketi olmalı. Çünkü bunun örneğini daha önce gördüler. Doğu Hindistan Deniz Şirketinin daha önce Kraliyet tarafından verilen imtiyazlarla Hint Okyanusu ticaretindeki başarılarını çok iyi biliyorlar. Harley de benzer bir fikirle Güney Denizi Şirketini kurdurmak istiyor. Yine halka açık bir şirket, fakat bu sefer hükümetin borç senetlerini alıp, bunun karşılığında deniz ticaretindeki imtiyazlarını kullanarak elde edeceği karlardan, açık piyasada işlem görerek kaynak yaratacak. Ve bu kaynağı, aldığı borç oranında hükümete verecek. Aynı zamanda hükümetten aldığı borç da hazinenin yarattığı borç. Hazine bu borcu nasıl yaratıyor peki? Ben bunu bir ara ödeyeceğim diyerek, sözle yani. Tabi yazılı olarak da borç senetlerini basma zahmetine giriyorlar. Bugün benim bir peçeteye, bu kâğıdın sahibine 500.000 TL borcum var yazıp, bunu bankaya götürüp karşılığında para almaya çalışmam gibi bir şey. Nasıl, beyinler yandı mı biraz? Dahice bir fikir. Tabi Harley’in aklına bu şirketi kurdurmak için John Blunt isimli bir adam haricinde kimse gelmiyor. Kimdir bu Blunt? Bir hükümet taşeronu diyebiliriz. Böyle benzetmeler kullanıyorum çünkü aslında sistemdeki yozlaşmanın 300 yılda nasıl hiç değişmediğini biraz göstermek istiyorum. İngiltere’de o dönem bizim milli piyango gibi bir sistemin kullanıldığını biliyor muydunuz? Hükümet bu işi Bank of England’a taşere etmiş durumda ama katılımdan ve kazançlardan da çok memnun değil. Sonrasında bu işi John Blunt’ın şirketine taşere ediyorlar ve yaptığı iki piyango da çok başarılı geçiyor. Bunun üzerine tabi ki böyle yeni bir fikir için Hazine Şansölyesinin aklına gelen ilk isim de Blunt oluyor.

Ama isimlerin arasında çok kaybolmayalım.Bir balon nasıl yaratılır onun üzerinde duralım biz. Kısaca İngiltere, bankacılık aracılığıyla borçlanmak yerine, daha iyi bir fikir gibi görünen kendi kurduracakları bir monopol şirket üzerinden bunu yapmak istiyor. Hem böylece Bank of England’a olan bağımlılıklarını da düşürecekler. Pazarlık yapma kabiliyetlerini yükseltecekler. Peki Güney Denizi Şirketi ne iş yapar? Köle ticareti. Evet, yanlış duymadınız. Hükümet, köle ticareti yapacak olan bu şirketin halka arzı üzerinden kendine kaynak yaratıp dünya gücü olma yolundaki savaşlarını finanse edecek. Böyle söyleyince kulağa belki biraz akıl almaz gibi görünebilir ama tam olarak böyle durum. Güney Denizi Şirketi bütün Güney Amerika ve Amerika’nın bazı üst bölümlerinde de İngiltere hükümeti tarafından ticaret yapma hakkına kavuşuyor imtiyazlı bir şekilde. Afrika’dan getireceği köleleri burada Amerika’ya satacak ve bundan bir kar elde edecek. Şirketin yaptığı iş bu. Tabi bu sularda tek yetkili olduğundan dolayı büyük bir coşku yaşanıyor şirketin hisselerine sahip olma konusunda. Tamamen bir monopol çünkü. Hem de köle ticareti konusunda. Bu işten hem hisse sahipleri hem İngiltere kazançlı ayrılacak, iki taraf için de hatta 3. taraf şirketin kendisi için de çok kazançlı görünen bir yatırım.

Tabi burada şirketin köle ticaretinin yanında İngiltere hazinesinin çıkardığı borç senetlerini belli bir faiz oranında alarak, bu borcu ve yaptığı ticaretin sonucu karını da şirket hisseleri sahiplerine temettü ödemesi olarak dağıttığı bir sistem var. Bu da tabi ki daha çok yatırımcı çekmesi için güzel bir yöntem. Daha çok yatırımcı çekmesi lazım çünkü koca bir ülkenin borç senetlerini yönetecek bu şirket sonuçta.

Tabi bu haberler ve şirketin Güney Denizlerindeki ayrıcalıklarıyla birlikte anlatılan hikâye büyük bir yankı uyandırıyor. Arkasında koca bir ülkenin borç senetleri ve monopol bir ticaret alanı var şirketin. Kart etmekten başka hiçbir ihtimalleri yok gibi görünüyor. Tek küçük bir problem var ama. İngiltere’nin imtiyazlar verdiği bu Güney Denizi Şirketinin ticaret rotasında bulunan, Amerika kıtasının büyük bir çoğunluğunun kontrolü İspanyolların elinde. Ve İngiltere de İspanyollarla savaş halinde. İngiltere hatta 1700’lü yıllarda, hemen herkesle savaş halinde. Ve bu savaşı finanse etmeye çalışıyor. Tabi bundan dolayı, her ne kadar İngiltere bu Güney Denizi Şirketine bütün imtiyazları verse de köle ticaretini yapacakları limanların kontrolü İspanyolların elinde. Ve doğal olarak bu limanlarda ticaret yapabilmesi için şirketin İspanyollarla da anlaşması gerekiyor. Bu anlaşmalara günümüzde baktığımızda bu olağanüstü yanılgıyı ve kalabalıkların çılgınlığını çok daha net anlıyoruz. İspanyollar bu şirkete yılda sadece 1 gemi hakkı veriyor Güney Amerika’daki limanlarda. Yılda 1 gemilik ticaret. İngilizlerin Hint Okyanusu ticaretini yöneten Doğu Hindistan şirketi aynı dönemlerde ayda 10 gemi gibi bir rakamla çalışıyordu mesela kıyaslama yapabilmek için. Yılda 1 gemilik köle ticareti ve elimizde koca bir balon var demek bu. Bu noktadan sonra bu şirketin aslında temel amacının, hükümetin borç senetlerini alıp, bunun üzerinden temettü dağıtarak halka arz paylarının fiyatlarını suni bir şekilde yükseltmeye çalışmaktan başka bir yolu yok aslında. Ortada doğru düzgün bir ticari faaliyet yok çünkü. Karlı bir yatırımdan söz etmek imkânsız. Tüm bu altyapıyı detaylı anlatmaya çalışıyorum ki tam olarak ne ile karşı karşıya olduğumuz daha iyi anlaşılsın.

Güney Denizi Şirketi hükümet yetkililerine rüşvet vererek, hatta bizzat kralı da yönetim kurullarına alarak politik olarak kendini güçlendirmeye çalıştı. Ayrıca piyasada spekülasyon ve yanıltıcı reklamlar yapmaktan da kaçınmadı. Monarşinin tepesindeki isimlerle, bugün bakan seviyesinde diyebileceğimiz kişilerle o kadar iç içe geçtiler ki; hisse senetlerinin arzının sınırlarını da zaman zaman yükseltebildiler. Ortada karlı bir iş yoktu, tek yol suni bir şekilde hisse fiyatını şişirmekten geçiyordu. Hükümet yetkililerine giderek, bugün bedelli sermaye artırımına benzetebileceğimiz yeni icatlar buldular. Yeni hisse basabilmek için rüşvet ve lobi faaliyetlerinde bulundular. Mesela son 2 yıllık hükümetin borcunun faizini silme karşılığında 10 milyon pound değerinde yakın yeni hisse senetleri çıkardılar. Yeni paylar piyasada coşkuyla karşılandı. Hisse fiyatları düşmesi gerekirken yükselmeye devam etti. Bu hükümetin de işine geliyordu çünkü önceki dönem borçlarının silinmesi finansal açıdan onları da rahatlatıyordu. Ayrıca kraliyet bile bu şirkete yatırımlarda bulunmuştu. İşler nasıl ters gidebilirdi ki? Tüm bu ikili ilişkilerle, şirket daha da fazla hazinenin borç senetlerini almaya başladı. Sonuç olarak; bir şirket düşünün ki tüm İngiltere piyasasısın neredeyse yarısından fazla bir değerlemeye ulaşmış. Ayrıca gerçekten bir esas faaliyet karı açıklamadan bunu yapmış. Hatta zarar yazarak. Böyle bir durumda tabi ki en doğrusu, şirketin finansal raporlarını incelemeye almak yerine, yapacağınız şey bahsi büyütmek olur. Hükümet bu başarılı ilk raunt hisse arzlarından sonra daha da iştahlanarak şirkete borç senetlerini vermeye devam ediyor. Sonuçta, Kral bile şirketin yönetim kurulunda, şirket oldukça prestijli ve güvenilir görünüyor. 1710’larda kurulan bu şirket sadece 6-7 yılda tüm İngiltere’nin konuştuğu bir yatırım olmuştu. İşler öyle bir noktaya geldi ki; insanlar bu şirketinin çökmesinin aynı zamanda monarşinin sonu olacağını düşünüyordu. Böyle bir şeye ihtimal bile verilmiyordu. Bir diğer önemli nokta, şirket hükümetin borç senetlerini yönetip; bunun karşılığında yeni hisse senetleri basarken, tüm bu anlaşmalar o günün hisse senedi fiyatları üzerinden değerlendiriliyordu. Hisse 100 pound civarlarından işlem görüyordu. Yani yeni çıkaracakları hisse senetleri ve toplam hisse senedi arzının en azından hükümetin borç senetlerini karşılaması gerekiyordu. Hükümet şirkete yalnızca verdikleri borç seviyesinde yeni hisse çıkarmalarına izin veriyordu. Peki hisse fiyatı 100 pound’dan 120 pound’a çıktığında ne olacak? Şirket hükümetin borç senetlerini karşılayabilmek için elinde %20 değerli bir varlık tutmuş olacak kısaca. Yani daha da kısası, şirket bu aradaki karı satabilir, yine de hükümetin borçlarını ödeyebilirdi.

Tabi bu durum, adamımız John Blunt’a yeni yeni fikirler verdi. Dahiyane fikirler. Şirket güney denizlerinde gerçekten para kazanamadığından, kar etmenin en iyi yolu oldukça yüksek hazine borçlarını almaktı. Şirket belki de günümüzde bile finanse etmesi imkânsız görülebilecek hazinenin 31 milyon poundluk yeni borcuna gözünü dikmişti. Eğer bunu yapabilirlerse, 1719’lardaki Güney Denizi Şirketi, sadece 8-9 yıllık bu şirket, dünyanın en büyük şirketlerinden biri olacaktı. Bu aynı zamanda, şirkette yatırımları olan insanların da olağanüstü zenginleşmesi demekti. Bu 31 milyon poundluk borcu hükümetten alabilirlerse, hisse fiyatını sadece %10 yükseltseler bile milyonlar kazanacaklardı. Tabi tüm bu coşkuya kapılmadan önce hükümeti bu borcu kendi şirketlerinin yönetmesi için ikna etmeleri gerekiyordu. İkna etmek derken, tabi ki bunu rüşvet vererek yapacaklardı. Masada bu kadar yüksek potansiyel kar dururken, tabi rüşvetin de ondan aşağı kalır yanı yoktu. Parlamentonun çoğu üyesine 100 binlerce pound rüşvet verdiler oyları karşılığında. Hazine Şansölyesi bu yeni borç senetlerinin nasıl finanse edilmesiyle ilgili sunumunu yaparken, kimse içeriğine dikkat etmiyordu bile. Tabi yine de bazıları itiraz etti. Borcun verilmesi karşılığında hisse senedi fiyatının belirlenmesinde hükümetin yetkisi olması gerektiğini söyleyenler oldu. Bunlardan biri de Robert Walpole’du, kendisi şu anda tarihçiler tarafından İngiltere’nin ilk Başbakanı olarak kabul edilir. Tabi buna çok fazla kulak asılmadı. Birçoğunun kendi planları vardı. Birçoğuna Güney Denizi Şirketinin hisselerinden verilmişti ve hükümetin yararına hareket etmektense, kişisel çıkarlarına göre hareket etmek daha öncelikliydi. Eğer en azından bu hisse senedi fiyatı manipülasyonun önüne geçilmiş olsaydı, neredeyse ponzi şeması gibi olan tüm bu çılgınlığı belki durdurabilirdi hükümet. Eninde sonunda, teklif hükümetin onayından geçti ve bu devasa 31 milyon pound’luk borç senedini Güney Deniz Şirketine verdiler. Hatta itirazda bulunanlar bile şirketin hisselerinden almıştı el altından. Kimse biraz kolay para kazanma isteğinin önüne geçemez sonuçta.

Tüm bu yeni haberlerle ve spekülasyonlarla birlikte birkaç ay içinde Güney Denizi Şirketinin hisse fiyatları yeni zirvelere çıktı. 3 ay içinde 100 pound olan hisseler 330 pound fiyatına çıkmıştı. Bu şirket için devasa bir kar demek aynı zamanda. Sonrasında birkaç ay hisse fiyatları yatay seyretti. Tabi John Blunt bu yatay harekete izin veremezdi. Sonuçta şirketin kar yaptığı yer hisse fiyatlarının yükselişinden kaynaklanıyordu. O yüzden Blunt başka bir dahiyane yeni fikirle geldi. Aynı araba veya ev alır gibi, %20 ön ödemeyle ve geri kalanı aylık ödemelerle hisse satışına başladı. Böylece insanlar aslında nakit alabileceği hisse senetlerinin 5 katına kadar işlem yapabilecekti. Bir nevi kaldıraç sistemi yani. Tabi bir de ev veya araç alımından farklı olarak daha likit bir piyasa bu. İnsanlar bu şekilde limitlerini yükseltip hisse aldığında bu hissenin fiyatının da yükselmesini bekliyorlar. Böylece kısa bir zamanda yükselen fiyatlardan satıp, kaldıraçtan da faydalanarak kazançlarını yükseltebiliyorlar. İşte bu olağanüstü yanılgılarımız ve çılgınlıklarımız da tam bu noktada başlıyor aslında. Çünkü insanlar hem temettü ödemeleriyle, hem %20 peşinatla bu hisseye yatırım yapabiliyorlar. Bu yanılgıya düşen herkes elbette daha çok kazanmak ister. Kar ettikçe kazançlarını da temettülerini de düşük peşinatlarla hisseye yatırmaya devam ediyorlar. Bu da hisse fiyatını daha da yukarı taşıyor. Hisse fiyatı yükseldikçe coşku daha da artıyor. Böylece yeni yatırımcılar da geliyor. Sistem tamamen bir ponzi şemasında dönüyor bir noktadan sonra. Tüm bu yeni hükümet borçlanma anlaşmaları tamamlanıp bir de üstüne kraliyet onayından geçtikten sonra hisse fiyatları 550 poundları geçmiş.

Tabi bu sürekli yeni yatırımcı dalgalarından faydalanan şemanın zaman zaman tıkanması da çok normal. Hisse fiyatı 600 poundlara geldiğinde artık Blunt yeni yatırımcıları çekemez hale gelmiş durumda. Tekrardan dahiyane bir fikir daha geliştirmesi gerekiyor. Ki bunu yapıyor da. Tüm bu fiyat hareketlerinden ve hükümetin borç senetleri üzerinden sağladıkları karlardan, neden insanlara borç verip hisse almalarını sağlamıyoruz ki? diye düşünmeye başlıyor. Belki de bu noktada, makul bir insan artık bir durup neler oluyor bu işte diye sorgulaması lazım. Buraya kadar gelinen tüm aşamalarda şüphe duymayan birisi bile artık kuşkuya düşmesi lazım diye düşünebilirsiniz. İşte Güney Denizi Şirketi Balonunu olağanüstü bir yanılgı ve kalabalıkların çılgınlığı olarak tanımlamamızın sebebi; insanların bu sürekli geliştirilen yeni şemalara çok hızlı bir şekilde ve coşkuyla katılmaya devam etmesi. Tüm bu başarılı girişimlerin ardından Güney Denizi Şirketi piyasaları adeta yeni bir araçla tanıştırıyor. Bu bir nevi bedelli sermaye artırımına benziyor düşününce. Bu başarılı yöntem diğer şirketlerin de iştahını kabartıyor. O dönem İngiltere’de çalışan neredeyse tüm şirketler kolay yoldan sermaye artırmak için bu yollara başvurmaya başlıyor. Bunların bazıları dürüst ve arkasında sağlam gerekçeleri olsa da, büyük bir kısmı Güney Denizi Şirketinin kötü niyetlerine benzer şekilde yaklaşıyorlar bu yeni sermaye yaratma araçlarına. Daha piyasa bile sürülmemiş hayali ürünleri için sermaye arayanlar bile var. İnsanların uçabileceği bir makine icadı için bile piyasaya hisse senedi satarak sermaye toplayanlar oluyor. Bir nevi nokta.com krizi gibi veya 2017’de kriptodaki ICO krizi gibi şimdi bakınca aslında. Metaverse balonuna da benzetebiliriz. İşte çılgınlığa ulaşılan seviyeyi anlamak için tam bu noktalara bakmakta büyük yarar var.

Bazen anlaşılması zor ve göründüğü gibi olmayabilecek durumlara karşı çok güzel bir kalıp söz var: “Eğer ördek gibi görünüyorsa, ördek gibi yüzüyorsa ve ördek gibi vaklıyorsa, muhtemelen bu bir ördektir.” şeklinde. Tüm bunu net bir şekilde görüp ama karşılaştığımız şeyi bir kuğu gibi hayal etme durumumuz bizim hayal gücümüzden çok, piyasa psikolojisinin etkilerinden kaynaklanıyor.  Yine de bu şekilde mantar gibi büyüyen bu yeni şirketler Güney Denizi Şirketini biraz da kızdırıyor. Hükümetle ve kraliyetle neredeyse bir kan bağı bulunduğundan bu yeni şirketlerin bu şekilde sermaye artırımına karşı bir yasak bile getirtiyorlar. Endişeleri; ülkede hem kendilerini hem de başkalarını destekleyecek kadar bir kaynak bulunmaması. Düşünsenize, hisselerinin fiyatlarını destekleyerek tutmalarını sağlayacak bir kaynak olmaması gibi endişeleri var. Bu artık coşkunun tepe noktası bana göre. Hükümetin diğer şirketlere karşı çeşitli bahanelerle ve yasal düzenlemelerle başlattığı kapatmalar Güney Denizi Şirketinin tahminin aksine piyasalarda olumsuz bir hava estiriyor. Bu kapanan şirketlere yatırım yapanlar orada kaybettikleri paralarını, Güney Denizi Şirketindeki hisselerini satarak kapatmaya çalışıyorlar. Yoldaki bu küçük tümseğe rağmen şirketin hisseleri yükselmeye devam ediyor. 3000 pounda kadar açtıkları kredilerle borç vererek hisse satmaları, %20 peşinatla ve vadeli ödemelerle canlı tuttukları piyasa iştahı bozulmuyor. Hisse fiyatı 800 poundu geçiyor. Hem de tüm bu diğer şirketlerle ilgili olumsuz durumların üstünden daha birkaç hafta geçmişken.

Tüm bunlara rağmen, aslında işin iç yüzünde şirket oldukça zor zamanlardan geçiyor. Tüm dağıttıkları rüşvetler, yıllık ödemeler, borca verdikleri hisseler, temettüler derken piyasa değeri olarak devasa görünen şirket sadece birkaç ay içinde 8,5 milyon pound gibi bir rakam harcamış durumda aslında. Ve tabi %20 peşinat ve borca işlemler yüzünden şirketin kasasında çok az bir nakdi var baktığınızda. Tüm bu arka plandaki sıkıntılı durumlara rağmen şirketin kurucusu John Blunt’a şövalye unvanı bile veriliyor. Hatta şirket eski merkezinden taşınıp daha gösterişli yeni bir yer tutmak için girişimlere bile başlıyor. Hem de eski rakipleri Bank of England’ın merkezinin tam yanına taşınmak istiyorlar. 1720’lere gelirken şirket neredeyse 300 milyon pound değerlemeye ulaşmış durumda. Hükümetten toplamda aldıkları 31 milyon pound hazine borç senetlerinin 10 katı bu. Tek varlıkları da bunlar aslında. Çünkü yılda sadece 1 gemi kotalı köle ticaretlerinde kar yapmayı bırakın sürekli zarar yazılıyor. Tabi bu hayali şirket değerlemesini bir kenara bırakırsak, tüm yükümlülükleri ve ödemeleri hesaplanınca şirketin borcunun yaklaşık olarak 60 milyon pound olduğu hesap ediliyor. O dönem İngiltere ekonomisinin tamamından daha büyük bir rakam bu. Tam bu noktada Sir İsaac Newton’a tekrardan dönmek istiyorum. Şirketin ilk yükseliş noktalarında 150 pound civarlarından ilk alımını gerçekleştiriyor. Hisse fiyatları 300-350 pound civarlarına geldiğinde; kar cebe yakışır deyip çıkış yapıyor ve tabi çevresinde bunu büyük bir gururla anlatıyor. Sadece birkaç ay içinde 2-3 bin poundluk yatırımı iki katından fazla bir getiri sağlamış durumda. O dönemde sıradan bir İngiliz vatandaşının aylık 60-70 pound civarında bir parayla geçimini sağlayabildiğini düşünün. Newton’un bu kazancının büyüklüğü bu şekilde daha iyi anlaşılabilir. Newton çıkış yaptıktan sonra bile arkadaşlarından bazıları hisselerini tutup daha büyük kazançlar elde etmişler. Çevresinin yaptığı bu yüksek karlardan sonra tekrar iştahı kabaran Newton, 600-700 pound aralığında hisseye girmeye tekrar başlıyor. Bu sefer kaldıraçla tabi. Hiçbir şeyin kötü gitme ihtimali yoktur her şey iyi giderken. Ta ki gitmeyene kadar.

Hisse fiyatları 900 pound’a yaklaşırken artık piyasada yavaş yavaş bir doygunluk seviyesi oluştuğunu görüyor Blunt. Tarih 1720’nin Temmuz-Ağustos aylarını gösterdiğinde bu durgunluk piyasalarda homurdanmaların da başlangıcı oluyor. Hisse fiyatlarının düşmesi demek şirket için büyük bir facia, bu yüzden yükselişin devam etmesi için yeni bir fikir bulmak zorundalar. Blunt yine şapkadan tavşanı çıkarıyor. Hükümetten aldığı yeni borçların karşılığı olarak 1000 pound fiyattan hisse satacağını duyuruyor. Tabi durumun artık sona geldiğinin de farkında olarak, bir yandan da kendi adına gizlice hisse satışına başlıyor. Bu yeni hisseleri satarken daha da uçuk tekliflerle geliyor. %10 peşinat ve 1 yıl geri ödemesiz hisse satışlarının reklamları tüm İngiltere piyasalarında çalkalanıyor. Yani, artık bu noktada, bazılarının çıkıp bir dakika burada bir şeyler dönüyor demesi lazım. Kimsenin izlemediği uydu yayınlarının 363. kanalındaki kestane balı satış reklamlarına benziyor iş neredeyse. Tüm bu tehlike işaretlerine rağmen, coşku o kadar büyük ki, spekülasyon ve lobilerle birlikte bu yeni çıkardıkları tüm yeni hisselerin satışlarını başarıyla tamamlıyorlar. Bu coşkunun en büyük argümanı sanırım Kralın bile şirketin yönetiminde yer alması olabilir. Bu yeni satışlarla birlikte şirkete 1 milyon pound sermaye girişi yapıldığını tahmini olarak söyleyebiliriz. Hisse fiyatı artık 1000 pound üzerindeyken, bu yeni sermaye girişi bile nakit akışları için o kadar yetersiz ki, hissenin fiyatını sürekli yukarı sürebilmek için ihtiyaç duyacakları kapitalin çok altında aslında. Spekülasyonlarla şişirdiği hisse fiyatını yükseltmek bir yana sabit bir alıcı-satıcı dengesi oluşturabilecek güçleri bile yok işin gerçeğinde. Özellikle 1000 pound fiyat seviyeleri aşıldığında artık eski yatırımcılar ve ilk kaldıraçlı işlemler yapan kalabalıklar belki de kar almanın vakti geldi diye düşünmeye başlıyor bu noktada. Hisse senedi fiyatları düşüşe geçtikten sonra Blunt yine Blunt’lığını yapıyor ve yeni bir teklifle geliyor. John Blunt insanları hissede tutmak için ödenecek temettü miktarını %30’lara çıkartacağını açıklıyor. Hatta bununla da kalmıyor önümüzdeki 10 yıl kademeli olarak yatırımların %50’sine çıkacağını söylüyor. Yatırdığınız parayı size 3 yılda temettü olarak geri veren bir şirket düşünün ve bunu gerçekten esas faaliyet karları üretmeden yapabilsin. Ve hatta bununla da kalmasın, yatırımlarınızın %50’sine kadar temettü ödemesi hedefi belirlesin. Blunt’a göre piyasada tekrar coşku yaratması düşünülen bu fikir artık sonunda insanların rüyalarından uyanmasının tetiği oluyor. Şirketin bu temettüyü ödemesi için yıllık kar miktarı yaklaşık 15 milyon pound civarında. Diğer bir bakışla o dönem tüm İngiltere’nin dış ticaretinin dörtte biri kadar büyük bir rakam.

Sonunda, İngilizler bu hesabın -belki de- biraz gerçek dışı olabileceğini düşünmeyi akıl ediyor. İnsanlar çıkış yapmaya başladıkça şirketin bu satışları baskılayacak sermayesi de olmadığından hisse fiyatları haftalık olarak yüzlerce pound düşmeye başlıyor. Ekim aylarına gelindiğinde fiyatlar neredeyse 150 pound seviyelerine kadar geri çekilmiş. Daha Ağustos ayında 1000 pound üzerinde işlem görürken üstelik. Tepe noktasında yakın yerlerde yatırım yapanlar ve özellikle bu yatırımları kaldıraçlı ve daha da kötüsü borçla yapanlar tamamen batmış durumdalar. Her yerde iflaslar görülüyor, intihar edenler de iflaslar kadar yaygın bir durum ayrıca. Şirket daha yeni merkezlerine taşınamadan, sessiz sedasız bir şekilde kapılarında bir notla kilit vuruyor. “Tüm kayıpların karşılanacağını, biraz zamana ihtiyaç olduğunu” söylüyorlar. O kadar büyük bir batış ki bu; tüm İngiltere nüfusunu ucundan kıyısından bir şekilde coşkuya kapılarak içine çekmiş durumda. Newton da tabi ki bu çılgınlıktan payını alan en ünlü isimlerden biri. Tüm bu süreç içinde yaklaşık 20.000 pound kaybettiği tahmin ediliyor. Bu onun tüm birikimleri ve üstüne aldığı borçlar ve kaldıraçlı işlemlerin sonucu ayrıca. Bu konuyla ilgili diğer bir yaklaşım da aslında Newton’un bu şirkete hiçbir zaman yatırım yapmadığı yönünde.

Hatırlarsanız 1720’nin sonlarına doğru şirketin hisse senetlerinin çöküşüyle birlikte kepenklerini indirdiğini söylemiştik. Bu durum çok uzun sürmüyor. Too big to fail denilen durum bu şirket için de geçerli. Batamayacak kadar büyük bir yapı olduğundan hükümet devreye giriyor, Bank of England şirketin yönettiği hazine borçlarının bir kısmını devralıyor ve Güney Denizi Şirketi daha muhafazakâr bir şekilde iş yapmaya geri dönüyor. 1800’lere gelindiğinde şirket hala hükümetin borçlarının belli bir kısmını “daha güvenli” bir şekilde yönetmeye devam ediyor. Tabi burada garip bir durum var, şirketin özellikle 1720’li yıllara ait defter kayıtlarının hepsi kaybolmuş. İnandırıcılığı düşük bir talihsizlik gibi görünse de Newton’un gerçekten büyük bir servet kaybettiğini kanıtlayan bir belge yok gibi. Kimin ne kadar hissesi vardı, o dönem ait kimin kime ne kadar borcu var aslında pek net değil. Her şeye rağmen bu çılgınlığa bugün arkamızı yaslanıp baktığımızda büyük bir aptallık olarak görmek de çok doğru değil. Olayı günün şartlarında değerlendirmek daha doğru. Özellikle tamamen bir dolandırıcılık ve spekülatif işlemler olarak görmek de yanlış olur. Şirket aslında o döneme göre büyük bir problemi çözüyor. Hükümetin ülkeyi finanse etmek için çıkardığı borç senetleri çok önemli. Bu senetler genellikle Bank of England aracılığıyla işlem görse de oldukça dağınık bir yapı var. Bireysel ve küçük aile şirketleri olarak bu borç senetlerinin alınması söz konusu. Ayrıca İngiltere, her ne kadar büyük bir güç olsa da ve bu devletin çıkardığı borç senetleri güvenilir bir yatırım olsa da; zaman zaman bu geri ödemelerde problemler yaşandığı çok açık. Ayrıca bu senetlerin sahipleri ellerindeki bu varlığı istedikleri zaman likidite edemiyorlar. Hükümetin yıllık ödemeleri var ve bunlar bazı zamanlarda özellikle savaş gibi mücbir sebeplerde oldukça sekteye uğruyor. Tabi yine de güvenli bir liman olarak insanlar ve şirketler bu senetlere ilgi gösteriyor. Sonuçta İngiltere batacak değil. Güney Denizi Şirketi tam bu noktada çok büyük bir problemi çözüyor işte. Aile şirketlerinin ve bireysel yatırımcıların ellerindeki bu senetleri kendi hisse senetleriyle takas etmelerini sağlıyor. Bu durum yatırımcıların da işine geliyor çünkü daha likit bir piyasada işlem yapabiliyorlar. İstedikleri zaman tamamen bu hisseleri satıp kazançlarını hemen alabilirler. Bu durum ayrıca Güney Denizi Şirketinin de işine geliyor çünkü piyasadan topladığı bu borç senetleriyle birlikte, hükümetin yeni borçlanmalarında bunları yönetmek için söz sahibi olabilecek bir konuma yükselme şansı var. Tüm bunlar hükümetin ve İngiltere’nin de çok işine yarıyor. Sadece Bank of England ve onların istedikleri faiz oranlarına ve piyasada monopol olmalarına izin vermeyecek rekabetin olacağı bir ortam oluşuyor. Ayrıca bu şirket üzerinden istedikleri zaman daha rahat ve hızlı bir şekilde direkt piyasa içinden borçlanma olanakları doğuyor. Yani doğru bir şekilde yönetilse belki de bugün bile bakıldığında çok mantıklı bir yol gibi görünebilir. Fakat insanların arzularını ve hırslarını kestirebilmek ne yazık ki mümkün değil.

Ve dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta; Güney Denizi Şirketinin tamamen köle ticareti sektöründe olması. 1710’larda İspanyollarla ilk anlaşmalarında yıllık 1 gemilik liman izinlerini zamanla artırabilmişler, bunun kayıtları var. 1720’lere gelindiğinde yıllık ortalama 10 gemi civarında bir köle ticareti var. Bir gemide yaklaşık 200-250 arası köle taşınıyor. 280 kölenin taşındığı bir gemide Güney Amerika kıyılarına gelindiğinde 261 köle kaldığına dair kayıtlar var. Bir kısmı zayi olmuş. Ayrıca bu kölelerin yaklaşık %10 civarının çocuk olduğunu unutmamak gerek. Tüm bu bilgiler ışığında; siz böyle bir köle ticareti yapan şirkete ortak olmak ister miydiniz? Bugün belki bu sorunun cevabı kesinlikle hayır olsa bile; 18. Yüzyılda bu durum hiç de yadırganacak bir ticaret değildi. 1719’da yayınlanan Robinson Cruzo’nun ünlü yazarı Daniel Defoe’nun da Güney Denizi Şirketi’ne yatırımlar yaptığı söyleniyor. Dönemin ileri görüşlü insanları, sanatçılar, sıradan insanlar, yüzyıllardır bilime katkılarından yararlandığımız Newton, monarşinin önde gelen bürokratları ve hatta Kralın ta kendisi bu köle ticaretinden kar elde etmeyi umuyor. Piyasalarda bununla ilgili spekülasyonlar yapılıyor. Bugün baktığımızda sürreal bir düşünce gibi gelse de gerçekliğin saf halini gösteren bir durum Güney Denizi Şirketi. Bugün bile oyunun kuralları çok değişmemiş durumda. Sadece tanımlamalar ve etik değerler değişti. Tüm bu çılgınlığı bir bütün olarak değerlendirirsek, yine o dönem özellikle 1719-1721 yılları arasında dönemin diğer büyük şirketlerine baktığımızda; bunlar Bank of England ve Doğu Hindistan Şirketi, ki bu spekülasyonlarla ve çılgınlıkla çok bir alakaları olmamasına rağmen, aynı dönem içinde onların da hisse fiyatlarının benzer hareketler yaptığını görüyoruz. Çılgınlığın pik noktasında şirket değerlemelerinin neredeyse 2 katına kadar çıktığını sonrasında yaşanan panik ve korkuyla yine bu şirketlerin de hisselerinin balonun en başındaki fiyatlamaların da altına indiğini görüyoruz. Bu da bize tüm piyasadaki krizin ne kadar büyük olduğunu çok net söylüyor bu açıdan bakınca. Aynı LUNA vakasında kripto paraların yaşadığı benzer bir durum söz konusu. Üzerinden yüzyıllar geçse de davranışsal finans ve piyasa psikolojisi çoğu kuralını tekrar kendi kendine ispat ediyor. Bu içerikleri ve tarihsel büyük balonları, krizleri anlatma isteğimin en büyük sebebi de bu zaten. Her ne kadar tekrar tekrar büyük yanılgılara kapılıp bu balonlara sürekli olarak düşsek de hatta belki bundan sonra da önüne geçemesek bile; en azından kalabalıkların bu çılgınlığını kendi adımıza belki daha rahat tespit etme imkânımız olur.

Warren Buffett’ın bu tarz balonlarla ilgili çok güzel bir yaklaşımı var: “İnsanların; ev fiyatları sürekli yükselir, hisse senetleri tahvillerden daha iyi performans gösterir gibi sağlam görünen bir tez satın aldıklarında balonların oluştuğunu ve sonunda bu tezin çarpıtılarak, yalnızca fiyat hareketlerine odaklanıldığını…” söylüyor.

Belki, 1720 İngiltere’sinde de köle ticaretinin yalnızca daha da büyüyeceği düşünülmüş olabilir.

Bu arada önümüzdeki hafta içi sürpriz bir gelişmeyi sizlerle paylaşmak için aşırı sabırsızlanıyorum. Belki ses kayıt kalitesinden de anlayabileceğiniz gibi, daha profesyonel bir çalışma sunma konusunda bazı zorunluluklar doğdu. Şimdilik böyle ufak bir sürpriz olarak kalsın.

Önceki Bölüm

Yeni Başlayanlar İçin Yatırım

Sonraki Bölüm

Büyük İstifa Hareketinden Öğrendiklerim

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint