Artık gerçi çok fazla bir başına değiliz ama bu bence önemli bir prensip piyasalar açısından. Her ne kadar yardımcı kaynaklar ve destekleyici içerikler önemli olsa da piyasada hareket ederken, bir karar verme aşamasındayken ve yönümüzü bulmaya çalışırken tek başına hareket etmenin, başka bir kişiden veya bir kaynaktan bilgi aldıktan sonra kendi kararlarını vermenin daha verimli bir yol olduğunu düşünüyorum. Herkes için de aynı şey geçerli bence. O yüzden yeni sezonda da aslında temel olarak aynı şeyleri konuşmuş olacağız ve yine aynı prensiplerle hareket edeceğiz. Zamansız ve her zaman için tüketilebilir, faydalanılabilir şeyler yapmaya çalışacağız.
Tekrardan bu bölümleri yapmamıza katkıda bulunan ve ana destekçisi olan BtcTürk Hisse’den bahsedelim biraz bölümün başındayken. Eğer henüz bakmadıysanız bu yeni nesil finans uygulamasını tavsiye edeyim tekrardan. Artık pay piyasaları özelinde BtcTürk Grup’un yeni nesil bir yatırım hizmeti platformu da var. Self servis olarak adlandırılıyor ve tamamen dijital bir platform. 7/24 canlı destek hizmeti ve para transferi anlayışı var. Basitçe tarif etmek gerekirse kripto tarafında sorunsuz ve kesintisiz bir şekilde oldukça stabil çalışan uygulamanın hisse tarafı yapılmış durumda. Tabi Sermaye Piyasası Kurulundan geniş yetkili aracı kurum lisansı alarak. Para çekme ve yatırma konusunda haftanın her günü işlem yapılabiliyor. Piyasaların işlem saatleri dışında da para transferi ve canlı destek hizmeti veriyorlar. Ve bunun üstüne, belki de en önemlisi alım satım işlemlerindeki takas sürelerini Hemen Kullan özelliği ile kaldırıyorlar. Yani T+2 süresini beklemeden, talepte bulunmanız durumunda hisse satış bedelinizi cüzi bir komisyon karşılığında aynı gün içinde yatırım hesabınıza aktarabiliyorsunuz. Şu anda Borsa İstanbul tarafı var fakat sanırım çok uzak olmayan bir gelecekte Amerikan borsaları da yer alacak, onu da eklemek lazım.
Bugün her üç ayda bir yaptığımız gibi bir çeyreklik değerlendirme paylaşacağım. Böyle şeyler hazırlarken de çok daha farklı bir zamanda dinlenildiğinde katkısı olacak bir bölüm hazırlamaya çalışıyorum ve günceli değerlendirirken de her zaman için geçerli olabilecek şeylerden bahsetmek istiyorum. Bu bölümden önce kendim de dönüp önceki çeyreklik bölümlere tekrar baktım ve sanırım kısmen yapmak istediğim şeyi verebilmişim. Geçtiğimiz çeyrek için yaptığım bölümde ek olarak bir sektörden bahsetmişiz, çimento ve özellikle beton tarafıyla ilgili bir şeyler de eklemişim. Bunu bir kural haline getirmek istiyorum ve bu bölümde de biraz tekstil üzerine konuşmak istiyorum. Tabi önce isterseniz bir genel duruma bakalım. Sonrasında zaten birçok farklı detaya gireceğiz.
Hepimizin farkında olduğu gibi; üçüncü çeyrek özellikle diğer kıyaslama araçlarına göre değerlendirdiğimizde Borsa İstanbul tarafında çok ciddi bir performans ortaya çıkardı. Piyasa zamanlamasıyla ilgili de aslında bize çok şey anlatıyor bu sonuç. Seçimlerden sonra ciddi bir belirsizliğin içine girdik ve zamanlama yapmak isteyenlerin genel olarak piyasadan çıkışına şahitlik ettik, belki siz de öyle yaptınız. Ya da yeni belirlenecek ekonomi politikalarına göre pozisyon almak için bir fırsat beklediniz. Yine merkez bankasının faiz kararları tahmin edilmeye çalışıldı bolca. FED ne yapacak, nerede duracak, Powell nasıl açıklamalar yapacak, yabancı yatırımcılar gelmeye başlayacak mı, kredi notumuzda nasıl değişiklikler yapılacak gibi cevaplarını hiçbir zaman için doğru bir şekilde bilemeyeceğimiz soruları sormaya devam ettik. Ben kişisel olarak kendimi bu kaosun içinden sıyırmaya çalışıyorum ve sadece işletmelere odaklanmak istiyorum. Çünkü günün sonunda bundan 1 yıl önce herhangi bir yetkilinin yaptığı bir açıklamadan veya ekonomiyle alınan yeni bir karardan çok; işletmelerin 1 yıl önce ne yaptığı ve 1 yıl sonra ne yapacağının önemli olduğunu düşünüyorum. Sinyal ve gürültü diye tabir edebileceğimiz piyasada iki farklı akış var. Ve gürültünün, sinyali oldukça bastırdığı, gizlediği, sakladığı zamanlardan geçiyoruz. Asıl önemli olanlar genellikle çok dikkat çekmiyor ve benim gürültü olarak gördüğüm uzun vadede çok bir önemi olmayan, tahmin edilemeyecek gelişmeler çok daha dikkat çekerek sinyali bozuyor ve gürültü yaratıyor. Akıllı bir yatırımcının yapması gereken ilk şeylerden biri işte o yüzden bence; sinyal ve gürültünün ayrımını yapabilmek olmalı. Belki ileride sadece bu konu başlığı üzerine bir bölüm de yaparız hatta, çok önemli bir detay olduğunu düşünüyorum.
Her zaman için burada anlatmaya çalıştığım bir şey var; kendimi amatör bir portföy yöneticisi olarak görmeye çalışıyorum ve rasyonel kalabilmek için çaba gösteriyorum. Bunu yapabilmek için de belirlediğim bazı karşılaştırma ölçütleri var, Twitter’da bunları paylaşıyorum zaten aylık ve çeyreklik olarak sizin de görebildiğiniz gibi. Geçtiğimiz yılı, diğer tüm karşılaştırma ölçütlerinin önünde kapattık -ki bunların arasında mekanik olarak hareket eden endeksler haricinde organik şekilde hareket edebilen fonlar da var. Ve bu yıl da özellikle ilk 6 ayda diğer karşılaştırma ölçütlerine göre çok daha sağlıklı bir noktada ilerledi portföy. Fakat geçtiğimiz çeyrek için yaptığımız podcast bölümünde de bazı şüphelerimden bahsetmiştim ve üçüncü çeyrek; Türkiye piyasaları özelinde benim açımdan bir kâbus gibi geçti resmen. İnanılmaz getiriler karşısında ve nereye kafamı çevirsem bütün portföylerdeki, fonlardaki yüksek kazançların aksine çok durağan bir noktada kaldı benim portföyüm. Tabi elbette bu bir perspektif değerlendirmesi. Hatırlarsanız yıl başından itibaren BIST-100 olarak değerlendirmeye baktığımızda ilk 6 ayda, özellikle de ilk çeyrekte negatif bir görüntü söz konusuydu. Ben de hemen hemen yılbaşındaki sıfır noktasının yine aynı seviyelerindeydim, bir miktar pozitif taraftaydım ve bu bir başarı olarak görünüyordu. Küçük bir pozitif performans; karşılaştırma ölçütünün negatif durumuyla değerlendirilince ortada çok ciddi bir performans olmamasına rağmen, iyi bir getiri olarak görünüyordu. Gelen yorumlara temkinli bir şekilde yaklaşmaya çalıştım ve ikinci çeyrek sonu değerlendirmesinde bazı endişelerimden bahsetmeye başladım.
Eylül'23 & III. Çeyrek Raporu
— ًً۟ (@borsadabibasina) October 3, 2023
2023 Getiri Oranı (arsa tarafı hariç): %34,35
2023 Toplam Portföy Büyüme Oranı: %59
Total Getiri Karşılaştırma Sıralama: (3.)
Total Yıllıklandırılmış $ CAGR: %68
Eylül'23 Getiri Oranı: %1,07
Performans Değerlendirme:
Eylül ayı ve III. Çeyrek olarak… pic.twitter.com/zUS7XEIHjz
Ve maalesef böyle de oldu. Kısmen kurduğunuz portföyü anlamak ve tanımakla ilgili bir şey bu. Ancak paniğe kapılmamak gerekiyor, birkaç ay içinde her şeyin tamamen değişebileceğini görmüş olduk bir noktada ve her şey yeniden çok kısa bir süre içerisinde değişebilir, bunu da bilmemiz gerekiyor. Yani piyasalar her zaman tahmin edilemez şekilde hareket etmeye devam ediyor.
Başlangıç olarak genel bir performansa bakarsak, karşılaştırma ölçütlerinden örnek olarak MAC fonu sadece üçüncü çeyrek özelinde %70 üzerinde getiri sağlamış durumda. NNF %65 civarında. BIST-100 %42 seviyelerinde. İnanılmaz oranlar bunlar. Bunlara karşılık kendi portföyümü değerlendirdiğimde ben sadece %9 gibi rakamlarda kalmış durumdayım ve yılbaşından beri devam eden üstünlük sadece birkaç ay içinde fonlara geçmiş oldu. Diğer karşılaştırma ölçütleri benden daha kötü bir performans sergilemiş oldu bu arada, çeyreklik bazda değerlendirdiğimizde. Bunlar bildiğiniz gibi S&P 500 endeksi, dolar, altın gibi baktığım diğer şeylerden oluşuyor. Biraz altını taklit etmiş gibi görünüyorum ve tüm resme baktığımızda getiri anlamında ortalarda bir yerde pozisyon almış durumdayım. Ayrıca bunun güvenli bir şey olduğunu düşünüyorum, işler tamamen tersine döndüğünde ya da daha farklı geliştiğinde bu sefer portföy olarak kişisel bazda bir alfa yaratabileceğimi çok rahatlıkla hissediyorum. Bu karşılaştırmaları ve grafikleri zaten Twitter’da paylaşıyorum ama bir de özellikle burada belirtmek gerekirse ve çeyreklik performansı bir kenara bırakıp yılbaşından itibaren 2023 için toplam duruma son kez bir bakarsak; orada da bu yıl özelinde 2023 performansı bakımından, en kötü performansı gösteren araç benim portföyüm. Toplamda %35’e yakın bir getiri civarında kalmış durumda ve en yakın rakip dolar, altın ve BIST-100 endeksi, onlar da %45-50 civarlarındalar. Aslında çok ciddi bir fark yok, sadece bir aylık performansla kapatılabilecek farklar bunlar. Diğer yandan MAC yılbaşında beri %52’nin biraz üstünde bir performans vermiş. Fakat NNF’de çok ciddi bir performans var totalde ve %76 civarlarındalar, S&P 500 de %60 civarlarında şu anda. Şimdi buradan bakınca bu yıl belki geçtiğimiz yıl olduğu gibi 1. sırada tamamlama ihtimalimiz o yüzden biraz düşük olabilir fakat çok büyük bir problem yok aslında -ki zaten bu sebeple bu bölümdeki performans değerlendirmesinden önce geçtiğimiz bölümde Howard Marks’ın son memosu ile şu anki konumuzla çok bağlantılı önceki bölümü yapmak istedim. Daha da geniş bir şekilde düşünülebilecek tüm karşılaştırma araçları arasında baktığımızda ilk %5 arasında kalmayı hedeflemek veya buradaki durumda olduğu gibi 5-6 farklı araç arasından sürekli 1. Sırada olmayı hedeflemek aslında hem gerçekçi değil hem de ciddi riskleri almanızı gerektirecek bir pozisyona sokabilir sizi. Bir önceki bölümde o yüzden özellikle bunların üzerinde durmak istemiştim kendime bir savunma hazırlayabilmek için.
Tabi şunu da belirtmek gerekiyor; bu rakamların arasında her zaman her çeyrek raporunda söylediğim gibi arsa tarafı yer almıyor, portföye yapılan dışarıdan eklemeler brüt bir şekilde büyüme olarak hesaplanmıyor. Saf getiri oranları üzerinden gidiyoruz aynı fonlar gibi. Hatırlarsanız seçim döneminde bir fırsat görüp 300 bin lira gibi bir kredi eklemesi de olmuştu portföye, bu rakamın da sadece getirisine bakıyoruz. Hatta o rakamın özel olarak ayrıca getirisine bakıyorum ve %25 gibi yıllık maliyetle yapılan bir borçlanmaydı. 2 – 2,5 yıl gibi bir vadesi var ve şu anda henüz 4-5 aylık bir süreç içinde oradaki alımların getirisi %40 civarına gelmiş durumda. Yani kendi iki yıllık faiz ödemesini, maliyetini sadece 4-5 ay içerisinde çıkartmış oldu neredeyse. Sanırım bu yıl için yaptığımız en doğru tercihlerden ve zamanlamalardan biriydi o hareket. Bu bölüm öncesinde kredi faizlerine tekrardan baktım, yanlış görmüyorsam 100 bin üzeri ihtiyaç kredilerinde vade kısmı oldukça sınırlanmış durumda. 12 aydan fazla vade vermiyorlar gibi görünüyor bankalar. Kredi faizleri de yine bizim %25 gibi avantajlı bir rakamla aldığımız orana göre yıllık maliyet olarak %80’lere çıkmış durumda. İnanılmaz bir artış var ve biz biraz da bu artışı görebildiğimiz için faydalanmak istemiştik fırsat varken. Aslında genellikle böyle riskler almaktan kaçınıyoruz ve sadece çok çok iyi bir avantaj yakaladığımız durumlarda hamle yapmayı tercih ediyoruz, bunu hep belirtmem gerekiyor sanırım. Belki bu yüzden biraz yavaş hareket ediyor gibi görünüyor olabiliriz; ama yine 2023 özelinde değerlendirirsek özellikle de ikinci çeyrek sonunda ve üçüncü çeyrek süresi boyunca bizim standartlarımıza göre çok ciddi manevralar yaptığımızı söyleyebilirim. %25’e yakın bir portföy dönüşümoranına ulaştık sadece bir çeyrek boyunca. Yine bildiğiniz gibi Vestel Beyaz Eşya hisselerini Arçelik olarak değiştirdik çünkü orada daha fazla bir beklentimiz oluştu ve geçtiğimiz çeyrek içinde konuştuğumuz bir konuydu bu da. Bu çeyrek içinde de ondan çok daha ciddi bir hareket yaptık ve Hektaş paylarımızın tamamını tek seferde satarak bu kez Alarko tarafına ve portföyün geri kalanına bir dağıtım yaptık. Belki de çok geç yapılmış bir hamle olarak görünebilir; 1 yıl önce yapılması gerekiyordu, bugün baktığımızda. Nedenlerini de sanırım çok açmamıza gerek yok, herkesin hâkim olduğu konular olduğunu düşünüyorum. Fakat bence yatırım için, 1 yıl gibi vadeler çok çok kısa süreler. Bundan 20 yıl sonra dönüp baktığımızda 1 yıllık bir vadede hatasını kimse konuşmayacak, unutulmuş bir şekilde kalacak böyle zamanlama hataları, tabi ölümcül bir hata yapmıyorsanız. Bu açıdan yaklaşmaya çalışıyorum yatırım kararlarına ve vadeniz ne kadar uzarsa; yaptığınız hatalar da o kadar sönümleniyor zamanla birlikte. Piyasada var olma durumumuzu biz giriş çıkışlarla veya sürekli fırsatlar arasında geçişlerle, kısa dönemlik bilanço beklentileriyle veya piyasa fısıltılarıyla, momentum işlemleriyle savrulup gitmek istemiyoruz ve neden yatırım yaptığımız gerçeğini her gün kendimize tekrardan hatırlatmaya çalışıyoruz. Biz derken; ben ve eşim şeklinde kastediyorum aslında. Direksiyonda her ne kadar ben olsam da onun da fikirlerini alıyorum zaman zaman ve bazı firmalar hakkında ne düşündüğünü de soruyorum. Bu bir takım oyunu yani. Ve biz, bundan 20 yıl sonra da piyasada olacağız. Umarım 40 yıl sonra da olacağız ya da daha fazlası. Sonrasında çocuklarımıza bırakacağız her şeyi ve onlar için ciddi bir varlık kalesi inşa etmiş olacağız, eğer tabi ölümcül bir hata yapmazsak. Ölümcül hata yapmamak için de; riskten tamamen uzaklaşmadan, makul ve hesaplanabilir, çok ciddi avantajlar gördüğümüz hareketler yapmaya gayret ediyoruz. Bütün yaptığımız bu aslında ve zaman zaman geriye dönüp baktığımızda vade ve zamanlama konusunda kısa süreler için hatalı şeyler yapıyoruz gibi görünebiliyor. Bir şirkete ortak olabilmek için birçok sebep bulabiliyoruz, fakat ortaklığımızı sonlandırma kararını vermek, sakince o payları tutmaktan çok daha zor bir karar bizim için. Çünkü şuna dikkat etmeye çalışıyoruz; bu yıl veya önümüzdeki yıl için değil, şu anda yapacağım bu değişiklik, bu yeni hamle bana ne kazandıracak, önümüzdeki 10 yıl sonunda dönüp baktığımızda anlamlı bir hamle mi olacak burada yaptığımız işlem? Gerek var mıydı gibi bir soru soracak mıyız? Şu an bu işletmenin durumu iyi olmayabilir ama yakın zamanda kendini düzeltebilir mi? Ve hepsinden önemlisi bizim yatırım kararını alırken düşündüğümüz şeyler hala geçerli değil mi ya da geçerli olmayacak mı? gibi sorular sorduktan sonra genellikle hareket ediyoruz. Bu soruların cevaplarını vermesi ve gelecek 10 yıla bakabilmek çok kolay olmadığından zamanlama olarak bir şirkete genellikle hep erken giriyoruz ve geç çıkıyoruz. Tabi şunu da belirtmek lazım; 2016-2017 yıllarından beri beğendiğim işletmelere ve iş modellerine yatırım yapmaya çalışırken bu süre içinde sadece 3 firmayla tamamen ortaklığımızı bitirdik. Yani öyle çok fazla negatif anlamda kararlar almıyoruz ve bunun meyvesini getiri anlamında çok iyi aldığımızı düşünüyorum. Çünkü Hektaş ile de ilişkimizi kestiğimizde çok ciddi bir getiri oranıyla yollarımızı ayırdık.
Performans tarafını bölüm sonunda beklentilerle birlikte tekrar toparlarız o yüzden şimdilik bu kısmı rafa kaldıralım. Finansal bağımsızlık üzerine biraz da konuşmak istiyorum öncesinde ve girmek istediğim başka başlıklar da var. Geçtiğimiz günlerde yeni sezon üzerine tatil bitiyor gibi bir tweet attığımda altına bir yorum gelmişti: abi senin için zaten hep tatil değil mi? Finansal özgürlük zaten bu anlama gelmiyor mu? Şeklinde bir soru vardı. Hem onun üstüne hem de biraz genel olarak bu başlığı tekrardan açmak istiyorum. Finansal bağımsızlığını elde etmiş olmak demek; ömrünün sonuna kadar tatil yapacaksın gibi bir anlama gelmiyor. Hatta böyle bir hayat, ancak gelişigüzel yaşanmış olabilir benim değerlendirmeme göre. Bilmiyorum ne kadar kişi farkında fakat bir gün hepimiz bize verilen süreyi tamamlayacağız ve geriye dönüp bakabileceğimiz bir geçmiş bile kalmayacak. Fakat bu şu demek değil; geçmişimiz olmayacak diye, bir daha hiç var olmayacağız diye veya bütün varoluşsal kaygılarla birlikte hayatın anlamsızlığını ön plana çıkartıp hiçbir şeyin anlamı olmadığını düşünsek bile; insanın kendini geliştirmesinin ben bir fark yaratacağına inanıyorum. Bundan belki 300 yıl sonra, sizi tanıyanların çocuklarının çocukları da öldükten sonra ve adınızı bile kimsenin hatırlamayacağı uzak bir geleceğe baktığımızda şu an fark yaratmak, ya da bunun için çabalamak anlamsız görünüyor olabilir. Ama buna karşılık, vur patlasın çal oynasın yapmak, hiçbir üretim yapmadan yan gelip yatılsın gibi bir düşünceye kapılmak; çabalamamaktan daha da anlamsız bir tercih olacaktır. Sokrates şöyle diyor: “Sorgulanmamış bir hayat, yaşamaya değmez.” O yüzden, bazı şeyleri sorgulamayı seviyorum ve kendimce yaptığım bu sorgulamaları neden sesli bir şekilde yapmıyorum diye düşündüğüm için burada bu yayınları yapıyoruz zaten. Bu konuda da çok fazla mail geliyor, ben de aynı şeyleri düşünüyorum, çok benziyoruz düşünce yapısı olarak diye dönüşler oluyor ayrıca mutlu oluyorum onları görünce. Ve amatör bir ruhla biraz işleri ciddiye alarak profesyonel şekilde yapmaya çalışıyorum buradaki yayınları. En iyi şekilde ve en kaliteli şekilde bölümleri çıkartmaya çalışıyorum -ki bu da başlı başına bir iş aslında. Bundan belki birkaç yıl önce veya yeter artık ben istifa ediyorum, birikimlerim bundan sonraki hayatımda bana yeter dediğim anda hiç böyle bir fikrim yoktu ama artık şu noktada tamamen benim için bir işe dönüşmüş durumda podcast yayınları. Podcast’i tercih etmemin sebebi, bence burada daha samimi bir ortam var ve dinleyici kitlesinin diğer platformlara göre daha kaliteli olduğunu düşünüyorum, ben de sıkı bir podcast dinleyicisiyim bireysel olarak ve neden böyle bir şeyi denemiyorum ki gibi bir düşünce oluştu. İnsan çünkü gerçekten boş kaldığında -bu benim için istifadan sonraki 6-7 ay olarak düşünebiliriz- yapacak bir şeyler arıyorsunuz, etrafınıza bakınıyorsunuz. Finansal bağımsızlığın da bu duruma şöyle bir katkısı var; eğer istemediğiniz şeyleri yapmama şansını elinizde tutabiliyorsanız, bu aslında kişi için çok çok büyük bir koz. Çünkü istemediklerinizi bir kenara bırakabildiğinizde, elinizde sadece istedikleriniz kalıyor ve siz de hoşunuza ne gidiyorsa o alanda bir şeyler yapmaya yönelebiliyorsunuz. Bu açıdan baktığımızda yaptığım şeyi bir iş olarak değerlendirmek mümkün olmayabilir çünkü çok zevk alarak yapıyorum. Sanırım bu da karşı tarafa geçtiği için gerçekten bir karşılık buldu ve benim hiç tahmin etmediğim noktalara geldi podcast. Hatta artık bir iş birliği ile ana bir destekçi eşliğinde burada programlar yapıyoruz, BtcTürk | Hisse tarafına da tekrardan teşekkür etmem gerekiyor o yüzden.
Tabi tüm bunların yanında günlerim oldukça sıradan geçiyor. Bütün zamanımın hakimiyeti kendi elimde ve bunu tekrar tekrar kendine hatırlattığında hala ilk günkü kadar heyecan duyabiliyorsun. İş dünyası üzerine de çok fazla konuştuk zaten; Sessiz İstifa Hareketi, Büyük İstifa Hareketi, Beyaz Yakalının Bazı Tonları gibi iş özelinde bence çok güzel bölümler yaptık ve oralarda daha detaylı açıkladım bunların hepsini. O sebeple bugün çok fazla isyan etmeyeceğiz, sadece bir durum değerlendirmesi yapıyoruz ve gidişata bakıyoruz ve kısacası, hiçbir zaman için tatil yapmayı düşünmüyorum açıkçası. İş hayatının içindeyken son 5-6 yılımda hiç tatil yapmamış ve izin kullanmamış biri olarak; artık bütün zamanım bana ait olsa da, bu sefer isteyerek izin yapmamayı tercih ediyorum. Buradaki nüans bence çok çok önemli. Son zamanlarda da üstüne çok fazla düşündüğüm bir konu. Şöyle, dedem şu anda neredeyse 95 yaşına geldi. Onun babası, -ki ben de tanışmıştım- yanlış hatırlamıyorsam 105 yaşında vefat etti. Onun babası da yine çok uzun süre yaşamış. Yani bizim ailede genetik olarak uzun yaşam mümkün gibi görünüyor tabi bunu sağlıklı bir hayatla destekleyerek yapmak lazım. Ne olacağını da bilemeyiz ama; son zamanlarda aklıma şöyle bir düşünce takıldı:
Warren Buffett 93 yaşında, hepimizin bildiği gibi. Her gün işe gitmeye ve hatta kendi aracını kullanmaya devam ediyor. Bundan daha şaşırtıcı olanıysa zihinsel olarak hiçbir yeteneğini kaybetmemiş durumda. Hala Berkshire yıllık toplantılarını yapıyor, ki bunlar koca bir hafta sonunu alan organizasyonlar. Sahnede saatlerce oturup soru cevaplayabiliyor. Röportajlar veriyor saatlerce ve tüm bunları yapabilmesi bana çok şaşırtıcı geliyor. Çünkü ondan 2 yaş büyük dedeme baktığımda ve bana kalırsa kendisi Buffett’tan çok çok daha zeki bir insan. İnanılmaz birisi, milli eğitim müfettişi emeklisi ve eğitimci biri. Fakat emeklilik, neredeyse adamı yedi bitirdi diyebilirim. Sanırım son 30-40 yılı emeklilikle geçti. Özellikle son 10-15 senesi tamamen bir emekli formatındaydı ve zihninin yavaşlamaya başladığına birinci elden şahitlik ettim. Son yıllara kadar sudoku çözerek, bulmaca çözerek, gazete-dergi okuyarak, sürekli kitap okuyarak bu zihinsel düşüşü geciktirebildiği kadar geciktirdi fakat şu anda o zeki ve berrak zihne sahip adam yok artık. Binlerce kitap okumuştur tahminim. Onlardan bize dersler ve özetler anlatırdı. Artık kelimeleri arka arkaya dizemez duruma gelmiş halde ve cümle kurması çok uzun bir süre alıyor. Düşündüklerini akıcı bir şekilde kelimelere döküp aktaramıyor. İşte emeklilik ve çalışmıyor olmak, bana kalırsa insan zihnini zaman içinde körelten bir şey. Ben en az onun kadar uzun yaşamayı diliyorum, umarım böyle bir şansım olur. Fakat aynı zamanda berrak bir zihne o yaşlarda da sahip olmak istiyorum ve bunun için emeklilik en büyük tehditlerden birisi. Çalışmaya devam yani o yüzden.
Geçtiğimiz günlerde; “Hüseyin Baba, ne kadar uzun süre yaşadın, bu ne kadar güzel bir şey, keşke ben de senin kadar yaşayabilsem” gibi bir şey söyledim biraz moral vermek için. O da bana bir insanın maksimum 85 yaşına kadar yaşaması gerektiğini ve son 10 yılını boşa yaşadığını söyledi. Tabi zihinsel olarak bu geriye düşüşten dolayı biraz morali bozuk kendisinin, farkında her şeyin. Ve bu cümleyi bile anlatması birkaç dakikasını almıştı fakat ben aynı fikirde değilim onla, ikisinin de bir arada yapılabileceğini düşünüyorum Warren Buffett’a baktığımda ve yine piyasaların da bu anlamda insanı berrak tutabildiğine dair kendimce bir tezim var. Çünkü her gün yeni bir gün, sürekli yeni fırsatlar çıkıyor ve sürekli bir değişimin içindeyiz. Fırsatları yakalamaya çalışıyoruz, fırsatların üzerinde uzun süre oturabilmeye yine çaba gösteriyoruz ve bu hem zihinsel hem de fiziksel bir çaba. O yüzden gerçek bir yatırımcının, eğer yatırımı uzun süre devam ettirebilirse, piyasanın stresinden çok fazla etkilenmeden, hatta tam tersi şekilde zevk alarak, kendi yaşam süresini uzatabileceğini düşünüyorum. Tabi bu herhangi bir analizi veya arkasında verisi olmayan bir tez.
Neyse çok fazla dağıttık konuyu, aslında bu kadar detaya girmek istemiyordum. Daha başka konuşmak istediğim çok fazla alt başlık vardı bugün, hatta neredeyse tüm alt başlıkların ana fikirleri üzerine ileride özel bir bölüm hazırlamayı düşündüğüm şeyleri burada kısa kısa verecektim ama büyük ihtimalle hepsini sığdıramayacağız bugüne. Çok fazla zaman çaldık finansal bağımsızlık kısmında.
Geçtiğimiz çeyrekte çimento ve beton üzerine biraz konuşmuştuk bugün de tekstil üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. Sektörde çok ciddi sıkıntılar var. Geçtiğimiz değerlendirmede 3 ay önce beton ve çimento tarafındaki beklentileri eleştirmiştim, işte bugün de biraz tekstil eleştirisi yapacağım aslında. Yalnız buradaki durum şu demek değil; bu sektörler çok kötü, yatırım yapılamaz veya geleceği parlak değil gibi bir sonuç çıkartılmaması gerekiyor. Sadece benim gördüğüm piyasa beklentileriyle; iş dinamikleri arasındaki bana anlamsız görünen farkı ortaya çıkartmaya çalışıyorum. Farkında olanlar var mı bilmiyorum ama; geçtiğimiz günlerde ekşi sözlükte de bununla ilgili bir başlık açılmıştı. Şu anda özellikle imalat tarafında tekstilde çok ciddi problemler var. Kapasiteler düşmüş durumda, fabrikaların bazıları kapanıyor, bazıları maliyet düşürebilmek için işçi çıkartıyor, yine bazıları ellerindeki stoğu temizleyemedikleri için sıkıntıya girmiş durumda. Yani genel çerçevede baktığımızda işler pek iyi gitmiyor ve geçtiğimiz yılla da bir karşılaştırma yaptığımızda sektör geneli %12 civarında küçülmüş durumda üçüncü çeyrek itibariyle. Tüm bunlara rağmen, piyasada bu sektörle ilgili gerçekte olandan taban tabana zıt bir şekilde beklentiler var ve benim eleştirmek istediğim kısım da burası zaten. Bu arada elbette bu tarz haberleri birkaç farklı kaynaktan kontrol etmek gerekiyor, her duyulana hemen atlamamak gerekiyor ama bazen ekşi sözlüğü bu anlamda kullanmayı çok seviyorum çünkü zaman zaman herhangi bir sektörle ilgili bir başlık açılıyor ve altında o sektörde çalışanlar kendi durumlarını, rakiplerinin durumlarını ve genel gidişatın nasıl olduğunu; gidip fabrikalarını ziyaret etseniz anlatmayacakları kadar detayları kendi iradeleriyle çok daha açık bir şekilde paylaşıyorlar ve ben önemsiyorum böyle paylaşımları tabi birkaç kaynaktan kontrol de ederek.
Geçtiğimiz günlerde yine bununla ilgili Bursa Sanayi Odasının bir raporunu paylaşmıştım, yine İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliğitemmuz raporunu paylaştım twitter’da. Haber sitelerine de zaten düşmeye başladı gelişmeler. Ve şöyle bir durum var gibi görünüyor. Dolar kuru belirli bir seviyede kaldığından dolayı, şu anda ülkenin tekstil üreticileri dış piyasayla rekabet edemez bir pozisyona düşmüş gibi görünüyor. Tekstil’de iç piyasayı domine eden zaten büyük kurumsal markalar var; ciddi perakende ağları var ve üretimlerinin bir kısmını private label denilen şekilde dışardan yaptırsalar da yine büyük kısmını aslında kendileri yapıyorlar. Bu da çok büyük bir avantaj ve yurt dışı satışlarıyla ilgili kaygıları da yok bir çoğunun. Tabi bunun yanında yine yurt dışı mağazaları da var. Problem şurada aslında; tekstil bir ölçek ekonomisiyle yapılan bir iş. Ve sektör benim gördüğüm kadarıyla çok uzun yıllardır ciddi bir teknolojik dönüşümden geçmemiş durumda. İşçi maliyetleri hala çok yüksek seviyelerde. Yani dünyanın aksine biz kas gücüyle hala daha çok çalışıyoruz gibi görünüyor. Üretici tarafında ciddi bir kurumsallık eksikliğigörünüyor yine. Bu arada çok daha eskiden mahalle aralarında derme çatma tekstil atölyeleri bulunuyordu ve 20 yıldan fazla bir süredir neredeyse her sektörün dönüşümden geçtiği bir evrede, tekstilde yine benim gördüğüm kadarıyla bu dönüşüm işletme kaliteleri açısından çok iyi bir oranda gerçekleşmemiş gibi duruyor. Bu da çok büyük bir problem. Genellikle işletmelerin kurduğu denklem şöyle bir şey; büyük bir firmanın fason üreticisi ol veya yurt dışında yine büyük müşterilerin üreticisi olarak uzun süreli sözleşmeler kap onlardan ve sonra üretebildiğin kadar üret. En büyük maliyetleri ve işletmeleri için bir koza çevirmeye çalıştıkları şey de iş gücü maliyeti. Personel maliyeti.
Küçüklüğümde annemle kumaş topları aldığımız zamanlardan beri tekstile karşı bir ilgim hep olmuştur.
— ًً۟ (@borsadabibasina) September 27, 2023
İşletmeleri ise yeni yeni anlıyorum. #Tekstil küresel rekabetçi bir sektör. Basitçe tshirt, kot pantolon üreterek/satarak rekabet edilemeyecek bir piyasa.https://t.co/PIdtSDk9uM
İşletmeleri düşündüğümüzde her iş için bu aslında sabit bir gider. İşletmelerde şöyle bir ayrım yapılır, ben de zamanında bunlarla ilgilendiğim ve üretim maliyeti, giderler, satış fiyatı, hammadde ve malzeme tedariği, dış anlaşmalar, sözleşmeler gibi bir işletmeyi ilgilendiren her konuya baktığım için eski bir tesis yöneticisi olarak; giderleri şöyle ayırıyoruz genellikle; sabit ve değişken giderler var. Sabit tarafta kira giderleri, personel giderleri, yine üretim ve hammadde tarafındaki giderlerin bir kısmı her ay sabit olarak görünüyor. Ve buna karşılık bir de değişken giderler var. Bunlar da genellikle sizin üretim miktarınızla alakalı bir şekilde aydan aya değişen rakamlar. Öngörüde bulunmanız gereken maliyet kalemlerini oluşturuyor bunlar. Bir işletme için buradaki problemin en basit çözümü; iş gücünü bir kaldıraç olarak kullanmak olabilir -ki bizim sanayi ve üretici firmalarımızın büyük bir kısmı bu basit kaldıracı kullanıyor zaten. Bunun üstüne daha gelişmiş firmalar ekstra olarak finansal kaldıraçları kullanıyorlar. Tabi burada bir işletmenin iskeletini çıkartmayalım isterseniz, belki ileride işletme okullarındaki gibi değil de; gerçek hayatta bir işletme nasıl çalışıyor sadece onun üstüne bir bölüm yapabiliriz. Ben de naçizane eski bir yönetici olarak, tüm bunlardan sorumlu birisi olarak kendi gördüklerimi aktarabilirim ama dediğim gibi burada çok fazla detaya girmeyelim şimdilik, o kadar vaktimiz yok çünkü.
Şimdi tekstile tekrar dönersek, iş gücü kaldıracını kullanıyorlar dedik. Benim gördüğüm başka hiçbir avantajları yok. Elbette vardır ama bir işletmenin hayatı için çok kritik önemde olmayan avantajlar diğer kullandıkları şeyler. Satışlar hep artarken, siparişler gelmeye devam ederken ve kapasite üzerinde çalışmaya çalışırken bu kullandıkları basit koz -yani kas gücü kozu- ciddi bir avantaj yaratabilir. Fakat işler tersine döndüğünde ve kendilerinden kaynaklı olmayan dış sebeplerle rekabet avantajları ortadan kalkmaya başladığında, kendi kendini yiyen bir yılana dönüşüyor böyle işletme modelleri. Şu anda da bunu görüyoruz zaten. Üretim elbette tamamen durmayacaktır ve bir noktada aynı oyun teorisindeki Nash Dengesi gibi; kendilerine sektörde yeniden bir pozisyon ayarlayacaklardır ama bu süre içinde birçoğu fabrikalarını kapatacak, bir kısmı iflas edecek, bir kısmı üretime ara verecek ve yine bir kısmı eğer başka avantajları iyi kullandıysa daha öncesinde, tüm bu krizi bir fırsata çevirecek kendisi için. Ayrıca buradaki kurduğumuz bu piyasa matematiğinin neredeyse bütün sektörler için de geçerli olduğunu söyleyebilirim.
Burada şöyle bir durum ortaya çıkıyor; sektörün özellikle üretim tarafında çok ciddi bir durum ortadayken, hemen bizim aklımıza gelebilecek borsada halka açık bir şekilde işlem gören firmalar bunlardan nasıl etkilenebilir gibi bir soru sorabiliriz. Asıl ilgilendiğimiz kısmın burası olduğunu düşünüyorum. Birçoğunun bildiği gibi ben uzun bir süredir Vakko yatırımcısıyım ve şu anki pozisyondan oldukça memnunum. Çünkü biraz önce anlattığım o işletme modeliyle çalışmadığını düşünüyorum benim ortağı olduğum şirketin. Tekstilin özellikle perakende tarafında fason üretim, üretim ölçeklenmesiyle ciro ve karlılık yaratma fikri genellikle ön planda olsa da Vakko’nun modelinin böyle olmadığın çok rahatlıkla söyleyebilirim. Ve lüks tüketimi hedef alarak kendilerini farklı bir yere konumlandırıyorlar. Öncelik marka değeri ve kalite olduğunda; tekstilde bu diğer kurulan işletme modeline göre bu tarz krizlerde çok fazla etkilenmeden atlatabildiklerini düşünüyorum ben. Ki yaklaşık bir yıldan fazladır pozisyon oluşturuyoruz bu sektörde, tek bir şirketle. Ve benim tahmin ettiğimden çok daha iyi sonuçlar ortaya çıktı özellikle 2023 özelinde. Pozisyon olarak en büyük 4. pozisyonuma geldi bir anda. Önünde Ford var ve aralarında çok büyük bir fark kalmadı. Sanıyorum aynı değerleme eğrisini takip ederse çok uzak olmayan bir gelecekte 3. pozisyona yükselecek gibi görünüyor. Yani kısaca, şunu aslında göstermeye çalışıyorum, bir sektörde riskler ve krizler olabilir, her zaman için geçerli bir durum bu. Fakat buna rağmen yine o sektörde fırsatlar ve önemli beklentiler de doğabilir. Bir yatırımcı olarak bizim farkında olmamız gereken kısmın da işte burası olduğunu düşünüyorum.
Bu arada bölüm boyunca birçok şirket ismi ve bazı beklentiler, getiriler üzerine konuştuk ve sanıyorum söylememe gerek yok ama buradaki geçen tüm isimlerle çok uzun vadeli bir yatırım ilişkisi kurmuş birisiyim ve tüm bunlar bir yatırım tavsiyesi içermiyor. Sadece kendi pozisyonlarımla ilgili yine birçoğunun bildiği gibi üç aylık periyotlarda bazı değerlendirmeler yapmaya çalışıyorum burada. Yani bir yatırım tavsiyesi içermiyor tekrardan belirtmiş olayım.
Bu çekince notunu paylaştıktan sonra, üçüncü çeyrek özelinde ve portföyün genel gidişatı bakımından yaptığımız en büyük değişikliğe geçmek istiyorum. Bilançolar geldikten sonra Hektaş pozisyonlarımızın tamamını tek seferde kapatıp Alarko tarafına ve portföyün geri kalanına bir dağıtım yaptığımızdan bahsetmiştim zaten bölümün başında. Bunun sebeplerine geçecek olursak, bence anlaşılması gereken çok önemli bir nokta var burada. Bir yatırımcının asla rijit ve katı olmaması gerektiğini düşünüyorum.Değişen şartlara ve durumlara uyum sağlayabilmeli akıllı bir yatırımcı. Önüne gelen hemen hemen her teklife hayır demeli yine bir yatırımcı fakat her ihtimali de kendi analizini yaparak değerlendirmeli ve sürekli yenilikçi olmalı, adapte olmalı değişen durumlara karşı. Burası aslında yani piyasa; en güçlünün ya da en yüksek sermayelinin hayatta kaldığı bir yer değil, en uyumlu olanın hayatta kaldığı bir yer, piyasalar. Şöyle bir nüans var bu uyumluluk açısından: inandığınız ve doğru analizini yaptığınız bir pozisyonla ilgili katı ve inatçı bir şekilde düşüncenizi savunmalısınız fakat aynı zamanda rasyonaliteyi bir kenara bırakmamalısınız ve gözlerinizi tamamen olan bitene kapatmamalısınız. Bildiğiniz gibi Sasa ve Bitcoin pozisyonlarını çok çok uzun yıllardır taşıyorum, örnek olarak. Böyle devam edeceğini de düşünüyorum ve yüksek bir kar oranı üstünde oturmayı, beklemeyi becerebiliyorum ve Hektaş da böyle bir pozisyondaydı bizim için fakat burada rasyonel bir değerlendirme aşamasını geçtiğimizi fark ettim. Tarım kısmıyla yakından ilgileniyoruz, yine her zaman söylediğim gibi ileride kendi topraksız tarım girişimimizi yapmak istiyoruz eşimle birlikte. Fakat biz bunu yapana kadar bu sektördeki firmalarla da yakından ilgileniyoruz ve yine hep şöyle bir düşünce biz piyasalarda yatırım yaparken aklımızın bir köşesinde oluyor: Ben kendi başıma yarı amatör – yarı kurumsal şekilde bir girişim yapmak yerine, bu alanda gerçekten kaliteli ve kurumsal, ayrıca doğru ölçek ekonomisini kullanabilen halka açık şirketler varsa; neden kendim yatırım yapıp geri dönüşü çok zor olacak bir risk alayım ki? Bunun yerine, basitçe o sektörde beğendiğim şirketin paylarını alabilirim ve eğer bir problem görürsem yine çok basit bir şekilde o sektörden çıkış yapmış olurum. Yatırımlarımızı bu şekilde değerlendirmeyi en azından kendi açımızdan çok doğru bir yaklaşım olarak görüyorum ben. Sadece kendi yapmak istediğimiz işlere yatırım yapıyoruz aslında bir yandan da. Sevdiğimiz işletmelere ortak olmayı tercih ediyoruz ve gerçekten küçük bir ortak mantığıyla yaklaşıyoruz. Aynı o sektörde biz yatırım yapsak nasıl yapardık gibi sorular sorarak ilerliyoruz. Ve genel olarak işletmeleri anlamaya çalışıyoruz daha çok, piyasanın biçtiği fiyatlarla pek ilgilenmiyoruz ya da kararlarımızı etkilemiyor. Öyle olsaydı zaten Hektaş pozisyonunu çok daha erkenden kapatmış olurduk. Çok da uzatmayalım, yine aynı sektöre giriş yapan Alarko tarafını çok daha cazip ve fırsatlar sunan bir değerlemede gördük biz. Tabi sadece tarım da değil birçok farklı sektöre yayılmış durumdalar. Özellikle ben finans tarafından aslında sürprizler bekliyorum tarımdan daha çok. İnovatif bir şirketler, teknolojiye adapte olmaya çalışıyor. Holding yapıları altında kurdukları yatırım ve finans şirketleri var. Tüm bunların domates üretmekten çok daha önemli olduğunu düşünüyorum, o yüzden böyle bir değişikliğe gitmeye karar verdik. Zaten bunları ve pozisyon değişikliklerini, diğer düşüncelerimi Twitter’da daha anlık olarak şeffaf bir biçimde paylaşıyorum o yüzden çok da uzatmaya gerek yok bence burada. Yani aldığımız kararların çok uzun vadeli kararlar olduğunu hatırlatmak istiyorum ve buradaki fikirlerin bir yatırım tavsiyesi olmadığının tekrardan altını çiziyorum. Sanırım hisse ismi zikredilen tek yer bu çeyreklik değerlendirmeler oluyor ve o yüzden biraz daha dikkatli davranmaya çalışıyorum ama bu kısmı da artık isterseniz bir kenara bırakalım. Sadece şunu ekleyebilirim, uzun vadeli hamleler yapmak ve uzun vadeli düşünmek; benim yaptığım şeylerden kopya çekmekten veya bir başka yatırımcıdan kopya çekmeden çok çok daha yararlı bir davranış olabilir, bireysel bir yatırımcı için.
Genel performans değerlendirmesi kısmına tekrardan dönecek olursak; bu çeyrekte özellikle Sasa ve biraz da Bitcoin’den kaynaklı olarak Türkiye piyasalarından negatif anlamda bir ayrışma yaşadım. Bir pozitif getiri yaratmış olmama rağmen bu negatif ayrışmayı yaşamış oldum. Bu da zaten o ilk başlarda konuştuğumuz getiri karşılaştırmalarının aslında tamamen bir perspektif meselesi olduğu sonucunu doğrulayan bir şey. Ve bu perspektif bakışı da her yatırımcının yapması gereken bir şey. Buffett’ın dediği gibi; akıllı bir ördek, kendini sudaki diğer ördeklerle kıyaslar, suyun yükselip alçalmasına bakmadan.
Bugün aslında konuşmak istediğim daha birçok konu vardı. Birçok fikirden ve ek bakış açılarından bahsetmek istiyordum ama bir türlü fırsat yaratamadık. Genel hatlarıyla konuyu aslında toparlamak istersek bir finansal bağımsızlık çeyreklik değerlendirme bölümü açısından; Ernest Hemingway’in Güneş de Doğar romanında geçen bir söz var. Çok güzel bir romandır bu arada tavsiye de ederim, I. Dünya Savaşı sonrası kayıp neslin hikayesini ve savaştan çıkan insanların bunalımlarını, hayatlarını anlatıyor. Şöyle bir bölüm var; çok da ünlenmiş kalıp sözlerden biri haline gelmiş durumda o günlerden beri. Roman karakterlerinden Bill, Mike’a nasıl iflas ettiğini ve battığını soruyor. Mike bugün de hala kalıp olarak kullanılmaya devam eden o ünlü cevabı veriyor: “iki şekilde”diyor Mike. “Önce yavaş yavaş, sonra aniden.”
Yatırım ve birikim kararları aşamasında bence herkesin aklında olması gereken bir söz bu. Çünkü aksi durumda elimizdekileri kaybetmemiz biz pek farkında olmasak bile arka planda yavaş yavaş gerçekleşebilir ve bir gün geriye doğru baktığımızda her şeyin bir anda nasıl aniden böyle kötü bir duruma geldiğini anlamlandıramayabiliriz. Yine bunun tam tersi şekilde; yatırım ve birikim yapmak, sabırlı ve sıkıcı bir şekilde yolculuğa devam etmek sonu olmayan bir yol gibi görünebiliyor önce. Ve her şey çok yavaş oluyormuş gibi ilerliyor. Fakat sonrasında da bir anda, aniden sonuca ulaşılıyor.