38 mins read

Portföy ve Yatırım Stratejileri Üzerine

Bugün sanırım artık Portföy ve Yatırım Stratejileri üzerine bir şeyler konuşmanın zamanı geldi diye düşünüyorum. Bu bölümü yapma sebeplerimin en başında aslında geçtiğimiz günlerde girdiğim bazı diyaloglar geliyor. Geçenlerde bir arkadaş grubuyla akşam yemeğindeydik. İçlerinde borsayla ilgili ve ilgisiz olanlar vardı. Doktor olan bir arkadaşla yan yana oturduk. Benden gece boyunca aradığı ve istediği tek şey 3 tane hisse tüyosu oldu. Böyle insanlar bana çok garip geliyor. Uzun uzun böyle olmayacağını, borsanın tüyo toplanarak veya bir başkasından duyumlarla hareket edilemeyecek bir yer olduğunu anlatmaya çalışmama rağmen; tamam tamam onu bırak da; en beğendiğin üç şirketi söyle bana oldu tek sorusu. Böyle insanlarla zamanınızı harcamayın diye anlatıyorum veya böyle olmayın diye.

Sadece bu olay da değil, yine geçtiğimiz günlerde eski bir aile dostumuzla denk geldik. Fizik öğretmeni orta yaşlarda bir kadın. Konu yine borsaya geldi, bir süredir yatırım yapıyormuş, tabi eğer buna yatırım diyebilirsek. Portföyünü gösterdi, daha önce ismini hiç duymadığım ve ne iş yaptıklarından bile haberim olmadığı small cap diyebileceğimiz çok garip şirketler var portföyünde. Gerçi çok büyük bir parası yoktu portföyünde ama bazı uyarılarda ve bu işin nasıl olması gerektiğiyle ilgili yardımlarda bulunmaya çalıştım. Laf lafı açtıkça bir whatsapp grubu gösterdi bana; tüyoları oradan alıyorlarmış. Genellikle de halka arzları kovalıyorlar, sanırım grupta 25-30 kişi vardı. Asıl tüyoyu veren hoca grupta bulunmuyor; o bizim hocamıza iletiyormuş tüyoları, o da grupta paylaşıyor. En son mesajlara şöyle bir göz gezdirdim grupta; “arkadaşlar bugün hangi hisseyi alıyoruz?” gibi bir soru gözüme ilişti. Bu soruyu görünce soğuk terler dökülmeye başladı bende bir anda. Soruda dikkatimi çeken taraf “bugün” kısmı. Yani anladığıma göre her gün kendilerine yeni bir hisse belirliyorlar. Hocama durumu anlatmaya çalıştım ama sanki ayrı dünyalardan konuşuyoruz gibiydi. Kesinlikle ne anlatmak istediğimi anladığından bile emin değilim. Ya da anlıyor ama umurunda değil. Çünkü dinlemediğinin gayet farkındaydım. Ve kesinlikle yaptıkları şeyin ne kadar yanlış olduğunu kabul edecek bir pozisyonda değil. Tek motivasyonları çok kısa bir sürede, birilerinden bir hisse tüyosu almak ve bu şekilde bir karlılık sağlamak. Portföy dönüşüm oranlarını tahmin bile edemiyorum.

Ayrıca bu iki örneği şunun için anlatıyorum: bir fizik öğretmeni ve bir doktor, gayet eğitimli iki insan, hatta birisi aynı zamanda eğitimci, ne yaptıklarının farkında bile değiller ve borsayla ilgili tek beklentileri aldıkları hisseleri daha yüksek fiyatlara bir başkasına satmak. Kısa yoldan getiriler yaratmak. Ve ben uzun bir süredir borsayla ilgilenen böyle insanlarla karşılaşmıyordum, aslında biraz da özellikle burası ve Twitter hariç borsa konuşmaktan imtina ediyorum ama tekrardan fark ettim ki; piyasanın büyük bir kısmı bu tarzda düşünen insanlarla dolu. Tek problemleri hisse fiyatlarının yukarı doğru gitmesi ve birilerinin onların ödediği ücretten daha fazlasını teklif ediyor olması. İşte bu durum, akıllı yatırımcı için büyük bir avantaj. Ve zaten bugün; tam olarak bunlar üzerinde konuşuyor olacağız.

Öncelikle tekrardan biraz geriden sararsak; bazı bölümlerde ve özellikle ilk bölümlerde bahsettiğim bir şey vardı. Sanıyorum birikim kısmını da hesaba katarsak 2012-2013’lerden beri finansal bağımsızlık odaklı hareket etmeye çalışıyorum. Daha önce de anlatmıştım, ilk yatırımım her Türk vatandaşının öncelikli aklına gelen tercih olarak altın olmuştu. Ayda iki tane cumhuriyet altını alıyordum ve ilk alım yaptığım fiyatları çok iyi hatırlıyorum; tanesi 560 liradan topluyordum. Bir süre sonra yaklaşık 1 – 1,5 yıl içinde tane fiyatı 800 küsür liralara çıkmıştı. Zaten sonrasında da 1000 liralara kadar ulaştı ve bu zaman içinde sanıyorum toplamda 30-35 adet cumhuriyet altını biriktirdiğimi hatırlıyorum. Herhangi bir yatırım veya portföy stratejim yoktu. Warren Buffett’ın ismini duymuştum ama yaşlı bir bunak olduğunu düşünüyordum galiba. Borsayla hiçbir ilgim yoktu. Sadece aileden çok eskiden gelen birikim yapma alışkanlığını devam ettiriyordum ve ailemin yaptığı bazı hatalardan kaçınmaya çalışmak istiyordum. Zaten bu stratejinin ilk uygulamasını bir arsa alarak yaptım. Çünkü çok eskiden beri hep dinlediğim hikayelerdi, çok yakından şahit oldum bazılarına. Oturduğumuz apartmandaki komşularımız ve yakın sayılabilecek akrabalarımız, şehrin henüz gelişmemiş bölgelerinden arsalar topluyordu ben küçükken ve bize de ortak olarak aynı yerlerden arsa almak için telkinlerde bulunuyorlardı. Hiç yanaşmadılar bizimkiler, geleceğini parlak görmediler ilgilendikleri bölgenin. 

Şu anda o akrabalar -ki bunlar üç kardeşler, her birinin sanırım 40-50 tane dairesi ve birkaç tane villası vesairesi vardır. Bir şeylerin yanlış gittiğini bunu görünce anlamaya başlamıştım yıllar içinde. Çünkü sadece birikim yaparak ve basitçe altın alarak, bunları saklayarak, çok fazla bir şey yapmanız mümkün değil ve size sadece bir alım gücü güvencesi sağlayabilir. Eğer 20 yıl, 30 yıl beklemek gibi niyetiniz varsa o zaman belki; piyasadaki daha verimli araçlarla daha kısa sürede sağlayabileceğiniz getiri oranlarına ulaşabilirsiniz sanırım. Şunu anlamamız gerekiyor; altın üretken bir varlık çeşidi değil. Verimlilik veya verimsizliğini, güvenli tarafta kalma veya risk alma kısımlarını yine bir kenara bırakırsak; Buffett’ın dediği gibi, bir oda dolusu altının olmasının hiçbir anlamı yok. Bu varlıkla tek yapabileceğiniz şey belki üstüne çıkıp, bir goril gibi göğsünüze vurarak bağırıp çağırabilirsiniz, eğer tatmin olacaksınız. Onun dışında biraz parlak ve dikkat çekici bir nesne; ama sizin adınıza hiçbir şey yapamaz. Ben bunu çok geç fark ettim.

Bir inşaat mühendisi olduğumdan dolayı üretim ve yeni bir şeyler yaratma arzusu her zaman içimde vardı, günde yaklaşık 30-35 bin adım attığım çok büyük şantiyelerde çalıştım. Yüzlerce kişiyi organize etmeye çalışmak, çok büyük bir yapının ortaya çıkmasında katkının olması, bir gün geldiğinde önceki gün tarif ettiğin işin yapılması; ortaya gerçekten bir şeyler çıkması gibi üretim ve yaratma odaklı şeyler her zaman ilgimi çekmiş durumdaydı. Borsada şirket seçme kriterlerime yansıdı bu ve çok geç fark ettim; sanıyorum ortağı olduğum tüm şirketler bir şeyler üretiyor. Yani bir bankacılık sektörü gibi veya basit bir şekilde sigortacılık işleri gibi değil de; gerçekten bir üretim yapan şirketlere ortak olmayı seviyorum. Ve yine sanıyorum ki; ilk stratejim olarak bunu söyleyebiliriz. Ama çok geç fark ettim dediğim gibi böyle yaptığımı, biraz mesleki deformasyondan kaynaklı bir tercih olabilir ama altında önemli bir neden de yatıyor. Bu tarz şirketleri daha iyi anladığımı düşünüyorum, üretim odaklı bir geçmişten geldiğim için. Yani herkesin kendi tarzını ve kendi bilgi çemberini çok iyi tanımlaması gerekiyor aslında. Bir strateji veya tarz oluşturmak üzerine bilgi çemberinin öneminden konuşacağız zaten ileride, ama önce hikâyeyi bir tamamlayalım, sonrasında devam ederiz.

2015’lere geldiğimizde, yapmaya çalıştığım birikim şekliyle; elde etmek istediğim sonucun çok uzayacağını fark ettim. Hiç kimseden duymadım borsayı bu arada, aile içinde zaman zaman geçmişte çevreden örneklerle, çok kötü bir yer olarak tanımlanırdı genellikle borsa. Pek ilgilenmezdik yani. Fakat bana öğretilen birikim yapma stratejisinin, yeterli olmadığını anladım, komşularımızı ve akrabalarımızı görünce. 2015’e geri dönelim. İsdemir yanlış hatırlamıyorsam 2016’da halka arz oldu ve konumuzla biraz ilgisi var. O bölgede çok uzun süre çalıştığım için hatta hemen İsdemir’in karşısında birkaç yıl yine bir fabrikanın misafirhanesinde yatıp kalktığım için İsdemir borsaya açılacak, işçilere kâr payı dağıtılacak gibi hikayeler duymaya başladım. Hatta sanırım bu hikayeler çok daha geçmişten beri, bir yılan hikayesine dönüşmüş bir şekilde sürekli gündemdeydi diye hatırlıyorum. Ama o zamanlar beni çekmeye başlamıştı biraz daha bilinçlendiğim için. Zaten bu dönem altınlarımın büyük bir kısmını arsaya yatırmıştım çoktan ve ufak ufak birikim yapmaya devam ediyordum. İsdemir’i duyunca, ya bu çok iyiymiş dedim. Çok iyi bildiğim bir fabrika. Pek beni demir veya çimento sektörüyle ilgili konuşurken göremezsiniz ama sanırım anladığım en iyi işlerden diyebilirim. Fakat bir problem vardı, İsdemir daha halka açılmamıştı, o yüzden ben de Ereğli’yi tercih ettim. İsdemir’in karşısında bir misafirhanede yatıyorum, orada sanırım birkaç yılım geçti 15 metrekarelik bir odada. Ve İsdemir üzerinden Ereğli’ye ulaşıyorum aslında. İlk yatırım yaptığım hisse Ereğli olmuştu yani ama çok yanlış sebeplerle. Tek beklentim, hisseyi ileri bir tarihte birinin benden, benim aldığımdan daha yüksek bir fiyata istemesiydi. Başka bir beklentim yoktu. Fakat tercih ettiğim şirket bence yine bazı şeyleri anlatıyor yatırım tarzımla ilgili. Üretim odaklı şirketler demiştik hatırlarsanız. Bir süre Ereğli hisselerini tuttum, her gün fiyatını kontrol ettim, sanıyorum o günün parasıyla bir 10-15 bin liralık gibi bir rakam almıştım aslında fena bir rakam değil. Yaklaşık 4-5 aylık maaşımdı. Bir süre sonra, sanırım 6 ay gibi bir zaman sonra tedirgin olup sattım hisseleri ve altın almaya devam ettim. Sonrasında yaklaşık 1 yıla yakın borsa nasıl bir yer diye anlamaya çalışarak harcadım ve çok az bir bilgi birikimiyle tekrardan doğru bir tercih olduğuna karar verip, borsayı yeniden denemek istedim ve 2016’nın başlarında düzenli bir şekilde alım yapmaya başladım. Tabi yine ilk başta Ereğli’den başlayarak.

Fakat o günlerde hiçbir stratejim yoktu. Sadece çok basit bir şey yapmaya çalışıyordum ama; biraz Warren Buffett’ı tanıdıktan sonra kaliteli şirketlerle uzun vadeli ortaklıklar kurmak gibi bir fikir yerleşmişti. Bu arada daha önce de bir yayında bahsetmiştim; bitcoin ile de 2013’lerden itibaren ilgilenmeye başlamıştım. Hatta ilk 2011’de duymuştum, çok komik bir hikâye o ve henüz anlatmadım başka bir zaman ama mutlaka anlatacağım. Şimdi bu parantezi kapatalım. 2016’ya gelindiğinde bir yandan bitcoin bir yandan borsa küçük küçük birikimler yapmaya başladım. Yani 2011’lerden beri altın olarak birikim yapıyordum aslında ama daha anlamlı ve efektif bir şekilde yatırım yapmayı öğrendim diyebilirim 2016 yılında. Ve bitcoin’i hayatıma sokmak; portföy stratejimi tamamen değiştirdi diyebilirim. Zaten daha teknik kısımlara geleceğiz ileride. Fakat kısaca şunu fark ettim; yaptığım yatırımların arasında en asimetrik getiri sağlayan araç bitcoin oluyordu. Hiçbir şeyle korelasyonu yok gibiydi ve o günlerde bunu tam olarak anlayamıyordum ama biraz ilk başlarda korkutucu görünen bir güvenli alan yaratıyordu bana. Bir süre sonra bitcoin yatırımı yapmak yerine; bitcoin madenciliği yapmanın daha mantıklı olduğunu düşündüm ve portföydeki bitcoinleri madencilik yapmak için yatırım harcaması olarak kullandım. Yaptığım en büyük ve ölümcül yanlışlardan biriydi bu. 1 yıldan biraz fazla bir süre madencilik yaptım ve yaptığım yanlışı fark ettim. Sonrasında ekipmanları dağıtıp, tekrardan sadece bitcoin tutmanın benim için daha mantıklı olduğunu düşünüp eski tarzıma geri döndüm.

Yine madencilik yaptığım dönemlerde 2016 sonu veya 2017 başları olması lazım, SASA ile tanıştım. Ve bakın bir şeye dikkat çekmek istiyorum; şu ana kadar bitcoin dahil, yatırım yaptığım her şey çevremde gördüğüm şeylerden oldu. Kimsenin söylediği bir hisse senedini veya uçuk kaçık fikirleri takip etmedim. Bazı fikirlerimin kendisi uçuk kaçık gibi görünse de bunlar benim fikirlerimdi, kendi düşüncelerimdi tüm yatırımlarım. Bitcoin ile bir Portekizli arkadaşım sayesinde tanışmıştım zaten 2011’de ve o hikâyeyi es geçiyorum dediğim gibi bir başka zamana bırakarak. SASA ile de yine aynı şekilde oldu. Oraya bağlamak için giriyorum bu detaylara. Dediğim gibi, 2016 sonu veya 2017 başları gibi bir gün şirketin bölge toplantısında her ay tüm bölgedeki tesislerin yöneticileri olarak toplanıp bölgedeki işleri değerlendiriyorduk. Bölge müdürü SASA’dan bahsetti. Çok önemli bir işe başladıklarını ve bir türlü randevu alamadığını, onlarla mutlaka iş ortaklığı kurmamız gerektiğinden bahsetti. Çok şaşırdım, çünkü benim çalıştığım şirket; yani abartmak gibi olmasın ama sanıyorum hangi kapıyı çalsa içeri alırlar ve izzeti ikramda bulunurlar. Bizi kabul etmemelerine veya ilgilenmemelerine ciddi anlamda şaşırmıştım ve şirket ilgimi çekmeye başladı. Kim bunlar diye. O zamanlar piyasa değeri olarak da bizden çok çok küçük bir firmalardı onlar bu detayı da vereyim. Bir sonraki toplantı geldi bir ay sonra, konu yine SASA, yine bölge müdürü bu işi almamız lazım diyor ve bu sefer daha detaylı anlattı yapacakları yatırımları. Ben çalışma hayatımda, benim eski şirketimin hiçbir firmayla bu kadar ilgilendiğini görmedim. Toplantı bittiğinde akşam eve döndüğümde yaptığım ilk iş; kim lan bu SASA diye araştırmak oldu. Zaten birçok bilgi elimdeydi ve internet üzerinden hem kim olduklarına ve ne yaptıkları konusunda daha iyi anlamak için bir araştırma yaptım. O sıralarda bu arada artık kendimi çok iyi bir borsacı olarak görmeye başlamıştım. Ereğli’de yatırımlarım vardı ve yine Adana Çimento’da da yatırım yapmıştım. Sanırım 1-2 önemsiz firma daha vardı yine küçük paralar koyduğum ama lokomotif Adana Çimento ve Ereğli’ydi. Ve ilk başlangıç anından itibaren hep temel analizle ilgilendim bir dipnot olarak onu da söylemek gerek. Teknik analizi elbette araştırdım birçok detayına hakimim. Al-sat sinyalleri, algoritmaları falan kurmaya da çalıştım o dönemlerde fakat sadece şunu söyleyebilirim teknik analizle ilgili; astrolojiden hiçbir farkı yok. Bu tartışmanın içine girip çok uzatmadan konuya dönelim, aşağı yukarı bir şirketin değerlemesini yapmayı biliyordum yani onu anlatmaya çalışıyorum. SASA’ya baktığımda inanılmaz rakamlar hesapladım. Pek yaptığım hesaplara da inanmadım ilk başta. Ya ben yanlış bir şeyler yapıyordum ya da onların açıkladıkları rakamlarda ve yatırım miktarlarında, ciro beklentilerinde büyük bir hata vardı. Fakat sonrasında ikna oldum ve yatırım yapmaya başladım SASA’ya. Çevremdeki herkese anlattım. Fakat kimse pek oralı olmadı. O toplantıda biz 15-20 kişiydik ve günün sonunda o işi alamadık ama aralarında sadece ben o şirkete yatırım yapmış oldum. Ve o günden beri, sonrasında da yıllar içinde sürekli eklemelerle pozisyonu hep büyüttüm ve bugüne kadar henüz tek bir lot satmış değiliz.

Tüm bunları şunun için anlatıyorum; kendi bilgi çemberinizi iyi tanımanız gerekiyor. Fırsatlar her zaman karşımıza çıkmıyor ve çıksa bile çoğunlukla bir fırsat olduğunu anlayamıyoruz bile. Fizik öğretmeni ve doktorun hikayesiyle o yüzden giriş yaptım zaten. Ne anlatsam dinlemeyeceklerdi, borsadaki yatırımcı olduğunu düşünen ve kendini çok zeki hisseden büyük bir kesim için de geçerli aynı şey. Herkes piyasanın üstünde ve her şeyi çok iyi bildiğini düşünüyor ve bu çok büyük bir hata, ama aynı zamanda bizim gibi yatırımcılar için de çok büyük bir avantaj.

O günlerde kurmaya başladığım SASA ve bitcoin pozisyonları bugün likit portföyümün yaklaşık 3’te 2’sini oluşturuyor. Ve sadece eklemeler yapıp, bekleyerek bu noktaya geldi. Sanılanın aksine piyasalarda başarılı olabilmek için doğru al-satlar yapmak gerekmiyor. Hatta böyle yapmaya çalışmak çok büyük bir tuzak. Akıllı bir yatırımcının doğru yaptığı seçimlerde çok uzun bir vadede oturmasını bilmesi gerekiyor.

Bu arada şimdiye kadar bu bölümde geldiğimiz noktada bazı notlar çıkarmak istersek; Buffett’ın dediği gibi, eğer bir yatırımı gerçekten beğendiyseniz ve ciddi bir fırsat görüyorsanız ya büyük oynayın ya da hiç zahmete girmeyin bile. Ayrıca yine belirtmek gerekiyor, çeşitlendirme saçmalığından uzak durun.

Şöyle bir mantıkla yola çıkabiliriz; ilk yatırıma başladığında özellikle borsada, baktığınız her şirket, her iş size çok iyi görünebilir. Aç tavuğun kendini bir darı ambarında sanması gibi bir şey ama bu. İlk noktalarda oldukça çeşitlendirilmiş veya birçok ihtimalin düşünülüp farklı yatırım araçlarına yönelmiş bir durumda olabilirsiniz. Ama yıllar geçtikçe eğer portföyünüz odaklanmıyorsa yani birkaç iş portföyünüzün yüklü bir yüzdesini oluşturmuyorsa; bir yerlerde çok büyük bir yanlış var demektir. Bakın bu bence çok önemli bir nokta. Daha iyi açıklamak istiyorum o yüzden. 10 farklı yatırım enstrümanı seçtik veya 10 farklı hisse senedi seçtik diyelim. Hepsine %10 dağıttık. Hepsi çok iyi şirketler olmayacak bunların. Veya çok iyi şirketler olsalar bile hepsi aynı oranda getiri yaratmayacak. Kimini çok pahalı bir noktadan almış olabilirsiniz veya kiminin işleri sonrasından bozuluyor olabilir. Birçok farklı etken olabilir. Eğer bu portföyde bazı seçimleriniz yıllar içinde portföyün %50’si üzerine çıkamıyorsa çok büyük bir yanlış var demektir izlediğiniz yolda veya stratejilerde. Akıllı bir yatırımcının portföyü zaman içinde kendiliğinden bir odaklanmaya doğru gitme eğilimindedir. Eğer siz bir hisse kafasını kaldırmaya başladığında mesela %20 ağırlığa geldiğinde, buradan kesintiler yapıp diğer taraflara aktarırsanız bu çok büyük bir yanlış olur.

Peter Lynch bunu şöyle tarif ediyor: bu durum aynı çiçekleri koparıp, otları sulamaya benzer diyor. Yani kısaca kazanan fikirlerinizin kazanmaya devam etmesini izlemeniz gerekiyor. Hatta eğer hala ucuz olduğunu düşünüyorsanız veya zaman zaman düşüşler gördüğünüzde diğer taraflardan kazanan tarafa doğru pay kaydırması yapmanız gerekiyor. Bunu anlamak çok önemli bir portföy yapısı kurarken. Kazanan hisselerden kırpmak çok yanlış bir hareket. Doğadan bir örnek verelim; anne bir aslan veya fark etmez bir şempanze; yavrularına baktığında eğer bir tanesi zayıf ve güçsüz kaldıysa onunla pek uğraşmaz, diğer güçlü ve hayatta kalma ihtimali daha yüksek olan yavrularıyla ilgilenir. Portföylerinizdeki farklı yatırımlara da aynı bu şekilde bakmanız gerekiyor. Fakat burada yine de çok ince bir nüans var ve ilk yatırıma başladığımda pek farkında olmadığım bir şey vardı ama o kısma daha sonra geleceğiz.

Şu ana kadar anlamış olmamız gereken en önemli nokta; kendi bilgi çemberinin içinde kalmak ve uzun vadeli bahisler almak olmalı. Ve anlatmaya çalıştığım şey; sadece birkaç tane doğru tercih oldukça yeterli olacaktır. Geri kalan zaten sürekli kazanan tarafa doğru birikimleri arttırarak devam etmek ve sürekli olarak birikime odaklanmak. Burada belki benim yaptığım küçük bir hata olarak şunu ekleyebilirim: ilk zamanlarda birikime devam ederken; yüksek kazanç sağlayanlara daha az eklemeler yapıp, daha geride kalanlara yaptığım eklemelerin miktarlarını arttırıyordum. Bu da bence büyük bir hata ve çok sonradan fark ettim. Fakat dediğim gibi daha ölümcül olanı; kazananlardan kırpmalar yapmayı hiçbir zaman tercih etmedim.

Yine bazı yatırım stratejileri üzerinde durmaya devam edelim. Portföy stratejisini en sonra bırakacağım, hem bu şekilde bir tümevarım yöntemiyle gitmiş olacağız ve benim kafamda kurgulama tarzıma çok daha uygun bir yöntem tümevarım. Bazı yanlışlardan devam edelim.

Hedef fiyat stratejisi mesela. Çok büyük bir yanlış bana göre. Bu bizi daha ilk başta konuştuğumuz o fiyatla bağlantılı yatırım yapma, hatta yatırım yapmak da değil bu bana göre, öyle bir noktaya götürüyor. Şunu anlamamız gerekiyor: biz ya da ben en azından, hissenin fiyatının yükselmesi üzerine bir bahis almıyoruz, şirketlerin işlerinin iyiye gideceği yönünde bir bahis alıyoruz. Yani daha ilk temel noktada hatalı hedef bir fiyat belirlemek. Bazen görüyorum, hisseye şu fiyattan girdim, bu fiyata geldiğinde çıkacağım deniyor. Bu yatırım değil; spekülasyon yapmak tam olarak tanımı. Yatırımcı işletmelere yatırım yapar, hisse fiyatlarına değil. Ve işletmelerin hedefleri sürekli olarak sabit kalan şeyler değil, bu noktada da yine büyük bir hataya düşülmüş olunuyor hedef fiyat belirlendiğinde. Çünkü bir işletmenin nasıl çalıştığıyla ilgili hiçbir fikriniz olmadığını anlayabiliriz eğer böyle bir yöntem izliyorsanız. Hisse diyelim ki hedef fiyatınıza geldi; fakat yeni yatırımlar yapmaya başladı veya önümüzdeki dönemlerde kar marjlarında iyileştirmeler görünecek; böyle bir durumda ne yapacaksınız? Bir kural olarak hedef fiyata geldiğinde çıkmanız gerekiyor, ayrıca hedef fiyat neye göre belirlenecek? Hisse fiyatları birer rakamdan ve duygusuz göstergelerden ibaret olsa da; arkasındaki şirketler oldukça organik yapılar ve sürekli değişimlerden geçiyorlar. O yüzden, hedef fiyatlar yerine; hedef cirolar, hedef karlılıklar takip etmek ve şirketin gelişimini anlamak, işlerin büyüyüp büyümeyeceğini tartmak çok daha önemli. Bir şirketle ortaklık kurulduğunda bunun bozulması sadece temel verilere dayandırılmalı; piyasanın size gösterdiği rakamlara değil.

Fakat insanlar bu kadar uzun vadeli düşünerek zihinlerini sanırım pek yormak istemiyorlar ve daha çok kısa vadeye odaklılar. Çeyreklik bilançoları en fazla takip ediyorlar ve şirketin yıllar içinde geçireceği dönüşümde beraber yürümek istemiyorlar. Sadece aradıkları şey hızlı ve kolay bir şekilde %10, belki %20 kar sağlamak ve hedefini tutturup hisseden tamamen çıkıp bir başka hisseye geçiş yapmak. Dolar artınca hemen ihracatçı şirketlere bakıyorlar, deprem olduğunda çimento hisselerinin peşinde koşuyorlar. Seçimi kimin kazanacağını tahmin etmeye çalışarak borsaya sürekli bir girip bir çıkıyorlar. Nakitte bekliyor. Dövizde bekliyorlar. KKM’de bekliyorlar. Çünkü piyasadan çok akıllılar ve her şeyi hesaplayabiliyorlar. Hesapladıkları şeylerin sonuçlarının da tam olarak tahmin ettikleri gibi gerçekleşeceğine tamamen inanmış durumdalar. Piyasalarda zeki olmak, belki istenebilecek en kötü özelliklerden biri. Herhangi bir ortalama IQ’da birisi ve biraz midesine yumruk yemeyi öğrenen ve ayrıca psikolojik olarak hazırlanmış birisi; her zaman için kendini çok zeki sanan amatör spekülatörler üzerinden para kazanmasını becermişlerdir. Piyasayla ilgili şöyle bir söz vardı: borsa sabırsızlardan sabırlılara doğru para transferinin gerçekleştiği yerdir, denilir. Ben buna bir ekleme yapmak istiyorum; borsa aynı zamanda kendini çok akıllı sananlardan, daha mütevazi olanlara doğru paranın transfer edildiği bir yerdir. O yüzden kendinizi ne kadar zeki hissettiğiniz hiç umurumda değil; bu arada ben de çok zeki olduğumu düşünüyorum aptal olduğum sanılmasın, hatta sürekli çok zeki bu çocuk denildiği için eğitim hayatında çok başarısız olduğumu söyleyebilirim. Ama sadede gelirsek; zekayı bir kenara bırakıp hepimiz asgari düzeyde mütevazi olmalıyız ve kendimizi piyasanın üstünde görmemeliyiz.

Bu arada konuyu biraz dağıtıyorum sanırım kusura bakmayın. Bazı detaylara girmemiz gerekiyor, aslında bunların hepsi strateji oluşturmanın bir parçası ama daha konuşmamız gereken çok fazla şey var. O yüzden daha sistematik ilerlememiz lazım.

Hedef fiyat konusuyla bağlantılı olarak diğer bir madde piyasa zamanlaması üzerine de biraz konuşmamız gerekiyor. İnsanlar, özellikle yatırımcılar ekonomiyle çok fazla ilgililer. Hatta bana göre haddinden fazla. Para politikalarını takip ediyorlar, petrol fiyatlarını takip ediyorlar, kim cumhurbaşkanı olacak, seçimi hangi parti kazanacak veya mecliste çoğunluğu kim alacak; yeni dış işleri bakanı, yeni maliye bakanı kim olacak, küresel ısınma ne durumda, ozon tabakası delinecek mi gibi o kadar fazla detayla ilgileniliyor ki; asıl odaklanılması gereken şeyler kaçırılıyor. Şimdi bu podcast bölümünden sonra özellikle rica ettiğim bir şey var; hatta eğer dinlerken yapabiliyorsanız çok daha iyi olabilir; BIST-100 endeksini şimdi veya sonrasında önünüze alın ve maksimum grafiğe getirin. O grafikte herhangi bir seçim tarihini veya Türkiye’nin dönüm noktalarından geçtiği önemli referandumları işaretlemeye çalışın lütfen. Merkez bankasının açıkladığı bütün faiz kararlarını, bakan değişimlerini, meclis aritmetiği değişimlerini, değiştirilen yasa tasarılarını, kimin şampiyon olduğunu veya Çin takvimine göre hangi hayvan yılına girdiğimizi lütfen işaretlemeye çalışın. Bunları yapmanız mümkün değil, yani en azından grafikte anlamlı bir değişim görmeniz hiç mümkün değil. O yüzden tüm bunları takip etmek tamamen bir saçmalık. Deli saçması hatta. Ekonomi programlarında konuşacak pek fazla bir şey bulamadıklarından dolayı, tüm bunların çok önemli haberler olduğu gibi bir algı yaratılıyor olabilir fakat gerçekte olacak olan şeyle veya şirketlerin nasıl hareket edeceğiyle hiçbir alakaları veya bağlantıları bulunmuyor.

2013’te Mayıs ayında Gezi Parkı olayları yaşandı ve aylar sürdü. Ülke yerinden oynadı. 2014’te Soma’da yine Mayıs ayında 301 madenci hayatını kaybetti. Tartışmalar aylarca sürdü. MİT Tırları olaylarını yaşadık yine 2014’te. 30 Mart’ta yerel seçimler yapıldı ve AKP %45,5 oy aldı. Yine aynı yıl Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı ve Ekmeleddin, Erdoğan’a karşı kaybetti. Bunların hiçbirini hatırlamıyordunuz, şu anda ben hatırlattım. Bu arada ben de hatırlamıyordum, takvime bakarak anlatıyorum. 2016’da 15 Temmuz’da darbe girişimi oldu. Yine aynı yıl Rus Büyükelçisi bir suikast ile öldürüldü. 2017’de Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildi. Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla Amerika’da tutuklandı. 2018’de tekrar bir seçim yapıldı ve AKP tekrar bir güvenoyu tazeledi, Erdoğan; Başkan seçildi. Aynı yıl Temmuz-Ağustos aylarında Rahip Brunson krizi tüm ülkeyi salladı. 2019’da yerel seçimler, PKK ile ve sınır ötesi operasyonlarla ciddi bir terör mücadelesi ve birçok şey oldu. 2020’de covid salgını çıktı. Yani o kadar fazla şey oldu ki; tüm bunları o yıllara yayılan grafiğe baktığınızda işaretlemeniz mümkün değil. O yüzden; önemsiz ve bağlantısız olaylar üzerinden, kısa vadeli olarak bir piyasa zamanlaması yapmaya çalışmak; saçmalıktan da öte bir şey. Biz işimize bakmalıyız ve şirketlerin içsel dinamiklerine odaklanmalıyız. Yani bu tarz bir yaklaşımla zamanlama yapmaya çalışarak veya haber akışlarından beslenerek bir strateji geliştirmek, kısa vadede işe yarıyor gibi görünse de uzun vadede size çok büyük paralar kaybettirecektir ve portföyünüzün gelişiminin önündeki en büyük engel olacaktır.

http://www.muhasebetr.com/yazarlarimiz/omerozmen/006/

Örnek olarak vermem gerekirse, VAKKO gibi bir şirketin ortağıyım ben. VAKKO gibi şirketlere ortak olduğunuzda Çin ile Amerika’nın ticaret anlaşmasındaki detaylara dikkat etmenize gerek yok. FED faiz kararlarını izlemeniz için bir sebebiniz yok. Dikkat etmeniz gereken tek şey; daha üst tabaka insanların keyiflerinin yerinde olup olmadığı ve özellikle de eşlerinin kredi kartı limitlerinin doluluk oranı. Bu insanlar kaliteye ve lükse yönelmeye devam edecekler. FED hangi faiz oranını açıklarsa açıklasın bundan bağımsız olarak, şirket kendini konumlandırdığı noktada neredeyse rakipsiz ve otantik bir yapıda. O yüzden eğer ortağı olduğunuz şirketin yaptığı işi ve iş modelini anlamıyorsanız, yatırım da yapmamalısınız o şirkete. Yatırım kararlarınızı dış etkenler belirlememeli ve şirketleri seçmelisiniz, haberleri değil kısaca örneklendirmek gerekirse.

Anlamamız gereken şey; piyasa kısa vadeli olarak anlamsız ve dolaylı yoldan bile önemli olmayan haberleri fiyatlamayı çok seviyor ve nasıl fiyatlamalar yapacağını tahmin etmemiz mümkün değil. İşin bizim bilmemiz gereken kısmı; piyasalar bazen düşecek, bazen yükselecek, sonra tekrar düşecek, belki bu düşüş biraz daha uzun sürecek; fakat sonra tekrardan yükselecek. Yapmamız gereken tek şey; fiyatlar aşırı derecede düştüğünde, hazırlıklı olup beğendiğimiz şirketlerdeki paylarımızı arttırmaya devam etmek. Duruma göre bir hisseden çıkıp diğer hisseye geçmek olmamalı yani strateji. Bu yaklaşım uzun vadede hiçbir zaman başarılı olamaz. Sadece kendinizi başarılı gibi hissedersiniz ama gerçek anlamda dolar bazında veya farklı enstrümanlarla kendinizi getiri anlamında karşılaştırdığınızda, üzücü sonuçlarla karşılaşabilirsiniz.

Sadece bu yanlışları yaptıkları için; insanlar boğa piyasasında bile para kaybedebiliyorlar. Bunun en güzel örneğini geçtiğimiz yıl yaşadık. Türkiye piyasaları için dünyanın geri kalanına göre inanılmaz bir yıl geride kaldı. Hiç kimse yıla başladığımızda yıl sonunda olacağımız noktayı tahmin edemiyordu hatta enflasyondan dolayı veya doların yükseleceğinden dolayı piyasaların çökeceğini söyleyenler bile vardı. Ya da insanlar yanlış hype lara kapılıp hisseleri zamanlamak isterken yanlış zamanlarda giriş çıkış yaptı ve günün sonunda para kaybettiler. Borsa yıl içinde toplamda %200’e yakın artmışken üstelik. Başlangıç ve bitiş noktasına baktığında mümkün olamaz diyebileceğin bir şey ama bu bir gerçek ve sebebin büyük bir kısmı şu ana kadar konuştuğumuz konulardan dolayı kaynaklanıyor. Aynı insanlar piyasaya bir kumar masası gibi veya hisse fiyatlarına odaklanarak yaklaştıkları sürece, para kaybetmeye devam edecekler.

Bizim yatırım yaparken şirketlerde arayacağımız bazı ana başlıklar olmalı. Warren Buffett Gibi Düşünmek bölümünde mesela bunların çok fazla üzerinde durmuştuk. O bölüme ek olarak daha sade bir şekilde nelere bakmamız gerektiğini düşünürsek; bir şirket hikayesi olmalı. Kaliteli bir yönetim aramalıyız. Şirketin gelecekte ne yapacağını tahmin etmeye çalışıp, sonuçlarının ne olacağını anlamaya odaklanmalıyız. Ve fiyat hareketlerinden kendimizi sıyırıp aylık, çeyreklik, yıllık şirket raporlarını takip ederek çizilen yol haritasında doğru rotada ilerleyip ilerlemediklerinin sağlamasını yapmalıyız. Tek yapmamız gereken bunlar, ekonomi haberlerini takip etmek yerine çok daha basit ve sade bir iş.

Şirketler ve yatırım stratejilerini bir kenara bırakırsak; yine çok önemli bir konu olan portföy stratejisi meselesi var. İlk sormamız gereken sorulardan biri; bir portföy şeması kurarken, portföyden ne beklemeliyiz ya da nasıl bir sonuç arıyoruz buna bakmamız gerekiyor. Çoğu yatırımcı şirketler hakkında belirli bir birikime ulaşsa bile; olması gerektiği gibi sağlıklı ve avantajlı bir portföy yapısı kuramıyor. Yine o başlarda konuştuğumuz kazanan hisselerde kesintiler yapıp kaybedenlere aktarmak aslında bu kısma giriyor biraz. Fakat daha da önemlisi; portföyden ne beklediğini bilse bile -ki bu çoğu aklı başında yatırımcı için piyasanın biraz üstünde bir getiri oranıdır. -Bunu nasıl bir matematiğe oturtacağından emin değil ya da farkında değil yatırımcı. Sadece sürekli yeni kararlar alarak piyasanın üstünde kalmaya çalışıyor büyük bir çoğunluk. Daha fazla karar almak, size piyasaya karşı bir avantaj sağlamıyor; aksine, ne kadar az karar alınmak zorunda kalınırsa; o kadar sağlıklı ve anlamlı bir portföy yapısı kurulmuş demektir. Ne yazık ki büyük bir çoğunluk ne kadar hızlı bir şekilde portföyü katlayabilirim gibi getiri hesaplamalarına girdiği için daha çok portföy büyütme odaklı bir yaklaşım benimsemeye çalışıyorlar. Bu çok yanlış bir düşünce biçimi ve biraz da yine daha önce konuştuğumuz piyasadan daha üstün bir zekada olduğunu düşünme gibi tehlikeli bir fikrin sonucu. Hatırlarsanız bazı konulara sonlara doğru gireceğiz demiştik, o noktalardayız artık. Bu arada bu bölümden sonra bana kalırsa 18. Bölüm olan Yatırım Felsefesi Üzerine bölümüne de bir göz atmanızı öneririm. Bir yatırım tarzı veya stratejisi belirlemeden önce yatırım felsefesi geliştirilmesi gerektiğine inanıyorum ve zaten o yüzden çok daha öncesinden o bölümü hazırladım. Bugün onun üstüne bir kat daha çıkmış gibi oluyoruz bir bakıma.

Devam edelim, bir portföyden ne beklemeliyiz sorusunun cevabı aslında portföy stratejisinin temelini oluşturuyor. Bunu ben çok kısa bir şekilde rahatlıkla kendim adına şöyle açıklayabilirim: aynı portföyünüz zaman içinde kendiliğinden odaklı bir yapıya bürünmüyorsa bir hata var dediğimiz gibi; bir portföyde her düşüş zamanlarında veya yükseliş de olabilir; bütün enstrümanlar aynı anda yeşil veya kırmızı oluyorsa yine büyük bir hata var demektir. Bu durum genellikle çeşitlendirmeyle korunma hatasıyla giderilmeye çalışılıyor fakat gerçeklikle hiçbir bağlantısı yok o yaklaşımın. Özellikle tüm portföyün aynı anda kırmızı olduğunu görüyorsanız; yanlış bir şeyler yapıyorum demelisiniz. Çeşitlilik yerine düşük korelasyon işte tam olarak burada devreye giriyor. Bir portföy yapısı kurarken, seçtiğiniz elemanların birbiriyle belirli bir oranda düşük korelasyon içinde olmasını hedeflemelisiniz. Bitcoin gibi enstrümanlar burada devreye giriyor veya gayrimenkul. Ama gayrimenkul kısmında ev yatırımını çok verimsiz bulduğumu söylemem gerekiyor, ev konusunda insanların kafası çok karışık ve oturdukları evi de bir yatırım olarak görmek gibi hatalara düşebiliyorlar. Aynı kullandıkları araçlarda yaptıkları gibi. Kiraya verilen evleri veya arsaları yatırım olarak görüyorum ben sadece. Çünkü diğerleri, yani bir kullanım maliyeti ödediğimiz ve cebimizden para çıkartanlar birer yükümlülük. Arsa ve kiralık evler ise varlık hanesinde yer alabilir. Yine Metamodern Portföy Teorisi bölümünde bu enstrümanların detaylarına girmiştik zaten. Gayrimenkuller kısaca verimsiz, likit olmayan ve kolay ölçeklenemeyen varlıklar. Kripto tarafına geri dönersek; daha doğrusu bitcoin demek istiyorum çünkü diğer kripto tokenlarının hiçbir değeri ya da değer teorisi barındırmadığını düşünüyorum. Bunun detaylarına ve bitcoin özelinde nasıl düşündüğüm hakkında satoshi radio’da yaptığımız ikinci bir podcast yayını var HODL Günlükleri isminde, oraya da mutlaka bakmanızı tavsiye edebilirim. Ama çok fazla detayda boğulmadan devam edersek; bugünlerde birçok yatırımcının anlamadığı ve henüz farkında olmadığı çok önemli bir şey var. Artık, portföylerde en azından %5 oranında bitcoin bulundurmamak, bulundurmaktan çok daha riskli bir durum.

Kurmak isteyeceğimiz portföy yapısı; piyasaların hararetli ve yükseliş dönemlerinde aynı oranda veya benzer bir oranda ralliye katılması ama aynı zamanda, düşüş zamanlarında ve kriz anlarında, ya da yoğun geçen uzun süren düşüşlerde mümkün olduğunca minimum şekilde etkilenmesi. Bunu size sağlayacak şey yüksek çeşitlilik değil, düşük korelasyon yaratmak. Yatırımcıların büyük bir kısmı, bunun farkında değil. Yine benzer şekilde fakat farklı bir madde olarak, piyasayla getiri anlamında ayrışmak; portföydeki enstrümanlar için de aynı şekilde geçerli. Hem piyasayla, hem de portföyün parçaları arasında asimetrik bir getiri görmek gerekiyor. Piyasalar %10 yükseldiğinde siz %5 yükseliyorsanız ve piyasalar %10 düştüğünde siz %5 düşüyorsanız bu sizi pek fazla ileriye götürmez. Piyasalar %10 yükseldiğinde %8 getiri veya belki %12 getiri sağlamak gerekiyor. Yine tam tersi şekilde piyasalar %10 düştüğünde %1 %3 gibi simetrik olmayan düşüşler beklenen performans olmalı. Asimetrik getiri çok önemli bir konu ve genellikle aynı düşük korelasyon gibi çok atlanan bir konu.

Son olarak belki de en önemli konu; vade. Bir portföy kurarken dolaylı olarak bağlantılı olduğunu düşündüğümüz olaylarla birlikte hedef fiyat belirleme hatasına düştüğümüz gibi benzer bir şekilde vade hatasına da düşüyoruz. Piyasalar, sizin rasyonel kalabileceğinizden çok daha uzun bir süre irrasyonel ve akıl dışı hareket edebilir. O yüzden bilinmezlikler denizinde seyir halindeyken bir vade belirlemeye çalışmak hiç kolay değil ve hatta gereksiz bir şey. Sınırsız bir tarihe yakın şekilde elinizde olmasını istediğiniz yatırım araçlarını tercih etmek her zaman için en doğru tercih olacaktır. Çünkü bu seçim, sınırsız bir şekilde elinde tutma isteği, altında birçok başka önemli sebebi barındırıyor zaten. Bugün Central Park’ı en iyi gören bir noktada elinizde bir gayrimenkul varsa; onu sonsuza yakın bir vadede tutmak istemelisiniz. Şirketlere ve yatırım araçlarına bu açıdan yaklaşmak gerekiyor ve çok fazla hareket etmeye çalışmaktan kaçınmak gerekiyor.

Bu noktalarda artık tüm bölümü kısaca bir toparlamaya çalışırsak; bu yaklaşımların tamamını birleştirdiğinizde elinizde odaklı bir portföy, birbirinden farklı riskli yatırım araçları ve genel olarak çok fazla risk faktörü barındıran bir yapı olduğu düşünebilir. Tam aksi geçerli aslında. Risk ve Getiri bölümünde, Metamodern Portföy Teorisi bölümüne daha detaylı açıklamaya çalışmıştım zaten bunun detaylarını. Böyle yapmamak çok daha büyük bir risk ve aslında bu tarz bir portföyle sağlanmaya çalışılan en önemli şey; riski minimize etmek.

Akıllı yatırımcı, bir hisseyi aldığında veya sattığında para kazanmıyor veya anlamlı bir getiri yaratmıyor. Yatırımcı, bekleyerek para kazanır. Bazen belki yıllarca beklemek bile gerekebilir. Alıp satmaktan ve bir tüccar gibi davranmaktan, zekana güvenmekten daha önemli olan şey; sabırlı olabilmek. Ve fırsatlar geldiğinde duygusuz bir şekilde rasyonel davranabilmek.

Pascal’ın çok sevdiğim bir sözüyle artık kapatalım bölümü. Şöyle diyor: “İnsanların en büyük problemleri ve acıları; bir odada yalnız başına, hiçbir şey yapmadan sessizce oturamamaktan kaynaklanır.”

Önceki Bölüm

Borsa Sihirbazları: Stanley Druckenmiller

Sonraki Bölüm

Kestirme Yollar Zaman Kaybettirir

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint