36 mins read

Başlangıçlar ve Oyun Sonları

“Sadece bir kereliğine zengin olmanız yeterli” diye bir söz var, belki duymayanlar için bu fikirle bölüme başlamak istedim bugün. Ve birçok konuyu konuştuk şu ana kadar, bambaşka açılardan ve çok değişik noktalardan piyasaları, zenginliği, varlığı ve belki birey olarak nasıl bağımsız olabiliriz, yine biraz anlam arayışımız üzerine birçok şey konuştuk, şimdiye kadar. İşte bugün, yine daha önce pek konuşmadığımız bir konu olan başlangıçlar ve sonuçlar üzerine, açılışlar ve oyun sonları üzerine bir şeyler anlatmak istedim. Zaman zaman bölümlerin içinde verdiğim alt başlıklar bunlar ama daha derli toplu bir şekilde bu konuyu ele almak istiyorum artık.

Varlıklı olmakla, yani bir büyüme yaratarak varlıklara ulaşmakla; varlıklı kalabilmek arasında çok ciddi farklar var. İkisi de bir bakıma bambaşka yetenekler gerektiriyor gibi görünüyor. Zaten işte o yüzden girişte verdiğim o sadece bir kereliğine zengin olmanız yeterli, sözü çok önemli bir başlangıç noktası. Hepimiz aşağı yukarı nasıl zengin olabileceğimizi biliyoruz, aslında çok basit bir formülü var ama bana kalırsa varlıklı olabilmeyi tam olarak öğrenemediğimizden dolayı, genellikle kendi adımıza bir zenginlik illüzyonu yaratıyoruz ve bu yüzden de hiçbir zaman için gerçekten varlıklardan gelen bir zenginliğe ulaşamıyoruz. Bu bir paradoks aslında, yine birçok konuda konuştuğumuz gibi ve dikkat çekmeye çalıştığım gibi; yeni bir paradoks var burada da. Zenginliği kovaladıkça, çoğunlukla bunun mal ve eşya edinimleri üzerinden gösterildiğini düşündüğümüz için, onlara ulaşmaya çalışırken; gerçek anlamda varlık sahibi olmaktan uzaklaşmış oluyoruz aslında. Zaten çok konuştuğumuz konulardan biri bu da. Eşyalara olan bağımlılığımız ve dışarıdan görünebilecek şekilde gösterebildiğimiz mal varlıkları aslında birer zenginlik göstergesi değil, bunlar sadece yükümlülükler. Ve bu oyunu yanlış oynamaya devam ettikçe de işte böyle tuzaklara düştüğümüzde, aynı zamanda bir borç köleliği içine de girmiş oluyoruz ve hayatımızın büyük bir kısmı borçları ödemek üzerine kuruluyor. Ve bu tarz borçların hiçbir zaman için bitmesi mümkün değil; çünkü ihtiyaçlarımızın ve arzularımızın bitmesi mümkün değil. Epictetus’un dediği gibi aslında: “Özgürlük, insanların arzularının yerine getirilmesiyle değil, arzunun ortadan kaldırılmasıyla sağlanır.” Benden çok daha basit ve sade, net bir şekilde açıklıyor bu durumu Epictetus. Ve zaten bu konuları çok fazla konuşuyoruz, bildiğiniz gibi. Hemen hemen bu yayınları takip eden herkesin farkında olduğu şeyler bunlar zaten. Ayrıca şunu da eklemek gerekiyor; bana göre bir noktada kısmen de olsa arzunun tamamen ortadan kaldırılmaması belki daha doğru olandır. Biraz şımartılmaya ve eşya sahibi olmaya hiç kimse hayır diyemez, yalnız bu bir odak noktası olmamalı çünkü öyle olduğunda bizi bir paradoksa sokuyor, sadece bunun altını çizmek istiyorum aslında.

Şimdi buraya kadar konuştuğumuz kısımlar; hem bir başlangıç hem de konunun dışına atacağımız yerler aslında. Çünkü önümüze bir yol haritası koyarsak, yolun da ikiye ayrıldığını varsayarsak, Robert Frost’un şiirindeki gibi. Zenginlik illüzyonu bu yollardan bir tanesi. En çok gidileni ve baktığın zaman nedense daha çok tercih edilen tarafı, yol ayrımının. Fakat diğer tarafta, daha az gidilmiş olan; varlığa ulaşmak üzerine bir yol var. Biz şimdi bu yol haritasında, diğer herkesin kullandığı yolu bir kenara bırakacağız ve daha az tercih edilen üzerine konuşacağız.

Gerçek varlığa, özgürlüğe ve bireysel/finansal bağımsızlığa ulaşmak için elimizde şöyle bir akış şeması var, çok basite indirgeyerek bakarsak, iki önemli aşaması olan bir şema var elimizde: ilki, varlığa ulaşma kısmı dedik. İkincisi de ve belki daha da önemli olanı, varlıklı kalabilmeyi başarmak. Bu akışta ilk tarafa baktığımızda, birçok seçenek var; ailenizden önemli bir servet kalabilir, veya kendi ailenizi, babanızı seçemezsiniz ama kayınpederinizi her zaman seçebilirsiniz, yani evlilik yoluyla bir servete ulaşılabilir, değil mi? Ya da girişimcisinizdir veya bir aile işletmesi vardır ve bu yöntem üzerinden bir zenginlik yaratılabilir. Bir seçenek daha var ekleyebileceğimiz, çok şanslı olabilirsiniz; piyango, loto gibi şans oyunlarında büyük ikramiyeyi kazanabilirsiniz. Ya da akıllı olduğunu düşünen bir ahmak olarak sürekli bir şekilde kumar oynayarak zenginliğe ulaşmayı hedefliyor olabilirsiniz. Bu da bir yöntem, her ne kadar çalışmasa da çok fazla tercih edilen yollardan biri olduğunu söyleyebilirim. Tüm bunların hepsini şöyle bir düşündüğümüzde; dikkat edilmesi gereken noktalardan belki de en önemlisi: buradaki her yöntem için dışarıdan bir etken gerekli. Yani başka bir duruma bel bağlanmış bir halde, tüm seçenekler. Fakat bana göre, tüm bu seçeneklerin yanında belki çok daha basit ve çok daha uygulanabilir, tercih edilebilir bir yol daha var. O da; kazandığından daha az harcayıp gelirlerin bir kısmını süreklilik halinde yatırımlara yönlendirmek ve bunların zaman içinde bileşik getiriyle birlikte büyümesini sabırlı bir şekilde izlemek. Eğer şanslı değilseniz ve dış etkenlere çok fazla dayalı diğer seçeneklerden birinden gitmek istemiyorsanız, yapabileceğiniz tek şey de işte bu son seçeneği değerlendirmek.

Fakat dediğimiz gibi bu işin bir kısmı. Bir de gidilmeyen yola girdikten sonra eğer yeterince sabırlı olunup zamanın ve bileşik getirinin kendi işini yapmasını bekliyorsan, en sonunda ulaşılan noktada, yola ilk başladığından çok daha farklı yetenekleri edinmen gerekiyor, varlıklarını koruyabilmek için. -ki bence bu kısım çok çok önemli. Yalnız bunu sonlara doğru konuşmak istiyorum, sırayla gitmemiz daha iyi olacaktır. Önce başlangıçtan ve yoldan biraz bahsetmek lazım. Daha önce de vermiştim bu örneği, piyasaları ve kısmen hayatı da bir noktada satranç oyununa çok benzetiyorum ben. Sebeplerini de biraz açıklamıştım bunun ama yine bu noktadan başlamamız bence yararlı olacaktır. Satrançta bilenler veya bilmeyenler için de bahsetmek gerekirse; oyunun üç evresi vardır. Açılış, oyun ortası ve oyun sonu. Tabi tartışmaya açık olabilir ama sanıyorum bana göre bu evrelerden en önemlisi de açılışlar ve oyun sonları olarak kabul edebiliriz. İşte ben de piyasalar üzerinden aynı bu sırayla gitmek istiyorum. Her aşamada farklı yetenekler ve tecrübeler ön plana çıkıyor çünkü ve komple bir satranç oyuncusu değilseniz veya komple bir yatırımcı değilseniz, bu aşamalardan birinde eğer ciddi bir zayıflık gösteriyorsanız oyunu kazanmanızın ihtimali de bir o kadar düşecektir. Tabi eğer aptal bir rakiple oynamıyorsak. Ben piyasaların irrasyonel olduğunu düşünsem de, hatta zaman zaman akılsızca hareket ettiğini görsem de genel toplamda değerlendirdiğimde asla aptal bir rakip olarak görmüyorum, genel toplamı. Benjamin Graham’in Bay Piyasa olarak özetlediği ve benzetmelerle anlattığı piyasaya bakarken; biz bazen yanılgıya düşebiliyoruz, çünkü benzetmenin içinde piyasanın duygu durumlarının ani değişimlerini konuşuyoruz, bir alkolik gibi diyoruz piyasa için yine. Fakat tüm bunlara rağmen yine de ondan bir aptal olarak bahsedemeyiz. Aynı karşımızda akıllı bir satranç botu varmış gibi yaklaşmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Ve bu bir olasılık oyunu, şans oyunu değil, bunun da farkında olmamız gerekiyor. Olasılık ve şansın arasındaki fark; risk ve belirsizlik arasındaki fark gibi aynı. Birinde hemen hemen hesaplayabildiğiniz bir şeylerin üzerine hareket ediyor olursunuz ve diğerinde tamamen gözü kapalı kararlar veriyorsunuzdur. Hangisinin hangisi olduğunu da sanırım fark ediyorsunuzdur. Zaten bu yüzden piyasaları kâğıt oyunlarından veya tavladan çok; bir satranç oyununa benzetiyorum. Çünkü, belki şu anda farkına varabileceğiniz gibi; birçok oyunda, masa oyunları ve tavla da dahil olmak üzere; hamleleri geriye doğru saramazsınız. Oyun hep ileri yönlü bir şekilde akış halindedir ve her hamlede çok ciddi bir şans faktörü devrededir. Fakat satrançta öyle değil, yanlış yaptığınız bir hamleyi, bir zaman ve hamle maliyeti ödeyerek sonraki adımlarda düzeltebilirsiniz. Yanlışlarınızdan dönebilirsiniz. Ve bir şans hesaplaması içine girmezsiniz hamle yaparken, sadece olasılıkları ve riskleri hesaplarsınız. Genel anlamda baktığımızda bilinmezlikten doğan bir belirsizlik yoktur, riskler vardır. Fakat mesela tavlada, geriye doğru hamle yapamazsınız. Sadece ileri doğru gitmeniz gerekiyor.

İş tüm bunlar yüzünden piyasalar tam anlamıyla bir satranç tahtası benim gözümde ve belki biraz da damaya benzeyebilir. Bu sebeple, piyasaları daha iyi anlayabilmek için bugün açılışlar, oyun ortası ve oyun sonları üzerine konuşacağız. Açılışları ve oyun ortasını varlıklı olmaya giden yol gibi ve piyasalar özelinde konuşurken tercih edilmeyen yol gibi düşünebiliriz -ki eğer ulaşırsak, çünkü kimi oyunlar oyun sonuna bile ulaşamayabilir ve hatta piyasalar için oyuncuların büyük bir kısmının asla ulaşamadığı bir nokta burası. İşte bu anlamda değerlendirdiğimizde, oyun sonlarını piyasalar için varlıklı kalmak kısmı olarak düşünebiliriz. Ve her aşamada, dediğim gibi, bambaşka yetenekleri kullanmamız gerekiyor, yetenek setimizi bir alet çantası olarak düşünmeliyiz ve benim çok önemsediğim, bilginin bileşik getirisini kullanarak her aşamada ihtiyacımız olacak özelliklerimizi, alet çantamızdan çıkartabilmeliyiz. İsterseniz bu noktada, yavaş yavaş oyunun evreleri üzerine konuşmaya başlayabiliriz bence, daha fazla uzatmadan. O yüzden başlayalım artık.

I. AÇILIŞLAR

Belki de en önemli kısım burası. En iyi hazırlanmamız gereken yer. Ben açılışları piyasalar ve yatırım başlığı altında aslında iki alt başlıkta daha değerlendiriyorum. Bunlardan biri bizimle alakalı, diğeri kalıtsal diyebileceğimiz aktarımla gelen özellikler. Aslında zaman zaman ailenin önemine vurgu yapıyorum ama bunun yeterince iyi anlaşıldığından da pek emin değilim. O yüzden küçük bir hikâye ile başlayalım, geçtiğimiz gün mail atan bir dinleyici üzerinden örnek vermek istiyorum. Sonrasında bir karşılaştırma yapmak niyetiyle değil ama kendim üzerinden başka bir örnekle toparlarız bu alt başlığı.

Dinleyicinin biri, şöyle bir mail atmış: ailesi 1900’lerin başında göçmen olarak yurtdışından İstanbul’a dönüş yapıyor. Aileye İstanbul’un şu anda en merkezi noktalarından tarlalar veriyorlar, dedesi çok iyi bir demir ustası aynı zamanda. Fakat bu tarlaları birçok hikâyede duyduğumuz gibi, hepimizin hayatında böyle örnekler olduğu gibi; ellerinde tutamamışlar. Dedesi kazancının hepsini çok lüks bir tüketimde, eğlence hayatının içinde bir şekilde har vurup harman savurmuş. Dönemin en ünlü solistleriyle takılıyormuş. Onun çırağı olanların bazıları ve aileleri, şu anda çok ciddi işletmelerin sahibi durumda olduğunu söylüyor, dinleyici. Kısaca, güzel bir hayat yaşamış dedesi, anladığımız kadarıyla. Fakat babasına ve dolayısıyla ailesine hiçbir şey bırakmamış. Dinleyicinin yine babası, aynı şekilde dedesinin yolundan gitmiş. Aslında tam olarak aynı sayılmaz ama girişimcilikte ve ürettiği fikirlerle çok ciddi paralar kazanmaya başlamış. Hayatlarının ilk yarısı bolluk ve bereket içinde, özel okullarda ve ciddi lüks bir tüketimin içinde devam etmiş. Fakat problem şu: babası, parayı harcamak konusunda dedesinin aynısı. Bir süre sonra kaçınılmaz olarak hayat standartlarını sadece harcayarak korumak mümkün olmadığından, aynı dedesinde olduğu gibi tekrar neredeyse başa dönmüşler. Kendisi de dedesinden babasına, sonra kendisine geçen benzer bir hikâyenin içinde olduğunu anlatıyor.

Bu, bu bence çok ilginç bir hikâye. Aynı dedesi ve babası gibi kendisinin de şu anda yatırım ve birikim anlamında orta yaşlara gelene kadar herhangi bir ilerleme kaydedemesi ve artık bazı şeyleri yeni yeni fark etmeye başlaması bence üstünde durulması gereken bir şey. Burada hikâyenin bana göre ilginç kısmı ve bu mailden önce de uzun bir süredir düşündüğüm bir fikir olarak; parayla ilgili bilgimiz bir noktada kalıtsal olarak iletiliyor genlerle nesiller boyunca. Sadece bazı kuşaklarda belki bir evrede genel aile döngüsünün içinden sıyrılıp sınıf yükseltebilenler veya sınıf düşenlerle karşılaşıyoruz. Sadece azınlık bir grup olumlu veya olumsuz değişimleri yapabiliyor ve genellikle bu tip durumlar nesillerce aynı şekilde devam edebiliyor. Çok daha öncesinden bir bölümde zenginlik ve sınıf üzerine konuşurken; bundan 300 yıl önce tarlada bir toprak ağası için veya bir monarşi, kraliyet için çalışanların torunlarının bugün borç kölesi olduğunu ve fare yarışından hala çıkamadıklarını anlatmıştım. Bu hikâye de işte onu doğrulayan örneklerden biri oldu benim için. Tabi dinleyicinin durumu benim örnek verdiğim durum kadar karamsar bir noktada değil ama anlatmaya çalıştığım şey; finansal bilgilerimiz genetik olarak aktarılıyor. Zaten bu yüzden sınıf değiştirmek bir aile kökeni için; belki yüzyıllarda bir kez ancak gerçekleştirilebilecek bir durum. Hem yükselme hem de düşme anlamında. Belki düşmek, bir miktar daha kolay olabilir tabi, yükselmeye kıyasla. Yani açıkçası, elimizde çok fazla şansımız yok. Eğer parayla ilişkisi iyi olmayan bir genetikten geliyorsak; işler bizim için bir miktar daha zorlaşıyor, farkında olmasak da. Ben bu konuda kendimi şanslı hissediyorum, özellikle 300 yıllık bir geçmişe baktığımızda Anadolu’da olan bir aileden geliyoruz. Soy ağacında en azından böyle görünüyor. Sanırım yurt dışı göçmenlerinde ve mübadele ile gelenlerde bir miktar daha ataerkil bir yapı olabilir fakat Anadolu’da daha anaerkil bir yetişme tarzı olduğunu düşünüyorum. O yüzden daha çok anne tarafıyla ilişkilerde bulunuyoruz zaten. Hatta geçtiğimiz günlerde bir yerde okudum bu konu üzerine enteresan bir bakış açısı daha vardı, şöyle bir örnek veriyordu: Yahudi topluluklarında özellikle; daha çok baba tarafı ön planda tutulurmuş ve çocuklar amcalarıyla, büyükbabalarıyla yani daha çok erkek ağırlıklı hep baba tarafına kaymış bir şekilde yetiştirilirmiş. Bu şekilde de ailedeki ticaret bilgisi, soylar boyunca aktarılırmış. Bizde fakat, tam tersi şekilde teyzelerimizle ve ananelerimizle büyüyoruz gibi. Ya da en azından bizde durum böyleydi diyebilirim. Bu, belki de bir şanssızlık, o karşılaştırmada söylendiği gibi. Fakat bu noktada benim şansım, anne tarafımın parayla ilişkinin hep nesiller boyunca iyi olması. Büyük dedelerimiz köy sahibiymiş. Yani bir köyü satın almışlar, oraya tüm sülaleyi yerleştirmişler ve yaşamışlar uzun bir süre, orada. Ananem de ağanın kızıymış. Tabi 1900’lerin ortalarından itibaren yavaş yavaş şehre göç etmeye başlamış aile üyeleri, köydeki tarlalarını satarak. Yeni bir düzene geçmeye çalışmışlar. Neyse bu detaylarda çok boğulmayalım, kısaca parayı çalıştırmayı ve tutmayı biraz becermişler nesiller boyunca. En az 200 yıllık bir zaman diliminden bahsediyorum burada. Fakat problem şu: aynı o Yahudi karşılaştırmasındaki gibi, bizde daha çok anaerkil bir yetiştirme olduğu için erkek çocukları genellikle babalarının işlerine devam etmiyor ve ailede biriken ticaret bilgisi, meslek bilgisi bir sonraki nesle aktarılmıyor ve yetenekler kaybolup gidiyor. Yeni nesil tekrardan sıfırdan başlamak durumunda kalıyor. Bu bence çok çok önemli ve kritik bir detay, konumuzla da çok ilgili, fark edebileceğiniz gibi. Ben mesela sadece babam avukat olduğundan dolayı avukatlıkla hiç ilgilenmedim, son tercih edeceğim meslek bile değildi. Benim avukat olmamam, 40 yıllık bir bilgi birikimin tek bir seferde çöp olması ve tamamen yok olması demek oluyor. Benim çocuğum veya onun çocuğu tekrar avukat olmak isterse; sıfırdan başlamak zorunda kalacak. Tabi eğer o zaman avukatlık diye bir meslek kalırsa. Bunun sebebi anaerkil yetiştirilmemizden kaynaklı. Fakat neyse ki bu şanssızlık ek olarak farklı bir şansa dönüşmüş oldu aslında ve parayı doğru kişilerden öğrenmiş oldum. Annemden öğrendim, nasıl birikim yapılabileceğini ve zaten biraz da tüm buradaki uzun uzun anlatmaya çalıştığım fikirlerin ana çıkış noktası olarak Twitter biomda kısaca şöyle yazıyor: “para emin ellerde olduğunu fark ettiğinde; orada kalmak ve çoğalmak ister.”

Açılışlarla ilgili konuşurken bu girdiğimiz alt başlık, bize bazı şeylerin kalıtsal olarak geçtiği ve doğal yeteneklerimizi, tarzımızı şekillendiren genetik doğamız kısmıydı. Bir de bunun üstüne kendi yapabileceklerimiz var. Bence oyunun en önemli parçası açılış kısmı ve buraya elimizden geldiğince iyi hazırlanmalıyız. Eğer iyi bir açılış bilginiz, birikiminiz yoksa; başarılı olmanızın neredeyse hiçbir yolu yok. Daha en başında oyuna aslında zaten dezavantajlı başlıyoruz demektir. O yüzden birçok seçeneğe yönelik bilgi ve birikimimizi çekebildiğimiz en üst seviyeye çekmeliyiz. Ardından da zamanımız çok daralmadan, ilk hamleleri geciktirmeden yapmaya başlamalıyız. İlk adım bana göre parayı öğrenmek ve anlamaktan geçiyor. Bu yüzden daha henüz bu podcast bölümlerinin başında Paranın Kısa Tarihi bölümünü yaptık. Yine aynı sebeple ilk bölümün adı Başlangıç oldu. Başlangıçlar bence çok değerli ve içinde birçok şeyi barındırmalı, nasıl bir oyun oynayacağınızı ve tarzınızın ne olacağını şekillendiren ilk nokta, başlangıç noktası. O yüzden biraz dikkatli ama çok da geç kalmamak şartıyla, başlamalıyız. Piyasalar açısından da değerlendirirsek, sanırım ilk 100 bin ila 1 milyon arasını açılış bölümü olarak görebiliriz. Enflasyonun da etkisiyle bu rakam gün geçtikçe yükselmeye devam ediyor ve devam edecek gibi görünüyor, onu da bir dipnot olarak vermek lazım bence. Ayrıca şunu da bilmemiz gerekiyor; başlangıçlarda yapılacak hataların pek telafisi de mümkün değil. Telafisi olmayacak hataları, yaptığımız ilk hamleler gibi düşünebiliriz. Tavan serisine girecek hisselerin peşinden koşmak, telegram gruplarından tüyo kovalamak, ya da üstat diye tabir edilen insanların ağzından çıkanlara göre hareket etmek için fırsat kollamak; telafisi en mümkün olmayan hatalardan. Biz, borsada bir başına olduğumuz bilinciyle ve kendi bilgimizin bileşik getirisiyle hareket etmeliyiz. Böyle durumlarda yapılacak hatalar içsel ve tespit edilebilir olduğundan, düzeltmesi de bir o kadar kolay olacaktır. Hatanın nerede olduğunu tespit etmemiz mümkün çünkü, kendimiz yaptığımızda. Kısaca toparlarsak, kalıtsal olarak geçen ve kendimizin üstüne koyabileceği yeteneklerimizi iyi anlamamız gerektiğini düşünüyorum. Ancak bu şekilde açılışı doğru yapabiliriz. Veya doğruya en yakın hamleleri tespit edebiliriz en azından. Ve bana göre, oyunun en önemli kısımlarından biri, açılışlar bölümü. En iyi hazırlık yapmamız gereken bölümü çünkü telafisi mümkün olmayan tek yer belki de burası. Ama artık oyunun diğer evresine geçiş yapalım isterseniz.

II. OYUN ORTASI

Bu kısım aslında bugün çok üstünde durmak istediğim bir bölüm değil. Çünkü zaten özellikle yılbaşından itibaren genellikle oyun ortası özelinde bölümler yapıyoruz. Hemen bunlara birkaç örnek vermek gerekirse: 1 Milyon Dolara Ulaşmak İçin Planım bölümü var, Metamodern Portföy Teorisi var, Portföy ve Yatırım Stratejileri Üzerine diye yine son zamanlarda yaptığımız bir bölüm oldu, Risk ve Getiri bölümü neredeyse her yeni yayında adını geçirdiğim bence en önemli bölümlerden biri, özellikle de oyun ortası için. Kestirme Yollar Zaman Kaybettirir bölümü yine böyle bir bölümdü bana göre. Yani baya bir konuştuğumuz bir kısım aslında, oyun ortası. Ben genel olarak üç bölüme ayırdığım bu yatırımcı kimliğinde oyun ortasını diğerlerine göre en önemsiz kısım olarak görüyorum. Satranç oynarken de bu böyleydi fakat en iyi oynadığım kısım da buydu, genellikle oyun sonlarında zorlanırdım ve özellikle sona doğru gittikçe de stres katsayım yükselmeye başlardı. Piyasalar için de bugün aynı şeyler geçerli benim için hemen hemen. Bunun sebebi, oyun ortasındayken hata yapmanın telafisinin daha kolay olduğunu anlıyorsun, başlangıca veya bitişe göre. Herhangi bir yanlış hamle yapabilirsiniz veya zaman kaybedebilirsiniz, işler bir noktada istediğiniz gibi gitmiyor olabilir ama tüm bunların telafisinin en kolay olduğu yerler buralar. Tabi eğer oyuna doğru başladıysanız. Hepimiz birçok hata yapıyoruz zaten ve önemli olan; hataları tamamen ortadan kaldırmaya çalışmak yerine -ki böyle bir şeyin mümkün olmadığını da düşünüyorum- böyle bir şeyi denemek yerine, yaptığımız hatalardan bir an önce dönebilmeyi ve dersler çıkartabilmeyi öğrenmeliyiz. Her zaman bahsediyorum, asla asla dememek gerekiyor ama; bir daha sanırım hayatım boyunca hiçbir zaman için portföyün tamamını bir olay veya beklentiye karşılık, tamamen nakde geçirmeyeceğim. Covid dönemiyle ilgili veriyorum sürekli bu örneği zaten, tekrar aynı şeyleri söylemenin bir manası yok burada. Oyun ortası, işte zaten bu tip hatalar için var. 

Ya da güncel bir örnek olabilir, geçtiğimiz yıldan beri HEKTAŞ hakkında birçok şüphem olmasına rağmen 1 yıla yakın bir süre herhangi bir hamle yapmamayı tercih ettim. Hatta geçtiğimiz sene bedelli sermaye artırımı kararıyla ilgili o dönem bir flood yapıp çekincelerimi dile getirmiştim ve yine de sonunda bedelliye katılacağımızı söylemiştim. İşte o günlerden beri süregelen bir şüphemiz var fakat harekete geçmedik, son günlere kadar. Bu bir hamle bekletme aslında ve zararlı bir karar olabilir çoğunlukla. Fakat anlayamayacağımız veya nasıl sonuçlanacağını neredeyse hiç bilemeyeceğimiz bir olasılık denizinin içindeyiz ve ne kadar fazla karar alınırsa, hata yapma riskimiz de o kadar artıyor. Zaten genellikle oyun ortasını iyi oynayanlar, strateji olarak çok fazla riskli hareket yapmadan oyunu bir şekilde ortada götürerek oyun sonuna taşıyabilenler oluyor. O yüzden, fazla karar almamak ve sakin bir şekilde oyun sonuna doğru ilerlemek, genellikle doğru tercih oluyor. Fakat eğer, karşınızdaki rakip; yani piyasalar size karşı inanılmaz bir avantaj yakalamaya başlıyorsa, olduğunuz yerde sabit kalıp tüm bunların olup bitmesini izlemek, ölümcül bir hata olabilir. Bizim için de olan durum hemen hemen buydu ve bunun böyle olduğunu 1 yıla yakın bir süre şüphelerimiz olsa da ancak son birkaç ayda fark edebildik. Ve yine de bir miktar daha beklemeyi tercih ettik çünkü yapabileceğimiz çok iyi bir hamle olmadığını düşünüyorduk. Çoğul konuşuyorum, çünkü eşimi de dahil ediyorum bu sürece ve bir karar alırken mutlaka ona da açıklıyorum nedenlerini ve sebeplerini, beklentileri. Onun da ne yaptığımızı gördüğünden emin olmasını istiyorum. Ayrıca eşim ve ben diye tabir etmek, kararlarımızı bu şekilde çoğul konuşarak anlatmak, bir takım olarak hareket etmemize daha da yardımcı oluyor bence.

2023 başında ve özellikle seçim dönemine kadar geçen sürede piyasaya karşı oldukça pozitif ve neredeyse kapanmayacak kadar büyük bir fark açmış durumdaydık, getiriler tablosunu da paylaşıyordum twitter’da zaten. Ama sadece 2 ay içinde, tüm bu açtığımız fark neredeyse tamamen kapandı, karar vermedeki gecikmelerimizden dolayı biraz da. Biz şu anda durum olarak oyun ortasında mı yoksa oyun sonuna doğru mu geçtik emin değilim ama; bana kalırsa oyun sonuna doğru yaklaşmış durumdayız. Bunu portföy büyüklüklerini bazı aralıklara yerleştirerek ölçmeye çalışıyorum aslında. Fakat çok daha geniş bir pencereden ve yaşam süresi boyunca sürecek bir portföy yönetimi bakımından değerlendirirsek; şu anda ancak oyun ortasında olduğumuzu söyleyebiliriz, bu zamanlar için. Çünkü umarım önümüzde yaşayacak daha çok uzun yıllarımız var, umarım.

Ayrıca, şöyle bir kritik durum daha var oyun ortalarıyla ilgili. Aslında kısmen iki seçenek var önümüzde ve bu hepimiz için geçerli. Eğer zaten avantajlı bir pozisyondaysak; yani getiri oranları bakımından ve genel portföy durumu bakımından her şey yolunda gidiyor gibi görünüyorsa; oyun sonuna da bu avantajı taşımak istemeliyiz ve çok fazla risk almamaya çalışmalıyız. Bu çok kritik bir nokta. Zaten bu yüzden biz biraz da riskli bir tercih olan Hektaş’tan çıkmayı tercih ettik. Tabi bir yatırım tavsiyesi de değil bu arada bu fikir, her zaman için bunu belirtmem gerekiyor sanırım. Riskleri azaltmaya çalışmak ve oyun sonuna konumunu avantajlı bir şekilde götürmeye çalışmak ilk tercihlerimizden biri olmalı. Fakat bu noktada, ikinci bir tercih daha var; eğer durum iyi gitmiyorsa, bir şeylerin değişmesi gerekiyorsa yani dezavantajlı bir durumdaysak onu ortadan kaldırmak için ve kısmen berabere duruma gelmek için piyasaya karşı; işte o zaman oyun ortaları, bence risk almak için en uygun noktalardan birisi. Açılışlarda risk almak ölümcül olabilir, fakat neredeyse her taş yerli yerine oturduktan sonra eğer kötü bir pozisyonda kalmışsak, risk almamak; aynı şekilde problemler çıkartabilecek ölümcül bir sonuç olabilir. Bazen, hesaplanabilir ve farkında olunan, ne yaptığını ve sonuçlarını anlayabildiğin riskler oyunu avantajına çevirebilmek için zorunlu hamlelere dönüşebilir, bunu da unutmamak lazım ve bu da işte oyun ortasında uygulanabilecek ikinci bir seçenek. Fakat dediğim gibi, üstünde çok fazla konuştuğumuz konular bunlar zaten ve o yüzden çok fazla uzatmayalım. Benim düşünceme göre piyasalarla ilgili en önemli olan kısma geçelim artık, isterseniz.

III. OYUN SONLARI

İşler burada biraz karışmaya başlıyor. Varlıklı olmaya gitmek yolunda birçok seçenek var demiştik. Bambaşka stratejiler ve aşamalar var. Her aşamada kullanmamız gereken veya ihtimal dahilinde olan değişik seçenekler var. Fakat oyun sonunda, varlıklı kalabilmek için sadece birkaç şey var; geçerli olan. Hatta ve hatta varlığa doğru giderken kullandığımız yeteneklerin bazılarının tamamen zıttı bir tarza geçmemiz gerekiyor, oyun sonlarında. Bana kalırsa biz bu kısmı işte anlayamıyoruz. Varlığa doğru giderken; bazen riskler alınmasının da önemli olduğunu söylemiştik, fakat varlıklı kalabilmek için riskten özellikle kaçınmak gerekiyor. Bu bir hayatta kalma mücadelesi aslında, varlıklı kalabilmeyi düşündüğümüzde.

Tam tersi hikayelere birçok kez şahit oluyoruz aslında, çevremizde baktığımızda veya yine bölümün başındaki hikâyeyi tekrar düşündüğümüzde. Böyle durumlardaki varlığa ulaşmış insanları, zengin olarak tanımlamak yerine iflas öncesi geçici bir durum olarak görmeliyiz pozisyonlarını. Çok benzer, duyulmuş bir örnek vardı son zamanlarda hatırlayanlar olacaktır, FTX borsası CEO’su Sam Bankman-Fried’in başına da aynı şey geldi. Milyarlarca dolar bir servet yarattı. Bunu yaparken kimsenin denemediği ve hiç anlayamadığı belki de, bazı riskli yolları tercih etti. Aslında kendi mal varlığının ilk başlangıç olarak büyük bir kısmını arbitraj trade üzerinden kazandı ve sonrasında borsasını kurdu; oradaki pazar payını büyüttükçe de zenginliği arttı. Dünyanın tepesindeydi, ama sadece bir süreliğine. Böyle hikayeler her yerde var aslında; Wall Street’e de baktığımızda birebir aynı hikayelerle dolu.

Bir an için dünyanın zirvesine çıkıyorlar fakat zirveye çıkmakla, zirvede kalabilmek arasındaki o çok ciddi yetenek farklarını hiçbir zaman için anlayamadıklarından dolayı, çok kısa bir zaman diliminde çıktıkları yerde kalabiliyorlar ancak. Ama biz ve magazin dünyası genellikle onların o zirvedeki halleriyle ilgilendiğimizden dolayı başlarına gelenlerin nedenlerini sonrasında pek araştırmıyoruz veya bir süre sonra tamamen unutuyoruz varlıklarını. Bu tarz insanlar, varlıklı insanlar değil. Sadece geçici bir süreliğine varlığa ulaşmış ve iflas öncesi bir pozisyonda duran insanlar bunlar, aslında.

Hikâyeye geri dönersek en baştaki. 100 yıl gibi bir zaman önce, atalarımın parasını vererek satın aldığı o köyün on binlerce dönüm arazisinin içinde, şu anda Türkiye’nin yıllık enerji talebinin yaklaşık %3’üne yakın bir kısmını karşılayan bir termik santral var. Bu da bu bölümün plot twisti, ters köşesi olsun. Varlığın ne demek olduğunu anlamış bir firma geldi ve orada bulunan artık parçalanmış ve bölünmüş arazileri toplayarak katma değer yaratacak bir şekilde ve belki şans eseri tespit edilmiş bir cevher kaynağını bularak, inanılmaz bir işletme kurdu. Atalarım o toprakları alırken amaçları tarım yapmaktı, ailelerini büyütmekti ve belki varlıklı kalmayı da denemiş olabilirler. Aile büyüdükçe, topraklar parçalanıyor, anaerkil bir yapıda yetiştirildiğimiz için ailenin çalışma hafızası ve iş yetenekleri bir sonraki nesillere aktarılamıyor ve bazı önemli yetenekler nesiller arası geçişte kayboluyor. Hatta tek bir seferde, bir nesil geçişinde, 100 yıllık bir geçmişi silebiliyorsunuz bir anda. Eğer topraklar aile genişledikçe bölünmeseydi ve dağılmasaydı, bugün belki bambaşka şeyler konuşuyor olurduk. Ayrıca bu bizim toplumumuzun yine genetik bir hastalığı. Genlerimize işlenmiş kalıtsal bir rahatsızlık. Bizden bir önceki jenerasyondan bize geçen varlıklar, genellikle çok küçük parçalara bölünüp paylaşılıyor ve o toplu bir şekilde duran varlığın değeri zaten otomatik olarak daha değersizleşmiş oluyor. İnsanlar aile büyükleri bir an önce vefat etsin de miras yoluyla varlıkları paylaşım diye sırada bekliyorlar. Yapmak istedikleri tek şey de oradan kendine düşecek küçük bir payı herhangi bir tüketimde veya zevkine göre bir harcama için kullanmayı tercih etmek istiyor. İşte geleneksel olarak varlığa ulaşamamamızın en büyük sebebi de bu zaten. Bu arada durumumuz hiç kötü de değil, onu da belirtmem gerekiyor. Stratejik bir karar vermişler ve şehirlere geçiş yapmışlar, eğitime önem vermişler. Hepsinin hali vakti yerinde ve hayatlarından memnun insanlar. Fakat bu doğru karar mıydı yoksa yanlış bir karar mıydı tespit etmemiz belki de mümkün değil bugün baktığımız noktadan.

Benim farkına vardığım problem şu; varlıklı kalabilmekle ilgili. Miras yoluyla, varlıklar inanılmaz bir şekilde yok edilebiliyor. Genellikle birkaç jenerasyon süren biriktirme ve büyütme aşamasında belki aile neredeyse sınıf atlamanın eşiğine geldiği anda; çok yüksek ihtimalle tam o jenerasyonda tekrardan başa dönebiliyorlar. Eğer biraz akıllı ve neye sebep olabileceklerinin bilincindelerse; o eşiği çok azınlık bir grup atlayarak kendine ve ailesine bir sınıf atlatabiliyor. Toprak ağalığıyla veya çalışarak, biriktirerek, bazı mal varlıkları elde ederek, bu eşikten atlamayı gerçekleştirmenin mümkün olmadığının farkında değiliz. Çünkü bu tarz varlıklar; çok hızlı bir şekilde dağılıp kaybolabiliyorlar. Burada ikinci bir seçenek aile işletmeleri kurmak, burada da işte zaten yine konuştuğumuz anaerkil toplum yapısından dolayı genellikle tecrübeler işin başında erkek çocukları duracağı varsayımından gidersek, tecrübeler bu erkek çocuklarına aktarılmıyor. Çocuk istemiyor çünkü bunu. O babasının yaptığı mesleği yapmak istemiyor. Tabi burada kadınlar lütfen yanlış anlamasın beni, onların yönettiği organizasyonları ve aileleri görünce ben çok daha mutlu oluyorum aslında. Ve bana kalırsa erkeklerin bu anneci yetiştirilmeleri sebebiyle; bizim aile yapısında kadınların aile yöneticisi olarak çok daha başarılı olabileceklerini ve aileyi bir adım ileriye taşıyabileceklerini düşünüyorum. Fakat tam tersi şekilde gerçekleşiyor işler bizde nedense. Tabi konuyu yine de çok dağıtmayalım. Kısaca işletme modeli ikinci bir seçenek diyebiliriz.

Bana kalırsa, tüm bunlardan daha kolay ve inşa etmesinin yanında korumasının, büyütmesinin, geliştirmesinin de daha kolay olduğu tek bir yer var: pay piyasaları o da. Özel olarak da borsa. Burada varlığa doğru giden yolu zaten hep anlatıyoruz. Özgürlüğe ve Varlığa Giden Basit Yol diye bir bölüm de yapmıştık. Yalnız yine de şunu bilmemiz gerekiyor: bu yol diğerlerine göre hem daha kolay hem de daha ulaşılabilir olmasının yanında; varlığı korumak anlamında da bambaşka yetenekler gerektiren bir yol, diğerlerine nazaran.

Bu arada bu konuştuğumuz oyun sonlarını oynamayı bilmek kadar, oyun sonu için yapılan hazırlıklar da çok önemli bence. Ve hataların büyük bir kısmı da burada başlıyor. Çünkü genellikle bir stratejimiz olmuyor ve oynamak için oynuyoruz sadece. Ben hayatım boyunca hiçbir oyunu sadece oynamak için oynamadım, hep kazanmak için oynadım. Kendimden örnek vermem gerekirse. Bu tabi ki tehlikeli bir şey aslında. Bir paradoks da yaratıyor yine. Eğer aşırı hırslı olursanız, kazanmaya çok fazla odaklanıp her yolu denemeye hazır olursanız ve bu sizi hesaplayamadığınız riskler almak durumunda bırakırsa; başarıya ulaşmak bence pek mümkün değil. Hırs ve egolar büyüdükçe; başarı ihtimali bir noktaya kadar artıyor ama yalnız bir noktaya kadar; o noktadan sonra yaratılan şey her neyse, -biz burada varlıklar üzerine konuşuyoruz- aşırı hırs ve ego bunların düşmanı olmaya başlıyor ve bir paradoks yaratıyor. O yüzden bence biz sadece hayatta kalmaya odaklanmalıyız. Hayatta kalmaya odaklanmak için de zayıflıklarımızın ve güçsüz yanlarımızın farkında olmamız gerekiyor ki bunlar da egoyu ve hırsı törpüleyen şeyler bir noktada. Hayatta olduğu gibi, piyasalar da en güçlünün kazandığı bir yer değil. Genellikle uzun vadeye baktığımızda; uyumlu kalanların başarılı olduğu bir yer piyasalar

Varlık kaleleri de böyle inşa ediliyor. Piyasanın şartlarına ve gelişen durumlara karşı elastik bir yapıda olmamız gerekiyor ve uyum sağlamamız lazım. Oyun sonuna doğru hazırlanırken ve sona yaklaştığımızı hissederken; yani yeterli bir varlığa yaklaştığımızı anladığımız zaman; işte bu tarz yeteneklerin üstüne daha fazla eğilmeliyiz. Oyun başlarken kullandıklarımızdan çok farklı yetenekler bunlar. En kritik alt başlığı da bence zamanı lehimize kullanmak, bir survival halinde olmak, belki birazcık paranoya ve ürkek olmak, ama aynı zamanda uyumlu ve dayanıklı olmak. Bunlar oyun sonunun olmazsa olmaz özellikleri bana göre.

Bölümü burada toparlamadan önce küçük bir bilgilendirme yapmak istiyorum. Buraya kadar dinleyenlerin ulaşacağı bir bilgilendirme olmasını istedim bunun. Bu bölüm, bir sezon finaliydi. Bir sezonu kapatıyoruz ve başka bir sezona başlayacağız. Şimdilik bir isim zikretmem doğru olmayacaktır ama artık bir ana sponsor eşliğinde devam edeceğiz bölümlere. Ben de bu fırsatı değerlendirerek 1 veya maksimum 2 haftalık olacak şekilde bir ara verip burada bir sezon finali yapmak istedim. Çok da mutluyum böyle bir şey olacağı için ve iş birliği yapacağım insanlardan dolayı yine çok mutluyum, zaten anlayacaksınız bunu, bundan sonraki gelecek bölümde. Hiçbir değişiklik olmayacak onu da söyleyebilirim. Ama çok da lafı uzatmayalım, başlangıçları ve oyun sonlarını konuştuğumuz bu bölümden sonra, oyunun bir partisini kapatıp; yenisine başlayacağımız yeni bir bölümde görüşmek üzere..

Önceki Bölüm

Sessizlik De Soloya Dahildir

Sonraki Bölüm

Az Kaybeden Mi, Daha Fazla Kazanan Mı?

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint