/
33 mins read

Finansal Piyasalarda İlk 1 Milyon

Bu bölüm, bir önceki yaptığımız Finansal Özgürlük Yolunda İlk 100 Bin bölümünün üstüne birkaç kat daha çıkacağımız bir podcast olacak. Sanırım ilk bu bölümü açanlar için önce 12. Bölüme bakıp sonra buraya dönmeleri daha iyi olabilir. Şimdi dönüp kendim de o bölüme baktığımda yayın anlamında çok büyük değişiklikler görüyorum. O zaman henüz şu anki gibi kaliteli ekipmanlar kullanmıyordum, hatta konuşmamda da ciddi problemler var gibi şimdi dönüp bakınca. Bazen düşünüyorum, fırsat bulabilsem tekrardan aynı bölümleri şu anki tecrübem ve ekipmanımla tekrardan kaydedip düzenlesem mi acaba diye ama böyle amatörce bırakmak da bir yandan güzel gibi. Çünkü ben de dönüp baktığımda değişimi görünce mutlu oluyorum. Tabi kayıt olarak belki şu anki gibi olmayabilir ama içerik olarak yine de güçlü bence. O yüzden ilk bu bölüm yerine 12. Bölümü dinlemekte fayda olabilir.

Bir de bu gelişime rağmen eksiğim olan çok fazla şey var. Düzeltmeye çalıştığım ya da daha ileriye sıçratmaya çalıştığım çok fazla yetenek kalemi var podcast kalitesi anlamında. Bazılarında hiç ilerleme kaydetmemiş gibi hissediyorum, bazılarında kısmen gelişme var gibi düşünüyorum ama daha çok uzun bir yol var; gerçekten tamam işte bu kalite çok iyi diyebilmek için. Tüm bu eksiklere ve amatörlüğe rağmen dinleyen, yorum yapan, bir şekilde ulaşıp kendi hikayelerini anlatan ya da önerilerde bulunan herkese de tekrardan çok teşekkür ederim.

Bunları aradan çıkardıktan sonra, öyleyse, hadi başlayım bölüme artık yavaştan.

Bölümün adını özellikle “Finansal Piyasalarda İlk 1 Milyon” olarak seçtim. Çünkü son zamanlarda enflasyonun da ciddi etkisiyle tüm varlıkların fiyatında aşırı bir yükselme gördük. Özellikle belki de ev fiyatlarında, araç fiyatlarında, arsa veya genel olarak gayrimenkul fiyatları çok yükseldi. Ve bana kalırsa; borsada ya da sıcak piyasa da diyebiliriz buna kapsayıcı bir tanım olarak. Böyle piyasalarda 1 milyona ulaşmakla oturduğunuz evi, aracı veya arsayı hesaba katıp mal varlığı üzerinden bir hesap yapmak arasında çok büyük farklar var. Hatta bu sıcak piyasalara 1 milyon yatırmakla, piyasanın içinde bulunarak zamanla 1 milyon hedefini aşmak arasında da ciddi farklar var. Elbette mal varlığı açısından değerlendirdiğimizde bugün bir çoğumuz milyoneriz fakat, oturduğumuz evi satıp sokakta yatamayız. Aracımızı satıp her yere yürüyerek gidemeyiz. Gerçi Charlie Munger ilk 100 bine ulaşırken bunu öneriyordu, kuponlarla yiyecek mi alırsınız ya da her yere yürüyerek mi gidersiniz bilmem ama bir şekilde ilk 100 bine ulaşın diyordu. Elbette haklı. İhtiyaçları mal varlığı olarak değerlendirmeyip bunları yatırıma kaydırmak işe yarayabilir. Evini satıp kiraya çıkmak ve bu parayı sıcak piyasalarda değerlendirmek; ya da aracını satıp toplu taşıma kullanmak, ya da daha düşük bütçeli bir araca geçmek yapılabilir şeyler. Arsa konusu burada biraz ayrışıyor, tabi ki bu diğer iki kaleme göre çok daha görünür bir yatırım aracı. Ama bunların hiçbirini piyasaların açık olduğu bir tarihte yalnızca bir tuşa basarak satamıyorsunuz. Mesela son 3 aydır bir ofis satmaya çalışıyorum. Gelip bakıyorlar, ya da telefonda garip garip sorular soruyorlar, insanla direkt olarak uğraşmak zorundasın. Satışı kapatmak için çok ciddi çaba harcamak zorundasın çoğu zaman. Ya da en azından malını makul bir fiyata piyasa şartlarına göre satabilmek için ciddi bir emek harcaman gerekiyor. Bir de tok satıcıysan zaten bir adım geridesin. Ya da gelip bakan adamdan, arayan adamdan daha direkt o görüşmede soğuyorsun, ben buna mal satmam, uğraşamam bunla bile diyebiliyorsun. O yüzden sıcak piyasalardaki varlıkları ve belli hedeflere ulaşmak için harcadığımız zamanı, birikimi daha değerli buluyorum. Karşındaki alıcıyla uğraşmadan, piyasanın o zamanki makul gördüğü fiyattan hoşuna giderse malını satarsın. Yoksa bekle, başka bir zaman daha iyi bir fiyat yakaladığında kimseyle muhatap olmadan, saçma sapan sorulara maruz kalmadan sat malını. Sanırım sıcak piyasaları sevmemin en önemli özellikleri bunlar. Bir de bu gayrimenkul varlıkları için yine, Robert Kiyosaki’nin bakış açısıyla; yükümlülük getiren, nakit akışını eksi yönde etkileyen varlıklarsa bunlar, yatırım olarak değerlendirmiyorum ben kendi adıma.

İlk 100 bini konuşurken bu konuların detaylarına zaten daha çok girmiştik o yüzden pek üstünde durmaya gerek yok sanırım bu bölüm için. Yalnızca buradaki en önemli şey, ciddi manada bir bütçe planı oluşturmak ve bu plana sadık kalmaya çalışmak. Tabi bütçe planında bir ayrıntı olarak, birikim için ayrılacak kısmı mümkün olduğunca gelirlerin 3’te 1’ine yakın bir tutar olarak belirlemekten geçiyor. Ve giderler çıkıldıktan sonra birikim yapmak yerine, birikim için para ayrıldıktan sonra harcamaya başlamak kilit nokta. Ve tabi tüm bunlar bugün hemen her yerde çok kez söylenmiş şeyler. Buradaki problem, bu kuralların büyük bir kısmını hepimiz biliyoruz ama bunlara uymak konusunda problemler yaşıyoruz. İlk ve belki de en büyük hatamızı da bu ilk uyulması gereken kurallarda yapıyoruz. İlk 100 bine ulaşmak için; tasarruf yap, tasarruflarını yatırıma dönüştür ve bunu uzun bir süre tekrarla gibi 3 adıma indirebiliriz ana başlıkları. Basit görünebilir; fakat uygulaması da bir o kadar zor.

Sanırım konunun daha başında söylemem gereken diğer bir şey de piyasalarda ilk 1 milyona ulaşmak için de yeterince uzun süre yatırım yapmaktan ve beklemekten geçiyor. Warren Buffett’ın yine çok sevdiğim bir sözü var: “9 ayrı kadınla birlikte olup 1 ayda bebek sahibi olamazsınız” diyor. Yatırım yaparken de özellikle 100 bin sonrasında çok fazla sıçrama ve portföy değişimi yapmadan belirli bir plana sadık kalarak yalnızca sabırlı bir şekilde beklemek gerekiyor diyebilirim. En azından kendi adıma tecrübe ettiklerim bu şekilde oldu. Kendi yolculuğumdan daha önce de parça parça bahsetmiştim. Kronolojik bir sırada tekrar izlediğim yolu anlatmak istiyorum ama. Çünkü özellikle genç ve iş hayatına yeni atılmış birçok dinleyici olduğunu görebiliyorum istatistiklerde. Ya da mail üzerinden ulaşanlar oluyor. Hala öğrencilik hayatı devam eden veya 18-20 yaşlarında da ciddi bir kalabalık var bu konularla ilgili olan. Keşke ben de bu yaşlarda böyle bir farkındalığa ulaşmış olsaydım diye gıptayla bakıyorum onlara.

Ben üniversite zamanım boyunca herhangi bir öğrenim kredisi kullanmadım. Sanırım en büyük avantajım da bu oldu çevremdekilere göre. Her zaman belirli bir bütçe içinde hareket eden biri olmuştum zaten. Üniversite döneminde de ev arkadaşlarımla hemen hemen aynı bütçelerde olsak da, genellikle ay sonunda yanıma gelip borç isterlerdi sende para vardır diye. Parayı tutmayı ailemden öğrendim. Belki de bana kattıkları en öğretici ders olmuştur bu. Para konusu haricinde de elbette çok önemli şeyler öğrendim ama lise çağında ya da üniversitede kimse size iktisat ya da ev ekonomisi de diyebiliriz bunun adına. Bunları öğretmiyorlar. “Halına göre salın” annemin sürekli söylediği bir laf oldu. Orta-üst sınıf arası bir yerdeydik aile olarak ve çok büyük isteklerimiz de yoktu genelde. Küçükken haftada belki 1 gün, hatta ayda 1 falan ödül olarak, McDonald’s ya da Burger King’den hamburger yerdik. Tabi uslu durduysak. Oyuncaklı menülere saldırırdım ben. Evimize çikolata torba dolusu girerdi fakat; saklanırdı. Günde veya haftada 1-2 tane çikolataya izin verilirdi. Ben zaman zaman annemin sakladığı yeri bulup tüm torbayı patlatıp 1 günde bitirebilirdim ve bunun için çok kızarlardı. Bilgisayar 2000’den sonra liseye giriş sınavlarında iyi bir derece yaptığım için ödül olarak ilk defa girdi evimize. Genellikle özel okullarda okudum ama zengin olmadığımızı çok iyi bildiğim için hiçbir zaman çok varlıklı arkadaşlarıma kendimi kaptırıp olmadığım biri gibi görünmemeye çalıştım. Bunları neden anlatıyorum, çünkü bence bireysel ekonomi anlamında, makul bir hayat yaşama anlamında bazı şeyler ailede ve daha henüz çok gençken başlıyor.

Üniversite’de kendi bütçemi yönetmeye başladım. O dönem öğrenci kredisi kullanmış olsaydım belki de ilk yatırımlarıma çok daha geç başlamak zorunda kalacağımı çok sonradan fark ettim. Bunun çok farkında değildim ama çok fazla ihtiyacım olmayan, bana yalnızca daha çok eğlence üzerine harcama yaptıracak bir ek geliri mantıklı bulmamıştım ve bu şekilde düşünmemde sanırım anlattığım sebeplerden dolayı ailemin payı da büyük. Sonradan dönüp bakınca verdiğim ilk doğru kararlardan biri olarak görüyorum bunu. Üniversite bitince büyük bir şans eseri olarak diplomamı aldığım 2. gün iş başı yaptım. Çok fazla değildi maaşım ama en azından öğrenci harçlığımın iki katından fazlaydı. Bu yeni başladığım çalışma hayatında hemen kendimi bu maaşa adapte etmek yerine, aynı öğrencilik harcamalarıma benzer bir bütçeyle devam edip bu artan parayla sürekli altın almaya başladım. Ayda 2 cumhuriyet altını alıyordum, sanırım bu kısımlardan daha önce de bahsettim. İlk arabamı bu altınlarla aldım. Sonrasında tekrar altın biriktirmeye başlayıp oldukça gelecek vaat eden bir arsa aldım. Uzun bir süre tek tabanca ve evlilikten uzak olmam sebebiyle hayat standartlarımı aşırı yükseltmeye çalışmayarak her maaş zammında, her iş değişikliğinde, artan ücretimde bu kısımları hep birikime yönlendirdim. Çok da iş değiştirmedim bu arada. 10 yıldan biraz fazla iş hayatımda sanırım 3 iş değişikliğim oldu ve sonuncusunda zaten 6 yıl civarında kalmış oldum. Sanırım sahip olduğum aracı ve arsayı falan sayarsak ilk milyona 2020 öncesinde ulaştım diyebiliriz. Fakat dediğim gibi bu varlıkları bu şekilde değerlendirmemek lazım. Yanıltıcı ve hedeften saptırıcı bir araca dönüşebilirler çünkü.

Benim için dönüm noktası ilk defa 2016 yılında ciddi bir şekilde bitcoin ile ilgilenmekle başladı diyebilirim. Çünkü o zamana kadar yalnızca altın biriktiriyordum. Yatırım veya büyük kazançlar elde etmek için de değil, yalnızca bunu bildiğimden dolayı ve birikim yapmam gerektiğini düşündüğümden dolayı bunu yapıyordum. Bu birikimleri belirli bir büyüklüğe ulaştırıp belki yeni arsalar ya da ne bileyim aracımı iyileştirmeyi falan düşünüyordum sanırım. Bitcoin ile tanışmam aslında çok daha eskiye 2011’lere dayanıyor ama onu belki başka bir zaman anlatırım, biraz komik bir hikâye. Bitcoin’i anlamaya çalıştıkça finansal olarak özgürlük kazanma fikri ve parasal sistemle ilgili büyük bir yanlışlık olduğu düşüncesi daha fazla kazındı beynime. O dönem biraz bitcoin almaya başladım. Sonrasında bu yatırımı değiştirip madencilik yapmaya başladım. Bir süre madencilik yaptıktan sonra yalnızca bitcoin tutmanın daha mantıklı bir hareket olacağını düşünerek tekrar eski fikrime geri döndüm. Bu belki de ilk şansım oldu. İkinci büyük şansım; 2017 yılında SASA ile tanışmak oldu. Sanırım bundan da kısaca bahsetmiştim daha önce. Yönetimsel olarak ve kişisel olarak da bana çok şey katan son şirketimin belki de en büyük katkısı bu oldu. O dönem SASA daha yeni yatırıma başlıyordu ve bizim şirketin de iş ortağı olarak orada bir teklif vermesi durumu söz konusuydu. Daha önce de borsa ile ilgileniyordum. Hatta bundan 2-3 yıl önce EREĞLİ hisseleri alıyordum, Adana Çimento hisseleri alıyordum. Fakat bunları uzun süre tutmak yerine acil bir ihtiyaç anında ilk bunlara dokunup geri bozuyordum sürekli. Sıcak piyasanın bu açıdan faydalı olduğunu düşünmüştüm o dönemlerde altına göre. Çünkü altını fiziki olarak saklıyordum, ihtiyacım durumunda kuyumcudan bozdurmam gerekiyordu. Hisse taşımak daha mantıklı gelmeye başlamıştı, bu düşünce 2015 gibi yerleşmeye başlamıştı sanırım. 2017’de SASA ile ilgili bu yatırımı ve şirketimin bu işe ne kadar önem verdiğini görünce araştırmaya başladım. Çünkü bizim şirket, karşıdaki firma ne kadar büyük olursa olsun, hiçbir işle bu kadar ilgilenmemişti daha önce. Büyüme potansiyeline baktığımda çok uçuk rakamlar çıkıyordu önüme. O dönem için mevcut durumlarına göre oldukça uçuk ciro ve kar rakamları hedefleri paylaşmaya başlamışlardı ilk defa. Hikâyeye inandım ve yakından takip etme fırsatım da olduğu için SASA hisseleri biriktirmeye başladım. Her ay maaşımdan düzenli olarak bitcoin ve SASA almaya başladım bu dönemde. Ve yalnızca bu iki karar; sanırım bugün geldiğim nokta üzerindeki en büyük etken oldu. O dönem hem çevremde hem aile arasında sürekli olarak herkese bitcoin ve SASA aldırmaya çalıştım ve biraz çılgın gözüyle bakmaya başlamışlardı bana. Bitcoin 1.000$ civarındayken 1.000.000$ olacak diyordum. SASA sanırım 3 veya 4 kez bölündü o dönemden sonra, bölünmüş rakamı kontrol etmeye üşendim fakat 4-5tl civarlarında işlem görüyordu. 200TL’in üstüne çıkacak diyordum ben. Sanırım bölünmemiş rakamlarla şu anda 500TL üzerinde bir şeye denk geliyor, tam emin değilim belki daha yüksek bile olabilir. Aileme baskı yaptım onların da yatırım yapması için fakat pek oralı olmadılar. Bazı arkadaşlarıma aldırdım ve birçoğu satıp çıktı bir süre sonra. Fakat ben o günlerden beri bitcoin veya SASA, hatta diğer hisselerimden hiçbirini satmadım. Yalnızca geçtiğimiz aylarda çok uzun yıllardır yatırımcısı olmak istediğim VAKKO için portföyde ufak bir düzenlemeyle iyi durumda görmediğim hisselerden kaydırma yaptım buraya. Sanırım son 5 yılda yaptığım tek hareket bu oldu. Bu arada konuşmayı en sevmediğim konuların başında geliyor bunlar. Oldukça itici olduğunu düşünüyorum böyle hikayelerin.

O yüzden bu hikâyeyi neden anlatıyorum tam olarak ben de bilmiyorum. Bir övünme ya da bir üstat, borsa sihirbazı gibi bir anlam çıkartılsın diye değil ama. Yalnızca genç ve henüz yeni yatırım dünyasına girmiş olanlara kendi yolcuğumun başlangıcının nasıl olduğunu paylaşmak istedim. Kesinlikle hiçbir yerde, eş dost ortamı hariç konuştuğum konular da değil bunlar. Ve dediğim gibi konuşmayı hatta pek sevmediğim konular. Twitter’da bile çok nadir bu tip şeylerden bahsediyorum, onun yerine daha genel ve işin felsefi tarafını aktarmaya çalışıyorum. Tabi sadece bu hisseler de değil, uzun bir süredir, 5 yıldır satmadığım ve sürekli biriktirdiğim başka hisseler de var. Yalnızca söylemek istediğim; aynı Warren Buffett’ın dediği gibi; “Hayatta ve yatırımda, sadece birkaç şeyi doğru yapmak yeterli. Yeter ki birçok şeyi yanlış yapma.” Belki çok fazla Warren Buffett’tan alıntı yapıyorum, farkındayım. Fakat özellikle son 5-6 yıldır sanırım büyüklere karşı ve piyasanın gerçekten bu şekilde üstünde gördüğüm kişilere karşı çok daha fazla saygı duymaya başladım. Özellikle birçoğuna böyle alıntılarla arada değinmeye çalışıyorum diğer bölümlerde de fakat ne kadar alıntı yapılsa da, ne kadar takip edilse de bence yeterli değil. Ağızlarının içinden çıkan her şeye dikkat kesilmemiz lazım gibi geliyor bana. Çoğu zaman dönüp dönüp Yaşar Erdinç’in YouTube eğitimlerini baştan izliyorum ve her defasında yeni bir şeyleri daha farklı bir bakış açısıyla yeniden anlayabiliyorum. Belki de piyasaya ve özellikle haber akışlarına daha çok kulak tıkayıp daha fazla böyle zamansız kişileri takip etmek gerek.

En büyük hatalarımızdan biri başlarının hatalarından ya da tecrübelerinden ders çıkartamıyoruz. Ya da çok çabuk bir şekilde bu dersleri ve tecrübeleri unutup veya göz ardı edebiliyoruz. O yüzden aynı ilkokulda bir kelimeyi 50 kere yazıp öğrenmeye çalışır gibi; bu isimlerin anlattıklarını ve tecrübelerinden çıkarttıkları dersleri zihnimize kazımaya çalışmamız gerek. Belki de 100 binden sonra; ana hedef 1 milyona ulaşabilmek için gerekli olan en önemli materyal bu. Kimleri takip ettiğimi çokça defa tekrarlamıştım daha önce de. Warren Buffett, Charlie Munger, Philip Fisher, Peter Lynch, Cathie Wood, Haydar Acun, Yaşar Erdinç ve daha da çoğaltabiliriz bu isimleri. Aynı Buffett’ın kendi hocalarından aldığı iyi yönleri ve bunun üzerine kurduğu felsefesi gibi ben de bu isimlerden kendime uygun gördüğüm ve doğru olduğunu düşündüğüm yönleri, stratejilerimin içine yerleştirmeye çalıştım çok uzun bir süredir. Buffett tamamen bitcoin karşıtıyken; Cathie Wood’un bitcoin önerilerini daha yakın buldum. Philip Fisher’dan şirket yönetimleriyle ilgili tecrübelerini alırken; Peter Lynch’den bireysel yatırımcının avantajlarını öğrenmeye çalıştım. Bunları çoğaltabiliriz. Belki de beğendiğim tarafları alırken, beğenmediklerim ve doğru bulmadıklarım konusunda hata da yapıyor olabilirim. Ya da daha uzun vadede bazı fikirler değişebilir. O yüzden hala devam ediyor bu kişisel eğitim. Sürekli olarak tekrardan dönüp bu isimlerin zamansız felsefelerine dönüp tekrardan bakmanın işte bu açıdan büyük bir faydası oluyor. Ve bence kimse mükemmel değil, olamaz da. Bu isimlerden çoğunun hatalı olduğunu düşündüğüm birkaç noktası var ve sanırım kendime en yakın olarak Peter Lynch’i görüyorum. Özellikle profesyonel yatırımcılara karşı olan bireysel avantajlarımız konusunda. Tam olarak bu sebeplerden fonlarla ilgilenmek yerine bireysel yatırım yapmaya çalışıyorum. Bana göre fonlar sanki mecburen partiyi erken terk etmek zorunda kalıyorlar. Sıkı denetimlerden geçiyorlar ve kısıtlayıcı kurallarla yönetilmek zorundalar. Hisse senedi fonlarında mesela mecburi bir şekilde çeşitlendirme yapmak zorundalar. Bir hissede portföyün %10’undan fazlasını tutamıyorlar. Tabi fon çeşitlerine göre değişiyor bu kurallardan bazıları fakat, özellikle çok ciddi bir getiri potansiyeli olacak bir fikirden yeterince iyi faydalanamıyorlar bu kurallar sebebiyle. Hisse, portföy ağırlığının %10’unu geçince mecburen satmak zorundalar ve azaltıma gitmeleri gerek. Bu da partiyi erken terk etmek benim gözümde. Kül Kedisi gibi saat gece 12 olmadan evde olmak zorundalar. Fakat bireysel yatırımcı bunun aksine, satış baskısı yaşamadan veya performans stresi yaşamadan yatırım yapabilir. Yalnızca bildiği sektörlerde ya da şirketlerde herhangi bir çeşitlendirme yapmak zorunda kalmadan odaklı bir portföy oluşturabilir. Kendi adıma konuşmak gerekirse eğer bir fon mantığıyla portföyümü yönetmek durumunda kalsaydım, sanırım bugün olduğum yerde olma şansım yoktu. Çok daha düşük portföy getirileri ve daha yüksek portföy dönüşüm oranlarıyla, sürekli yeni bir karar vermek zorunda kalınıyor böyle bir durumda.

Fakat konuyu biraz kişisel merkezden çıkarmak lazım. Daha genel konuşmak ve herkesin kendi açısından faydalanabileceği daha geniş bir bakış açısı sunmak benim için en önemli şeylerden biri. YouTube’da Swedish Investor diye bir kanal var. Çok uzun yıllardır takip ettiğim bir kanal. Akıllı Yatırımcının 1 Milyon Yolculuğu diye bir videosu da var mutlaka izlemenizi tavsiye ederim. Notlar kısmına hatta bir linkini bırakırım. Pek emin değilim ama o hikâyede belki de kendi yolculuğunu da anlatıyor olabilir.

Biraz tavşan ve kaplumbağa hikayesine de benziyor. Aslında zaten hayattaki büyük başarılar ve ciddi uğraşların sonucunda ulaşılan her sonuçta bu hikâyeye çok benziyor. Kısaca bahsetmek gerekirse; 23 yaşında üniversiteden sıfır sermayeyle mezun olan Tom’un 43 yaşına geldiğinde kendini emekli edişini anlatıyor. Tom’un gelişimini 3 aşamaya bölmüş videoda. 0’dan 20 bine ulaşmak 1. aşama. 20 binden 100 bine ulaşmak 2. aşama ve son olarak 100 binden 1 milyon ulaşmak 3. aşama. Tabi her ne kadar dolar cinsinden olsa da bu rakamlar, kendimize aynı benzer hedefleri Türk lirası olarak koymakta da bir sakınca yok. Hele hele TUIK açıkladığı tasarruf oranlarına bakarsak ve gelire göre %10 altında bireysel tasarruf oranlarını görürsek durum daha da ciddiyet kazanıyor. Gerçekten de birikim yapabilmeyi pek beceremiyoruz ve önümüzdeki en büyük engel de bu zaten. Dave Ramsey Show var yine Amerika’da ekonomi ve finans üzerine bir radyo programı olarak. Hatta YouTube kanalına da yüklüyorlar videolarını. Fikirlerinin bazılarına hiç katılmasam bile, programa katılan ve finansal açıdan yardım isteyen dinleyicilere bazen çok sert çıkışabiliyor. Hatta çoğunlukla söylediği bir sözü var: “Eğer 45-50 yaşlarına kadar milyoner olamadıysanız, büyük ihtimalle bu sizin aptallığınızdır ve suçlu sizsinizdir.” Bu sözü fakat o kadar tatlı bir şekilde söylüyor ki pek kızamıyorsunuz. Tabi arkasında bir matematik de var. 20-25 yaşında iş hayatına atılan biri her ay maaşından 100 veya 200 dolar civarı bir parayı sadece banka hesabına koyup yatırımda kullanmasa bile, yalnızca banka faizi üzerinden bileşik getiriden yararlansa bile, 50 yaşına geldiğinde bu para 1 milyon dolar olur diyor. Ki gerçekten de öyle. Bu kadar basit aslında fakat bunu başarmakta çok büyük zorluklar yaşıyoruz. Bunun ilk sebeplerinden biri her zaman dile getirdiğimiz bütçe yapmamak ve harcamaları kontrol altında tutmamak olabilir. Bunun üstüne birçok başka sebep ve hata ekleniyor dolayısıyla bu hedefler hep bir hayal olarak kalıyor. Ya da bazen elimizden kayabiliyor. Biraz birikim yapınca karşımıza çok değişik fırsatlar ya da daha güvenli görünen yatırım araçları çıkabiliyor. Ev almak gibi mesela. Araç almak ya da. Veya belki de çok ciddi bir fırsat görüp tüm yatırımlarımızı bozup bambaşka bir yatırıma dönüştürebiliyoruz. Özellikle riskli hamleler ve sürekli portföy değişiklikleri, yeni fırsatlar olarak gördüğümüz yeni yatırımlar çoğu zaman portföye zarar vermekten başka bir şey yapmıyor. Bu çeşitli fikirlerle ve farklı yatırım seçenekleriyle genellikle 100 binden sonra ilgileniyoruz. Araç almak ve ev almak bunlar arasındaki en ilgi çekici kalemler. Fakat bileşik getirinin işini yapmasını engelleyen en önemli kalemler de bunlar. Sanırım bileşik getirinin gücünü gerçek manada görebilmek için yapılması gereken ilk şey, hiçbir şekilde ve gereksiz yere portföyü bu rahatsız edici hamlelerle bozmamak. 2014 ve 2016 arasında aynı hatalara düşmüş biri olarak sürekli biriktirdiğim Ereğli ve Ford hisselerini ihtiyaç gibi görünen ani harcamalar ya da farklı yatırım fırsatları sebebiyle sürekli bozmuş biri olarak yaşadım ben de bunları. Ayrıca yine çokça kez konuştuğumuz gibi, özellikle ev veya araç gibi harcamaları yatırım olarak görmek yanlış olabilir. Bunlar daha çok bir yükümlülük gibi çalışıyor. Ve belki de; 100 binden sonra 1 milyona ulaşmak isteyen yatırımcının bileşik getiriden faydalanmasını engelleyen dikkat dağıtıcı harcamalar olarak değerlendirebiliriz bunları.

Bileşik getiri daha hünerlerini göstermeye yeni başlamak üzereyken, sürekli portföyden çıkış yapmak ayrıca motivasyon bozucu bir şey. Tekrardan eski rakamları görmek için birikim yapmak daha da zorlaşıyor. Ve bir kereden bir şey olmaz desturuyla başlanan bu portföyü rahatsız edici hamlelerin sonrasında arkası kesilmiyor. Ve bu tip kısa vadeli hamleleri finansal özgürlük ve portföy gelişimi olarak değerlendirirsek; belki de nihai hedefe ulaşma açısından yıllarca süre kaybettirebilir de diyebiliriz.

Ve tabi sürekli olarak piyasayı zamanlamaya çalışıp portföyde sürekli olarak giriş çıkışlar yapmak 1 milyona ulaşma konusunda çok büyük bir hata. Piyasaların aşırı yükseldiğini düşünüp tüm portföyü bozup altına geçmek ya da dövize geçmek mesela. Sonrasında beklenen krizle birlikte tekrardan daha düşük fiyatlarla hisselere geçiş yapacağını düşünmek belki de büyük bir çoğunluğun düştüğü bir tuzak oluyor. Öncelikle farkına varmamız gereken en önemli nokta; kimsenin piyasayı tahmin edemeyeceği. Daha çok yakın bir zamanda FED Başkanı Jerome Powell bile bu konuda çok enteresan şeyler söyledi. Enflasyon sarmalı başlamadan önceki yıl sanırım 2020’de tüm merkez bankaları başkanlarının katıldığı yıllık toplantılarında, analistlerin önlerinde dönem için hiçbiri yüksek enflasyon olacağını tahmin etmiyordu. Sanırım 35 analistin 32’si enflasyonun düşeceğini tahmin etmişti. Enflasyon hakkında ne kadar az şey bildiğimizin daha yeni farkına varıyoruz dedi Powell. Elinde her türlü veri olan böyle kuruluşların veya onların analistlerinin bile tahmin edemediği bir şey için biz neden bireysel yatırımcı olarak zaman harcayalım ki? Çoğu zaman da genellikle tahminlerin tam tersi yönünde hareketler oluyor üstelik. Geçtiğimiz yıl, kur krizi nedeniyle Borsa İstanbul’un da ciddi bir kriz yaşayacağını öngörüyordu analistler mesela. Fakat genellikle böyle haberleri çok çabuk unutuyoruz ve yeni günün getirdiği yeni haber bombardımanları içinde kolayca kayboluyoruz. Sürekli endeks ne olacak diye bakmak ya da faiz oranlarının ne olacağını tahmin etmek; merkez banklarının politikaları üzerine düşünmek oldukça dikkat dağıtıcı aktiviteler.

Bu aynı zamanda borsada sürekli aktif olmayı da beraberinde getiriyor ki bu da portföy büyümesini engelleyen yine en önemli şeylerden biri. Her sabah endeksin açılışını takip etmek, her akşam kapanışa bakmak, sürekli hisse fiyatlarını takip etmek geniş ölçekten bakmayı engelliyor ve dar bir bakış açısıyla yalnızca günlük olaylara takılmamızı sağlıyor. En ufak kötü bir haberde ya da kötü gelen bir bilançoda şirketin uzun vadeli potansiyelini hızlı bir şekilde göz ardı edip portföyde değişikliklere gidilebiliyor. Özellikle 1 milyonu geçene kadar mümkün olduğunca bu tip hareketlerden uzak durmak gerekiyor. Her bilanço döneminde sürekli hisse değişimleri yapmak, uzun vadede çok daha zararlı sonuçlara yol açabilir ve portföyü yanlış bir yere park etmeye sebep olabilir.

Bunu yapmak yerine, şirket analizi üzerinde zaman harcamak ve sürekli olarak projeksiyon yenilemesi yapmak daha yararlı. En azından zaman kaybı değil. Eğer gerçekten beklenilen potansiyel ve hikâye bozulduysa değişikliklere gidilmeli. Yalnızca kötü bir haberle tüm kalabalığı takip edip hareket edilmemeli. Ve hatta genellikle ne kadar az hareket edilirse, kazançların da o kadar arttığını söyleyebilirim en azından kendi adıma. Her gün, her hafta ya da her bilanço döneminde sürekli karar vermek zorunda hissediyorsanız kendinizi, daha fazla hata yapma ihtimaliniz de kaçınılmaz. Sadece birkaç şeyi iyi yapmaya çalışmak ve yeterince azami karar almak her zaman daha fazla topa vurmaya çalışmaktan daha iyi sonuçlar veriyor. Ve sanırım 1 milyona kadar yeterince az topa vurmaya çalışmak, yeterince sıradan ve makul kararlar almak portföyün büyümesini iten bir güç. Ayrıca bileşik getirinin de çalışmasını sağlıyor. 0’dan 100’e çıkış süresinden çok daha kısa bir sürede 100’den 1 milyona çıkılmasını sağlayan en önemli ayrıntılardan biri bu.

Bu yolculuğu bir araba yolculuğundan çok bir tren yolculuğu gibi düşünmek gerekiyor. Araca sürekli müdahale etmek zorundasınız ve alternatif rotaları değerlendirmek durumundasınız. Fakat trende durum daha farklı. Treni yalnızca raylarda tuttuğunuzdan emin olup, arkanıza yaslanıp, yolu izleyip, yolculuğun keyfini çıkartabilirsiniz. Ve sürekli müdahalelerde bulunmamak, çeşitlendirmeye ve portföy dengesi kurmaya çalışmaya karşı da doğal bir koruma sağlıyor. Sanırım sık sık bahsediyorum çeşitlendirmeye karşı olduğumu. Bunu biraz daha açmak istiyorum özellikle portföydeki ağırlık oranları üzerinde biraz durmak istiyorum. Bir kere en baştan kabul etmemiz gereken nokta; hiç kimsenin en iyi 16. ya da 25. fikri; ilk birkaç fikri kadar iyi olamaz. Arada bir, mutlaka çok geri planda bırakılan bir fikir öne çıkabilir ve tahmin edilmeyen sonuçlar verebilir fakat bu çeşitliliğin getirdiği bir sonuç değil aslında. Yalnızca doğru araştırma ya da yeterince dikkatli analiz yapılmadığını gösteren bir şey bu. Çeşitlendirme ayrıca nerede durmalı? Ne kadar çeşitlilik yeterli sayılabilir ve buna karar vermek nasıl oluyor, hiçbir zaman sonu olmayabilir. Yumurtaları ayrı sepetlere dağıtma fikri, ya da sürekli yeni yumurta çıkarma fikri bana çok sıcak gelmiyor ve portföy getirisi üzerinde ciddi bir baskılama etkisi olduğunu düşünüyorum. Gibi dizisinde belki de tam bununla alakalı çok güzel bir sahne vardı. Bir 35-40 saniye paylaşmaktan bir zarar gelmez herhalde.

Katı kurallar içinde ya da nerede kâfi olacağını bilemediğimiz bir şekilde, oldukça çeşitli şekilde yumurtaları sepete dağıtmak belki çok ciddi portföyler için geçerli olabilir. Fakat bireysel yatırımcı ve küçük oyuncular için piyasanın büyük oyuncularına karşı ya da fonlara karşı en büyük avantajını kaybetmesine de yol açabilir. Ayrıca portföy dengesi kurmaya çalışmak ve ağırlık ayarlamalarında bulunmanın da zararlı olabileceğini söylemek lazım en azından yine belirli bir büyüklüğe kadar. Özellikle 1 milyon yolunda ya da biraz yukarısında da nereye kadar kâfi olduğunu bilmediğim bir büyüklüğe kadar, getiriyi sınırlandıran bir düzenleme bu. Şöyle düşünelim; en iyi 3 fikriniz gerçekten de sonuç vermeye başladığında, piyasa sizin fark ettiğiniz şeyi görmeye başladığında ya da potansiyeller gerçeklere dönüşmeye başladığında… neden bu iyi fikirlerden iyi sonuçlar verdi diye kaydırma yaparak daha düşük getirili ve daha kötü fikirlere kapital kaydırılır? Portföyün kendi kaldıracını yaratmasının önündeki bir el freninden farksız bir işlevi yok bu şekilde düzenlemelerin. Ayrıca, karda oturmayı ve yüksek getiriler görmeyi de engelleyen bir yaklaşım. Bir hisse portföyün belki de %30-%40’ını kapsadığında buradan çıkış yapıp 10. potansiyel fikre yatırım kaydırmak iyi bir fikir olmayabilir. Çok nadir olarak insanlar en iyi 8. ya da 14. fikriyle zengin olabilir veya yüksek getiriyi yakalayabilir.

Ve fırsatlar hiçbir zaman bitmese de, her kapının ardında yeni bir şans, yeni bir fırsat yer alsa da; çoğunlukla çok çok iyi fikirler sadece nadir şekilde gelir. Biz bu fikirlere odaklanmak yerine daha dağıtık portföy ve daha güvenli görünen yolları tercih edebiliyoruz. Ayrıca fırsatların sürekli aynı yerde beklediğini de düşünmemek gerekli. Sadece belli sektörlere ya da belirli bir işe yönelip aynı yerde fırsat kovalamak yanlış olabilir. Ben de özellikle beklentilerimin karşılanmadığı şirketlerde uzun süre bekleme inadına çoğu zaman kapılabiliyorum. Piyasanın çoğu zaman bizden daha iyi bilmediğini ve eninde sonunda gördüğümüz potansiyeli fark edeceğini umuyoruz. Fakat yanılmış olma ihtimalimizi genellikle en sonunda düşünmeye başlıyoruz ve tam olarak bu sebepten bambaşka fırsatları kaçırmış oluyoruz. Belki yapılan en büyük hatalardan biri bu. Fırsatlar nereden ya da hangi kapının ardından çıkacak bilinmez. Borsa ve yatırım bu genel hatlarını çizmeye çalıştığım konularda biraz da daha farklı disiplinlerle çok tezat hareket ediyor. Bir tenisçi her gün 10 saat topa vurduğunda kendini geliştirip üst düzey olabilir; fakat yatırım dünyasında her topa vurmaya çalışmak felaketle sonuçlanabilir. Bir loto çekilişinde her hafta aynı rakamlara oynamak belki daha mantıklı olabilir. Fakat borsada fırsatın size gelmesini beklemek büyük bir hataya sebep olur. Kardan pay almak ya da maliyetini çekip şirketteki ortaklığını düşürmek Kıbrıs casinolarında işe yarayabilir. Fakat borsada bunu doğal bir kaldıraç olarak kullanmak daha doğru görünüyor bana. Hatta bu durum belki de borsayı kumar yeri olarak görmenin ilk ve temel ana fikri. Bir casinoya giren kumarcının ilk yapacağı iş oyuna girdiği parayı, yeterince kar ettikten sonra masadan kaldırıp tekrar cebine atması ve elindeki karla oyuna devam etmesi olur. Oldukça da mantıklı. Rulet masasına oturursunuz ya da blackjack; biraz kazandıktan sonra ana paranızı kenara alıp kendinizi güvene alırsınız. Fakat borsaya aynı düşünce yapısıyla yaklaşmak, 1 milyon yolunda veya daha ilerisinde de yapılabilen büyük bir hata. Burası casino değil çünkü. İlk yaptığınız bahsin, tahminin ya da fikrinizin üzerinde yükselen bir portföy yaratıyorsunuz. İlk yatırımlar her zaman geri dönüşü en yüksek yatırımlar oluyor genelde. Tabi bunu düşük maliyet sancısına kapılıp maliyet yükseltmemek adına sadece beklemekle desteklememek gerekli. Eğer iyi bir fikriniz varsa ve piyasa da bu potansiyeli görüp partiye katılmaya başladıysa, buradan payları başka yere kaydırmak yerine; başka yerlerden ya da genel tasarruflardan bu iyi fikre eklemeler yapmak her zaman daha iyi sonuçlar verecektir. Ve genel kanının aksine yüksek oranda da daha güvenli bir yol olacaktır. Yalnızca yeni heyecan verici fikirler görüldüğünde portföy dağılımı ile oynanması gerektiğini düşünüyorum.

İyi getiriler sağlayan yatırım genellikle sıkıcıdır. Fakat bunu; işin veya şirketin sıkıcılığı ile karıştırmamak lazım. Genellikle şirketin faaliyet raporunu okurken heyecan duyulması gerekir. Ya da yeni bir teknolojiye yatırım yapmak isterken yine bu heyecanın olması gerekir. Bu heyecan yanında araştırmayı ve işi gerçekten anlamayı ve öğrenmeyi getiriyor. Şirketlere yatırım yaparken duyulan bu heyecan; yatırım yapıldıktan sonra sıkıcı bir beklemeye dönüşmeli.

Çok da uzatmadan, Peter Lynch’in bir sözüyle toparlayalım konuyu. Çok güzel bir sözü var: “Hisse senedi sahibi olmak çocuk sahibi olmak gibidir. Başa çıkabileceğinizden daha fazlasına bulaşmayın.” diyor.

Önceki Bölüm

Finansal Özgürlük ve Hayat

Sonraki Bölüm

Bay Piyasa: Davut, Golyat’a Karşı

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint