//
32 mins read

Bay Piyasa: Davut, Golyat’a Karşı

Bugün biraz Bay Piyasa üzerinde konuşalım. Daha önceki yaptığım bazı bölümlerde irrasyonel ve serbest olmayan piyasa özelliklerinden ve oyuncular üstündeki etkilerinden bahsetmeye çalışmıştım yer geldiğinde. Özellikle tarihsel olaylara bakmayı ve zamanın bir noktasındaki bir olayı işaretleyip incelemeyi çok seviyorum bu konuda. Daha geniş bir pencereden piyasaya bakıp bize sunduğu kaosu kucaklamaya çalışıyorum kendi adıma. Gerçekten de tam bir kaos hâkim piyasalara. İnkâr edilemeyecek ilk gerçek bu olabilir sanırım piyasalarla ilgili. Böyle söylememin sebeplerine ve argümanlarıma ileride geliriz fakat ondan önce sağlam bir temel oluşturmamız lazım her zamanki gibi. Ayrıca yine kendi adıma en sevdiğim bölümlerden olan Lale Çılgınlığı ve South Sea Bubble ya da Türkçesi; Güney Denizi Şirketi Çılgınlığı bölümlerine göz atmanızı da mutlaka öneririm. Biraz hikayeleştirerek ve kronolojik bir şekilde kendi bakış açımla paylaşmaya çalışmıştım bu tarihsel olayları. 

Bay Piyasadan ve rakiplerimizden, diğer oyunculardan bahsetmeden önce, daha basit takaslarımız üzerinde durmak istiyorum. Özellikle bizi bir varlığı takas etmeye iten duygularımız, isteklerimiz ve karar alma sürecimiz çok önemli. En basitinden bir kalem takas ederken de, ya da bir araba takas ederken, veya bir iş yeri, arsa, ev ne olursa olsun takas konusu, her zaman karşımızdakini kandırmaya yönelik eylemlerimiz oluyor. Adil bir takas ortamından en basit objelerde bile söz etmek mümkün değil. Paranın ve elde edeceğimiz değerin zihnimizi bulandırmasına ve takasın karşı tarafındakine haksızlık yapmamıza izin veriyoruz. Ve bunu oldukça içten, içimizde kötülük bulunmasa bile derinden gelen bir motivasyon duygusuyla yapıyoruz. Herkesin farklı motivasyonları ya da hedefleri olabilir fakat bir takasın iki tarafı da kendisine maksimum değeri elde etmek için masaya oturur. Ticaretten zaten bu yüzden zevk alan insanlar özellikle bu alışveriş biçimine âşık olabiliyor. Son zamanlarda ben çalışırken diye başlayan cümleler kurmaya çok başladım. Yine onlardan biri geliyor şimdi. Bunu iş hayatımı özlediğim için yapmıyorum ama sanırım iş, hayatım olduğu için; ve henüz bu yeni düzene belki de tam alışamadığım için yapıyorum. Bizim şirket diye bahsedebiliyorum hatta hala eski çalıştığım yer hakkında. Neyse, ben çalışırken, yöneticimin bir ticaret tanımı vardı sanırım ona da babası öğretmişti. Ticaret derdi, şöyle bir şey: iki kişinin olduğu ve ortada tek bir sandalyenin olduğu bir oyundur ticaret. İki taraftan biri, diğerinin kucağına oturmak zorunda. Bu anlaşma şartlarıyla alakalı olabilir, fiyatla ilgili olabilir ya da genel olarak bir üstün gelme durumuyla alakalı da olabilir. Koltuğa oturan ve karşındakini kucağına oturtan taraf her zaman sen ol diye öğütlerdi bana, aynı babasının ona öğütlediği gibi. Bu bana her zaman çok çirkin geldi, neden eşit şartlarda bir takas yapamıyoruz ya da neden ahlaki bir etik kurallar çerçevesinde iş yapamıyoruz hep düşünmüşümdür üzerine. Fakat ne yazık ki oldukça gerçek. Çünkü adil bir takas yapmak istediğinizde ya da gerçekten etik davranmaya çalıştığınızda çoğunlukla kazık yiyorsunuz. Hatta şaşkınlıkla karşılanıp, oldukça naif ve toy görünebiliyorsunuz. Piyasada kaşarlandıkça siz de genele ayak uydurup karşı tarafı kucağınıza oturtmaya başladıkça, daha başarılı ve tuttuğunu koparan biri olarak görünmeye başlıyorsunuz. Sistem zaten bunu destekliyor. Karşı taraf bile işin sonunda iyi geçirdin bize diye gülerek cevap verebiliyor hatta. O da zevk alıyor ve o ticaretten bir şeyler öğrendiği için, daha değişik kucağa alma teknikleri gördüğü için size teşekkür ediyor işin sonunda.

Bu durum bireysel takaslarımız ve ticaretlerimiz haricinde, daha kitlesel piyasalarda da geçerli bir durum. Bay Piyasa mesela, her zaman için kucağa oturtan taraf olmak için can atıyor. Her zaman bir adım önde, hatta birkaç adım önde, her zaman sizin bilginiz dışında bir gelişmeden haberdar. Her zaman piyasanın yönünü belirlemekte yetkili. Her zaman rasyonaliteden uzak bir şekilde teklifler vermeye hazır. Her zaman duygu durumlarınızla ve ruh halinizle oynamaya can atıyor.

Bu takas oyunlarımızda çok uzun bir süre önce ortaya attığımız bir teori var. Oyun teorisi. Küçük çaplı takaslarda karar mekanizmamızda çok geri planda gibi görülse de daha büyük ve daha çok oyuncunun katılımcı olduğu piyasalarda oldukça etkin çalışan bir teori. Ki bireysel ve küçük takaslarda da en azından daha arka planda olsa da hala yer aldığını söylemek yanlış olmaz. Oyun teorisi derken kısaca söylemek istediğim şey aslında çok basit. Piyasada karar verirken, diğer oyuncuların da yaptıklarını ve motivasyonlarını incelemek ve bunun üzerine kendi çıkarlarımız için en iyi olacak seçenek hakkında karar vermek diyebiliriz. Ve bunu her gün, her al-sat işleminde ya da takasa konu olan bir varlığın tüm hacim derinliklerine bakarsak çok rahat görebiliriz. Özellikle toplu ve kitlesel bir şekilde piyasanın belki de yönünü belirleyen, hatta irrasyonaliteyi yaratan şey oyun teorisi diyebiliriz. İrrasyonalite yaratıyor diyorum çünkü hepimiz kendimiz için en iyi sonucu seçmek istiyoruz, bütün kalabalık için değil. Ayrıca böyle yapmakta da elbette hakkımız var. Fakat aynı zamanda bu durum, Bay Piyasa’nın tam olarak isteklerimiz yönünde hareket etmemesini sağlayan da en önemli şey.

GameStop olayını kısaca açıklamaya çalışırsak yine aynı tanımı kullanabiliriz. Bireysel istekleri bir kenara bırakıp, topluluğun iyiliği için hareket etmeye başlayan oyuncular, kendilerinden oldukça büyük ve hep koltuğa oturan taraf olan devasa fonlara diz çöktürdüler. Bunu yapmalarını sağlayan şey piyasanın beklemediği şekilde organize ve kitlesel iyilik için çalışmaları oldu. Fakat bu durumları, piyasalarda oldukça nadir görünen black swan event olarak değerlendiriyoruz. Yani siyah kuğu durumu. Kimsenin beklemediği ve tahmin etmediği şekilde, büyük bir çoğunluğu şaşkınlık içinde bırakan olayların sonucu ortaya çıkan beklenmedik durum yani. Akıl Oyunları filmini sanırım birçoğumuz biliyoruz, hatta izlemeyenler için de tavsiye etmiş olayım. Gerçek hikayelerden kurgulanmış John Nash’in hayatını anlatıyor. Belki bir kesim iyi de bunun finansla, ekonomiyle ne alakası var diyebilir. John Nash oyun teorisine yaptığı katkılarından dolayı Nobel Ekonomi Ödülünü aldı. Piyasalardaki bu hep en iyi sonuca odaklanma ve arzu durumuna Nash Dengesi dediği yeni bir model ekledi. Filmde zaten bunu oldukça güzel özetliyor pek lafı uzatmaya gerek yok bu konuda. Kısaca, Nash ve arkadaşları bir bardayken, içeriye bir grup kadın girer ve aralarında oldukça dikkat çekici bir sarışın vardır. Onu kimin elde edeceği konusunda iddiaya girmek üzere yaptıkları kendi aralarındaki tartışmada; Nash daha az dikkat çekici ama daha efektif bir yol önerir, fakat bu basit yaklaşım ona Nobel ödülü kazandırmaya götürecek bir yaklaşım oldu.

Modern ekonominin kurucusu Adam Smith, piyasalardaki bu rekabet ortamında bireysel hırslarımız ve çıkarlarımızın kamu ya da toplam piyasanın yararına hizmet edeceğini söylüyordu. John Nash’in bu konuda daha farklı bir fikri var…

Yalnızca kendi çıkarlarımız için iyi olanı yapmak, bütünün bir parçası olduğumuza göre, toplamda artı değer yaratan bir durum değil midir? Nash’e göre bu biraz eksik kalıyor. Ve işte tam bu aydınlanmanın ardından, o tarihe geçen Adam Smith yanılıyordu açıklaması geliyor.

Hollywood böyle karmaşık ve sistematik meseleleri alıp üstüne biraz sinematografik iyileştirme ekleyip, biraz da sahne süsü katınca böyle çerez niyetine paylaşılabilecek sekanslar yaratmakta usta olsa da oldukça özel bir mesaj barındırıyor bu sahne.

Yüzlerce yıldır, bir türlü iş birliği içinde fakat kendi çıkarlarımızı gözeterek ve ayrıca toplumun refahını yükselterek teşvik edildiğimiz bir sistem içinde çalıştığımız yanılgısına kapıldık. Değer yaratanların karla ödüllendirildiğine, yine tam tersi olarak da kar yaratanların da bir değer yarattığına inandık. Bu ayrıca belki de gerekli bir yanılgı. Çünkü başka türlü sanırım hem bencil ve çıkarcı davranıp hem de piyasa ve kitlelerin iyiliği için hareket ettiğimiz gibi asil bir amaç yaratmamız mümkün olmayabilirdi. 2008 yılında belki de ilk defa Bay Piyasanın bu yönüyle ilgili oldukça büyük bir uyanış yaşadık. Yavaş yavaş bütün sistemin büyük yatırım bankalarının oldukça riskli hareketleri etrafında döndüğünü ve sonunda devletlerin bu başarısız olamayacak kadar büyük olan kurumları kurtarmak zorunda kalışını izledik. Aslında 2008 krizinin temel noktası, herkesin yalnızca kendi çıkarlarına göre en iyi seçenek üzerinden ilerlemesi üzerine kurulmuş diyebiliriz. Aynı Adam Smith’in dediği gibi; bunun tüm piyasa için iyi olduğunu düşünüyorduk. Ve böyle olmadığını acı yollarla tecrübe ettik. Çünkü yaratılan değer karşılığı elde edilen karlılık denkleminin tersine işlediğini varsaymak ne kadar yanlış, çok açık bir şekilde görüldü sanırım. Her koyun kendi bacağından asılır ya da herkes kendi çıkarları için hareket etmeli yaklaşımı bizi bu noktalara getirdi denilebilir. Hatta bir adım ileri gidelim, bu tarz kötü yaklaşımların ödüllendirildiğini de gördük. Mevcut sistemin değer üretmeden de kar yaratabildiğini keşfettiğimizden beri ve aynı zamanda bunun teşvik edildiğini öğrendiğimizden beri kazandığımız bu kötü alışkanlıkları bırakmak pek kolay değil. Tabi bunu görmeyen ya da bu hatalardan öğrenmeyen yine oldukça büyük bir kalabalık var piyasada. Aynı işgüzarlıkla devam edenler, aynı hataları defalarca yapıp suni büyümelerle balonlar yaratıp patlatana kadar şişirenler hala iş başında. Ve hatta bu durum o kadar ileriye gitti ki, basına sızan ya da piyasaya yayılan dedikodular üzerinden, bu bireysel çıkarcılık mevzusunun kasıtlı olarak başkalarına zarar verme yönünde bireysel hırslara ve hatta çok daha ötesine geçtiğini açıkça gördük.

Bu anlayışın ya da teorinin kendi kendine ve doğal yollardan değişmeyeceği gerçeği ve birinin ya da birilerinin daha farklı bir yönde hareket etmesi gerektiği ortaya çıktı diyebiliriz hatta. Bitcoin’i tam olarak bu yüzden önemsiyorum. Bitcoin’i savunurken, anlatmak istediğim bir parçası da bu kötücül durum aslında. Bunu fark ettiğimde kendi adıma büyük bir aydınlanma yaşamıştım. Ayrıca tabi ki bunu savunurken, kripto endüstrisine kayan bu aynı yaklaşımların görülmemesine ve bunu yapanların alkışlanmasına da karşıyım. Ki regüle edilmiş piyasalarda bunu daha güvenli bir şekilde yapanlar kripto endüstrisinde aynı yöntemleri uyguladıklarında er ya da geç sonuçlarına katlanmak durumunda kalıyorlar. Hype ile birlikte yükselenlerden, dalgalar geri çekildiğinde kimin şortsuz ve çıplak yüzdüğünü çok daha net görebiliyoruz. Tamamen serbest piyasa koşullarında hiçbir kurtarma paketi ya da ağaçtan toplanır gibi yaratılan ve basılan para olmadığından cezası da çok daha ağır oluyor. Yine de konudan çok uzaklaşmayalım. Belki bu kısımla ilgili daha detaylı satoshi radyoda ilerleyen zamanlarda bir bölüm yaparım. Konuya tekrar dönelim biz.

Oyun teorisi diyorduk. Burada sarışına odaklanma durumuna biraz daha değinmek istiyorum. Çünkü hepimiz, önceliği tüm piyasa oyuncularına değil de önce kendimize verdiğimizi söylerken; hep sarışınların peşinden koşuyoruz demek istemiştim aslında. Bay Piyasa da buna teşvik edici davranıyor bir yandan. Çünkü aynı zamanda karşımızdakini de aldatmak istiyoruz bir yandan. Sadece ucuz hisseler kovalamayı biraz buna benzetiyorum. İlk bakışta belki nasıl bir bağlantı olabilir ki bu şekilde, tam tersi olması lazım, pahalı hisselerin sarışın olması lazım diye düşünebiliriz. Fakat bence durum tam olarak öyle değil. Ucuz hisse kovalarız çünkü bunun öncelikle yalnızca bizim için çıkarcı bir sonuç olduğunu düşünürüz. Pahalı hisse zaten herkes tarafından elde edilmiştir. O yüzden pahalı duruma gelmiştir. Fakat değerli olan, piyasanın yanlış fiyatladığı ve değerinin oldukça altında işlem gören hisselerdir. Çünkü daha yüksek getiri potansiyelleri yaratabilir. Piyasayı kandırdığımızı düşünürüz aynı zamanda. Hatta bu ucuz hisselerin daha da alt kademesinde one puff cigar denilen bir kategori de var Ben Graham’in bahsettiği. Hisse artık o derece ucuzlamıştır ki, yalnızca bir çekimlik canı kalmıştır. Ya da bir çeyreklik. Bunlardan tek çekimlik alırız ve hedef gerçekleştiğinde ayağımızın altında ezip bir kenara atarız. Ayrıca tüm bu eylemleri öyle bir süslü hale getiririz ki; değer yatırımı deriz adına. Ben buna itiraz etmek durumundayım. Değer yatırımı yalnızca ucuzlaşmış ya da gözde olmayan hisselerle, piyasayı kucağımıza oturttuğumuzu düşündüğümüz bir yatırım çeşidi değil bana göre. Sarışını kapma yarışına girip yalnızca kendi çıkarlarının gözetildiği bir oyun çeşidi olur bu. Ayrıca bunun da genellikle aslında daha değerli hisseleri pahalı olarak değerlendirip sürekli olarak fırsatları kaçırmamıza sebep olan bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. İyi bir şirketi makul bir fiyata almak; yüksek ihtimalle makul bir şirketi iyi bir fiyata almaktan çok daha iyi sonuçlar verir. Çünkü değer yatırımı, elde edilen kar metriğiyle ölçülmemeli. Ya da kar oluşturan bir şeyin değer yatırımı olduğu gibi bir sonuç da çıkartılmamalı aynı daha önce yaptığımız tanımdaki gibi bu durum da. Değer yatırımı bana göre kar yaratma potansiyeliyle alakalı bir durum özellikle hisse senetlerinde. Yaratılan karda değil. Arada bence çok ince ama çok önemli bir fark var.

Bay Piyasa bizim bu çıkarcılık veya hırs; ya da benzer duygularımızla oynamayı çok iyi biliyor. Sürekli olarak haklı olduğumuzu düşündürecek veriler sunabiliyor önümüze. Ya da yanıldığımızda bunu kabul etmemize gerek kalmıyor çünkü Bay Piyasa bu sefer de sığınabileceğimiz bahaneleri hemen çıkartıp verebiliyor elimize. Bunu yaparken; her bilgiye ve her veriye hâkim olduğumuzu düşünmekten de geri durmuyoruz. Hatalı olduğumuzu nadiren kabul ediyoruz çünkü aslında bize sunulan verileri istediğimiz yönünden değerlendirebiliyoruz. Haklı çıktığımızda övünüyoruz. Ben demiştim diyoruz. Ve hep ama hep haklı çıkıyoruz genellikle. Çünkü haksız olduğumuzda bile neden haksız çıktığımızla ilgili haklı bir açıklama yapabiliyoruz. İşte Bay Piyasa, bize bu tatmin duygusunu sağlamayı çok iyi biliyor. Kazanmaktan ya da kar elde etmekten çok; haklı olmakla ilgileniyoruz.

Aslında işin özünde ekranlara bakan maymunlardan pek farksız değiliz. Bunu söylerken iki ayrı açıdan kastediyorum bunu. Birincisi, bunun üzerine yapılan bir çalışma var. Maymunlara hisse senetleri üzerine dart attırarak seçilen portföylerin, uzmanların aktif bir şekilde yönettiği portföylerle aynı getiri oranlarını sağladığı hatta bazen daha yukarıda getiriler sağladığı teorik olarak gösterilmiş durumda. Öyleyse biz ne yapıyoruz gibi bir soru takılıyor insanın aklına bu çalışmaya baktıktan sonra. Değişik bir farkındalık yaratıyor. Hisse seçme yeteneklerimizle ilgili maymunlara göre çok ciddi bir farkımız görünmüyor getiri anlamında baktığımızda. Kar yaratma potansiyellerimize baktığımızda. Tam olarak en derinde anlatmak istediğim şeyle örtüşen bir deney bu. Değer yaratanların karlılıkla ödüllendirildiğine ve yine tam tersi olarak, kar sağlayanların da şüphesiz bir şekilde değer yarattığına olan inancımızı sorgulatıyor bu maymunlar. En azından ilk bu argümanı sunduğumda bunu sorgulamamış olsak bile, sanırım bu noktada artık bunu kabul etmek gerekiyor. Bu maymunların bir değer ürettiğini söyleyebilir miyiz? Ortalamaya göre ve uzmanlar tarafından aktif yönetilen portföylere göre daha karlı olduğu için maymunların seçimini daha değerli bulmamız mı gerekir? Ya da tam tersi uzmanların seçimini ortalamaya göre daha değerli mi bulmamız gerekir? Ya da ortalamanın seçimini tamamen bilgisiz birine göre daha değerli bulmamız mı gerekir? Yalnızca karlılık ve getiriler üzerinden bakarak soruyorum bu soruyu. Eğer böyle düşünüyorsanız maymunların seçimini mutlak suretle kabul etmeniz ve değerli olduğunu söylemeniz gerekecek. Öyleyse burada mesela yalnızca getiri ve karlılık üzerine kurulmamalı. Ve bu aynı zamanda bir paradoks da yaratıyor. Sanıyorum ilk bölümlerden itibaren dinlemeye başlayanlar paradokslara bayıldığımı fark etmişlerdir. Buradaki çelişki ve paradoks; tamamen karlılık ve getiri üzerine yoğunlaşıp ve sarışınların peşinden koşturdukça; bu hedeflerden de bir o kadar uzaklaşıyoruz aslında. Bay Piyasa tam olarak böyle çalışıyor.

Maymunlar gibi olduğumuzu söylerken iki ayrı açıdan bahsetmiştim. Sanırım ikincisi de: dört işlem yeteneklerimizden kaynaklanıyor. Ya da daha doğrusu, yalnızca dört işlem ve matematikle, önümüzdeki problemi çözebildiğimizi varsayıyoruz. Üstünlüğümüzün bu olduğunu düşünüyoruz. Bu noktada kötü bir haberim var; günümüzde artık nörolink teknolojisiyle birlikte maymunların beynine de bazı sinyaller gönderilip bu tip şeyleri yapabilmeleri sağlanıyor. Hatta bunun örneklerinden birini notlar kısmına link olarak bırakırım.

Eğer en büyük avantajımız dört işlem ve hesap yapmaksa; yakın bir gelecekte bunu tamamen yapabilecek maymunlar yetiştirildiğinde onlardan ne farkımız kalacak? Belki de çok uzak olmayan bir gelecekte day traderların ya da bizim tabirimizle günlükçülerin yerini maymunlar alabilir, dikkat etmek lazım. Aynı robotların oldukça hızlı işlem yaparak; daha hızlı interneti olan insanların yerini alması gibi. Peki bu robotlar bu yeteneklerini kullanarak neden piyasada tam hakimiyet elde edip tamamen insanların kazanamayacağı bir tahta yaratamıyorlar? Ya da yine benzer bir soru, neden tüm işlemlerinden oldukça yüksek karlar elde edip çalıştıkları şirketlerin değerlerini binlerce kat artıramıyorlar? Belki bunun ilk cevabı olarak tüm büyük yatırım kuruluşlarının kendi robotlarını kullanması ve artık bunların birbiriyle savaşı sonucunda sürekli olarak bir tarafın galip gelip tüm piyasayı domine edememesi tezini sunabiliriz. Fakat, ikinci bir cevap; Bay Piyasanın tam olarak böyle düşündüğümüz şekilde çalışmıyor olması da olabilir mi? Belki de cevap insanoğlunun zekasında değil; aptallığında saklıdır. Hiçbir robot ya da yapay zekâ; aptallığımızla, irrasyonelliğimizle boy ölçüşemez. Zekamıza ve matematiksel yeteneklerimize yakınlaşsa bile. Bay Piyasa tam olarak bu irrasyonalite üzerinde çalışıyor işte.

Biz rasyonel bir veriye bakıp oldukça alakasız hayaller kurabiliriz. Çizginin dışında düşünebiliriz ve birbirinden alakasız gibi görünen iki farklı veriden ürettiğimiz iki bambaşka hayali ortak bir paydada buluşturabiliriz. Sonuç irrasyonel olsa bile buna bir realite olarak inanabiliriz. Ve ayrıca bu kötü bir şey de değil. Gerçek değerler belki de irrasyonel hayallerin-hedeflerin gerçeğe dönüşmesiyle bir potansiyelden var oluşa eviriliyor. Elbette sürekli hayali potansiyeller peşinden koşmamak gerekli fakat bu durumun farkında olarak başlanırsa belki daha iyi sonuçlar alınabileceğini söylemeye çalışıyorum sadece.

Bay Piyasanın oyuncularıyla ilgili de konuşmak istiyorum ama onlara geçmeden önce; yine başka bir maymun deneyinden bahsetmemiz lazım. Bir grup halinde bulunan maymunlardan iki tanesini yan yana iki ayrı kafese alıyorlar ve oldukça basit görevler veriyorlar. Tabi sonunda bir ödül de var. Maymunlara taşlar veriliyor ve bu taşlarla yiyecek takas ediliyor. Yan yana ve birbirini tamamen görebilen bu maymunların ikisine de salatalık verildiğinde her iki taraftaki maymun da oldukça istekli bir şekilde bu takas oyununa devam ediyor. Yeterince doygunluğa ulaşana kadar. Ortalama 25-30 defa takas yapıyorlar kahvaltılık kesilmiş salatalıklarla. Fakat oyunu biraz değiştirirsek; eğer bir tarafa üzüm verilirse ve diğer taraf salatalık alırsa ne olur?

Bu arada maymunlarda da aynı insanlar gibi bir meyve skalası olduğunu söylemek gerek. Bizde marketlere girdiğimizde üzüme salatalıktan daha çok değer veriyoruz ve bu da zaten fiyatlarına yansımış durumda. Kafeslerin önüne iki ayrı kâse konuluyor, bir tarafta üzümler diğer tarafta salatalıklar. Her iki maymunla da takas başladığında bu oldukça basit görevi daha önce istekli bir şekilde yapan maymunlardan, ikinci deneyde adil olmayan bir şekilde salatalık alan maymun çılgına dönüyor. Yanındakiyle aynı değerde taşla takas yaparken, aynı basit görevi yaparken daha az karşı değer elde etmesine oldukça sinirleniyor. Daha önce onlarca kez tekrarladığı bu takası yanındakinin üzümlerini gördükçe ve her defasında taş verip karşılığında üzüme göre daha az değerli salatalık aldıkça eğitmene geri fırlatıyor bunu. Hatta resmen çılgına dönüyor kafesi kırmaya falan çalışıyor. Yine notlar kısmına bu çalışmanın görüntülerinin bir linkini bırakırım.

Sunumu yapan kişi, videonun sonunda bu olayı Wall Street eylemlerine benzetti. Hiç haksız da sayılmaz. Hatırlarsak 2008 krizinden sonra finans gruplarının hiçbir şey olmamış gibi çalışmalarına devam etmesi ve yine yıl sonlarında oldukça yağlı bonus çeklerini almaya devam etmesinin karşısında geri kalan neredeyse toplumun %90’ı hala eski konumlarına geri dönememişti ve çok ciddi eylemler olmuştu. Ahlaki değerlerimizi ciddi anlamda sorgulamamız gereken bir problem var burada. Hatta bu problemi anlamış olmak ve piyasalarda bu şekilde bulunmak belki de her şeyden önemli. İnsanlar Wall Street sokaklarını işgal edip oraya kamp kurmuşken; açlıktan ve sefaletten ve haksız muameleden çılgına dönmüşken; yüksek katlı gökdelenlerinde diğer grup, pencereden onları izlerken ellerindeki üzüm salkımlarını tane tane ağızlarına atıyorlardı. Bu aslında hepimizin bildiği çok eski bir imaj. Kralların ve otoritenin kadife kaftanlarıyla sere serpe uzandıkları geyik derisi halılarının üzerinde üzüm yeme sahnesini sanırım bir çoğumuz kafamızda çok rahat bir şekilde canlandırabiliyoruzdur. Dışarıda isyan varken bile bunu yapabilirler üstelik. Aynı Wall Street’te yakın bir zamanda şahit olduğumuz gibi; kökeni belki de maymunlarla taşıdığımız ortak genlere kadar dayanıyor olabilir. Piyasanın bireycilik merkezli ve kişisel çıkar öncelikli yapısının en güzel örneklerinden biri bu. Adam Smith’in modern ekonomi teorisi tam olarak bu işte. Çoğunlukla kapitalizm de tam bu noktada eleştiriliyor zaten. Belki başka bir gün bununla ilgili daha detaylı bir bölüm de yaparız. Yine de biz şimdilik Bay Piyasanın etrafından çok fazla uzaklaşmayalım. Tabi bir de bunları söylerken herhangi bir ekonomi eğitimi veya iktisat eğitimi almış biri olmadığımı da eklemem gerek. Yalnızca okumaya ve düşünmeye meraklı biri olarak bilginin öğrencisiyim. Ayrıca Adam Smith’in Ulusların Zenginliği kitabını da herkese öneririm, bu konuda en azından temel düzeyde bu eleştirdiğimiz düşünce biçimine bakmak için.

Bay Piyasa genellikle bu iki oyuncu grubunun arasındaki değer çatışması üzerine kurulu genel olarak değerlendirdiğimizde. Başka oyuncular da var tabi. Fakat genel hikâye hep bir şekilde Davut ve Golyat arasındakine benzer bir versiyonda ilerliyor sanki. Sıradan insanlarla; yani bireysel yatırımcıyla, düşemeyecek kadar büyük devlerin arasında bir ring dövüşü gibi. Bay Piyasa da hakem masasında.

Tarih boyunca bireysel olarak tek duranlar ve piyasanın kendisini çiğneyebileceğini bilen herkes gibi tüm bi’ başına olan topluluk gücü her zaman merkeziyete ve otoriteye teslim etmiştir. Ve yine, yeniden, her seferinde tekrardan bu gücü ve değer yaratma yeteneğini elinde bulunduranlar, piyasanın irrasyonalitesini kullanarak gerçek değer üreten ve eşitliksizle ödüllendirilen bireyselden kurumsala doğru bir güç akışıyla prestij kazanma dürtüsünü sürekli desteklemiştir. Ve güvenimizle birlikte ele geçirilen bu değer takasından oluşan adaletsizlikle birlikte kaçınılmaz olarak sistem yıkıma ve çürümeye mahkûm oluyor. Ve Bay Piyasa bu yıkımın eşiğindeyken, merkezi otorite bu eşitlikten uzak değer takasının terazisinin ayarını iyice kaçırıp; gücü, varlıkları ve üretilen değerleri ayrıcalıklı piyasa oyuncularına vermeye devam ediyor. Nüfuz elde etme pahasına toplumun en başında verdiği bu güven mekanizmasını defalarca ve sürekli olarak bozuyorlar. Sistem tıkanıklık yaşadığında; ya da bir darboğaza girdiğinde ve artık çalışamaz bir hale geldiğinde yine aynı ayrıcalıklı oyuncular tekrardan otoriteye gidiyor ve değişiklikler yapılması için; ya da kendilerine yeni ayrıcalıklar sağlanması için baskı yapabiliyorlar. Çünkü karlılık yaratan şey değerli görünüyor. Bu karlılıklar ve getiriler en ufak bir riske girdiğinde hemen hızlı bir şekilde acil çözüm paketleri ve acil kurtarma paketleri masaya koyuluyor. Tüm piyasanın alt üst olmasına ve serbestliğinin bozulmasına göz yumarak üstelik. Tabandan yukarı iyileştirme talepleri yerine; tepeden aşağı doğru bir çözüm paketi uygulanıyor. Tamamen bireyseli dışlamaya yönelik ve cehaleti körüklemeye yönelik yaklaşımlar. Ve zaman zaman, black swan event dediğimiz bir siyah kuğu çıkıyor ve hiç beklenmedik bir şey oluyor. Davut, Golyat’ı yeniyor. Hiç beklenmedik bir anda. Her şey yolunda giderken üstelik, bir anda ve belki gözden kaçırılmış bir açıktan piyasanın en hor görülen ve dışlanan grubu sızıntı yapabiliyor tüm bu saklanan değerlere. Aynı yan yana iki kafesteki maymunlardan sürekli salatalık alanın kafesini kırıp üzüm bağına dalması gibi. Piyasa bunu engellemek için yeni ayrıcalıklar, yeni kurallar ve daha fazla kontrol için can atıyor her seferinde. Insider trade’ler, yeterli yükümlülük altına girmeden verilebilen kaldıraçlar, şirketin finansallarına erken ulaşma, şirketin yeni yatırım planları hakkında herkesten önce bilgi sahibi olma, tüyolar, fiyat manipülasyonları ve daha başka birçok ayrıcalık ve güç. Zamanla bu şekilde merkezileşme, gücün altında birleşme ve karlılık önünde diz çökmenin sonucunda çeşitli regülasyonlarla birlikte eşit rekabetçi ortam yok ediliyor. Ve serbest piyasanın kapılarını tutan Bay Piyasa bu durumdan çok memnun. Büyük devletler, büyük şirketler, büyük fonlar piyasalar üzerinde feodalizme giden yolda iş birliği yapıyor. Yüz yıllardır aynı kast sistemini korumak için, aynı sınıf yapısını korumak için ve herkesin oturduğu koltukla kalabilmesi için, çalışkan ve iyi niyetli piyasa oyuncularının, bireysellerin neredeyse kaybolmuş umutlarından faydalanarak topluluğun bu sınıf atlama arzusunu daha fazla güç sahibi olmak için kullanıyorlar. Tabi bir de masadaki kemiklerin atıldığı spekülatörleri ve onların zincirlerini ellerinde tutan manipülatörleri de unutmamak gerekiyor.

İşte Bay Piyasanın oyuncuları bunlar. Hepsinin ayrı bir işlevi ve hepsinin ayrı motivasyonları ve tek bir hedefleri var. Piyasayı yenmek! Oldukça iddialı bir hedef. Özellikle S&P 500 için yapılan bir çalışmaya bakarsak; son 20 yılda aktif yönetilen fonların %94’ü endeksi kümülatif getiride geçemiyor. Son 10 yıl için bu rakam %80’lere iniyor. Tabi belki bizim ülkemiz için daha sığ ve fırsatların daha aktif yakalanabildiği bir piyasa için bu rakamlar daha değişiklik gösterebilir. Bununla ilgili bir çalışmadan haberim olmadığı için bu konuda pek bir şey söylemek doğru olmaz ama sanırım çıkarılması gereken sonuç; bu oyunu gerçekten oynamak istiyor musunuz?

Bence bunun için piyasanın geri kalanından ve büyük bir iç sıkıntısıyla saydığım diğer oyuncularından daha farklı bir motivasyon sahibi olmak gerek. Ve bence bu motivasyon getiri odaklı olmamalı, bana göre içi çok yanlış doldurulmuş şekilde kullanılan tabiriyle değer odaklı olmamalı. Benim Bay Piyasaya karşı motivasyonum finansal özgürlüğümü kendi elime almak üzerine oldu. Ve bunu piyasanın gürültüsünden uzak; belki yolculuğumun en başından büyük bir gürültü kopartarak paylaşmadan sessizce gerçekleştirmeye çalıştım; fakat sanırım artık seni yendim Bay Piyasa diyebilirim. Üstelik bi’ başına, en azından şimdilik.

Şimdilik diyorum çünkü piyasaların ne getireceği her zaman belli olmayabiliyor. Sanırım mütevazi bir şekilde ve genel coşku-korku döngülerine pek kapılmadan; birikime odaklanmak işin anahtar noktası. Bu yüzden bence ana bir hedef belirlemek çok önemli. Herkes getiri elde etmek istiyor. Ama neden? Daha iyi bir araba almak için mi? Daha iyi bir eve taşınmak için mi ya da sınırı olmayan bir şekilde eğlence üzerine mi harcamak için getiri hedefleniyor. Herkese göre bir değişiklik gösterse de tabi ki bunların hepsi geçerli sebepler. Fakat hedefleri küçük tutmak, yolun ortasındayken başka motivasyonlara meyletmeye neden olabilir. 2 milyonluk bir portföy hedefliyorum yeni bir ev alacağım derken; bir noktada sıkılıp ya da Bay Piyasanın yanılgılarından bazılarına kapılıp yolun yarısında bir araç almak için portföyü bozabilirsiniz. Ya da yolun daha en başlarındayken, henüz bileşik getirinin kendisini göstermesini bekleyemeyecek kadar sabırsız davranıp henüz 100 bin sınırını aşmamışken; acil gibi görünen harcamalarda ya da eğlence ve çeşitli ihtiyaçlar üzerine portföye sürekli zarar verebilirsiniz. O yüzden daha uzak ve büyük ama aynı zamanda küçük parçalara bölüp yol haritası şeklinde takip edilecek hedefler belirlemek sanırım gerçekten sonuç odaklı olabiliyor. Ve Bay Piyasanın ya da diğer oyuncuların dikkat dağıtıcı hareketlerine pek kulak asmamak gerekiyor. Biz genellikle pay sahipliği üzerinden bir haklılık argümanı geliştiriyoruz ve aslında bu çok yanıltıcı olabilir. Her konuda geçerli bu. Daha çok takipçili bir hesabın söylediklerine daha fazla önem verilebiliyor; ya da portföyü daha büyük olan birinin yaptıklarının doğru olduğu kabul edilebiliyor. Demokrasi için de geçerli bu. Çoğunluğun haklılığı büyük bir yanılgı olabilir çoğu zaman. Bana göre herkesin kendi hedefine odaklanması ve bu gürültüden kendini uzak tutması gerekiyor. Neredeyse tüm otoriter düşünceyle problemi olan biri olarak geçenlerde babam, sosyal bilimler fakültesinde lisans üstü eğitim alırken işledikleri bir deneyi anlattı. Bugün baya bir deney anlattık ama bundan da bahsetmek istiyorum. Neredeyse 40 yıllık bir çalışma herhalde ismini de hatırlayamadı ama ben karanlık oda deneyi olarak bahsedeyim. Baktım ben de bulamadım çünkü böyle bir çalışma.

Bir grup insanı tamamen karanlık ve hiç ışık olmayan bir odaya koyuyorlar. Yaklaşık 20 kişilik bir grup. Fakat grubun yarısı kontrol elemanı. Oda tamamen karanlık olduğundan hiçbir derinlik algısı ya da uzaklık algısı pek çalışmıyor doğal olarak. Uzakta bir noktada aynı düzlem üstünde birbirinden 3 metre aralıkta iki küçük ışık kaynağı var. Deneklere iki ışık arasındaki mesafe soruluyor ve bu arada toplu bir şekilde yapılıyor bu deney. İlk denek düşünüyor ve oldukça yakın bir tahmin yapıyor. Hatta sıradaki ilk birkaç denek her defasında bu yakın tahminleri yapıyor. Kontrol grubu denekler bu 3 metrelik mesafe için 10 metre diyor. 8 metre diyor. 13 metre diyor sıra kendilerine geldikçe oldukça uçuk rakamlar söylüyorlar. Herkes bir diğerinin rakamlarını duyup, tüm tahminler toplandıktan sonra kalabalığa tekrar fikirleri soruluyor ve daha önce bir etki altında kalmadan doğruya oldukça yakın tahmin yapan deneklerin hepsi, tahminlerini aşırı yükseltip kontrol deneklerin rakamlarına yaklaşmaya başlıyorlar.

Yani kısaca, Bay Piyasayı bu karanlık oda olarak düşünebiliriz. Hiçbir fikrin ya da hiçbir pay miktarının yalnızca çoğunluğun kararlarına göre bir diğerinden daha haklı olduğu yanılgısına düşmeyelim. Ayrıca bu piyasa yalnızca yüksek zekalı ya da sayılarla dans edecek kadar ekonomi altyapısı olanların başarılı olduğu bir yer değil. Tam olarak anlatmaya çalıştığım özellikleri sebebiyle yalnızca daha sağlam bir ruh haline sahip olanların ve sakin, dingin, midesine yumruk yiyebilenlerin daha iyi sonuçlar alabildiği bir yer. Yumruk yiyene kadar herkesin bir planı vardır. Önemli olan Bay Piyasa’nın hakem masasında oturduğu ve görünüşte eşit şartlarda bulunulmayan bu ringde her yumrukta ayakta kalmayı başarabilmek. Warren Buffett sadece 2 kuralı olduğunu söylüyor. İlk kural: para kaybetme, ikinci kural: asla ilk kuralı unutma.  

Önceki Bölüm

Finansal Piyasalarda İlk 1 Milyon

Sonraki Bölüm

Ray Dalio: Prensipler

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint