/
33 mins read

Finansal Özgürlük Yolunda İlk 100K Eşiği

Alice Harikalar Diyarında kitabını tahminim büyük bir çoğunluğumuz daha çocukken okumuşuzdur. Veya en azından çizgi filmini, belki daha sonrasında filmini falan da izlemiş olabilirsiniz. Çocuğunuza veya yeğeninize okumuş da olabilirsiniz bu hikâyeyi. Alice Harikalar Diyarında çok sevdiğim bir bölüm var. Alice beyaz tavşanı takip ederken tavşan deliğine düşünce, kendini büyülü bir ormanda bulur ve tuhaf bir kediyle karşılaşır.

Ve kediye “Hangi yöne gitmem gerekiyor?” diye sorar.

“Bu nereye varmak istediğine bağlı.” der Kedi.

“Neresi olduğu pek de umurumda değil.” yanıtını verir Alice.

“Öyleyse hangi yoldan gittiğinin de bir önemi yok.” der Kedi.

“Tabi bir yere vardığım sürece.” diye ekler Alice. Ek bir açıklama olarak.

“O zaman kesinlikle başarabilirsin, eğer yeterince uzun yürürsen” der Kedi.

Eğer varmak istediğimiz yeri biliyorsak ve buna uygun bir şekilde yola çıkıyorsak ve yolda bıkmadan, sıkılmadan yeterince azimle yürüyorsak, sanıyorum istediğimiz noktaya ulaşabiliriz. Bunu birçok kişisel gelişim konuşmalarında belki duyabilirsiniz. Finansal Özgürlük yolunda ilerlerken de bence bu aynı şekilde geçerli. Nereye ulaşmak istediğimizi öncelikle çok iyi belirlememiz gerekiyor. Önümüze birçok farklı yol çıkıyor ve biz çoğu zaman doğru yolun hangisi olduğundan pek emin olamıyoruz. Hangi yol daha net ve garanti görünüyorsa genellikle de o yoldan ilerlemeyi tercih ediyoruz. İşte bu yüzden de tamamen belirsiz ve nereye varacağı ilk bakışta belli olmayan bu finansal özgürlüğü kazanmaya giden yolda da yeterince ilerlemiyoruz. Genellikle ilk çıkıştan veya yolda karşımıza çıkan, daha düzgün ve daha garanti seçenekleri sürekli gördükçe, bir noktada artık aklımız karışıyor ve yoldan sapıyoruz. Bu konuya biraz değinmiştik zaten. Robert Frost’un Gidilmeyen Yol şiiri tam olarak bunu anlatıyor bence. Bugün biraz finansal özgürlük yolunda ilerlerken adımlarımızdan bahsedelim. İlk 100.000’e ulaşmak mesela. Gerçi bunu belki de yakında ilk 1 milyona ulaşmak diye güncelleyebiliriz çünkü 5-6 yıl öncesine göre neredeyse 100 bin etkisi yapacak bir seviyeye geldi, enflasyon etkisiyle. Yine de ilk 100 bin çok önemli bir mihenk taşı.

Charlie Munger’ın daha önce paylaştığım bir sözü vardı: “İlk 100 bini biriktirmek çok zor ama bunu yapmak zorundasınız. Her yere yürüyerek mi gidip gelirsiniz ya da kuponlarla aldığınız yiyecekleri mi yersiniz, umurumda değil. Sadece ilk 100 bine ulaşmanın bir yolunu bulun. Daha sonrasında ayağınızı gazdan biraz çekebilirsiniz.” diyordu. Bunun aslında matematiksel bir açıklaması da var. Mesela aylık 1.000 TL birikim yapabilseniz ve bu birikimle yıllık %20 getiri sağlasanız.. (bu arada burada basit bir hesaplama için normal bir enflasyon ortamını baz alıyorum. Sadece hesaplama açısından böyle yapmak lazım yoksa şu anda anormal bir enflasyon döneminden geçiyoruz.) Bu şekilde birikim yaparsanız yılda 12.000 TL yapar ve 6. yıla girmeden 100 bin liranız olur. Şimdi bundan sonra bileşik getirinin gücünü yavaş yavaş hissetmeye başlayabiliriz. Yine aynı şekilde 1.000 lira birikime devam ederken ikinci 100 bin liraya ulaşma süresi yani toplam 200 bin liraya 8. yılda ulaşırsınız. Şöyle özetleyelim, sıfırdan ilk 100 bine 6 yılda gelirken, 200 bine 8. yılda ulaşıyorsunuz. 10. yılda 300 bin liraya ulaşıyorsunuz. Tabi burada bir problem var. Enflasyon. Özellikle bizim gibi ülkelerde böyle 10 yıllık planlar yapmak hiç de kolay değil. Bu matematiği paranın alım gücünü çok iyi koruyan gelişmiş ülkelerde çok rahat yapabilirken, bizim gibi ülkelerde bu matematik pek de böyle işlemiyor. Mesela günümüzde hemen hemen herkes milyoner. Özellikle ev fiyatları artık İstanbul dışında yine iyi bir şehirde de, fena sayılmayacak bir semtinde en aşağı 1 milyondan başlıyor. Peki insanlar kendini milyoner gibi hissedebiliyor mu? Pek sanmıyorum. Yine de bu yanılgıya düşüp, özellikle araç ve ev fiyatlarının aşırı yükselmesiyle kişisel net değerinin de aynı şekilde yükseldiğini düşünenler için kötü bir haberim var. Durum pek öyle değil. Paranın alım gücüyle ilgili çok ciddi bir problemimiz var ve bu yanılsamaya kapılıp zenginleştiğimizi düşünmek büyük bir yanılgı olur. Aslında sorulması gereken ilk soru: ne kadar para biriktirmem gerekiyor değil de; nasıl bir hayat yaşamak istiyorum olmalı. Bu şekilde bir hedef belirleyince suni bir şekilde şişen varlık fiyatlarından arınıp hayat standardımıza odaklanabiliriz. Ve bu istediğimiz hayat standardını da kendi para birimimizle değil, dolar veya altın üzerinden bir hedefe bağlarsak daha doğru bir sonuç alırız. Bunu şu an yapmaya başlayanlar için örneklendirelim mesela. Normal standartlarda ve fena sayılmayacak bir şehirde yaşamak için benim tahminim aşağı yukarı aylık 20.000 lira gibi bir para gerekli. Tabi bu kişiden kişiye baya bir değişiklik gösterebilir. Özellikle bir de 4 kişilik bir ailenin yani çocuk falan da işin içine girdiğinde giderleri belki 30.000 liraları bile bulabilir. Tabi amaç bu gider kalemlerini mümkün olduğunca minimuma indirmek ama örnek olması açısından 20 bin lirayı baz alalım. Şu anda 1.100$ gibi bir rakam yapıyor. Yaklaşık 12 yıl önce iş hayatına ilk atıldığımda bu arada yıllık maaşım aşağı yukarı 20 bin lira gibi bir rakamdı. Yıllık maaşım. Buradan da anlayabiliriz aslında bu tarz bir hesaplamada dramatik bir şekilde değer kaybeden bir para birimi kullanmak çok büyük bir hata olur. 2010-2011 yıllarına merak edip bir baktım şimdi, dolar 1,5 lira civarlarındaymış. Yani 1.100$ o dönem 1.600 lira gibi bir rakam yapıyormuş, bu da geriye dönük düşününce gerçekten de o dönem kazandığım paraya denk geliyor hemen hemen. Yani benim 2011 yılındaki gibi yaşayabilmem için, özellikle bir de yeni iş hayatına atılmış biri olarak 1.100$ kazancım olması gerekiyor. Aradan geçen onca süre, belki evlilik ve çocuk giriyor işin içine çoğu kişi için. Yani iş hayatına yeni başlamış biri olarak kendi aileni idare etmeyi beklemek de doğru olmaz. O halde ben bu 1.100$’ı günümüz için belki de 1.500$ civarına çekmem lazım. Daha önce 300 kuralından ve %4 kuralından bahsetmiştik. Eğer bunu bizim ülkemizde uygulamak istiyorsak bu hesabı maalesef bizim de dolar üzerinden yapmamız gerekiyor. Çünkü kendi para birimimizin hiçbir güvencesi yok. Aylık 1.500$ harcamanın 300 katını aldığımızda toplamda ihtiyacımız olan birikimin 450.000$ olduğunu buluyoruz. O da yaklaşık şu anda 8 milyon lira gibi bir para yapıyor. Yani bundan 10-11 sene önce kendimi emekli etmek isteseydim yine aşağı yukarı 450.000$ rakamını bulduğumda, bunun TL karşılığı yaklaşık 650 bin lirayken bu rakam şu anda 8 milyon TL. Bu konuyu net anlayabilmek için bu şekilde detaya giriyorum çünkü çok önemli bir mevzu. Aynı kurbağa deneyindeki gibi atıldığımız bu kaynamakta olan kazanın ısısını fark edemiyoruz içindeyken, ta ki yanıp pişene kadar. Enflasyon böyle bir şey işte. Ve bu durumu hep dipsiz bir kuyuya taş atmaya benzetiyorum daha önce de birkaç kere dediğim gibi. Çünkü enflasyonla başa çıkabilmek tamamen buna benziyor. Şu anda TL olarak hedef belki yaklaşık 8 milyon lira gibi bir rakamken, belki bundan 10 yıl sonra 80 milyon lira olacak bu hedef. Bu çok ütopik görünebilir bazılarına. Rakamın büyüklüğünden dolayı şaşırabilirsiniz ama bu en iyi tahminim. Tabi geçtiğimiz 10 yıldaki gibi bir parasal genişleme ve enflasyon etkisi yaşarsak. Bu noktada bir de şuna dikkat çekmek lazım. Son 4-5 yıla kadar enflasyon rakamlarımız hiç de öyle kritik seviyelerde değildi. Ve ayrıca bunun kontrolü de bizim elimizde olmadığından, TL üzerinden bu tarz hedefler koymak çok yanıltıcı ve büyük bir hataya sebep olabilir. Bu arada Türk-İş’in sürekli güncellediği kendi açlık yoksulluk sınırı araştırmaları var onlar da baz alınabilir. O çalışmanın bir linkini de bırakırım açıklamalar kısmına.

https://www.turkis.org.tr/category/aclik-yoksulluk/

2022 Temmuz itibariyle mesela 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı aylık 22 bin lirayı geçmiş durumda, Türk-İş rakamlarına göre. Bu rakam insanca geçim şartlarının en asgari düzeyini gösteriyor bir bakıma aslında. Kendinizi biraz varlıklı hissetmek istiyorsanız kendi aylık ihtiyacınızı mesela 30 bin lira olarak belirleyebilirsiniz. Bu arada 20 bin lira hesap tahminini Türk-İş’in rakamına bakmadan yapmıştım. Benden 2 bin lira yüksek hesaplamışlar yoksulluk sınırını. Bunu zaten hissediyoruz dışarda, alışverişte veya bir akşam eğlencesinde. Bu rakamı zaten aşağı yukarı hemen hemen herkes kendi için kolayca belirleyebilir. Yalnız bunu belirlediğiniz andan itibaren benim önerim dolara çevirip sonraki yapacağınız tüm hesaplamaları ona göre yapmanız gerek. Yani bir gelecek projeksiyonu çizmek için dediğim gibi Türk lirasını baz almak çok yanıltıcı olur. Altına da çevrilip bu hesaplamalar yapılabilir bu arada. Ayrıca konumuz da tam olarak bu değil aslında. Sadece sabit bir hedef belirleyebilmek için kendi hesap yöntemimi açıklamak istedim. 8 milyon gibi bir rakam bulmak da çok zor bir hesaplama değil açıkçası. En basitinden ülkemizde ilk düşünülecek geleneksel yaklaşım, o parayla 4-5 tane ev alırım, sonra onları kiraya veririm ve bu şekilde hiçbir zaman çalışmama da gerek kalmaz olur. Bunu sokaktan geçen herhangi birini çevirdiğinizde size çok rahat bir şekilde söylemesini bekleyebilirsiniz. Herkes bilir o parayla ne yapacağını, nasıl kullanacağını. Bunu herkes hayal eder zaten.

Mark Whalberg’in oynadığı Kumarbaz filmi vardı. Orada geçen bir sahne bu durumu mesela çok iyi özetliyor.

Dublajlı halini dinlettim aslında İngilizce orijinal versiyonu daha etkili. The position of fuck you diye anılmaya başlandı bu sahne. Tabi Türkçeye defol diye çevriliyor. Bu defol konumunu zaten hepimiz biliyoruz. Böyle bir parayı evlere dağıt veya bankaya koy. %4 kuralını uygula ve canının istemediği hiçbir şeyi yapma. Ama önemli olan filmde bu defol konumu olarak tanımlanan yere nasıl ulaşacağımız. Bu yoldaki en önemli adım da belki ilk 100 bine ulaşmak. Psikolojik olarak da bir sınır bu aslında. Ben bugün işte biraz bu nasıl ilk hedef noktasına ulaşabiliriz onu anlatmaya çalışacağım. Ve yine en önemli problemlerden biri nasıl bu hedefi koyup yola çıkarım? Nasıl başlamam lazım… En çok da bu soru soruluyor nasıl başlamalı, birçok kişi çünkü bu yola yeni girmiş oluyor. Bu konuda birçok uzmanın da farklı görüşleri var.  Amerika’da yayınlanan Dave Ramsey Show var mesela takip etmenizi şiddetle öneririm. Tam olarak bu başlangıç noktasıyla ilgili genelde konuşuyor. Bir radyo programı yapıyor. Finansal açıdan kendini kötü duruma sokmuş insanları yayınlara bağlayıp onlarla konuşuyor, nasıl bir yol izlemesi gerektiğini anlatıyor. Uzun yıllar önce çok ciddi bir şekilde takip ediyordum programını ve kendi hedeflerimde bana yardımcı olduğunu da net bir şekilde hissettim. Size de tavsiye ederim onun programlarına bakmanızı. Ben de çünkü mail üzerinden bu konuyla ilgili çok soru alıyorum. Başlangıç kaynakları önerebilir misiniz veya nasıl başlanmalı şeklinde. Hepsine kendi faydalandığım kaynakları ilettim, Dave Ramsey de bunlardan biriydi benim için.

Şimdi gelelim ilk 100 bine ulaşmanın benim açımdan en doğru yoluna. Öncelikle ve ilk hedef olarak borçlardan kurtulmak geliyor. Bu şu anda benim tavsiye verebileceğim ve benim öğrendiğim kaynaklardaki ilk adımdı hep. Bununla ilgili çeşitli yollar var. Kimi önce en yüksek faizli borçlara odaklanmayı savunuyor. Kimi önce rakam olarak en düşük borçlara odaklanmayı savunuyor. Ben de kendimi bu konuda genelde önceliği küçük borçlara veren tarafa yakın görüyorum. Bu bir kere aynı zamanda psikolojik bir savaş çünkü. Yani 4-5 kalem veya daha fazla borçlu olduğunuz yerler varsa bunların üstünü teker teker çizmeye başlamak bir motivasyon da veriyor. Ayrıca borçların üstünü çizdikçe yani kapattıkça, nakit akışınızda boşluklar oluşmaya başlayacak ve bununla diğer borçlarınıza daha fazla saldırabilirsiniz. Sırayla küçükten büyüğe borçların üstünü çizmek hem daha kolay hem de psikolojik olarak daha etkili bir yol gibi. Tabi önce yüksek faizli olanlara da odaklanılabilir dediğim gibi, bu kişiden kişiye bir tercih meselesi aslında. Ama ilk adım mutlaka bu borçları bitirmek olmalı. Ev kredisini bunun dışında düşünmek lazım ama. Ev için kredi kullanımına biraz karşıyım fakat sonuçta bunu yapan büyük bir kesim var. Onlar için bu krediyi bu borçların dışında tutmam daha doğru olabilir. Burada öncelik olarak kredi kartı borçları veya ihtiyaç kredileri veya araç kredileri bunlardan bahsediyorum yani. Bir kere kredi kartını tamamen hayatınızdan çıkartmak gerekiyor. Dave Ramsey özellikle bu konunun üstünde çok duruyor. Dediğim gibi çok iyi bir program mutlaka bir göz atmanızı öneririm. Aslında Türkiye’de de buna benzer programlar olsa bence çok etkili olabilir.

Ayrıca yine belirtemeden geçemeyeceğim. Bu kişisel gelişim zırvalarına ve tüketim toplumuna belki yapılmış en iyi eleştiri karakteri Tyler Durden’ı tekrar hatırlamak ve anlamak da çok önemli. Diyor ki: “Mobilya satın alırsınız ve kendinize dersiniz ki, bu hayatım boyunca ihtiyaç duyacağım son kanepeydi… Sonra hayalinizdeki yatak. Sonra aradığınız tabak takımı. Sonra o güzel yuvanıza kısılıp kalırsınız. Bir zaman sahip olduğunuz şeyler sonunda sizin sahibiniz olur.” ve yine şöyle diyor: “Belki kişisel gelişim cevap değildir, belki de cevap kendini yok etmektir.” Gerçekten de bana kalırsa, eğer bir yol almak istiyorsak önce öğrendiğimiz ve bize dayatılan her şeyi yok etmekle başlamak gerek. Toplumun bize çizdiği ve dayattığı yolu yürümeye çalışmak, sonrasında bizim için belirlenen mesleklere yönelip kariyer basamaklarını tırmanmak. Daha sonrasında doğru bir evlilik yapmak için çaba sarf etmek. Arkasından çocuk ve neredeyse fiili olarak hayatın bitişi. Sonrasında bütün hayatınızı çocuklarınıza adamak geliyor çünkü. Ayrıca tüm bunları da sizin için toplumun belirlediği yaş sınırlarında yapmanız gerekli. Mesela 30 yaşında üniversiteyi bitiremezsiniz veya 18 yaşında evlenemezsiniz. 45 yaşında çocuk sahibi olmanız garip karşılanabilir. Veya evlilik dışında sevdiğiniz kişiyle aynı evlilik benzeri bir hayat yaşayamazsınız. Toplumun çizdiği kuralların dışına çıkmanıza asla izin vermezler. Bunun için şansınızı çok zorlamanız gerek. Ve sonra kendinizi fare yarışının içinde bulursunuz, hayatınız hiçbir yere gitmiyordur ve sabahın 6’sında alarma uyanarak işe gitmek için hazırlanırsınız. Her gün bir öncekinin kopyası ve her yıl bir sonrakinin fragmanı gibi geçer gider. Bu fare yarışından çıkmak gerçekten çok zor. Aslında benim finansal özgürlük olarak bahsettiğim şey tam olarak buna karşı çıkan bir konum yaratma fikri. Bir köle olarak yaşadığımızın farkına varıp buna karşı harekete geçme isteği. Hayatın anlamını arama çabası aslında bir yandan da. Ve bana verilen bu kısacık zaman diliminde sadece bir başkası için çalışıp, en verimli zamanlarımı ve tüm hayat enerjimi sömürmeye müsait bir durumdan kurtulma arayışı. Eşitlik ve değer kavramlarından bahsetmiştik daha öncesinde. Bu kavramlarla birlikte, kişisel bağımsızlık konusu da en çok kafa yorduğum alanlardan biri. Çok çeşitli şeylerde bahsettik 11 bölümdür. Bana göre hepsi kendi içinde çok değerli ve kafamda çok uzun süredir dönüp duran fikirler. Artık dışa vurma zamanı geldiğini hissetmemle birlikte bu yayınlara başlama ihtiyacı hissettim.

Neyse, nerede kalmıştık. Kredi kartı borçlarından ve tüketim kültüründen bahsettik. Borca karşı çok büyük tepkim oluştuğunu anlattım, özellikle Dave Ramsey dinledikten sonra. Borç gerçekten de bizi dizgin altında tutan en önemli araç. Bütün şirketler mesela kurumsal yapıda olsun olmasın, çalışanlarının hep büyük bir borç altında olmalarını isterler. Bunu hissedebilirsiniz veya patrona biraz yakınsanız ağzından da duyabilirsiniz. Çünkü borç; borcu alanı köle, borcu vereni de onun sahibi yapar. Tam bu noktada işte en büyük çelişkim doğuyor benim. Çünkü devletlerin fonladığı veya kredi vererek kendine borçlandırdığı bu şirketlerin para kaynağı, yani bu alanda yaratılan paranın kaynağı, bizim çalışma gücümüz karşılığında hazinenin bastığı tahviller ve senetler ve bunu merkez bankası ve bankalar aracılığıyla paraya dönüştürmeleri. Yani borcu veren biziz aslında. Kollektif olarak bu gücü yaratan ve sahip olan taraf biziz aslında. Bunu da daha önce bahsettiğim demokrasi illüzyonuyla sağlıyorlar. Fakat gerçekte durum tam tersi bir hal alıyor. Biz borç alan tarafta, patronlara ve çalıştığımız şirketlere muhtaç bir şekilde yaşamaya alıştırılıyoruz. Bunu çok iyi kavramak gerekli ilk adım olarak. Bu konudan sürekli bahsediyorum çünkü finansal özgürlüğe, bireysel bağımsızlığa giden yolda ilk farkındalık bu olmalı. Bu zaten size gerekli motivasyonu ve gücü veriyor sonrası için.

Kimi uzmanlar borçlardan tamamen kurtulduktan sonra birikim yapmaya başlamak gerektiğini söylüyor. Bana kalırsa ikisi bir arada gayet yapılabilir. Tabi borçlara ağırlık vermek gerek ama birikime de ufak da olsa bir şekilde başlangıç yapmak gerekli. Ve tabi ki bunun da ilk adımı çok sağlam bir bütçe planlaması yapmak. Uzun süre çalıştığım şirketin belki de bana en büyük katkısı bu yönde oldu. Yöneticisi olduğumuz tesislerin bütçelerini ve harcamalarını tamamen kontrolümüz altına verirlerdi. Ayrıca tabi en ufak bir sapmada ciddi bir sorumluluk altında olurduk. Böyle büyük paralar dönen bir yerde bütçeden bunun planlanmasından sorumlu olmak bana kişisel kendi bütçemi yaratmamda da çok büyük katkısı oldu. Bunun daha önceden de bahsettiğim kullandığım çok detaylı bir excel programı kullandım. Bunun için internette tonla excel dosyası bulabilirsiniz veya en basitinden bir kâğıtta bile bunu yapabilirsiniz. Ama bana kalırsa eğer bu işi ciddi bir şekilde yaparsanız sonuçları daha net göreceksinizdir. Aynı kendi şirketimin yaptığı karmaşık excel bütçe dosyaları gibi buna en yakın kişisel bir bütçe dosyası kullandım. Tüm banka hesaplarımdan ve kartlarımdan ve bunlardan hangisinden harcama yaptığımda, verisini girdiğimde, hangisinde ne kadar param kaldığına kadar, oluşturduğum mini hedeflerde başarı yüzdelerinden, birikim ayrıntılarına kadar tek tek, kalem kalem aynı bir muhasebeci gibi kişisel harcamaları kaydettim. Tamamen bir şirket yönetir gibi kişisel bütçemi kontrol altına aldım. Burası çok önemli bana göre, gerçekten de aynı bir şirket yönetir gibi kişisel finansınıza dikkat ederseniz sonuç almamanız mümkün değil. Bütçe yapmanın ilk adımı önce sabit harcamaları yerleştirmek gerek. Tabi gelirinizi de girerek. Bu size ilk ipucunu verir zaten. Gelirinizden sabit harcamalarınızı çıkardığınız zaman geriye kalan sonuç size nasıl bir finansal yapıda olduğunuzu söyleyen en önemli metriktir bana göre. Bunu şöyle örnekleyelim. Bu arada sabit harcama derken bahsettiğim şey; ev kirası veya kredisi, elektrik, su, doğalgaz yani sabit sayılabilecek ev hizmetlerinin harcamaları. Telefon faturası, internet faturası, dijital üyelikler yine sabit giderler. Ulaşım harcamaları sabit giderler. Temel gıda harcamaları yine öyle. Buraya dikkat temel gıda harcamaları derken yani her ay aşağı yukarı benzer olan mutfak harcamalarından bahsediyorum. Yani kısaca şöyle özetleyebiliriz; en azından düzgünce yaşamak için ihtiyacımız olan; barınma, gıda ve ulaşım harcamaları sabit giderlerdir bana göre. Bunun üstüne tabi bir de çocuk konusu var. Onun da sabit giderleri var. Şimdi gelirimiz karşısında sadece düzgün bir seviyede yaşayabilmek için tükettiğimiz bu sabit giderleri bir karşılaştıralım. Bakın burada henüz eğlence harcamaları yok, kıyafet harcamaları yok, kredi kartı taksitleriniz yok, dışarıda yemek harcamaları yok. Bu sabit giderler eğer gelirinizin benim tecrübelerime göre %70 veya üzerinde bir yerlerdeyse, bir problem var demektir. Benim kendi hedefim bu harcamaları %50 seviyelerinde tutup, %20 ile değişken harcamaları yapıp; geriye kalan %30’u biriktirmek olmuştu hep. Bakın şu ana kadar henüz direkt olarak rakamlardan bahsetmedim hiç. Yani 10 bin liranın %70’i gibi bir şey söylemiyorum, gelir grubunuza göre; kendinize göre ayarlamanız gerektiğini düşündüğüm hayat standardınızı ayarlamaya yarayacak yüzdelik dilimlerden bahsediyorum. Yani bu sabit giderler eğer %70 veya üzerindeyse buradaki problem sizin bir hayat enflasyonu içinde olduğunuz gerçeğidir. Sabit giderlerinizi gözden geçirmenizi öneririm. Sadece eve tüm gelirinin %50’sini kira veya kredi olarak ödeyen kesim için bu söylediklerim imkânsız oranlar gibi görünebilir bunu biliyorum. Bu itirazlarla sürekli karşılaşıyorum. Nasıl bir hayat enflasyonu içinde olduklarını madde madde bu tarz yakınlarıma gösterdiğim zaman bana hak vermeye başlıyorlar ama bu hayat standartlarını da düşürmek istemiyorlar. Onlar için maalesef bir çözümüm yok. Eğer siz bu oyunu oynamayı seviyorsanız, fare yarışı içinde kalıp, Ayşe teyzenin oğlu, kızıyla rekabet etmek istiyorsanız aynı şekilde devam edebilirsiniz. Benim hedef kitlem bu oyunun içinde olmaktan artık sıkılmış ve hayatını iyi yönde değiştirmek isteyen kesim. Ve çok sevdiğim bir söz var bu noktada onu paylaşmak istiyorum: “Bazen daha ileriye sıçrayabilmek için, en azından 1 adım geriye atmanız gerekir.” Bütçenize de bu şekilde bakıp; öncelik olarak eğlence, kıyafet ve diğer değişken harcamalarınızı gözden geçirip gerekli düzenlemelerinizi yapmanız gerek. Eğer bu kısımdan koparabileceğiniz yüzdeler yeterli değilse; o zaman sabit giderlerinizden bazı kesintiler yapmaya başlamanız gerekiyor. 4 tane, 7 tane farklı dijital platform abonelikleri mesela gerçekten gerekli mi? Ev hizmetlerinden yani elektrik, doğalgaz, su, internet bunlardan ne kadar tasarruf edebilirsiniz? Şu günlerde ev konusunda ciddi bir kriz var insanlar oturacak ev bile bulamayabiliyor ama gerçekten doğru evde mi oturuyorsunuz? Özellikle gelirinizin %50’si veya üstünü kredi olarak veya kira olarak eve vermek bana göre çok büyük bir hata. Tüm bu kendinizle ilgili rakamlara baktıktan sonra halen işin içinden çıkmakta zorlanıyorsanız; o zaman gelirinizi artırma yollarını aramanın vakti gelmiştir. Ve kişisel olarak tecrübelerime dayanarak söylüyorum bunu. Emin olduğum bir şey var o da bu bütçe matematiğini yani yüzdelik payları ayarlamak hiç de göründüğü kadar zor değil ve ulaşılabilir hedefler. Çoğu kişi için sadece basit bir düzenlemeyle ve bütçe sıkılaştırmasıyla; çok ciddi bir şekilde her ay sadece bu değişken harcamalardan 1.000 lira civarında tasarruf yapmak mümkün. Ayrıca kendiniz için bir acil durum fonu da oluşturmak çok önemli. Yani beklenmedik harcamaları karşılayabileceğiniz bir nakit ihtiyacını hazır tutmak size ayrıca biraz güven de verebilir. Bu tabi kişiden kişiye değişiklik gösterebilecek bir miktar ama aşağı yukarı 3 aylık maaş kadar bir ortalama rakam, kenarda hep hazır bekletmek iyi bir strateji olacaktır. Bunu ayrıca tabi döviz cinsinden veya altın olarak tutmak lazım. Ayrıca böyle bir acil durum fonu oluşturmanın en güzel yanı bunu bir kere yapıyorsunuz. Yani hedef bir miktar belirleyip bunu tamamladıktan sonra bu fonla işiniz bitiyor, hedeflerinizden birinin üstünü çizebilirsiniz demek bu. Bu bütçe konusu üzerinde çok duruyorum çünkü işin başlangıcı ve asıl önemli kısım burada aslında. Bu kısmı gerçekten büyük bir ciddiyetle yapınca, yani dediğim gibi aynı bir şirket veya tesisin bütçe çalışması gibi kişisel bütçe planı yapabildikten sonra aslında önümüzdeki en büyük engel kalkıyor. İşin en can alıcı kısmı burası yani. Tabi önce borçlarımızdan kurtulmaya yönelik bu çalışmayı yapmamız lazım. Daha sonrasında bu sabit borç kalemleri bittikçe bütçede açılan boşluklarla birikimlere artık başlayabiliriz. Bütçe yapmayı aynı zamanda bir diyet programı uygulamaya benzetebiliriz. Çok benzerlikleri var bana göre. İkisinin de arkasında basit bir matematik var. Diyet programlarının temelinde harcadığınız ve aldığınız enerji miktarı birbirine eşit olmalı. Veya kilo vermek istiyorsanız da aldığınızdan daha fazla enerji harcamalısınız. Besin değeri olarak zayıf ama yağ ve şeker bakımından zengin gıdalardan kesinlikle uzak durmalısınız. Karbonhidrat ve protein ağırlıklı yani kaliteli beslenmelisiniz. Çok basit bir matematiği var ama uygulaması da bir o kadar zor. Psikolojik de bir savaş aynı zamanda. Bütçe yapmak da tam olarak böyle. Doğru ve disiplinli bir diyet programı uygulamaya benziyor.

Şimdi bir özet geçmek gerekirse: Önce bütçe çalışması yaptık. Sonra borçlarımızdan kurtulmaya yönelik bir plan yaptık. Burada kısa vadeli ve küçük borçlardan başlamayı öneriyorum ben. Borçları sırayla ve tamamen bitirmeye odaklı kar topu etkisi yaratan bir planlama bu. Arkasından zaten belli bir düzene oturttuğumuz bütçe planımızda açılan boşluklarla ilk birikimleri küçük bile olsa yapmaya başlamak geliyor. Benim buradaki ilk önerim birikime başlarken bunu altınla yapmak çok etkili olabiliyor. Şöyle açalım bunu, özellikle direkt fiziki olarak kuyumcudan mesela gram altın almaya başlayarak bunu yapabilirsiniz. Her ay 1 gram altın veya bütçenizdeki yarattığınız boşluğa göre belki daha fazla alarak bunları fiziki olarak saklamaya ve biriktirmeye başlamak psikolojik olarak da insanı güçlendiriyor.

Şimdi burada bu küçük rakamlarla ilgili kendimden bir örnek vermek istiyorum. Ben ilk birikime başladığımda, ki bu ilk maaş almaya başladığım zamana denk geliyor. Aylık maaşım 1500-1600 lira gibi bir rakamdı ve her ay 2 tane cumhuriyet altını alıyordum. Hatırlıyorum ilk cumhuriyet altını almaya başladığımda fiyatı 560 liradan 2 tane almıştım. Daha 1 yıl olmadan 15 tane cumhuriyet altını biriktirebilmiştim. Bu birikimi o dönem büyük bir hata yaparak araç almak için kullandım. Maaşımdan geriye bana yaklaşık 500 lira civarında bir para kalıyordu. Bu rakamla da iyi kötü, öğrencilikten yeni çıkmış ailesinin yanında yaşayan biri olarak geçinebiliyordum. Tabi daha sonrasında altın fiyatlarının yükselmeye devam etmesiyle ayda 1 cumhuriyet altını alabilecek bir seviyeye kadar düştüm zaman içinde. En son aldığımda 1 tanesini 1.000 küsür liralardan alıyordum. Toplamda sanırım 30-40 tane cumhuriyet altını biriktirmişimdir. Araçtan sonra sanırım biraz akıllandığım için birikimlerimi arsa almak için kullandım. Şimdi burada gelmek istediğim nokta, yeni bir mezun olarak bundan 10-12 yıl önce her ay 2 cumhuriyet birikimi demek; bugün için her ay yaklaşık 13-14 bin lira gibi birikim yapabilmek demek. Bunu şu anda orta sınıf veya sıradan biri olarak kim yapabilir? Asgari ücretin iki katından fazla bir birikime denk geliyor bu. Yani şu an için veya başlayacağınız dönem için küçük görebileceğiniz bir birikim zaman içinde çok farklı bir seviyeye gelebiliyor. Önemli olan başlayabilmek. Yine çok sevdiğim bir söz var “Bir ağaç dikmek için en iyi zaman 20 yıl önceydi, ikinci en iyi zaman ise şimdi.” derler. Ayrıca bu ilk başlangıcı altın olarak önerme sebebim, bu zaten bizim genlerimize işlemiş bir birikim çeşidi. Zaman içinde paranızın değer kaybını ciddi anlamda önlemiş oluyorsunuz. Bunun haricinde benim daha önemli gördüğüm bir diğer faydası da psikolojik olarak gerçekten tatmin edici. Yani altınları fiziksel olarak saklamanın, hatta zaman zaman kesenizi açıp içindekileri kontrol edip saymanın verdiği psikolojik bir tatmin duygusu var. Yaptığınız şey maddi olarak önünüzde duruyor, bir bankanın mobil uygulamasında kontrol ettiğiniz dijital rakamlar yerine, elinizle tutup fiziksel olarak tatmin olabiliyorsunuz. Bunun sağladığı psikolojik desteği çok önemsiyorum ve çok faydasını gördüm kişisel olarak. Bu fiziksel ve duygusal olarak tatmin olduktan sonra artık yavaş yavaş birikim yapabilme alışkanlığı kazanmış oluyorsunuz. İşte bundan sonra bir yatırım hesabı açıp artık hisse senetleriyle ilgilenmeye başlayabilirsiniz. Çünkü o alışkanlığı kazandıktan sonra ve özellikle disiplin kazandıktan sonra; yatırım dünyasında çok sert hareketler yapma alışkanlıklarınızı da törpülemiş oluyorsunuz. Piyasada zaten neredeyse bir elin parmakları kadar düzgün sayılabilecek şirketler var. Bunlarla karşılaşma ve onları anlama ihtimaliniz de artmış oluyor. Warren Buffett’ın çok sevdiğim bir yaklaşımı var bu konuda. Yatırım yaparken elimizde delikli bir kart olduğunu düşünmemiz gerektiğini söylüyor. Aynı bizim eski tren biletleri gibi düşünebilirsiniz bu kartları hani trende eskiden kontrole gelip biletin kullanım hakkı için üstünde delik açarlardı, bu kartları kullananlar olmuştur mutlaka. Yatırım yaparken de elinizde böyle en fazla 20 tane sınırlı hakkınız olan delikli bir kart olduğunu düşünün diyor Warren Buffett. Böylece her karar verme aşamasında, her yatırım aşamasında çok ciddi ve uzunca düşündükten sonra karar verip kartınızda delik açarsınız diyor. Hatta bu 20 hakkın tamamını bile kullanmaya gerek yok sadece bulduğunuz 4-5 tane iyi fikir ve iyi hisseler sizi uzun vadede aşırı zenginleştirmeye yeter de artar bile diye ekliyor. Bugün bazı finansal özgürlük yolcuları portföylerini paylaşıyor. Ben de twitter hesabımdan bunu gösteriyorum mesela. Bu kişilerin elinde tuttuğu ve biriktirdiği hisse senetlerini incelediğiniz zaman neredeyse bire bir örtüşme görebilirsiniz. Bu kişilerin çoğunluğu birikim yapabilme yeteneğine sahip, artık kısa vadede sürekli olarak yüksek kazanç elde edilemeyeceğini anlayıp; uzun vadede ama yavaş yavaş ve bileşik getirinin gücünü kavramış olduklarından çok benzer hisse senetlerine sahipler. Özellikle ben teknik analize ve haber akışlarına hiç inanmayan biri olarak bu şekilde bir yatırım tarzı benimsedim. Hatta teknik analizi bundan binlerce yıl önce kabilelerde bulunan, böyle suya bakıp veya yere taşları fırlatıp o kabilenin, savaşa girip girmemesi gerektiği yönünde görüş veren büyücülere benzetiyorum. Bana göre hiçbir farkları yok. Teknik analiz aslında temelini piyasa psikolojisinden alıyor ama bir resme bakarak geleceği tahmin etmek bana şarlatanlıktan başka bir şey gibi gelmiyor. Grafiklere bakmak yerine piyasa psikolojisinin kendisini anlamak daha önemli. O yüzden bu al-sat stratejisinden ve sanat eseri gibi, tablo yorumlar gibi grafik yorumlarından uzak durmak gerektiğini düşünüyorum. Makro düzeydeki hiçbir haber akışının da şirketin içsel değerini etkilemeyeceğini iddia ediyorum aynı zamanda. Sadece şirketin kendi iç haber akışlarının ve temel değişimlerinin etkili olacağını düşünüyorum. O yüzden bu alanda kendinizce bir medya karartması yapmak uygun olacaktır. Her gün binlerce farklı kaynaktan ve birbirinden bağımsız on binlerce veri ve haber akışı yapılıyor. Klasik bir laf vardır, şirketin bacası tütüyorsa ve kendi içsel değerinde ve temel özelliklerinde bir değişiklik yoksa bunların hiçbiri benim için önemli değildir. Ve yine tren bileti örneğine dönecek olursak. Bu çıktığımız yolda hedef finansal özgürlükse veya benim daha sevdiğim bir tanım olarak bireysel bağımsızlıksa; bu elimizdeki 20 hakkımız olan ve her kullanışımızda delik açılacak olan bileti çok dikkatli kullanmalıyız. Belki çoğunluk aynı yolculuğu yapıyor ama her durakta inersen, her fırsatta odak noktanı dağıtıp in-bin yaparsan, çok kısa bir sürede elindeki bileti tüketip bu yolculuğa devam etme şansını sıfırlarsın. O yüzden kararlarımızı çok dikkatli ve sınırlı sayıda vermeliyiz. Binlerce hisse veya yatırım çeşidi hakkında fikir sahibi olmak yerine odaklanarak kendimize bazı sınırlar çizmemiz gerek. Çeşitlendirmeye de karşıyım yani. Sadece 4-5 tane iyi hisse senedi veya yatırım çeşidi, disiplinli bir şekilde plana sadık kalınarak biriktirilirse bu zaten oldukça yeterli olacaktır. Bu bindiğimiz trendeki ilk durak da bana göre 100 bin hedefi. Bu noktada işte biraz dinlenip nefes alabiliriz. Bahsettiğim şekilde bir bütçe diyeti uygulayarak ve basit yatırımlarla ama disiplinli bir şekilde davranılırsa bu hedefe ulaşmak hiç de zor değil. O noktadan sonra artık bileşik getirinin de çalışmaya başlamasıyla birlikte, aynı altın biriktirirken fiziksel olarak onun varlığını hissettiğiniz gibi, bileşik getirinin de gücünü maddi olarak görmeye başlıyorsunuz. Bu noktadan sonrası daha basit ama ileriki hedefler hiç bitmiyor. Bu yol, çok uzun bir yol ve ilk bakışta belli belirsiz bir patika gibi görünen, kimsenin çok tercih etmediği, daha çimlerinin bile doğru düzgün ezilmediği bu ikinci yola girdiğinizde, yol yürüdükçe size görünmeye başlıyor.

İlk 100 bin hedefinden sonra sırada ilk 500 bin, sonra ilk 1 milyon, 2 milyon, 3 milyon… artık nereye kadar gitmek istediğinize bağlı. Ve nasıl bir hayat yaşamak istediğinize bağlı olarak kendi son noktanızı belirleyebilirsiniz. Ve bana göre aslında buradaki en önemli konu, büyük bir sınıf problemini çözmüş olmak geliyor bu yolun sonunda. Orta sınıf veya düşük gelirli sınıf olarak başladığınız bu yolculukta, insanın kendini bu sınıflardan sıyırması ve kişisel bağımsızlığını kazanması tarihteki hep en dikkat çekici hikayelerden biri olmuştur.

Bugün bu yolda ilk ve en önemli noktalardan biri olan ilk 100 bine ulaşma hedefini ve nasıl yapılabileceği ile ilgili adımları açmak istedim. Hem de biraz motivasyon verebilirim belki diye düşündüm.

Önceki Bölüm

Ekonomi, Değer ve Özgürlük Simülasyonları Üzerine

Sonraki Bölüm

Eurodollar Piyasası ve Para Teorisi Üzerine

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint