Bu bölümde tekrardan geriye doğru bir adım atıp ana konu üzerinde dolanmak istiyorum biraz. Sanırım 8. Bölümde finansal özgürlük üzerine ve nasıl ulaşabileceğimiz üzerine bir giriş yapmıştık. Daha çok, basit ve kısa adımlardan söz etmiştik orada. Aslında çok fazla büyütülecek de bir durum yok zaten ama tabi ki bu konu üstünde yine de daha fazla durmanın zamanı geldi sanırım. O bölümde finansal özgürlük yolunu çok basit üç başlığa ayırmıştık.
Birincisi; birikim yapabilmek.
İkincisi; birikimleri yatırıma dönüştürmek.
Üçüncüsü de; bu yatırımlardan gelir üreterek hayat standartlarımızı koruyacak nakit akışı sağlayabilmek demiştik.
Aslında gerçekten de tüm olay bu. O bölümü henüz dinlemeyenler için tabi yine de dönüp mutlaka bir bakmalarını öneririm, bu adımların detaylarına ve nasıl yapılabileceğine daha yoğun bir şekilde giriyorum orada. Fakat bana kalırsa, her şey adımlardan, kurallardan ve izlenmesi gereken protokollerden ibaret değil. Finansal özgürlük çok daha derin bir konu bana kalırsa. Zaman zaman bu bakış açısının detaylarına da giriyorum bazı bölümlerde, fakat sanırım artık bu fikrin üzerine daha yoğun konuştuğumuz ana bir başlık verip bunun üzerine konuşmanın vakti geldi.
Öncelikle, elbette hepimiz zengin olmayı arzuluyoruz. Bütün problemlerimizin para ile çözüleceğini ya da en azından bu çözüme yaklaşacağımızı varsayıyoruz. Ve tabi ki bu hedefe kendi yaşam süremiz içinde ulaşmak için çaba harcıyoruz. Ben tam bu noktada, daha çok nesiller boyu devam edebilecek bir varlık kalesi inşa etmek üzerine çalışmanın daha önemli olduğunu düşünüp sanırım biraz ayrılıyorum kalabalıktan. Fakat elbette hepimiz, özellikle çocuk sahibi insanlar çocuklarına daha iyi bir yaşam bırakmak için çabalıyorlar. Yalnızca bunu bir varlık kalesi inşa etmeye çalışıp risk alarak yapmak yerine, daha güvenli oynayarak ulaşacaklarını düşünüyorlar. Tabi ki bunda da çok büyük bir hata yok fakat bana kalırsa bu yaklaşım, önümüzdeki en büyük fikir engellerinden biri. Bizi sınırlayan ve gerçek manada nesiller boyu sürebilecek bir özgürlük yaratmanın önündeki yıkmamız gereken en büyük duvar. Bu duvarı yıkıp gerçekten bir varlık kalesi inşa eden ailelere baktığımızda bunun büyük bir şans olduğunu, onların bunu yaparken bazı avantajları olduğunu ve belki de birkaç nesil önce büyük bir imtiyaz yakaladıklarını söyleyip, bu konu üstüne daha derin düşünmeden neden yapılamayacağını anlatmaya başlıyoruz. Fakat aynı Babil’in En Zengin Adamı olan Arkad’a arkadaşları aynı şekilde yaklaştığında, çok şanslı olduğunu ve doğru zamanda doğru yerde bulunduğunu söylerlerken Arkad onlara çok güzel bir cevap veriyordu. O kitapla ilgili bölümde oradaki fikirleri anlatırken hatta bu söze yine yer vermiştim. Aynı şartlarda büyüyen, aynı hocalardan ders alan ve benzer bir aile geçmişinden gelen arkadaşları, Arkad’a nasıl bunu başardığını sorduklarında şöyle diyor: “Fırsat kendini beğenmiş bir tanrıçadır ve hazırlıksız olanlarla vakit harcamaz.” İlk defa bu kitapta görmüştüm böyle bir söz ve okuduğum günden beri hiç aklımdan çıkmıyor benim.
Ayıca şans ve fırsat belki de iki ayrı şey. Bir şansı gördüğünde ancak o zaman bir fırsata dönüşüyor. Ve bu fırsatı yakaladığında da, bir yerinden tutabildiğinde, dışarıdan bakan bir göz şanslı olduğunu düşünebiliyor. Sadece şans üzerinden düşünürsek bence üç farklı çeşidi var. İlki, tamamen talih kuşuyla ilgili. Piyango ya da sayısal loto kazanmak mesela. Tamamen kendin dışında ve sonuca hiçbir etkinin olmadığı olayların sonucunda gelen şans diyebiliriz buna. İkincisi, çok çalışmanın sonunda, zorlayarak ve sabrederek kendi şansını kendin yaratmak olabilir. Üçüncüsü de, yine kendin dışında fakat sonuca etki eden bir özelliğin ya da yeteneğin sonucunda elde edilen şans. Bir şeyi çok iyi yapıyorsan, çok iyi olduğun bir işte gerçekten üstün yetenek gösteriyorsan, şansı sen aramasan bile birileri gelip seni bulabilir. Bana kalırsa bu şekilde değerlendirmek lazım şans mevzusunu ve sanırım bu üç seçenekten ilki hariç, etkimiz olabilecek seçeneklere yoğunlaşmak gerekiyor. Babil’in En Zengin Adamı kitabında geçen yine çok güzel bir bölüm vardı bu konuyla ilgili. Kral şehri büyütmek ve halkın daha fazla refaha ulaşması için çabalarken, bir süre sonra insanların yaşamlarında hiçbir değişiklik olmadığını görüyor. Vezirini çağırıp, biz bu insanların daha iyi ticaret yapmaları için yeni anlaşmalar yaptık. Pazar yerlerini büyüttük. Yeni ticaret yolları kurduk. İş imkanlarını artırdık. Söyle bakalım vezir, nasıl oluyor da herkes hala aynı hayat standardında ve ciddi bir değişiklik olmadı? Bu problemin üzerine Babil’in En Zengini olarak bilinen Arkad’ı Kralın huzuruna çıkartıyorlar ve neden diğer insanların da onlara sunulan fırsatları değerlendirip Arkad kadar olmasa da en azından kendileri için yeterli zenginliğe ulaşamadıklarını soruyorlar. Arkad burada yine çok güzel bir cevap veriyor. Bu insanlara fırsat vermek yerine daha fazla para verilse bile, bir zenginlik yaratılsa bile bir süre sonra bu zenginliklerin tekrardan aynı kişilerin ceplerine doğru hareket ettiğini ve eskisine benzer bir sınıfsal düzenin yeniden oluşacağını anlatıyor. Çünkü bu iki grubun paraya ve varlığa bakış açısı çok farklı. Gerçekten de bugün bile dönüp baktığımızda paranın nereden nereye doğru hareket ettiğini çok rahat görebiliriz. Bu hareketi tespit edebiliyoruz fakat denklemin diğer tarafına geçmeyi pek beceremiyoruz. Yine de kitaplar üzerinde pek durmayalım bugün. Çünkü kendi adımıza düşünmek bazen daha yararlı olabiliyor.
Bugün sanırım biraz alıntılar üzerinden gideceğiz gibi görünüyor, tam yeri gelmişken twitter biomda yazan çok sevdiğim bir söz var, buradan da paylaşmak istiyorum: “Para, emin ellerde olduğunu fark ettiğinde; orada kalmak ve çoğalmak ister.” Gerçekten de tam olarak böyle durum. Biz buna kısaca para parayı çeker de diyoruz kendi aramızda. Ayrıca paraya belki de gereğinden fazla değer veriyor olabiliriz. Daha henüz bölüme tam girmemişken bile sanırım her iki cümleden birinde para dedim ve aslında bu çok hoşlandığım bir kelime de değil. Çünkü genellikle parayla, varlıklı olmayı birbirine karıştırma gibi bir eğilimimiz var. Varlıklı olmak ve para sahibi olmak arasında çok büyük ama genellikle görünmeyen bir fark var. Birinde insan kendini başkalarının isteklerinden ve kurallarından azat edip özgür bırakabilirken, diğerinde maddi şeylerin ve malların, mülklerin, ürünlerin, kural koyucuların ya da otoritenin sınırları içinde kalıp bir nevi köle olabiliyorsun. Çünkü hayat standartlarını devam ettirecek gelir veya nakit akışı kendinden değil, başka bir yerden geliyor ve buna bağımlı oluyorsun. Ayrıca para, varlığın transferini sağlayan bir araç sadece. Ya da mal ve ürün almamızı sağlayan bir değer ölçme birimi. Zenginliğin ve varlığın kendisi değil aslında. O yüzden, kendimize belki de yanlış hedefler koyuyor olabiliriz bu açıdan bakınca. Parayla ilgili ve daha spesifik olarak kâğıt para birimleriyle ilgili düşüncelerimi bazı bölümlerde anlatıyorum bazen. Ayrıca Satoshi Radio’da bitcoin üzerine konuşurken aslında genel olarak tam da bu fikrin üzerinde dolaşıyoruz. Paraya farklı bir bakış açısından yaklaşmaya çalışıyorum orada. Bir de tabi varlıklı olmayı da sadece banka hesaplarında yüksek meblağlar bulundurmak üzerinden değerlendiremeyiz. Sağlıklı olmak farklı bir varlık çeşidi. İçsel bir huzur sahibi olmak yine öyle. Ya da iyi dostlar sahibi olmak, düzgün bir aile yapısı sahibi olmak… hepsi belki de banka hesaplarındaki rakamlardan daha önemli şeyler. Öyleyse neden bunlar üzerine yoğunlaşmıyoruz da sadece rakamları konuşuyoruz? Belki de başarılı olma ve hedef belirleme konusunda büyük bir hata yapıyor olamaz mıyız? Gerçekten doğru hedefleri belirlediğimizden emin miyiz?
İyi de bu soruların tam olarak finansal özgürlükle doğrudan ne alakası var diye sorabilirsiniz. Fakat bence, tam olarak bu sorularla başlıyor her şey. Bilgiye ve özellikle hap bilgilere, yol haritalarına, başarıya giden adımları öğrenme konusunda çok fazla hevesliyiz ama bunu kendi adımıza düşünmekten ve bir sonuç çıkarmaktan bir o kadar uzağız. Bugün herkes, her şeyin sade ve kısa özetlerine ve hap bilgilere odaklanıyor. Her şeyi basite indirgiyoruz. Her şeyin özetini çıkartıyoruz. Hatta özetin özetini arıyoruz. Bir konu hakkında ya da bir ders üzerinde eğitim veren birine, bunun yerine bana bunu odaklı bir şekilde anlatan kitabı ver diyoruz. Kitabı gösteren birine, bunun daha kısa bir blog yazısı versiyonu yok mu diye soruyoruz. Detaylı inceleme yapılan blog yazısına bakıp; yok bu da değil, diyoruz. Kitabın özetini istiyoruz. Kitap özetinin özetini arıyoruz sonra. Hayır kısa özet de olmaz bunun yerine kısa bir tweet serisi yok mu onu verin diyoruz. Tweet serisi uzun geliyor; tek bir tweet arıyoruz o konuyla ilgili. Sonra o tweet’e bakıp şöyle diyoruz: hmm boş ver bunu ya ben zaten biliyorum. Belki de en büyük problemlerimizden biri bu işte. Çünkü bu çok daha büyük bir sorunun cevabını bulmaya çalışırken önümüzdeki en tehlikeli engellerden biri. Hayatın anlamı nedir? gibi sorular mesela ya da özgürlüğü aramanın, bireysel bağımsızlık sahibi olmanın, finansal olarak bağımlı biri olmamanın ne olduğunu sorarken, bunu çok basite indirgeyerek belki de anlamından uzaklaştırıyoruz tüm bu soruları.
Bugün işte aslında, bilgi ve öğrenme üzerinde yaptığımız genel bölümler dışında, daha çok hep birlikte ama aynı zamanda bireysel olarak düşünme üzerine bir şeyler paylaşmaya çalışacağım. Çünkü bana kalırsa, bu soruların hiçbirinin tek bir cevabı yok. Ya da bunları bir hedefe çevirdiğimizde ilerleyebileceğimiz tek bir yol yok. Şöyle düşünmek lazım, eğer hayatın tek bir anlamı olsaydı ya da finansal özgürlüğe giden tek bir yol olsaydı, hepimiz bunun için uğraşırdık, kendi adımıza keşfederdik zaten bu adımları ya da yolu. Hatta bir başkası bize hap bilgilerle bunu aktarırdı ve o amaç uğrunda çalışıp başarıya ulaşırdık. Ve hatta bunu yaparken birbirimizin üstüne basarak, daha zayıf olanları ezerek ve üstünde yükselerek onları da kapana kıstırırdık başarıya ulaştıktan sonra. Ama ben bu konuda en azından herkesin belirli bir oranda eşitliğe sahip olduğunu düşünüyorum, çünkü en azından henüz varlığa giden böyle basit hap bilgiler ve tekdüze yollar bulunmuyor bugün. Bu düşünceyi genellikle fırsat eşitliği konusunda bir yanılgıya düşerek göz ardı etmeye yatkınız ama. Buradaki yanılgı, her ne kadar fırsat eşitliği olsa bile, bunların sonuçlarının eşit olmasını bekleyemeyiz. Biz işte tam burada bir hata yapıyoruz ve herkes için benzer, denk sonuçlar olmadığı için eşit olmadığımızı düşünüyoruz. Evet, bu anlamda eşit değiliz fakat fırsatları yakalamak ya da farklı bir yol izlemek konusunda sayısız şekilde çeşitliliğe sahibiz ve en azından bunları kullanmak isteyen herkese açık bir düzen var. Bu belki kısmen sadece sözde ve hayalci bir yaklaşım gibi gelebilir çoğunluğa. Fakat bu konu üstünde biraz durmak istiyorum. Hatta tekrardan Babil Kralı’nın Arkad’ı çağırarak sorunun ne olduğunu sorması üzerine verdiği cevaba da dönebiliriz. Daha geniş pencereden değerlendirirsek de; bundan daha önce de sanırım bir bölümde bahsetmiştim ve isyan etmiştim bu konuda. Şu anda yaşadığımız dünyada kolektif bir şekilde yarattığımız değerin karşılığında yalnızca dünyanın %1’i bu varlıkların %50’sinden fazlasına sahip. Geri kalan %99 olarak da kalan yarısını paylaşıyoruz. Böyle bir eşitsizlik nasıl olabilir diye sormuştuk daha önce. Tabi bunda parasal sistemin de yarattığı çok büyük bir problem var ama, sadece buna bağlayıp değerlendirmek de yanlış olabilir. Ya da sadece kapitalizmi suçlu gösterip sorunu çözdüğümüzü düşünmek yine yanıltıcı olabilir. Çünkü, şöyle düşünelim; bunu birçok açık bir şekilde konuşan varlıklı insanın ağzından duyabilirsiniz röportajlarına baktığınızda. Eğer bu insanların büyük bir kısmının varlıklarını bugün elinden alsak, hatta bunu toplumun geri kalan %99’una eşit bir şekilde dağıtsak, bu sıfıra indirdiğimiz insanlar belirli bir zaman sonra tekrardan aynı yere çıkarlar. Hadi tamamen tüm varlıklarını geri kazanırlar demeyelim, ama en azından büyük bir kısmını tekrardan yaratma konusunda problem yaşamazlar. Bunu birçok kez de gördük aslında; Steve Jobs bunlardan biri. Kendi kurduğu şirketten kovulup tekrardan geri dönüp tüm sektörleri değiştirebiliyor. Hatta daha güçlü bir şekilde çıkabiliyor bu düşüşten. Elon Musk yine bunlardan biri. Anlatmaya bile gerek yok sanırım hikayesini. Fakat sadece bu isimlerle kalmıyor, bunlar sadece bizim gözümüzün önünde yer alan, tüm dünyanın zaten izlediği isimler. Daha arka planda ve yine benzer şekilde varlık kalesi inşa eden diğer zenginlere ya da Forbes zenginler listesine bakarsak, aynı motifi yine görebiliriz birçoğunda. Öyleyse burada başka bir şey var. Belki de varlık yaratmanın veya finansal özgürlük kazanmanın sadece basite indirgenmiş tek bir yolu ya da hap bilgi şeklinde metotları olmayabilir değil mi?
O halde bu konuyla ilgili düşünce biçimimizde ya da çıkardığımız sonuçlarda bazı hatalarımız olabilir. Belki de öncelikle her şeyi ya da daha büyük şeyleri, hayatın anlamı gibi mesela, özgürlük kavramı gibi, tek bir anlama indirgemeyi bırakarak başlamamız lazım. Ayrıca bunları kişisel gelişim tadında her şeyin anlamını çözmek ve daha derin anlamlar aramak üzerine hayat değiştirici öğütler alt metniyle de aktarmıyorum. Bunu belirtmem lazım sanırım. Öyle bir iddiam da yok zaten. Yalnızca kendim de dahil olmak üzere, daha fazla düşünmeye itmek istiyorum dinleyenleri. Belki de problemlerimiz doğru şüphecilik eksikliği ve yargılama yeteneklerimizin noksanlığından kaynaklanıyor olabilir. Zaman zaman piyasa ve özellikle borsa üzerine konuşurken piyasa psikolojisinden bahsederken, bu konulara yine giriyoruz. Bugün de daha geniş kapsamda şüphecilik ve yargı yeteneklerimizden, eleştirel düşünce ve kendi fikirlerimizi oluşturma üzerinden finansal özgürlüklere bağladığımız bir konu yapmaya çalışıyorum aslında basite indirirsek. Fakat oldukça şüpheci bir yapı kazanıp tamamen bir karmaşa yaratmaktan da çekinmemiz gerekli. Şüphecilikle birlikte bir dinginliğe ulaşacak yargı ve düşünce biçimi gelişimi kazanmamız gerektiğini düşünüyorum. Ve bu yapılabilir bir şey. Bu dinginliğe ve yargı oluşturabilme konusuna daha ilerde geleceğiz fakat öncesinde konuyu biraz toplamak gerek sanırım.
Sanırım ilk düşünmemiz ve idrak etmemiz gereken konulardan biri; eğer yapmakta olduğumuz şeyi yapmaya devam edersek, yani klasik insan yaşamı düzeninde hayatı kovalamaya çalışırsak; yalnızca girdi yaptığımız değerin birimi ölçüsünde çıktı değer elde edebiliriz. Biraz karışık bir konu biliyorum, belki anlamsız da geliyor olabilir ve ne demek istediğim tam anlaşılmıyor olabilir. Fakat en net süzülmüş hali bu sanırım anlatmak istediğim düşüncenin. Maaşlardan ve iş hayatının mevcut düzeninden bahsediyorum aslında. Saatlik bir ücret karşılığı çalışıyoruz genellikle bir çoğumuz ve hatta gelişmiş ülkeler haricinde bizim gibi ülkelerde büyük bir kısmımız da saatlik ücretimizin ne olduğundan bihaberiz. Sanırım ilk iş, maaşları saatlik ücrete çevirmeye başlayarak kişinin kendi değerini yeniden ölçmesiyle bir değer kurgulaması üzerine olmalı. Ben bunu yaptığımda, Çin’de iPhone paketleyen ve sabahtan akşama kadar yalnızca tek bir görev yapan bir çalışanla neredeyse aynı ücreti kazandığımı görmüştüm. Bu bir kere oldukça can sıkıcı bir durum. Hele hele bugünlerde kur krizinin iyice kontrolden çıkmasıyla bu karşılaştırmaların daha acı sonuçlar vereceğini tahmin etmek de zor değil. Tabi bu biraz da konu dışı bir noktaya çekiyor bizi ama önce sanırım kişinin kendi saatlik ücretini hesaplaması bazı şeyleri ortaya çıkartıyor. Ayrıca özellikle bizim ülkemizde bunu yapmak biraz daha zor, çünkü ne kadar süre çalıştığımızın da pek farkında değiliz. Genellikle saf bir beyaz yaka için bu süreler neredeyse net olsa bile ki onlar için de çok ciddi fazla mesailer ve belirsiz çalışma saatleri var. Ama özellikle daha hareketli ve serbest işlerde çalışanlar için bu süreler neredeyse hesaplanamaz durumda. Belki de tam olarak bu yüzden iyi bir işte çalışıyor olsanız bile yaptığınız işin değeri iPhone paketlemenin saatlik ücreti kadar çıkabiliyor. Ve bu çok büyük bir sorun.
Yani kısaca, zamanımızın pek bir değeri yok ve biz de bu değerin ne olduğunu hesaplamazsak, ya da aynı şekilde devam edersek; yalnızca bu zamana başkalarının biçtiği değer ölçüsünde zamanımızı harcamış oluruz. Ve lineer bir model bu ayrıca. Yalnızca verdiğimiz zaman ölçüsünde ve düşük bir değerlemeyle çıktı alabiliriz. Hayatı kovalamaya çalışmak olarak ya da bazen fare yarışı diye değerlendiriyoruz işte bu durumu. Varlık yaratmanın ya da zenginliğin önündeki en büyük engel de işte bu durum. Finansal özgürlük ya da bireysel bağımsızlık demeyi ben daha uygun buluyorum. Mevcut sistemde, girdi harcamalarımız yani verdiğimiz emek ve zaman; elde ettiğimiz çıktı değerlerine oldukça yapışık ve lineer bir düzlemde. Fakat bunun haricinde, oldukça sağlam kaldıraçlar da mevcut, girdi harcamalarımızı daha iyi değerlendirmemize yarayan. Bilginin bileşik getirisinden bahsediyorum çoğu zaman. Fakat hemen hemen her şeyin bileşik getirisi büyüleyici sonuçlara ulaşabiliyor. Bunu aynı zamanda Charlie Munger’ın verdiği örnek gibi; bir kar topu olarak da düşünebiliriz. “Oldukça erken başlayıp bir kar topunu olabildiğince uzun süre ve sürebileceğiniz en yüksek tepeye sürün.” diyor. Bunu tabi ki birikim anlamında düşünebiliriz fakat bunun haricinde yeteneklerimiz için, sıkı çalışma için, dostluklar için ya da bilgi ve birikim için yine aynı kurallar geçerli. Ayrıca bu tepe noktayı bir hedef olarak düşünürsek, genellikle biz burada yine büyük bir hataya düşüyoruz. Çoğumuz, hedeflediğimiz zirve için yola çıktıktan sonra bir yerde yol tıkandığında ve tırmanacak düzgün bir patika göremediğimizde, ulaştığımız bu alt tepede duruyoruz. Daha aşağıda, hatta en aşağıda, zirveye çıkan diğer bir yolu bu bulunduğumuz tepeden görsek bile, tekrardan en aşağı inip diğer yoldan zirveye tırmanmıyoruz. Burası yeterince iyi diyoruz. Belki de en büyük problemlerimizden biri de bu. Elbette ulaşılması zor hedefler belirleyip belki de biraz daha azıyla yetinmek iyi bir yöntem olabilir fakat bu örneği verirken anlatmak istediğim biraz daha farklı. Daha önce 25 yıl aynı koltukta oturan çalışma arkadaşlarımdan bahsetmiştim bir bölümde. Özellikle kariyer anlamında bir tıkanma yaşadığımız zaman ya da hedeflerimize ulaşacağımız yollar iş hayatında tıkandığı zaman, istediğimiz pozisyonlara geçebilmenin hayale dönüşmeye başladığı anlarda, olduğumuz yerde kalmayı tercih ediyoruz. İşte bu çok tehlikeli ve belki de berbat edilecek bir hayatın başlangıç noktası. O koltuktan kalkıp tekrardan yeni bir şeyler denemekten ya da bilmediğimiz farklı bir yola girmekten korkuyoruz. Arzuladığımız zirveye çıkabileceğimizi hissetsek bile. Fakat tabi ki arzu ve hırslarımızı da belirli bir çember içinde tutmakta fayda var. Özellikle hırs konusunda sanırım oldukça dikkatli olmak gerekli. Sınırsız bir tutku ve hırs, istediklerini elde edene kadar kendini mutsuz hissetmek üzere yaptığın bir anlaşma gibi aslında. Huzuru ve içsel dinginliği darmadağın eden bir şey. Ve belki yaşamın her alanında olduğu gibi, piyasalarda ve borsada da huzurlu ve dingin bir ruh haliyle hareket etmek her şeyden önemli.
Sanırım bu dinginliğe ulaşabilmek için de bir miktar rasyonel bir iyimser olmak gerekiyor. En azından kendi tecrübelerime göre bunu söyleyebilirim. Belirli bir mantık dahilinde iyimser kalabilmek hayatın her alanında işe yarayan bir çözüm metodu. Sevmediğin bir işte çalışmaya devam etmek, hayat standartlarını koruyabilmek için rasyonel bir çözüm olabilir fakat iyimser bir yaklaşım olamaz. Ya da istifa kararı alıp, ayrıca bunun için hiçbir plan yapmadan sadece fevri bir şekilde harekete geçip işlerin yolunda gideceğini düşünmek iyimserlik olarak görünebilir ama rasyonel bir davranış diyemeyiz.
Tabi ayrıca bu tip kararlar alırken yeterince iyimser davranmamıza engel olan bazı engeller de koyabiliyoruz kendimize. Zaman zaman hayat enflasyonundan bahsediyorum. Gelirlerimiz yükseldikçe, sosyal statümüzü de aynı ölçüde yükselteceğini düşündüğümüz hayat standartları ölçümüzü de benzer bir oranda yukarı taşıyoruz. Hatta bazen gelirlerimizden çok daha yukarı çekebiliyoruz standartlarımızı. Bu da risk alma konusunda iyimserliğimizi kaybetmemize yol açıyor. Bana kalırsa, elbette yaşam standartlarımızı gelirlerimiz arttıkça yükseltmeliyiz fakat bunu aynı oranda yaparsak, mecburi bir şekilde yapmakta olduğumuz işe bağımlı bir hale geliriz. En azından ciddi bir maaş zammı alındığında, çok lüks bir eve taşınmaktan vazgeçerek başlayabiliriz. Ya da nasıl olsa %30 zam aldım artık harcamalarımı da %30 artırabilirim düşüncesinden vazgeçmeliyiz. Tam da bu noktalarda benzer yaşam standartlarında kalıp, birikimleri artırmak gerekiyor ve bu gelir-gider makasını açabildiğimiz kadar genişletmemiz gerekiyor. Çünkü bir yandan birikim yapıp kendimize bir kale oluştururken, düzenli bir maaşın uyuşturucu etkisiyle birlikte, evet tamam artık bırakıyorum diyemiyoruz. Hayat standartlarımızda ciddi bir çöküş problemi riskiyle karşılaşmamak için. Ve bu problem, daha bölümün başında bahsettiğimiz varlıklı olmak ve paralı olmak arasındaki farkı tam olarak anlayamadığımızdan kaynaklanıyor.
Aslında bazen düşünüyorum, genellikle gelen maillerin büyük bir kısmı kitap önerileri ve benzeri kaynaklar üzerine sorular oluyor. Burada bir hata mı var acaba diye düşünmeden duramıyorum bazen. Çünkü bana kalırsa, kitaplardan hap bilgiler almadan önce bir yargı oluşturabilme becerisi geliştirmek çok daha önemli. Bazen acaba yanlış kitapları mı öneriyorum diye düşünüyorum çünkü benim daha çok önem verdiğim; eleştirel düşünce ya da kıvamında şüpheci yaklaşım, sanırım hiçbir yatırım kitabından kazanılamayacak kavramlar. Yani Karamazov Kardeşler’i okumadan, Suç ve Ceza’yı ya da ne bileyim Tolstoy’un İnsan Ne ile Yaşar’ını okumadan belki de hem hayatta hem de yatırım ve finansal özgürlük açısından bakıldığında başarıya ulaşmak çok zor olabilir. Bunu ayrıca edebi bir taraftan, entel bir bakış açısıyla söylemiyorum. Söylemek istediğim şey yalnızca hayat ve yatırım biraz entelektüel kişisel birikim gerektiriyor belki de. Kitap önerileri isteyenlere ya da bölümlerde bahsettiğim kitapları soranlara genellikle yatırım alanında ve belki 1-2 genel bakış açısı genişleten kitap harici başlangıç önerilerinde bulunmuyorum ve bu şekilde yapmak yerine belki de önce dünya klasiklerini yazmam gerek diye düşünüyorum. Fakat bu çoğu zaman yanlış anlaşılmaya ve kendi açımdan istemediğim yargılara varılmasına neden olur korkusuyla arada 1-2 tane başka şeyler sıkıştırıp cevap veriyorum böyle maillere. O yüzden bana kalırsa, 20’li yaşlarda, hatta belki kısmen 30’ların başında bile çok iyi bir yatırımcı olmak pek mümkün değil.
Bu arada geçtiğimiz günlerde çok severek aldığım iki kitap oldu, biri Alfred Mill’in yazdığı Ekonomi 101, diğeri Tony Cleaver’ın yazdığı Meraklısına Ekonomi. Ve geçtiğimiz günlerde ailemin evinde bulduğum, daha önce gözüme nasıl olduysa çarpmayan: Gregory Clark’ın Fukaralığa Veda kitabı var bir de. Dünyanın kısa iktisadi tarihini anlatıyor. Bu üçünü de büyük bir heyecanla aldım elime ve eve getirdim. Sonrasında, 2 gün önce bir akşam öyle durup dururken elime bambaşka bir kitap alıp okumaya başladım. Yüzüklerin Efendisi serisi tek cilt baskısı, tuğla kalınlığında bir kitap. Elime aldım ve eşim şaşkın bir şekilde döndü, sen bu kitabı zaten okumadın mı? Okuman gereken başka kitaplar var niye bununla tekrar zaman kaybediyorsun gibi bir şeyler söyledi. Evet, heyecanla beklediğim 3 tane kitap vardı önümde fakat bu kitaplarda okuyacağım şeylerden hiçbiri Tolkien’in yazdıkları kadar yaratıcı değil büyük ihtimalle. Belki bu 1000 küsür sayfalık fantastik eseri okuma süresinde diğer 3 kitabı bitirmiş olabilirim fakat kitaplara bu açıdan bakmak bence oldukça yanlış olur. Fukaralığa Veda’yı çok merak ediyorum özellikle tarihi bir yanı da olduğu için ama; bu kitapların belki de en önemli eksiği yargısal olarak size bir şey katmıyor olmaları. Bu anlamda yel değirmenlerine karşı savaşan Don Kişot daha değerli belki de ekonomi kitaplarına göre. Özellikle finansal özgürlüğünü kazanmak isteyen biri için. Neyse, kitaplardan bu kadar bahsetmek yeterli sanırım. İyice sıkıcı bir hal almayalım ana konuya dönelim. Ama dönmeden önce, hemen aklıma gelmişken biraz renk katması açısından Ezel ve Ramiz Dayı arasında geçen bir konuşmayı dinletmek istiyorum. Tam da bu konuyla ilgili ve bence oldukça güzel bir diyalog. Telif hakkı yemeyiz herhalde bu kesit için.
Gözlem yeteneği ve sebep-sonuç ilişkisi kurabilmek ya da bir şirket değerlemesi için rasyonel bir iyimserlikle hesap yapabilmek; değer biçebilmek bir şeye, yalnızca rakamlarla ve belirli rasyolarla yapılan, tek bir sonucu olan saf matematiksel bir işlem olmadığı düşünüyorum. Eğer öyle olsaydı sanırım yalnızca şu anda geliştirilmiş olan robotlarla birlikte tüm piyasadaki al-sat işlemleri tamamen fiyat ve değer arasında bir marj yaratmadan ve fırsatlar oluşturmadan devam ederdi. Ya da bir karar vermek bile, sadece rasyonel ve katı kurallarla birlikte evet ve hayır şeklinde bir checklist üzerinden gerçekleştirilemez. Öyle olsaydı yapay zekanın çoktan yerimizi almış olması gerekirdi.
O yüzden hayatla ilgili ya da finansal özgürlükle ilgili hedefler belirlerken de bunları iyimser rasyonalite dediğimiz bir çerçevede yapmak gerekiyor. Ve yalnızca hap bilgileri alıp bir yol haritası çizmek yerine, tabi belli başlı bir sonuç bütünlüğünde herkesin kendi yol haritasını ve yoldaki kontrol noktalarını belirlemesi gerekiyor. Yeni şeyler öğrenmek her zaman iyi, yeni kitaplar, yeni makaleler, yeni bilgiler hep heybemize doldurup bileşik olarak kendimizi ileriye sıçratmanın en temel yapı taşları fakat; zaman zaman eskiye dönüp fikirlerin tazelenmesi, temele inip daha ilk anda kurulan hedef tahtasının altını tekrardan doldurmak da kişisel dinginlik ve huzurlu bir yolculuk için belki de en önemli şeylerden biri. Çünkü bana göre insan, gerçeğe ve doğru yola ne kadar yaklaşırsa o derecede bir sakinlik kazanıyor ve gürültü çıkarmak yerine daha çok sessizleşiyor. Karşısına çıkan problemlere de daha dingin bir ruh haliyle yaklaşabiliyor ve stres altında daha doğru kararlar alabiliyor bu şekilde. Hayattaki en önemli şeylerden biri de budur gibi büyük laflar etmem mümkün değil tabi bu konuda çok fazla düşünürün söylediği çok fazla büyük ve güzel sözler var. Fakat daha dar bir alanda, en azından yatırım ve borsa konusunda da bu konunun çok kritik bir özellik olduğunu düşünüyorum. Tabi bunu yaparken de, sorular içinde ve çelişkiler içinde kaybolmamak lazım. Hayatla ilgili belki de en önemli ve tehlikeli sorular her zaman paradoks yaratan ve çelişkili sorular olmuştur bana göre. Bu paradoksun içine girip sağlıklı kalmak mümkün olamaz. Bilginin paradoksundan bahsetmiştik bir önceki bölümde ve içinden nasıl çıkılamaz bir hal alabileceğini sanırım gösterebilmiştim orada böyle soruların.
Konuya dönecek olursak, finansal özgürlük yolculuğunda bir karşılaştırma yarışına da girmemek gerektiğini düşünüyorum. Elbette çevremize baktığımızda çok erken yaşlarda finansal özgürlüğüne kavuşmuş insanlar olabilir fakat genellikle böyle örneklerin arkasında ya aile faktörü ya da Charlie Munger’ın dediği gibi oldukça erken başladıkları ve oldukça kararlı bir şekilde tepeye taşıdıkları bir kar topu olduğunu görebiliriz. Ve biz genellikle her şeyi hemen anında isteyen ve bunun için yalnızca biraz çaba harcayan varlıklarız. Ve bu birazcık çabamız karşılıksız olunca hızlı bir şekilde vazgeçebiliyoruz. Yeteneklerimizin ve bilginin bileşik getirisinin işini yapmasını bekleyecek kadar zamanımız yok. Ve mesela şunu hiç fark etmiyoruz. Bu mucizeler yaratan bileşik getiri bir süre sonra kendi kaldıracını yaratıyor hiçbir maliyet harcamadan. Bir işi yeterince iyi yaptıkça; ya da yeterince zaman harcayıp yetenek ağacığımızı büyüttükçe; normalde yapabileceğimizin çok ötesinde ve hatta o anki kabiliyetimizin de üstünde iş teklifleri ya da geri dönüşleri görebiliyoruz. İşte bu da bir çeşit kaldıraç aslında.
Bilgi ve yetenek, ayrıca tecrübe, hatta uzmanlık yerine farklı disiplinlerde kendini geliştirmek, lineer bir şekilde büyüyen bir birikim yaratmıyor. Tam tersine bu tarz içsel değerler parabolik bir şekilde artıyor. Sanırım tam olarak bunu kavramamız gerek. Bu konunun oldukça sık üstünde duruyorum farkındayım ama bana göre çok önemli bir ayrıntı. Bunu fark etmek sanırım benim hayatımın 30 yılını aldı. Ayrıca uzmanlık konusunda da sık sık negatif şeyler söylüyorum, farkındayım. Bu da çok dikkat etmeye çalışmamız gereken bir konu bence. Bir konuda uzman olmak yerine, birden çok konuda fikir sahibi olmaya çalışmak ve kendini geliştirmek; karşına yeni çıkan bir problemi çözme konusunda daha yardımcı oluyor. Tabi bunu bir herbokolog yaklaşımında yapmamak gerekli. Tam da bu yüzden bilginin dört parçasından bahsetmiştim bir önceki bölümde.
Ayrıca fark etmemiz gereken bir diğer nokta; bir değer ya da bir getiri elde edebilmek için sadece bir zaman takasına girmenin tamamen kısıtlayıcı bir yöntem olduğunu kavramak gerekiyor. Zamansız şeyler yaratma ve belki de hatırlanacak işler yapma fikri her zaman hepimizi cezbetmiştir ama mevcut çalışma hayatı içinde böyle bir şey gerçekleştirmek mümkün değil. Endüstriyel devrimin klasik katı kuralları içinde çalışıyoruz bir çoğumuz ve bundan başka bildiğimiz bir şey de yok-tu en azından yakın bir zamana kadar. Artık gelir yaratma modelleri çok daha çeşitlenmeye başladı ve bir şirkete bağlı, bir patrona bağlı çalışma hayatı yavaş yavaş değişmeye başladı. Tabi daha belki de bebek adımları atılıyor bunun ama gig ekonomisi dediğimiz çalışma şekli ve kendi işinin patronu olma fikri gün geçtikçe daha da yükselen bir trend. Endüstriyel devrime özellikle değiniyorum çünkü ondan öncesinde durum tam olarak böyleydi aslında. Daha mı özgürdük ya da finansal olarak daha mı rahattık bunu pek kestiremiyorum ama fabrikalar kurulmadan önce, makineleşmeye başlamadan önce, toplumun büyük bir kesimi kendi adına çalışıyordu diyebiliriz. Hatta herkes birkaç farklı meslek yapıyordu bile diyebiliriz. Bunu 18. ve 17. Yüzyıla ya da daha öncesine dönüp baktığımızda çok rahat bir şekilde görebiliyoruz. Endüstriyel devrim çalışma şartlarımızı ve standartlarımızı oldukça değiştirdi ve kitlesel olarak belki yaşam standartları toplu bir şekilde artış gösterdi diyebiliriz ama burada başka bir problemle karşılaştık bence. Sistem bir yetenek oyunundan ve çalışma süresinin değerinin ölçümünden daha çok bir pay ölçümüne, hisse sahipliği ölçümüne doğru kaydı. Artık bireysel olarak elde edebileceğimiz değer oldukça kısıtlı ve kendi başına bir şirket kurmadan veya bir şirkete ya da bir işe ortak olmadan istenilen şekilde büyüyebilmek mümkün değil. Belki de tam olarak bu yüzden bugünlerde sessiz istifa ya da büyük istifa hareketlerinden konuşuyoruz. Bu oyunun içinden çıkacak bir yol arıyoruz fakat zamanımızı satmaktan başka bildiğimiz bir şey de yok. En azından 100 yıllık bir kas hafızamız var bu alışkanlıkla ilgili ve bunu yıkabilmek çok güç. Hem hayat standartlarımızı devam ettirip hem ihtiyacımız olmayan ama sahip olmak istediğimiz şeyleri elde etmeye çalışıp hem de bunların yanında bireysel özgürlüklerimizi kovalamak çok zor geliyor. Bu yüzden genellikle ilk ikisine yoğunlaşıp üçüncüsüne ayıracak ne vakit ne de enerji bulabiliyoruz. Ve tam olarak bu yüzden kitlesel olarak hızlı zengin olma yollarına ve hemen köşeyi dönmemizi sağlayacak yanıltıcı oyunlara dahil oluyoruz ve genellikle sonu hüsranla bitiyor. Sistem içinde kapana kısılmış hissediyoruz. Tekrardan düze çıkabilmek için daha çok zamanımızı satıp daha fazla gelir elde etmeye çalışıyoruz fakat bu noktada da ihtiyaçlar ve yükseltilen hayat standartlarının illüzyonu devreye giriyor. Sürekli ama sürekli olarak ileride harcayacağımız iş gücünü ve zamanımızı teminat gösterip, bankalardan; simsarlardan borç alıp fare yarışının içinde kalmaya çalışıyoruz.
Böyle bir karamsarlık içinde tek yapılabilecek şey; dingin bir ruh haline erişmek ve rasyonel bir iyimserlikle birikim yapıp, kendi özgürlüğünü kendi başına kazanacağın ama uzun sürecek ve büyük ihtimalle de daha zorlu olacak oyunu oynamaya başlamak gerekli. Tırmandığımız ve yolun bittiği, önümüzün tıkandığı alçak tepeden zirveye bakıp, burası kâfi demek yerine belki de tekrardan en aşağı inip zirveye çıkacak diğer yolu denemek gerekli.