35 mins read

Büyük İstifa Hareketinden Öğrendiklerim

Daha ilk bölümde hatırlarsanız büyük istifa dalgası ve bu hareketle ilgili düşünmeye başladığımı söylemiştim. Artık belki yavaş yavaş bu konuyla ilgili de bir şeyler anlatmanın zamanı geldi diye düşünüyorum. Bence çok dikkatli takip edilmesi gereken bir konu. Özellikle Amerika’da son birkaç yıldır bu istifa dalgalarıyla ilgili ciddi veriler var yayınlanan ama bence bizim ülkemizde de hiç azımsanmayacak şekilde etkileri oldu. Bununla ilgili yapılan çok ciddi bir çalışma henüz bizim ülkemiz için yok ama biraz forumlarda veya sosyal medyanın derinlerine indiğinizde hatırı sayılır bir kalabalığın bu istifa dalgasına katıldığını çok rahat görebilirsiniz. Ekşi sözlükte büyük istifa hareketi diye bir başlığı da var, altında çok fazla yazı yok ama orada bile bu kişilerle karşılaşabilirsiniz. Aslında sanırım ben de onlardan biriyim. Bunu istifa ettikten sonra fark ettim ama. İlk bölümden itibaren dinleyenlerin bildiği gibi tam yılbaşında uzun süredir çalıştığım şirketimden ayrıldım. Bunu yaparken; çevremde ve ailemde, hatta iş arkadaşlarımda bana deli gözüyle bakan bir kalabalıkla karşılaştım. Çünkü ne yapacağımla ilgili çok bir fikrim yoktu ama artık yapmakta olduğum şeyi yapamayacak kadar da bir eşik seviyesine gelmiştim. Özellikle pandemi döneminin yavaş yavaş normalleşmeye başladığı bir dönemde, büyük bir kalabalığın kendi isteğiyle veya şirketlerin küçülmeleriyle işten ayrıldığı ve mantıksal yaklaşınca bu büyük kalabalığın iş aramaya başladığı bir dönemde, ben istifa etmeye hazırlanıyordum. Bu karara çok daha öncesinde ulaşmıştım aslında, fakat harekete geçmem en az birkaç yılımı aldı. Yani ani ve bir sinir anında verilmiş bir karar değildi. Yakın çevremdekiler bunu biliyordu ama yine de pek anlamlandıramıyorlardı durumu. Bu bölümde işte bu karara nasıl ulaştığımı detaylı bir şekilde anlatmaya çalışacağım, ayrıca 8 aydan fazla bir süredir resmi olarak işsiz biri olarak neler yaşadığımı veya en azından kısa vadeli sonuçlarından bahsedeceğim. Çünkü genellikle, benim gördüğüm kadarıyla bu kararı vermekte çekince duyanlar sonrasında bir bilinmezlikle karşılaşmaktan çok korkuyorlar ve bu korkuları da onları karar almaktan geri çekiyor. Tabi burada herkese hemen yarın gidin işinizden istifa edin gibi bir öneri de bulunmuyorum fakat o son noktaya gelen, bardağı taşırmaya ramak kalan anlardaki kişilere belki bir dost sohbeti gibi kendi tecrübelerimi aktaracağım. Ayrıca Büyük İstifa terimini ve bu durumu ortaya atan ilk kişi Anthony Klotz’a göre bu durum sadece pandemi dönemiyle açıklanabilecek kadar basit bir durum değil. Altında çok daha derin bir problemi barındırdığını söylüyor ve ben de bu derin problemi kendi adıma hissettiğimden dolayı böyle bir karara vardığımı çok iyi biliyorum. Kendisinin linkedin profil linkini de notlar kısmına bırakırım. Oradaki sayfasında çeşitli yayınlara yazdığı bu büyük istifa süreciyle ilgili yazıları var, onlara da mutlaka göz atmanızı öneririm.

Tabi hemen söylemem gereken bir şey var burada, benim bu kararı almama yardımcı olan en büyük avantajım, yıllarca süren birikim ve yatırım tecrübelerim oldu. Zaten uzun yıllardır ciddi bir şekilde birikim yapıyordum, bu birikimleri kendimce uygun gördüğüm yatırım alanlarında değerlendiriyordum. Ve kendimi güvenli hissettiğim anda da tetiği çektim. Zaten bu podcast yayınlarında da yatırım ve birikim konusunda kendi tecrübelerimi aktarmaya çalışıyorum. Olaya biraz daha düşünsel yaklaşıyorum genelde ama elbette yatırım kararları alırken sadece felsefe yapmak yeterli olmuyor. Bazı araştırmalar ve bazı teknik bilgiler de gerekiyor. Fakat bugün tüm bunların haricinde, istifa meselesini konuşmak istedim. Çünkü bu konu da başlı başına bir yatırım konusu bana göre. Çünkü kendinizi güvenli hissedebileceğiniz bir birikim veya yatırımlarınız yoksa, ani bir şekilde istifa kararı almak tamamen aptallık gibi görünebilir. Benim yaptığım şey de, büyük bir çoğunluk tarafından bu şekilde görünebilir ama en azından kendime güvenli bir birikim kalesi inşa ettikten sonra bunu yaptım.

Bugün işte yatırım ve birikim konularından biraz daha geniş bir pencereye geçip, bu büyük istifa hareketinden bahsetmeye çalışacağım. Çünkü birikim yapmanın, finansal özgürlüğe kavuşmanın sonucunda herkesi bu istifa süreci bekliyor aslında. Tabi ki finansal özgürlüğe kavuştuktan sonra da mevcut yaptığınız işe devam edebilirsiniz ama genelde insanların zaten bu özgürlüğe kavuşma ihtiyacının sebebi, yapmakta oldukları şeyleri yapmak zorunda kalmamaktan kaynaklanıyor. O yüzden genel olarak benim yaptığım diğer bölüm içerikleriyle de çok iç içe bir konu aslında. Ayrıca şu ana kadar bu konuyla ilgili Türkçe kaynak pek yok. Birkaç tane değerli içerik var bununla ilgili onları zaten notlar kısmına koyarım ama genel olarak bu konuyla ilgili konuşan kişilere baktığımda, halihazırda mevcut finansal düzenin içinde, işlerinin başında, belli bir unvan ile hareket eden kişiler bu durumu yorumluyor. Ben, bu istifa dalgasına kapılmış biri olarak, öteki taraftan bir pencere açıp kendimi açıklamaya çalışacağım.

Biraz uzun bir giriş oldu ama içeriğin ne olacağına ilişkin önden bir bilgilendirme her zaman iyidir. Peki bu insanlar neden işlerini bırakıyor? Neden ben istifa ettim? Neden çevremizde artık yavaş yavaş, ne yaptığını bilmediğimiz, mesleklerini tam olarak açıklayamadığımız insanlar türemeye başladı?

Filmi biraz geriye saralım ve daha önce de paylaştığım Fight Club’taki o sekansı tekrar hatırlatmak istiyorum. “Bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor, ya da beyaz yakalı köle olmuş. Reklamlar yüzünden araba ve kıyafetler peşinde koşuyoruz. İhtiyacımız olmayan saçma sapan şeyleri alabilmek için nefret ettiğimiz işlerde çalışıyoruz.

Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız ya da yerimiz yok. Ne büyük savaşı yaşadık ne de büyük buhranı. Bizim savaşımız ruhani bir savaş, en büyük buhranımızsa hayatlarımız.

Televizyon karşısında büyürken; milyoner, film yıldızı ya da rock yıldızı olacağımıza inandırıldık ama olmayacağız. Bu gerçeği yavaş yavaş öğreniyoruz ve o yüzden çok ama çok kızgınız.”

Büyük istifa hareketini özetleyen en net anlatım bu işte. Daha sağlam bir bağlantı kurmak için, kayıp nesil olarak gördüğümüz kendi jenerasyonuma daha yakından bakmak lazım. Y jenerasyonu olarak biliniyoruz. Bizim problemlerimiz gerçekten de diğer jenerasyonların yaşadıklarına pek benzemiyor. Bütün suçu da Baby Boomer’lara atıyoruz ve bunda pek haksız da sayılmayız. Bu isimlendirilen nesilleri çaprazlama jenerasyonlar olarak düşünüyorum ben. Mesela Baby Boomer’lar 1946-64 arası doğumlular ve bunların çocukları yüksek oranda Y kuşağı oluyor. Yani 81 ve 96 arası doğumlular. Baby Boomer ve Y çocukları arasındaki 65-80 arası doğumlular X kuşağı ve onların çocukları da 96 sonrası gelen yeni Z kuşağı dediğimiz jenerasyon. Bu şekilde bir çaprazlama ilişki var kuşaklar arasında. Bunu anlamak çok zor değil fakat hemen hemen kimsenin de bu ilişkilerden bahsettiğini görmedim bir yerde. Bu bana göre çok önemli bir ayrıntı, birazdan gireceğim zaten detaylarına. Ama önce Baby Boomer’lar kimdir onları bir anlayalım. Bunlar aslında bir çoğumuzun babası, annesi, patronumuz, şirket ceo’su, yönetim kurulu başkanımız, genel müdürümüz. Bir kısmı da tabi artık emekli. Aramızda bir nesil fark var gibi görünüyor ama arada bir X kuşağı da var. Bu X kuşağı da artık yavaş yavaş Baby Boomer’lardan bu pozisyonları almaya başlayan kişiler. Bu bağlantıyı iyi anlamak gerek çünkü şu anda Y kuşağının büyük oranda dahil olduğu bu büyük istifa denen hareketle ciddi bir bağlantısı olduğunu düşünüyorum. Özellikle annelerimiz, babalarımız, patronlarımız olan Baby Boomer kuşağının da bunda büyük bir payı var.

2. Dünya savaşı sonrası, kalan askerlerin evlerine dönmesiyle ve ülke ekonomilerinin yeniden canlanma hareketleriyle birlikte tüm dünyada büyük bir nüfus patlaması yaşandı. Bu ayrıca teşvik edildi, çünkü çalışacak, üretecek, tüketecek yeni bir nesil lazımdı. Bu bitmek tükenmek bilmez savaşlar yüzünden birçok nesil kayboldu. İşte Baby Boomer’lar böyle bir dünyaya geldi. Birçok alanda birçok işgücü eksikliğinin olduğu, ekonomilerin yeniden start almaya başladığı ve oyunun yeniden kurulmak zorunda olduğu bir zamanda yetiştiler. Tabi ki zor şartlarda büyütüldüler. Bunu anne ve babalarımızdan sürekli dinledik. Fakat pek itiraf etmeseler de önlerindeki iş ve meslek imkanları daha önce başka hiçbir kuşağa sunulmadı. Türkiye’deki köy enstitülerinin, öğretmen okullarının yetiştirdiği insanlar bunlar. İstekli olana ve arzulu olana, tabi biraz da imkanlar el verirse hayatlarını kurabilmeleri için büyük bir fırsat kapısı açılabiliyordu. Bu sadece Türkiye için de geçerli değil, tüm dünya üzerindeki bu bebek patlaması ile yaratılan bu yeni nesil; savaşın bebekleriydi ve onlara çok iyi bakılmalıydı. Tabi ki birçok zorluk yaşadılar bunları özellikle atlamak istemiyorum hatta önemli bir konu çünkü onların yaşadıkları zorluklar şu anda Y kuşağının istifa hareketinin kıvılcımı olan sıfır noktası bana göre. En azından kendi adıma bunu deneyimledim ve istifa ettim. Ve bizim adımıza bu istifa hareketlerini yorumlamaları yerine, içerden ve bu kayıp kuşağa ait biri olarak kendi tecrübelerimi anlatmak istiyorum. Ayrıca yeni yeni iş dünyasına atılan ve fare yarışının içine giren Z kuşağının durumu bizden daha vahim gibi görünüyor.

Baby Boomer kuşağıyla yani anne ve babalarımızla büyük bir çatışmamız var çünkü bizi anlamadıklarını düşünüyoruz. Bu da çok doğal çünkü onlar savaşın bebekleri olarak sıfırdan başlayan bir nesil, bizler düzeni artık oturtulmuş bir dünyaya doğduk. Birbirimizi anlamamamız bu yüzden çok normal. Fakat ortada ufak bir sorun var. Bu nesil daha güvenli hareket etmeye çalışan, her zaman savunma içgüdülerini ön planda tutan bir nesil. Artık bırakmaları gereken koltukları bir türlü bırakmıyorlar. Bizlere, çocuklarına daha iyi imkanlar sağlama içgüdüsüyle, emekliliklerini alıp çalışmaya devam ediyor birçoğu. Ve en üst kademelerin hepsini tutmuş, koltuklarına yapışmış vaziyetteler. İnsan ömrünün uzaması da ilk defa bu jenerasyonun faydasına bir gelişme oldu. Hatta genellikle tüm sosyal gelişmeler hep Baby Boomer jenerasyonuna denk gelen şeyler ve bunları almasını çok iyi bildiler. 40-45 yaşlarında emekli bile olabildiler. Bir kısmı sağlık sorunları nedeniyle vefat etti ve yerini X kuşağına bıraktı. Fakat büyük bir çoğunluğu emekli olmalarına rağmen, hala çalışmaya devam ediyor.

Ve bu durum çok büyük bir varlık transferi problemi var. Varlık akışı hemen hemen durdu. Bu en tepe noktaları zapt eden Baby Boomer’lar maalesef ölmek bilmiyor veya inatlarından dolayı tüm kaptıkları köşelere sıkı sıkı tutunmuş durumdalar. Bugün büyük bir çoğunluğumuz babamızın ve annemizin bize sağladığı imkanları veya elde ettikleri mülkleri onlar kadar kolay elde edemeyeceğimizi yavaş yavaş anlamaya başlıyoruz. Ve bu bizi çok sinirlendiriyor. Rekabet çok üst düzeyde ve ortada sahip olunabilecek sadece sınırlı sayıda mülkler var. İnşaat patlamasıyla sürekli olarak genişletilen şehirlerden bahsetmiyorum. Şehrin göbeğinde en işlek noktasında mülk sahibi olmamız neredeyse imkânsız görünüyor. Ve daha rekabetçi bir iş ortamında, özellikle bitcoin ile ilgili bölümlerde bahsettiğim tüketim toplumu ve enflasyon ilişkisinden dolayı, sürekli borç altında yaşamak zorunda olduğumuzu anladığımızda büyük bir depresyon yaşıyoruz.

Belki bizler köyden 10km mesafede okula yürüyerek gitmek zorunda kalmadık ama gittiğimiz okullarda eğer özel okul değilse 60-70 kişilik sınıflarda okuduk. Fırsat eşitliğinin olmadığı bir zamanda büyüdük. Aynı durumu iş hayatına atıldığımızda da yaşadık. Girebileceğimiz sınırlı sayıda başlangıç pozisyonları vardı ve aynı pozisyona girmek isteyen çok sayıda başvurular vardı hep. Büyük bir rekabetçi ortamda ayrıca özellikle bizim ülkemiz için liyakatin olmadığı eleklerden geçtik ve bir şekilde iş hayatına atıldık. Ben buna ayrıca yabancıların dediği gibi fare yarışı diyorum. Bunun mental açıdan bir mantığı var aslında. Bir tekerleğin içine atılıyoruz ve bu döngüden çıkmamız da istenmiyor. Nedir bu döngü? İş bul, maaş al, faturaları öde, birikim yapmana imkân vermeyecek şekilde harca, evlilik, ev, araba, çocuk şemasına gir, kredi çek, borçlan, sonra borçlarını ödemek için daha iyi bir iş bul veya daha çok maaş elde etmeye çalış. Bu döngünün en kritik noktası olarak da o tekerleği çevirmeye başladığımız nokta olarak görülüyor. Yani çalışmak. Fakat çalışmayı öyle sınırlı bir alana oturtuyoruz ki, bunu başkası adına yapmaktan başka bir yolumuz olmadığını düşünüyoruz. Ve bu fare yarışından da kolay kolay çıkabileceğimizi düşünemiyoruz. Aslında bir tekerleğin içinde olduğumuzun bile farkına varamıyoruz çoğu zaman. Bu dizayn eğitim sistemiyle birlikte başlıyor zaten. Sanayi devriminden sonra özellikle 1. ve 2. Dünya savaşları sonunda ilk meyvelerini Baby Boomer jenerasyonuyla verdi eğitim sistemi. Tamamen sanayi devriminin teorileriyle, içinde bulunduğumuz teknoloji çağını yönetmeye çalışıyoruz ve bazı noktalarda bazıları için kısa devre yapıyor bu sistem. Okullarda 40-45 dk ders, 10 dk teneffüs verilerek iş dünyasına hazırlanıyoruz. Anlamsız ödevlerle, ileride üzerimize yüklenecek anlamsız iş görevlerinin öğrenilmişliği simüle ediliyor. Yani bütün gençliğimiz boyunca ileride geleceğimiz o yüksek pozisyonlar için eğitimlerden geçirildiğimiz hissettiriliyor. Tyler Durden’dan o alıntıyı tekrar yapmamın sebebi de bu aslında. “Ailemiz ve öğretmenlerimiz tarafından büyütülürken; genel müdür, fabrika sahibi, yönetim kurulu başkanı olacağımıza inandırılıyoruz ama olmayacağız. Bu gerçeği yavaş yavaş öğreniyoruz ve o yüzden çok ama çok kızgınız.”

Z jenerasyonu için bu durum daha kötü çünkü onlar dünyanın en değerli çocukları olarak yetiştirildi aileleri tarafından. Çok daha büyük bir şokla karşılaşıyorlar iş dünyasına atılınca. Henüz fare yarışının tam olarak farkına varamadılar belki ama çok daha büyük bir toplumsal zemin kayması onlar 30-40 yaşlarına geldiğinde yaşanabilir.

Büyük İstifa hareketini incelediğinizde en büyük istifa oranlarının 30-45 yaş aralığında olduğunu görüyorsunuz. Ne tesadüf ki bu da Y kuşağını işaret ediyor. En büyük sebeplerden biri bu mülkiyet problemi demiştim. En azından ben kendi adıma bu şekilde düşünüyorum. Çünkü 35 yaşını geçmiş biri olarak kendi hayatıma baktığımda ve bunu dönüp Baby Boomer babamın, annemin o yaşlardaki zamanıyla karşılaştırdığımda büyük bir problem olduğunu görebiliyorum. Onların elde ettikleri mülklerin belki yarısını elde edememiş biri olarak ve bundan da kötüsü o seviyeye gelebilmek için çok daha uzun bir süre beklemek fikri Y kuşağını çok kızdırdı. İnsan kendisini sürekli ebeveynleriyle kıyaslar. Bunu çok sık bir şekilde ben de yapıyorum. Tabi biraz da yetiştirilme tarzıyla alakalı olarak kendi adıma en azından şanlı biri olduğumu görüyorum. Çünkü en azından birikim yapmaya çok erken bir zamanda başladım. Bu podcast yayınlarında da anlatmaya çalıştığım şey de zaten birikim yaparak insanların kendi özgürlüklerini kendi ellerine almalarını sağlamaya yardımcı olmak. Problemi biraz da belki kendi adıma erken keşfetmenin sonucunda 10 yıla yakın bir çalışma hayatını bir daha geri dönmemek üzere bitirdim. Fakat bu bir daha hiç çalışmamak anlamına gelmiyor. Tam olarak yaptığım şey de bu büyük istifa dalgasında diğerlerinin yaptığı aslında. Sadece Amerika’da covid dönemiyle birlikte yaklaşık 40 milyon insan iş değiştirdi. Bunun büyük bir kısmı benim gibi düşünen insanlar ve bunu bizden büyük jenerasyonların dikkate almasını sağlayan da bu istifa oranları zaten. Aylık ortalama 4-5 milyon insan istifa etti covid döneminde. Bu sadece Amerika’da. Bana kalırsa tüm dünyaya yayılmış bir durum fakat başka bir yerden bu konuyla ilgili çok fazla araştırma olmadığından bu dalganın büyüklüğünü tam olarak bilemiyoruz. Fakat görüyorum ki bizim ülkemizde de gayet yaygın bir şekilde istifa maillerini daha sık alıyor artık şirketler.

Şimdi bu istifa hareketine bir temel kurduğumuzu düşünüyorum. Özellikle en büyük nedeninin kuşak çatışmasından kaynaklandığını düşünüyorum.

Tam bu noktada bir de burn out meselesine girmekte fayda var. Tükenmişlik sendromu yani. Bugün çalışanların büyük bir kısmı belki farkında olmasa bile ciddi bir tükenmişlik problemiyle karşı karşıya. Özellikle hizmet sektöründe çalışan kesim için bu durum daha ciddi bir boyutta. Aslında direkt bir alakam olmasa bile eski inşaat mühendisi olarak çalıştığım şirkette bir tesis yöneticiliği yaptığımdan ve işimiz de aşağı yukarı bir hizmet işi olduğundan kendi adıma büyük problemler yaşadım. Özellikle kişilik olarak genellikle karşı tarafı memnun etmeye yönelik yapıda olan insanlar, hizmet sektöründe aşırı zorluk yaşıyor. Çünkü müşteriyi memnun etmek için elinizden geleni yapıyorsunuz fakat bir süre sonra fark ediyorsunuz ki, siz kendinizden verdikçe bunun karşı tarafta bir değeri yok. Veya yaptığınız özveriler şirketiniz tarafından da takdir edilmiyor. Takdir zaten yok iş hayatında bunu da bu yaşlara gelene kadar anlamanız gerekiyor aslında. Sanayi devriminin katı atıklarıyız biz ve ekonomi motorunun çalışması için bulunan küçük dişlileriz sadece. Göreviniz olan bir şey için takdir beklemek çok saçma görünüyor Baby Boomer’lara. Fakat biz sürekli takdir ve teşekkür edilerek yetiştirilen bir nesil olduk. Özellikle hizmet sektörü diyorum, çünkü insanlarla birebir iletişimde olan bir sektör bu. Her çeşit ve her sosyal seviyeden insana karşı, üst düzey bir performansla onları memnun etmeniz bekleniyor. Direkt olarak insanla ilişkisi olmayan işlerde bu tükenmişlik sendromunu çok daha az görüyoruz. Fakat ucundan kıyısından hizmet sektöründe özellikle müşteriyle ilişkide olan çalışanlar, bir süre sonra enerjisiz kaldıklarını hissediyorlar. Kendilerinden o kadar veriyorlar ki karşı taraftan bir şey almadan, bir süre sonra büyük bir depresyona giriyorlar farkına bile varmasalar. Yılda bir kez 1 haftalığına her şey dahil bir otelde ufak bir detoksa girip tekrar devam edebileceklerini düşünüyorlar. Şirketler de özellikle artık kafayı sıyırmak üzere olan çalışanlarını izne göndermek için teşvikte bulunuyorlar çünkü tekrar enerji toplayıp eskisi gibi fazla verici bir şekilde yüksek performansla çalışabilmesini istiyorlar.

Amerika’da büyük istifa hareketine bakıldığında en yüksek istifa oranlarının hizmet sektörlerinde olduğu görülmüş. Bu durum çok da şaşırtmadı beni. Pandemi bu istifa dalgasının büyük bir katalizörü olarak görünüyor fakat durum bana göre pek öyle değil. Çünkü kendi adıma konuşursam, ilk istifa denememi 2019 yılında yapmıştım pandemi yokken. Beni artık rica ediyorum bırakın gideyim gibi bir cümle kurmuştum hatta. Onun yerine daha rahat bir çalışma ortamı sağladılar. Maaşıma zam yaptılar. Daha fazla destek alabileceğim bir tesise transfer ettiler. Benden önceki yönetici 25 yıl orada aynı koltukta oturmuş. Gittiğimde koltukta izi vardı resmen adamın. Tekrar dönüp bir organizasyon şemasına baktım. Benim üstümde bölge müdürü, onun üstünde genel müdür ve onun üstünde yönetim kurulu başkanı. Genel müdürlük kademesinin iki tık altındayım. Şema bu ve ben buna baktığımda kendimi yakın veya uzak bir gelecekte en azından genel müdür olarak göremiyordum. Belki 5 sene sonra bölge müdürü olabilirdim ama ondan sonra 15 sene aynı koltukta da kalabilirdim. Belki şansım biraz yaver giderse 20 sene sonra belki genel müdür olabilirdim ve bunun olma ihtimali birçok farklı etkenle birlikte %1 civarında bile değil. Bunu fark ettiğinde ve özellikle ciddi bir tükenmişlik problemi yaşıyorsanız yolun sonuna geldiğinizi de fark ediyorsunuz. Bu noktada önünüzde iki tane yol var; ya aynı koltukta oturup Baby Boomer’ların artık kenara çekilmesini bekleyeceksiniz ki bu çok yakın bir zaman değil. Ya da şirket değişikliğine gideceksiniz. Fakat kimsenin göremediği 3. bir yol daha var. İstifa edip başka bir bilinmezliğe gitmek. Bunu pek kimse anlamıyor, zaten o yüzden buna büyük istifa hareketi diyorlar şu anda. İşte bu harekete katılmış kişiler bana göre 3. yolu tercih edenler. Bunu ayrıca çok çılgın bir şekilde hiçbir birikimi olmadan yapanlar da fazla. Özellikle tabi yurt dışı için geçerli bu durum. Ben bu hareketi herhangi bir birikimim olmadan yapmaya asla cesaret edemezdim.

Kişisel bilgilerden biraz uzaklaşalım ama. Bu iş dünyasında hepimiz sıramızı bekliyoruz ve çok belli katı bir kural gibi görünmese de nesiller arası ciddi bir devrecilik sistemi var. Üst kademelerde çok rahat bir şekilde bulunabilecek Y kuşağı pozisyon atlamalarında çok fazla bekletiliyor. Bu aynı zamanda bizim biraz sabırsız olmamızdan dolayı da problem yaratıyor tabi. Yine de varlık transferinde büyük bir durgunluk söz konusu ve bunu her gün, her an görüyoruz. Artık Baby Boomer’ların bu varlıkları yavaş yavaş X ve Y kuşağına aktarması lazım ama maalesef bu insan yaşamının da uzamasıyla durma noktasına gelmiş durumda. Belki de bu yüzden kripto para ekosistemine özellikle yeni kuşaklar çok daha hızlı bir şekilde kayabiliyorlar. Çünkü burada yeniden ve sıfırdan varlık yaratma fırsatları var. Diğer türlü üst kuşakların ellerinden alamayacakları mülkiyet haklarını bu şekilde elde etmeye çalışıyorlar.

Yani bu aslında sadece covid19’a bağlanamayacak kadar derin bir konu. Bu insanların büyük bir çoğunluğu çok uzun bir süredir zaten istifa etmeyi düşünüyordu. Covid sadece insanların evlerinden çıkmadan da veya klasik iş dünyasına girmeden de hayatlarını idame ettirebileceklerini gösterdi. İllüzyon perdesini kaldırdı yani. Sanayi devriminin etkilerinden o yüzden bahsettim zaten. Biz bu devrimin son katı atıklarıyız ve bundan sonra işler daha da değişecek diye düşünüyorum. Okullarda bile ders-teneffüs ve sonrasında ev, sonra yat, sonra kalk ve tekrar et döngüsüyle formülize edilen ve bizi iş dünyasına hazırlayan bu deneyin hemen hemen sonuna geldik sayılır. Covidle birlikte bu öğrenilmiş çaresizlik döngüsünün zincirlerinden biri kırıldı. Artık ev-iş-ev üçgeni kırıldı ve tüm düzen tekrar kurulmak üzere sorgulanmaya başlandı. Ayrıca gig ekonomisi diye bir kavramı keşfettik. Mahfi Eğilmez’in bununla ilgili kısa bilgilendirici bir yazısı da var bakmak isteyenler için linkini notlar bölümüne bırakırım.Gig ekonomisi için, kısaca esnek çalışma saatleri ve uzaktan çalışarak, hatta bir şirkete bağlı olmadan sözleşmeli veya serbest çalışmalara diyoruz. Bunu yeni yeni keşfetmeye başladık. Mahfi Hoca yazısında geleceğe damga vuracağını söylemiş bu yeni çalışma şeklinin ama bazı problemli noktalarını da belirtmiş. Sosyal Güvenlik ve sendikal haklar bunların başında geliyor. Şimdi bunlara bakarsak bana kalırsa sendika zaten son 20 yılda neredeyse biten bir şey. Yine sanayi devriminin hayatımıza soktuğu, çalışanları korumaya yönelik oluşturulan bu sendikaların hemen hemen sonuna geldik. Kalabalıkların birlikten güç doğar yaklaşımından artık her koyun kendi bacağından asılır düşüncesine doğru bir geçiş var. İnsanlar çünkü bu yapılaşmaların genel olarak kendi hak ve arzularını yansıtmamaya başladığını düşünüyor. Biraz bireyselleşme var yani iş dünyasında. İş tanımları ve iş yapış şekilleri de çok değişti geçtiğimiz yüzyılda bunun da sendikal hareketlerin bırakılmasında rolü olabilir. Artık sadece fabrikalarda bir formen altında, dikey bir organizasyon şemasında çalışmıyoruz. Bu bende özellikle biraz olumsuz etki yarattı gibi görünüyor. Özellikle iki pozisyon üstümün genel müdür olması ve benim kariyer yolumun da oraya doğru gideceği bu açık görünen yola baktığımda aslında o kadar da açık olmadığını fark ettim.

Peki neden herkes aynı anda istifa etmeye başladı? Bu sorunlar zaten uzun süredir yok muydu? Neden şimdi? sorularının kısa cevabı covid19. Sanayi devrimin en büyük zincirlerinden biri kırıldı çünkü. Ben bu tip anları ve durumları aynı insanın kafasında bir cam kırılmasına benzetiyorum. Genellikle zihinsel olarak kendimizi istemeden de olsa psikolojik bazı engeller koyarız. Fakat bir gün o engellerin dışarıdan bir taş atılmasıyla cam gibi tuzla buz olduğunu hissettiğimizde ne kadar büyük bir yanılgı içinde olduğumuzu anlarız. Özellikle Amerika’da bu durum pandemi sürecinde insanların evlerinde oturması ve devletin para yardımlarıyla tetiklendi gibi görünüyor. Özellikle asgari ücrete yakın çalışanlar devletin destekleriyle birlikte neredeyse çalıştıkları işlerde aldıkları ücretler kadar yardım aldılar. Bunun devamlılığı tabi ki mümkün değil ama böyle bir durumda kalan düz işçi diyebileceğimiz kesim, e tabi ki bundan sonra da evde oturmayı tercih etmesi çok normal. Bu durumu ama onun bunu devam ettirebilecek parası yok, yardımlar bitince çalışmak zorunda şeklinde düşünmek yanlış olur. Bu çünkü yine insanların kafasında büyük bir camı indiren, yanılgılarını gösteren bir yardım oldu. İnsanlar devletin onlara hiç çalışmadan da çalıştıkları iş kadar desteklerini gördüklerinde; yaptıkları işin katma değerini sorguladılar bana göre. McDonald’s da kasiyer olmak için hiçbir yeterlilik gerekmiyor ve devlet size burada kazandığınız saatlik ücrete benzer bir yardım yapıyorsa, sorgulamaya başlarsınız. Yaptığınız işin bir değerinin olmadığını ve aynı zamanda iş yerinde sürekli olarak küçük görülüp, aşağılayıcı bakışlara maruz kalmak, sürekli olarak emir almak ve bunun gerçekten karşılığının değersiz olmasını fark etmek çok acı. Bu durumu basit işler haricinde daha üst seviyelerde de görebiliyoruz. Kimse yaptığı iş kadar değer görmediğini söylüyor. Oraya geleceğiz fakat burada durum biraz daha farklı. Sen otursan da çalışsan da hemen hemen aynı parayı kazanacaksın matematiği emeklilik için işleyebilir belki ama daha yeni yeni yönetici pozisyonlarına geçmeye başlayan Y kuşağı için bu geçerli değil. İnsanlar kendilerini değersiz hissetmeye başladılar ve tam kapanmalar bittikten sonra bu gruptan çalışma hayatına dönüşlerde büyük düşüşler oldu. Evlerinden çıkmak istemediler çünkü ürettikleri değerin bir hiç olduğunu ve karşılığında aldıkları düşük ücretlerin de bunu kanıtladığını düşündüler. Tabi bu bencesi.

Ucuz iş gücü tarafında özellikle direkt olarak hizmet sektöründe çok büyük problemler yaşandığını biliyoruz. Bunu her yerde görebiliyoruz zaten. İngiltere’de havalimanlarında bavul taşıyıcılar işlerine dönmedikleri için, uçaklara bu bavullar istenilen sürelerde yüklenemediği için büyük rötarlar yaşandı. 24 saate yakın uçuş aksaklıkları oldu. Basit bir bavul taşıma görevi. Fakat bu basit işte çalıştırılacak işçi bulunamıyor. Amerika’da petrol istasyonları çalışma saatlerini düşürdü. Orada çalışanlara bir fayda olarak değil, çalıştıracak insan bulamadıklarından daha az açık kalabiliyor bu istasyonlar. Sadece 2021 yılında 47 milyon Amerikalı gönüllü olarak iş bıraktı. İstifa etti yani. Burada gönüllü olarak kelimesi çok önemli çünkü bu büyük kalabalığın covid nedeniyle veya kapanmalar nedeniyle işten çıkartılmadığını anlıyoruz. Bu rakamları açıklayan kurum da Amerika’nın İşKur’u olarak düşünebiliriz. Hatta bu istifa hareketinin bana göre en ilginç yanı ve çoğu kişi tarafından gözden kaçırılan yanı, covid döneminin aslında bu hareketi biraz yavaşlatması ve geciktirmesi durumu var. Bunu veriler de çok net bir şekilde ortaya koyuyor. 2010’dan bu yana gönüllü iş bırakma yani istifa oranları yıllık %1 civarlarından %2 civarlarına çıkmış durumda. Bu hiç de azımsanacak bir oran değil çünkü burada ciddi bir artış var. Rakamlar küçük görünse de iş bırakma sayıları 10 yılda 2 katına çıkmış deyince belki daha dikkat çekici görünebilir, ki görünmeli de. Covid döneminde bu oran 1 yıllığına tekrar düşüşe geçti. Bunu kendimden de örnek verebilirim çünkü ilk iş bırakma isteğimi şirketime ilettiğimde dediğim gibi bazı iyileştirmeler yapıldı ve tam bu sırada pandemi patladı. İnsanlar ilk kıyamet senaryoları çizdiği dönemde, daha güvenli hissetmek için işlerine daha sıkı bağlanmaya çalıştı. Bunun sağlaması olarak 2020 yılında istifa oranları düşmüş görünüyor zaten verilerde. Fakat buradaki biriken stres, 2021 yılında daha büyük bir şekilde açığa çıktı. Yani bu büyük istifa hareketine 2021’de daralmış istifa rakamlarının 2022’de birleşmesi durumu da var. Finansçıların diliyle ertelenmiş talep etkisi 2022’de kendini göstermiş gibi görünebilir, fakat durum sadece bununla da açıklanamaz.

Dünya genelinde her 5 kişiden 1’inin gönüllü olarak iş bıraktığını düşünün. İstifa ediyorlar yani. Ve hizmet sektörüyle ilgili kısmını bir temele oturtsak da bu birçok farklı iş alanında artarak devam ediyor. Bir salgın gibi aynı. Özellikle Google, Facebook, Apple gibi firmalarda çalışan yetenek gerektiren işlerdeki insanlar da istifa etmeye başladı. Bu teknoloji firmalarında bazı bölümlerde artık tamamen evden çalışmaya geçilmiş durumda. Buna rağmen istifa edenler var. Yani bu durum sadece hizmet sektörüyle, pandemiyle veya ertelenmiş talep etkisiyle açıklanabilecek basit bir yapıda değil.

Bana göre, ki ben de kendimi bu istifa hareketine katılan biri olarak görüyorum. İnsanlar, artık sanayi devrimin katı kurallarını ve bununla birlikte kurulmuş bu finans sistemine karşı çıkmaya başlıyorlar. Çalışma şartlarının ve öz benlik değerlerinin uyuşmaması durumu söz konusu. 21. yüzyıla kadar böyle bir fırsat yoktu fakat artık yaşamak için ihtiyaç duyulan geliri sadece fiziki olarak çalışılacak saatlere bağlama fikrinden uzaklaşan bir topluluk var. Bunu fikri mülkiyet haklarının oluşması ve fiziksel varlıklarını gerektirmeyecek gelir yöntemlerinin gelişmesine borçluyuz aslında. Basit bir örnek vermek gerekirse, bir YouTube içeriği yaptığımda ve bunu yeterince iyi yaparsam, o yayını bir kez yapmama karşın insanlar onu zamansız bir şekilde izleyebilir, dinleyebilir ve o içeriğin yaratıcısı bundan sayısız kez gelir elde edebilir ve bunu bir daha fiziki olarak bir şey yapmak zorunda kalmadan gerçekleştirir. Bu kısaca bir fikri mülkiyet hakkıdır ve karşılığı bugünlerde daha iyi anlaşılmaya başlandı.

Yine çalışanların bir kısmı, sadece maaş alarak bu finansal düzen içinde kendi ebeveynleri kadar veya genel olarak Baby Boomer kuşağı kadar bir mülk elde edemeyeceklerinin farkına varmaya başladı. Çünkü finansal düzen buna pek izin vermiyor. Daha çalışma hayatına başlamadan öğrencilik döneminde borç girdabına giriyor gençlerin büyük bir kısmı. Öğrenci kredileriyle zaten iş hayatına birkaç sıfır geride başlanıyor ve bu daha başlangıç aslında. Evlilik, araba, ev gibi en temel ihtiyaçları borç almadan yapmak mümkün değil. Bu borç tabi ki kredi balonlarıyla sağlanıyor ve 20 yaşında, 22 yaşında okulu bitirip iş hayatına atılan bir genç 30’larının ortalarındayken belki bu fare yarışının en temel bu 3 maddesini zorla tamamlıyor. Tabi büyük bir kredi borcu altına girerek. Evlilik, ev, araba işlerini hallettikten sonra 40-45 yaşlarına kadar bu borçlarını ödeyecekler. Sonrasında, çocuk harcamaları ve eğer biraz da şans yüzlerine gülerse, belki bir yazlık ve belki huzurlu bir emeklilik.

Artık insanlar dijital çağda, hala bu sanayi döneminin kurallarına göre yönetilmek istemiyor kısaca. Bir organizasyon şeması içinde, bir kutucuğun içindeki isimler olmaktan çok fazla şeyler olduklarını göstermek istiyorlar. Bunu ayrıca, her türlü sosyal haklar ve şirket faydalarını yok sayarak yapıyorlar. Yeterince çekici gelmiyor. Şirketler insanlara istifa etmeyecek düzeyde maaş öderler, çalışanlar da patronların onları işten çıkartmayacağı kadar çok çalışırlar denkleminde bozulan bir şeyler var. İnsanların başkaları adına evden dışarı çıkmalarını sağlayacak bir başka fare yarışı icat edilene kadar sanırım bu istifa oranları artarak devam edecek. Geçtiğimiz 10 yılda en azından bu artış artık dikkat çekici seviyelere geldi ve buna bir isim koymayı düşündük sonunda. Kendi adıma kurumsal bir şirketin çatısı altında olmadan ve önüme anlamsız görevler konulmadan, tüm günümü kendimin planlaması fikrinden 8 ay sonra bile henüz sıkılmadım. Pek sıkılacağa da benzemiyorum. Tabi herkese, hemen yarın gidin işinizden istifa edin demiyorum ama bazılarının nasıl ve neden bu yola girdiğini kendi penceremden anlatmaya çalışıyorum.

İnsanların deli gözüyle baktığı bu 8 ayın sonunda kendime yeni bir kariyer yolu çizmeye çalıştım ve geçtiğimiz hafta bahsettiğim sürprizle ilgili bir açıklama yapmanın yeri geldi sanırım. Bitcoin ile ilgili bölümlerin büyük bir kısmını bundan sonra Satoshi Radyo podcastlerinin altında bir seri olarak yapmaya devam edeceğim. Tabi burada da bitcoin ile ilgili yapacağım şeyler olacak ama genel olarak BTC Türk çatısı altında Satoshi Topluluğu içinde saf bitcoin içerikleri çıkartacağız. Oraya da bir bakmanız beni çok mutlu eder. Sanırım ilk bölüm kısa bir zaman içinde yayına verilmiş olur. Tüm hayatımı şekillendiren ve dünyaya bakışımı değiştiren bitcoin ile ilgili bir şeyler yapıyor olmak benim için çok heyecan verici. Çünkü finansal özgürlük ve ondan daha kapsayıcı olarak bireysel özgürlüklerim konusunda farkındalıklarımı ilk defa bitcoin’i anlamaya çalıştığımda yakaladım ve bu benim için her şeyi değiştirdi.

Robert Frost’un şiirinde geçtiği gibi bir ormanda ikiye ayrılınca yol, daha az gidilmiş olanı seçince; küçük bir ayrıntı gibi görünse de büyük bir fark yaratan, her şeyi değiştiren yeni bir başlangıcın ilk adımlarını atmış oluyorsunuz.

Önceki Bölüm

Olağanüstü Yanılgılar: South Sea Balonu

Sonraki Bölüm

Warren Buffett Gibi Düşünmek

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint