/
34 mins read

Yeni Başlayanlar İçin Yatırım

Bugün biraz borsaya yeni girenlerle veya borsa harici olarak da yatırım alanına yeni yeni ilgi duyanlarla ilgili bir kaynak olacak bölüm yapmak istiyorum. Özellikle mail üzerinden çünkü bununla ilgili de çok soru geliyor. Kaynak önerileri veya nereden başlamam lazım şeklinde yol arayışında olan çok fazla kişi olduğunu gördüm. Aslında tüm bu podcast serisini yapma fikrimi oluştururken hedef kitlem olarak bu topluluğu görmüştüm zaten ama benim yapmak istediğim şey biraz daha farklı bir şekilde konuya yaklaşmak genel olarak. Yani hisse senedi önerileri veya analiz paylaşmak yerine daha çok temel bir yatırım felsefesi anlatmaya çalışıyorum. Borsada bir başına olduğumuzu ve kendi yatırım stratejimizi oluşturmamız gerektiğini söylüyorum. Uzun yıllardır kafamda dönen düşünceleri hem not etmek adına hem de benzer şekilde sorgulamalar yapanlarla paylaşmak adına yapıyorum tüm bu seriyi. Şimdiye kadarki güzel mesajlarınız için ayrıca yine çok teşekkür ederim. En azından şu ana kadar aktardıklarım kadarıyla bile benzer düşüncülerde olan hatırı sayılır bir kalabalık varmış, onu öğrenmiş oldum. Ayrıca sadece güzel mesajlar değil, özellikle eleştirmek istediğiniz her konuda bana ulaşabilirsiniz. Bu aslında benim daha çok hoşuma gider. Geliştirmem gereken veya bir konuyla ilgili paylaştığım fikirlerle ilgili eksik kaldığını gördüğünüz bir argümanı veya genel olarak podcast içeriklerine direkt eleştiri olarak geri dönüşleriniz benim için çok önemli. Ayrıca şu ana kadar içerik anlamında şunu da yapsan iyi olur veya bu konuya hiç baktın mı şeklinde önerilerde bulunanlara da ekstra bir teşekkür etmek istiyorum tekrardan.

Şimdi ufaktan konumuza girelim. Yatırım dünyasına sıfırdan giriş yapmaya hazırlanan kişilere yönelik bir şeyler anlatmak istiyorum bugün. Tabi bu diğer daha tecrübeli topluluğu dışarda bıraktığımız anlamına gelmiyor. Bence her zaman temele inmek ve basit olanı uygulamak herkes için en etkili yollardan biri. Efsane futbolcu Johan Cruyff’un bir sözü vardı; “Futbol basit bir oyundur, zor olan şeyse basit futbol oynamaktır.” diyordu. Bu aslında yatırım dünyası için de bence çok geçerli bir durum. Asıl zorlandığımız kısım gerçekten de bu işi temel anlamda basit yapmak. Çünkü kendimiz için durumu sürekli karmaşıklaştırıyoruz ve sonunda içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Teknik analiz kısmına zaten girmiyorum; tamamen fal bakmaya benzetiyorum onu. Ama temel analiz ve uygulamaya geçme kısmında da öyle şeyler görüyorum ki; şirketin bilançosundan öyle değişik rasyolar ve oranlar çıkartıyorlar ki, sanki bir uzay geometrisi problemi çözer gibi formüller oluşturuyorlar. Tabi ki çok önemli dikkat edilmesi gereken oranlar var. Tabi ki belli başlı formüle edilmesi gereken veriler var. Bunlardan bazılarına yeri geldiğinde değiniriz hatta. Ama bu iş aslında hiç de o kadar zor değil. En sonda söyleyeceğim şeyi yine en başında vereyim size. Bütün sırrı daha ilk girişte paylaşayım. Bu iş eninde sonunda gelip fiyat / kazanç durumuna dayanıyor. En basit tabiriyle F/K yani. Yani daha temel olarak o şirketin önümüzdeki dönemde ne kadar kar edeceği üzerine bir tahmin oyunu aslında. Aslında işin temelinde bir şirketin değerini oluşturan en önemli veri; o şirketin -tabi sektör verileri oranında- önümüzdeki süreçte elde edeceği karın kaç katı değerinde işlem göreceği. Şirketin önümüzdeki bilançoda veya önümüzdeki yılda, hatta önümüzdeki 5 yılda karının ne kadar olacağını hesaplayabiliyorsanız; o zamanki fiyatının bu karının kaç katı olması gerektiğini düşünüp bunu da mevcut lot sayısına bölüp bir hisse fiyatı buluyorsanız aslında bu iş en basit temel anlamda tamamdır. Tüm mesele bu yani. Çok basit bir yatırım şekli gibi görünebilir ama bir şirketin 3 ay sonraki bilançosunu tahmin etmekle, 5 yıl sonrakini durumunu tahmin etmek arasında çok büyük bir fark var. Fakat burada da devreye kısa vadeli tahminlerin daha doğru olmasına rağmen şirketlerin değerlerine ulaşmaları çok daha uzun vadelere yayılması durumu var. Benjamin Graham’in bu konuda çok sevdiğim bir sözü var: “Piyasa kısa vadede bir oylama makinesi, ama uzun vadede bir tartı makinesidir.” diyor. Yani siz 3 ay sonraki karı tahmin ettiniz diye şirket olması gereken değerlemeye hemen o anda ulaşacak diye bir durum yok. Ayrıca şirketler 3 aylık raporlarını denetimlerden ve raporlama süreçlerinden geçtikten yaklaşık 2 ay sonra yayınlıyorlar. Yani mart ayında kapanan ilk çeyrek raporunu biz belki mayıs ayında görebiliyoruz. Bu süre içinde veya o çeyrek içinde; direkt göz önünde karlılık-maliyet verilerini takip edebileceğimiz alanlar yoksa, tam olarak ne olup bittiğinden çok uzun süre sonra haberimiz oluyor. Tabi şirkette ortaklık seviyeleri daha yüksek yatırımcılar veya spekülatif hareket eden bazı kişiler olabilir, bunlar bu kısa vadeli bilançolarda belli başlı haberleri bizden önce almaya çok daha yakınlar. Bu aslında olmaması gereken bir şey ama maalesef bizim ülkemizde bu durum biraz can sıkıcı. O yüzden kısa vadede çok şey olabilir ama yeterince uzun vadede hisse mutlaka olması gereken değerlemeye yakınsayacaktır en azından.

Bugünkü konumuz işte biraz tüm bunlar üzerine. Özellikle yeni başlayanlar için, ama dediğim gibi basit olanı uygulamaya çalışmak ve tekrar kendine hatırlatma yapmak aslında herkes için önemli. Bir kere hisse senedi piyasasında işlem yapmak için veya yatırım yapmak için kimsenin çekinmemesi lazım. Aslında basite indirgersek yine, bu piyasalarda yatırım yapmak için gereken becerilere, zekaya hepimiz sahibiz. Çok üst düzey bir eğitim de gerekmiyor. Temel ihtiyacımız olan şeyler biraz sabır ve yeterince araştırma yapmak bence. Tabi bir gecede ya da kısa bir sürede hisse seçme konusunda çok başarılı olunabilir gibi bir şey de yok. Ama profesyonel olarak bu işi yapanlara veya trade yapanlara göre yine de büyük bir avantajımız var. O da uzun vadeli düşünebilmek. Özellikle hisse senetleri uzun vadede her zaman diğer yatırım araçlarından daha fazla kazandırmıştır. Amerika’da mesela son 50 yılda hisse senetleri yıllık ortalama %10 üzerinde bir getiri sağladığı verisi var.

Bu rakam belki küçük görünebilir ama bunu yıllık olarak uzun vadede üstüne ekleyerek düşündüğünüzde gerçekten büyük bir rakam. 50 yıl önce Amerika’da endeks fonlarına yatırım yapan biri bu %10 getiriyle parasını yaklaşık 120 katına çıkartmış demek oluyor. Şimdi rakamın büyüklüğü biraz dikkatinizi çekmiştir sanırım. Benzer şeyler bizim ülkemizde de geçerli. Tabi bizde çok dalgalı bir enflasyon olduğundan ayrıca sürekli kısa zamanlı da olsa krizlerden geçtiğimizden bu şekilde sağlıklı bir hesaplama yapmak belki mümkün değil. Yine de kendimden örnek vermek gerekirse, son 5 yılda her yıl kümülatif olarak portföyümü %70 oranında büyütmüşüm. Bunun verilerini saklıyorum kendime bir performans referansı oluşturmak için. Yıllık getiriye baktığımda %69-%75 arasında bir rakam olarak gerçekleşmiş son 5 yıldır. Tabi enflasyondan arındırdıktan sonra daha düşük bir rakam çıkar ortaya ama bileşik getirinin çalışmasını izlemek çok zevkli. Bu sene enflasyon etkisiyle daha ciddi bir yükseliş var bakalım sene sonunda durumu daha net göreceğiz. Ve bunu hiçbir al-sat işlemi yapmadan sadece basit bir şekilde şirket inceleyerek, şirketlerin gelecek kar tahminlerini çok uzun vadede düşünüp yatırıma başlayarak yaptım. Bunu övünmek için değil aslında bu işin o kadar da zor olmadığını anlatmak için söylüyorum. Ve çeşitlendirme yapmak yerine daha odaklanmış bir portföy yönetmeye çalışıyorum kendi adıma. Bu çeşitlendirme alerjimden dolayı belki de yatırım yapamadığım ve fırsatları kaçırdığım birkaç hatam da olmuştur. Hatta bunlardan en pişman olduğum VAKKO’yu çok uzun süre takip edip bir türlü yatırım yapma fırsatı bulamam olarak örnek verebilirim. Yatırım yapma kararları almamla ilgili sanırım daha önce bir örnek vermiştim. VESBE’ye ilk yatırımımı Erol Toy’un yazdığı Vehbi Koç’u anlatan kitaptan sonra karar vermiştim mesela. Belki alakasız görünüyor olabilir Koçlarla ilgili bir şey okuyup Zorlu grubuna yatırım yapmak ama tam olarak öyle değil. Kitapta sanırım 1940’lar Ankara’sını anlatırken o zaman orada Koçların bu yeni tekstil işine giren Zorlu kardeşlere karşı nasıl zorlandığını ve Vehbi Koç’un kendi sözlerinden yazılmış övgü dolu düşüncelerini gördükten sonra VESBE’yi daha derinlemesine araştırıp yatırım kararı almıştım. Benzer bir şekilde VAKKO’nun kurucusu Vitali Hakko’nun hayat hikayesini ve şirketin iç dinamiklerini anlatan bir belgesel izledikten sonra bu şirketle ilgilenmeye başladım. Hatta o belgeselin linkini açıklamalar kısmına bırakırım. Tabi bu şirkete ayıracak kaynak yaratamadım, çeşitlendirme yapmamak için de diğer taraflardan da pay kaydırması yapmadım. Hatta bir süre sonra o kadar ilgi alanım dışına çıktı ki; sanırım 2020 pandemi öncesinde kendi online satış işlemlerini başlattıklarını bile duymadım o dönem. Sonrasında mağaza açma konusunda daha da iştahlandılar. Geçenlerde eşim kafelerinde bir arkadaşıyla oturduğunu anlattı tekrar aklıma geldi. Sanırım bu kafe işlerine de yeni girdiler. 1 dilim pasta, 2 kahveye 200 lira vermişler. Eşim, fiyatlara hayıflanırken ben rakamı duyunca uzun süredir yaşadığım pişmanlığı tekrar hissettim. Sanırım pandemiden sonra online satış işlerinin de iyi gitmesiyle ve yeni mağazalarla birlikte iyi bir ivme yakaladılar. Takip etmeyi bıraktığım dönemlerde 3 küsür liralardan işlem görüyordu 2019’da. Bugün baktım 21 lira olmuş. 3 yılda 7 kat gitmiş ve ben arkasından pişmanlık duymaya devam ediyorum. Ayrıca düzenli temettü ödemesi de var. Bunu aslında şirket ismi vermek için yapmıyorum. Sadece yatırım kararı vermede aslında durumun ne kadar basit olduğunu göstermeye çalışıyorum. Vitali Hakko ile ilgili bir belgesel izledim ve o dönem şirketi incelemem sonrasında değerli buldum ama yatırım yapmadım. Yatırım yaparken ilk aşama aslında bir şirketin hangi vizyonla yönetildiğini anlamaktan geçiyor. Bu yüzden bu örneği veriyorum. O dönemler aslında beni VAKKO’dan ayıran başka bir şey de sanırım kimsenin onlar hakkında konuşmamasıydı. Acemi bir yatırımcı olarak şirket hakkında yorum aramaya başladığımda kimsenin VAKKO’yla ilgili bir şey paylaşmadığını gördüm. Temettü yatırımcılarının paylaştığı portföylere baktım, kimsenin ilgilenmediğini gördüm. Sonuçta acemi biri olarak bu kadar insanın gözünden kaçmamıştır diye düşünüyorsunuz doğal olarak. Bugün bile hala çok beğendiğim bir şirket ama kimsenin portföyünde görmüyorum veya hakkında konuşulmuyor. Aslında bazı yatırımlar işte bazen de böyle sıkıcı görünebilen şirketlerde beklenmedik sonuçlar verebiliyor. Bu yüzden borsada bi’ başınayız diyorum aslında. Kararlarımızı kendi adımıza vermeliyiz. Genel kanının aksine eğer yaptığımız araştırma sonucu bir şeyin doğruluğuna inanıyorsak onunla ilgili adımlar da atmalıyız.

Neyse konuyu dağıttık biraz. Kısaca uzun vadeli düşünmek çok önemli. Kendime adıma konuşmak gerekirse son 5 yılda sadece 1 kez sat tuşuna bastım. Covid salgını henüz daha Wuhan’da 100 kişiyi öldürmüşken, daha Çin dışına bile çıkmamışken bütün portföyü sattım. Türkiye’ye gelmesi, piyasaları etkilemesi için 3 ay daha geçti. 17 Mart – 19 Mart tarihleriydi hiç unutmuyorum. Piyasa yerle bir oldu, beklediğim şey 3 ay sonra da olsa gerçekleşmişti. Ben ondan sonrası için tamamen bir kıyamet senaryosu bekliyordum ayrıca. Fakat tam tersi oldu ve piyasalar tekrar toparlanıp yükselmeye başladı. Sattığım hisseleri hemen hemen aynı fiyatlardan geri aldım ve o günden sonra da bir daha sat tuşuna basmadım. Uzun vadeli hareket etmek çok önemli yani. Kısa vadeli haber akışlarının ve şirketin iç dinamiklerinde bir değişiklik yaratmayan bilgilerin tamamından uzak durmak gerekiyor. 5 yıl, 10 yıl, 20 yıl sonrasını düşünmek önemli olan. O zaman yatırımcı oluyorsunuz aslında. Warren Buffett’ın çok sevdiğim bir sözü var: “Eğer bir hisseye 10 sene sahip olacağınızı düşünmüyorsanız, 10 dakika bile tutmayın.” diyor. Basit ama derin bir söz bana göre. Bir hisseye 10 yıl sahip olabilmek için onunla ilgili çok sevdiğiniz bir şeyler olmalı. Gördüğünüz bir değer olmalı ileriye yönelik. Kısa vadeli uzun vadeli tahminlerden bahsetmiştik daha önce. Bununla ilgili yapılan bir araştırmada insanların kısa vadede daha hayalperest; uzun vadede daha realist olduğunu söylüyor. Gerçekten de uzun vadeli tahminler yaparken daha temkinli davranırız aslında. En kötü senaryoları düşünürüz. Ayaklarımız daha bir yere basar. O yüzden de 10 yıl sahip olmayı isteyeceğimiz bir şey için daha dikkatli davranırız. Warren Buffett’ın o sözünü bu şekilde anlamak lazım bana göre. Ayrıca piyasalar kısa vadede oldukça volatil hareket edebilir. Hatta bir sene içinde bir hissenin fiyatı aşağı veya yukarı yönlü %50’den fazla değişiyor olabilir çoğu zaman. 1 seneyi kısa vadeli, 5 seneyi orta vade, 10 seneyi uzun vadeli olarak görüyorum ben kendi adıma. Yani 1-2 senelik bir yatırım aracı olarak düşünmek borsayı bence çok yanlış sonuçlar verir. Elinizde bir para olduğunu varsayalım, çocuğunuzun okul parası veya sizin eğitim için yaptığınız birikim veya aldığınız krediyle oluşan bir nakit var diyelim. Sadece ters bir kısa vadeli harekette bu başka alanlarda ihtiyacınız olacak parayı belki 1 seneden fazla bekletmek zorunda kalabilirsiniz bu piyasalarda. 5 yıl boyunca 10 yıl boyunca ihtiyaç duymayacağınız bir parayla yatırım yapmak o yüzden daha sağlıklı. Veya gelirinizden yarattığınız kesintilerle bu dokunmayacağınız tasarruflarınızı düzenli olarak piyasaya para sokmak mantıklı olur. Çünkü en önemli noktalardan biri hep bahsettiğim bileşik getirinin çalışmasını görmeye başlamak. O noktadan sonra portföyünüze sadece siz zarar verebilirsiniz, piyasa değil. Peter Lynch bu vade ve kazanç konusuyla ilgili çok güzel bir şey söylüyor: “Eğer paranızı kısa vadede güvenli bir şekilde ikiye katlamak istiyorsanız, elinize alın ikiye katlayın ve cüzdanınızda saklayın. Bunun dışındaki yollar kumardan başka bir şey değil, iyi bir hissenin geri dönüşü 2-3 hatta 5 yılı bulabilir.” diyor. 2-3 haftada veya 2-3 ayda hiçbir hissenin geri dönüşü onun içsel değerini yansıtamaz bana göre de. Bu hem aşağı yönde hem yukarı yönde geçerli.

Diğer bir önemli nokta da hisse satma konusu. Bu konuya aslında biraz da çeşitlendirme ve odaklanma açısından bakmakta yarar olduğunu düşünüyorum. Çünkü yatırıma başladıktan sonra, oluşturduğunuz portföyünüzdeki birikimin sonuçta harcamak için olmadığını anlamak gerekiyor. Yatırımcı olmak biraz da buna bağlı. Sadece portföydeki hisseler arasında ağırlık olarak değişiklikler yapmak için veya başka bir alana yatırım kaydırmak için satış yapılması gerektiğini öğrenmek lazım. Nakitte beklemek kavramını mesela hiçbir zaman anlayamamışımdır ben kendi adıma. Hesabımda belli bir miktarın üzerinde nakit bulunsa bunu henüz bir yatırıma yönlendirmediğim için gece uykularım kaçar. Yabancıların “cash is trash” diye bir tabiri vardır. Özellikle bizim gibi ülkelerde nakitte beklemek enflasyon açısından çok ciddi zararlar verebilir portföyünüze.

Henüz yatırıma yönlendirilmemiş birikimi altın veya döviz cinsinden saklamak çok önemli bence. Veya yatırımdan çıkartılan paraya yeni bir yer bulana kadar bu şekilde en azından değerinin korunmasını sağlamak lazım. Bunlar dışında portföy ayarlamaları yaparken satışlar yapılabilir. Şöyle düşünmek lazım aslında; elinizde 10 tane hisse senedi olduğunu varsayarsak; tüm bunlar ayrı sektörlerde olabilir, çok farklı hikayeleri de olacaktır tabi mutlaka. Bir şirkette artık giriş yaptığınızdaki hikâyenin devam ettiğini görmüyorsanız veya yönetimsel beğenmediğiniz politikalar yapılmaya başlanmışsa veya sizin o hisseyi alma nedenleriniz kaybolduysa çıkış yapma zamanı gelmiş demektir. 10 tane farklı poker masasında her elinizde farklı güçte kağıtlar olduğunu düşünün. Pullarınızı tabi ki kazanması en olası ellerinize dağıtmak istersiniz. Hisse senedi satışlarını da buna benzetebiliriz bir noktada. A hissesi bekleneni veremeyecekse, aldığınız şartlara göre bozulma varsa, hikayesi daha iyi giden ve beklentileri yerine getiren B hissesinin ağırlığını artırmak daha mantıklı olabilir. Ve yine söylemem lazım 10 tane farklı eli odaklanarak takip etmek de mümkün değil. En iyi tahminlerinize ve beklentilerinize yoğunlaşmak yani çeşitlendirmeden uzak durup odaklanmanın daha faydalı olacağını düşünüyorum. Şunu da unutmamak lazım bir şirket hakkında kendinizce anlattığınız hikâyenin sonuçlarını geceden sabaha görmek mümkün değil. Belki sonuçları görmek birkaç yılı bile alabilir. Bu şirket hikayelerine piyasalar tarafından inanılması için zaman vermek gerek. Bu iyi hisseleri seçmek için bireysel yatırımcı olarak en önemli avantajımız aslında onları sıradan insanların gözünden görebilmek. Peter Lynch bu tip hisseler seçme konusunda çok meşhur. Genellikle çevrenizde bulunan, ne iş yaptığını bildiğiniz ve anlayabildiğiniz şirketlere yönelin diyor. VAKKO örneğini de aslında bu yüzden verdim. 1 dilim pasta ve 2 kahveye 200 lira aldıkları bilgisini tüketici olarak öğrenebiliyorum çünkü şirketten. Ve bu fahiş fiyat bir yandan da hoşuma gidiyor. Alıcı bulduğunu da biliyorum çünkü. Çevremizde günlük hayatta sürekli karşımızda olan o kadar fazla şirket borsada işlem görüyor ki, böyle düşünmeye başlayınca bu şirketleri çok rahat tespit edebiliyorsunuz. Bu şirketler yerel firmalardan da seçilebilir. Ne yaptıklarını daha iyi takip edebilirsiniz. Ayrıca tüketicisi olunan firmaların hisseleri de her zaman sahip olunabilecek bir hisse olabilir. Beyaz eşya sektöründe mesela VESBE veya ARÇELİK var. Bunlardan hangisini tüketici olarak seçiyorsanız aslında bu size hisse için en yol gösterici veri olabilir. Çünkü onu tercih etmenizin o firmanın ürün satış yeteneğiyle ve ürünlerinin kalitesiyle mutlaka bir bağlantısı vardır. Belki ürünleri ultra kaliteli olmayabilir ama fiyat-performans olarak baktığınızda yine tercih kategorinize girebilir. Her gün evinizde veya sokakta birebir gördüğünüz hisselere yatırım yapmak bireysel yatırımcı için aslında büyük bir avantaj. Kendi çalıştığınız sektör özelinde şirketlere yatırım yapabilirsiniz. En iyi bildiğiniz alan budur çünkü. Hiçbir fon yöneticisi o sektörü sizden daha iyi bilemez.

Ayrıca fonlar gibi belli kurallar içinde bir sepet yapmak zorunda değiliz. Katı bir şekilde takip edilen bir performans karnemiz yok. Vade problemimiz yok. Aslında profesyonel yatırımcılara veya fonlara göre oldukça büyük avantaj sağlayan şeyler bunlar. Diğer önemli bir konu yatırım bireysel hesaplar için oldukça kişisel bir alan. Bir başınıza yapmak zorundasınız. Çünkü piyasanın coşkulu zamanlarında veya özellikle depresif ve kriz zamanlarında duygularınızı kontrol etmek için de bir başınıza olacaksınız. Yine aynı noktayı hatırlamak lazım burada, bir hisse kısa vadede 1 yıl içinde aşağı ve yukarı yönlü %50 üzerinde volatil hareketler yapabilir. Bu piyasada her zaman söylenen en önemli şeylerden biri; iyi bir beyinden ziyade sağlam bir mide sahibi olmak gerekir. Bu hareketler karşısında midenize yumruk yemiş gibi hissetseniz bile yutkunup yola devam etmek çok önemli. Bireysel yatırımcı olarak ayrıca bana göre kişisel araştırmalarla takip edilebilecek hisse sayısı 6-7’yi geçemez. Bu 6-7 hissenin arkasındaki şirketi öyle rahat inceleyip takip edebilirsiniz ki, onunla ilgili bir sunum hazırlayabilecek bir seviyeye bile gelebilirsiniz. Genel olarak benim yatırım yaklaşımımım birçok alanda oldukça fazla şey araştırıp bunları bir süzgeçten geçirmek üzerine. Çok dağınık bilgi dağarcığımda yer eden ve beni etkileyen, en fazla anlayabildiğim ve geleceğine yönelik sağlam beklentilerim olan şirketleri filtrelemek. Sonra bunlar üzerine yoğunlaşıp harekete geçmek. 20 tane şirket hakkında biraz bir şeyler bilip yatırım yapmak yerine sadece birkaç tanesi hakkında oldukça derin araştırmaya girmek yeterli yani. Haftada birkaç kez haber akışlarına bakıp aylık olarak tekrar kontroller yapıp, bunun üstüne çeyreklik raporlarını incelemek yeterli. Full time sürekli ekran başında olmaya da gerek yok.

Diğer bir konu da haber akışları içinde kaybolma durumu var. Makroekonomik veri akışlarını saatlik haftalık takip ederek market zamanlaması yapmak tamamen zaman kaybı aslında. Kimse piyasanın ne yapacağını tahmin edemez. Bunu anlamak lazım. Üstüne basa basa söylemek lazım; piyasa irrasyoneldir. Bununla bağlantı kurduğum bir araştırmayı geçenlerde twitter’da paylaşmıştım. Piyasada rekabetçi bir şekilde işbirlikçi davranmama üzerine bir davranış biçimi olduğunu düşünüyorum. Martin Schubik’in 1971’de yayınladığı 5 sayfalık o kısa makaleyi yazdığım twit serisi linkini açıklamalar kısmına bırakırım. Bir göz atarsanız bu işbirlikçi olmayan davranış biçimimiz konusunda ve piyasa psikolojisi açısından değişik bir bakış açısı sunuyor.

Market zamanlamasına dönersek; ekonomik verilerdeki değişiklikler, mesela enflasyonun artması, savaş durumları, politik konjonktür bunların hepsi piyasaları bir anda aşağı yönlü sürükleyebilir. Bu doğru. Fakat bunları tahmin etmek ve piyasaların nasıl tepki verebileceğini hesaplamak bana göre imkansıza yakın. Covid döneminde tam kapanmalar ve tüm tedarik zincirlerinin durması sonrasında piyasaların tamamen dibe vuracağını düşündük. Hatta kendimi çok zeki sanarak henüz piyasalar bu durumu görmezden gelirken tüm hisselerimi sattığımı söylemiştim. Tahmin ettiğimiz gibi olmadı. Piyasalar birkaç günlük sert düşüşler sonrasında toparlanıp eski fiyatlamaların çok daha yukarısına çıktı. Çıkmaya da devam ediyor. Bunun sebeplerini parasal genişlemelere bağlayabiliriz belki. Fakat bunları net bir şekilde önceden tahmin edip tam bir piyasa çıktısı almak mümkün değil. Ben kendi adıma kıyamet senaryosu çizmiştim o dönem mesela. Ama olmadı. Piyasalar her 2-3 yılda bir %10’dan fazla bir anda düşebiliyor. Her 5-6 yılda bir kısa bir sürede %20’ye yakın düşebiliyor. Bu piyasa döngülerini yakalayıp zamanlama yapmaya çalışmak, hatta grafikler üzerinden fal bakmak bana göre zaman kaybından başka hiçbir şey değil. Tek bilmemiz gereken döngüsel bir şekilde piyasaların zaman zaman kriz dönemleri yaşadığı ve zaman zaman da coşkuya kapıldığı. Bizim için önemli olan tüm bunları kaldırabilecek sağlam bir midemizin olması.

Ayrıca mucizeler yaratmak için çırpınmaya da gerek yok bu piyasada. Kimsenin görmediği, henüz keşfedilmemiş veya dikkat edilmemiş gizli hazineleri aramaya çalışmak çoğu zaman iyi sonuçlanmıyor. Ben bunu biraz futbolla özdeşleştiriyorum. Deplasman takımına veya lige yeni çıkmış bir takıma bahis oynamıyorum. Evinde rahat galibiyet alacağı düşünülen bir takıma da maç önü skor henüz 0-0’ken bahis almamaya çalışıyorum şirket seçerken. Maç 2-0 3-0 olduğunda ve dakika 60’dan sonra bahis almanın hiçbir zararı yok. Hatta oldukça güvenli. Futboldan tek ve en önemli farkı; 90 dakikanın sonunda piyasa sonlanmıyor. 3-0 önde olan ve top hakimiyeti olan bir takımın sabaha kadar oynasa yenilmeyeceğini bilerek şirket seçmeye çalışıyorum. 10 yıl da devam etse bu mücadele o şirket doğal avantajları ve önde olması sebebiyle bir daha geriye düşmesi çok zor. Ve bu sıkıcı şirketler, aynı zamanda büyük ilgi altında olmadan ciddi kazançlar getirebiliyor. Bir şirket için benim açımdan en büyük avantaj; sektöründe neredeyse bir monopoli kurması. Rekabet açısından ve yeni rakipler açısından sektörünün giriş barajının yüksek olması. Büyük korunaklı bir kalenin içinde etrafının hendeklerle çevrili bir piyasa içinde olması. Bu tarz şirketler hikayesi çok değişmediği sürece karlığını sürekli artırabilir. Satış baskısı çok olmaz. Kar marjlarını ayarlama konusunda skalası daha geniştir. Daha az çabayla daha büyük işler yapabilirler monopol olmayan şirketlere kıyasla.

Tüm bunların yanında, unutulmaması gereken belki de en önemli konu; bir hissenin fiyatı mutlaka o şirketin yaptığı karları takip eder. Neredeyse her durumda, eğer şirketin yaptığı karlar artıyorsa, hisse fiyatının da artacağını söyleyebiliriz. Şirketin karları kötüyken biraz iyileştiğinde, hissenin fiyatı da biraz artar. Şirketin karlılığı iyiden çok iyiye geçtiğinde, hissenin fiyatı yine takip eder. Karlar artık mükemmel seviyelere geldiğinde hissenin fiyatı da artık pahalı denilebilecek noktalara kadar çıkar. Uzun bir dönemde düzenli olarak yükselen karlılık hisse fiyatına mutlaka yansıyacaktır. Yani bir hisseye girebilmek için aslında birden fazla şansımız var. Aynı geceden sabaha bir şirketle ilgili hikâyenin kolay kolay değişmeyeceği gibi, alım fırsatları da aydan aya hatta birkaç yılda bile kaçırılmış olan fırsatlara dönüşmez. Fakat bu en önemli noktada, şirketlerin gelecek karlarını tahmin etmekte elinizde kristal bir top olsa bile doğru sonucu bulamayabilirsiniz. Yatırım fonları veya aracı kurumlar çoğu zaman bu kar tahminlerini açıklar ama yine çoğu zaman bu tahminler tutmaz. Bu tahminleri siz kendi yaklaşımınızla ve şirketleri tanıyarak yapmalısınız. Tabi ki herkes karlarını sürekli artırmaya devam edecek şirketlere yatırım yapmak ister. Eğer şirketi iyi tanıyorsanız, bu karlılığı nasıl artırabileceği hakkında yorumda bile bulunabilirsiniz aslında. Şirketin içsel dinamiklerini ve sektörü doğru okuyabilirseniz gelecekteki karlarını tahmin etmekte de; doğruluk payı yüksek sonuçlar elde etmek çok zor değil. Yayınlanan raporlar yerine bu konuda kendi tahminlerinizi yapmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Geleceği tahmin etmek zor ama şirketin geçmişinden öğrenerek ders çıkartabilirsiniz. Uzun bir süredir gelirlerini ve karlarını artırmaya devam eden bir şirketin bundan sonra da aynı yetenekleriyle buna devam edebileceğini düşünmek çok doğal. Ve bu şekilde oldukça uzun süreler istikrarlı bir şekilde gelir ve karlarını yükselten aslında o kadar fazla şirket de yok. Yani böyle istikrarlı şirketleri bulabilmek samanlıkta iğne aramaya benzemiyor. Ama dikkat edilmesi gereken bir nokta, bir şirket uzun yıllar bu istikrarı sürdürdü diye bu şekilde devam edecek demek yeterli değil. Bunun için bazı gerekçeler lazım. Arge yatırımları, maliyet düşürmeleri, yeni ürünler, düzgün bir bilanço, marka isminin değerinin durumu gibi tüm bu rekabetçi ve yenilikçi ataklarını da sürdürmesi lazım. F/K konusunu da çok karmaşık bir hale getirmeye gerek yok. F/K kısaca; bir şirkete yaptığınız yatırımın geri dönüşünün ne kadar sürede olacağını ölçen bir oran. Yani 100 lira ödediğiniz bir şirket her yıl 10 lira kar yapıyorsa bu yatırımın size geri dönüşü 10 yılda olacak demek. F/K oranı 10 demek bu da kısaca. Tabi burada 10 yıl boyunca şirketin kazancının sabit kalacağını düşünürsek. Zaten tüm bu karmaşa da işte bu noktadan sonra çıkıyor. Şirketlerin 10 yıl boyunca aynı kazançları yapmayacağını düşünürsek; aslında bütün mesele o şirketin gelecek kazançlarını tahmin etmek ve şu andaki değerlemesine indirgemek bu oranı. Ben bunu basitçe F/K oranı ve büyüme oranını karşılaştırarak değerlendiriyorum. Eğer bir şirketin ortalama 5 yıllık büyüme oranı şu anki işlem gördüğü F/K oranına yakınsa şirket değerinde işlem görüyor demek benim için. Buradaki önemli durum şirketin 5 yıllık tahmini büyümesi eğer mevcut F/K’nın oldukça üstündeyse işte orada bir hikâye var demektir. Özellikle agresif bir şekilde büyüyen SASA gibi şirketlerin F/K’larını gözden geçirirken bu büyüme oranlarını da hesaba katarak bir değerleme yapmak çok önemli. Daha istikrarlı şirketlerin F/K incelemesini yaparken tarihsel ortalama F/K’larına bakmak da bir ipucu verebilir. Normalde tarihsel olarak uzun bir süre 10-12 F/K’larda işlem gören bir şirket 4-5 F/K’ya indiğinde bunun sebeplerini sorgulayıp bulmak lazım. Orada mutlaka bir şey çıkar karşınıza. Bu konuyla ilgili Yaşar Erdinç’in çok önemli bir yayını var. Onun linkini de bırakırım açıklamalar kısmına. Mutlaka bir bakmanızı öneririm ona.

Tabi bir de hepimizin en sevdiği temettü konusu var. Yurt dışında genelde çeyreklik bazda dağıtılıyor. Bizde genelde yıllık kar üzerinden tek seferde dağıtılıyor. Şirket o yıl yaptığı karın bir kısmını çeşitli yerlerde kullanmak yerine yatırımcılarına dağıtmayı seçebiliyor, bu çok güzel bir şey. Yine de çok sevsek de sürekli yüksek oranlarda temettü beklemek aslında şirkete uzun vadede zarar verebilir. Bir şirketin yaptığı 100 birim karın 90 birimini sürekli yatırımcılarına dağıttığını düşünün. Kalan 10 birimle arge mi yapacak, yeni ürün mü geliştirecek, pazardaki yerini mi sağlamlaştıracak, operasyonel giderlerini mi karşılayacak… Aslında yüksek oranlarda temettü dağıtımı bana göre uzun vadede zararlı olur. Tabi ki verimli kullanamayacağını düşündüğüm karın bir kısmını, benim gibi yatırımcılarına vermeli ama kendi büyümesini ve sektördeki gelişmelerin gerisinde kalmayacak şekilde makul bir oranda bunu yapması gerekli. Yani çok yüksek temettüler kısa vadede güzel görünse de uzun vadede zararlı olabilir. Tabi şirket nakit açısından zengin, borçluluğu düşük ve monopol olarak sektörün neredeyse tek oyuncusu değilse.

Bir hisse seçerken veya yatırım yapmaya karar verilmeden önce, yapılması gereken en önemli şeylerden biri o şirket için bir hikâye yazmak aslında. Bu şirket satışlarını nasıl artırabilir? Maliyetlerini düşürebilir mi? Kullandığı hammaddeler neler ve hangi kısımlarda başka yerlere bağımlı? Kâr marjını yükseltebilir mi? şeklinde aynı küçük bir işletmeniz varmış gibi bu ilgilendiğiniz hisselere de sizinmiş gibi yaklaşmanız lazım. Satışları artırmak mesela en önemli büyüme adımlarından biridir. Veya şirket piyasaya yeni bir ürün sunabilir. Bu yenilikçiliği sağlamak aslında en zorlarından ve en riskli atılımlardan biri. Ama bu yeni ürün eğer tutarsa o zaman getirisi de aynı şekilde büyük olur. Bu tip yenilikçi şirketlerde en önemli şeylerden biri firmanın marka değeri ve piyasadaki güvenilirlik algısıdır aslında. Tabi bir şirket büyümeye çalışmak için sattığı ürünün fiyatını da yükseltmeyi deneyebilir. Aynı sayıda satış yapsa bile fiyat yükseldiğinden gelirleri de artmış olur. Bu yöntem tabi biraz tehlikeli. Özellikle rekabetin güçlü olduğu sektörlerde şirketin pazar payı kaybetmesine neden olabilir. Bu şekilde kendi düşüncelerinizle kurduğunuz gelişim planının yani hikayenizin aynı zamanda şirketin kendi için düşündüğü hikayeyle örtüşmesi de çok önemli. Bunun için şirket yöneticilerinin görüşlerini ve açıklamalarını takip etmek gerek. Aynı pencereden mi bakıyorsunuz, şirket için benzer bir vizyon mu koydunuz bu sağlamayı yapmak lazım. Bu şekilde ayakları yere sağlam basan bir şirket hikayesi oluşturduğunuzda aslında elinizde çok güçlü bir analiz var demektir.

Tabi bu filtrelemeleri yaptıktan sonra aslında elimizde incelemeye değer sınırlı sayıda şirketler kalıyor. Sonra bu şirketlerin hikayelerine bakmak lazım. Hikâyede de problem yoksa; şirketin değerlemesine geçebilirsiniz. Sonra fiyat kontrolü geliyor. Uygun görünüyorsa artık F/K oranına bakabiliriz. Ve şirketin gelecek dönemler için F/K tahminini yaptıktan sonra hala çekici görünüyorsa yatırım yapmaya uygun bir şirket bulundu demektir. Sonrasında şirkete odaklanmak gerek. Ne üretiyor? Geliri nereden geliyor? Rekabet ortamı nasıl? Tüm dış sesleri engelleyip bu aşamaları tek tek kontrol etmek lazım. Kendi başınıza yaptığınız bu analizde durumun iyi mi yoksa kötü mü göründüğünün etki altında kalmadan tespiti çok önemli. En sonunda tüm bu aşamalardan geçtiğinde artık yatırım yapılabilir. Sonrasında eğer hisseniz beklediğiniz gibi gitmiyorsa belli bir süre bekleyebilmek önemli. Tabi bu sırada neden tahmin ettiğiniz gibi olmadığını da araştırmak lazım. Eğer bulduğunuz yeni cevaplar hikayeyle ilgili bir yanılgıda olduğunuzu gösteriyorsa o zaman o hisseyle ilgili tekrar düşünmeye başlamanın zamanı gelmiş demektir. Fakat hikâyede bir uyumsuzluk yoksa, biraz sabırlı olmak gerekiyor. Ve hikayenizi sürekli, şirketle ilgili gelişmelere göre güncellemeniz gerekiyor. Bunu hisse fiyatını günde 10 defa kontrol ederek yapamazsınız ama. Onun yerine temelde oluşturduğunuz hikâyeyi sürekli kontrol etmeniz lazım. Eğer her şey yolundaysa, birkaç haftada hatta bir çeyrekte bile tüm beklentilerinizin karşılanmasını beklemek de gerçekçi değil.

Tüm bu filtrelemeler ve aşamaların kendi adıma bana uzun vadede çok yararı oldu. Bir hisseyi almak için ya da daha doğrusu bir şirkete ortak olmak için iyi bir sebebiniz olmalı. Fiyatın yukarı gideceğini düşünmek için sağlam gerekçeleriniz olmalı. Hatta tüm bu sebepleri ve gerekçeleri konunun içinde olmayan birine bile 5 dakikada anlatabilecek kadar yeterliliğiniz olmalı. İyi bir şirket hikayesini de 5 yaşındaki bir çocuğa bile anlatabilmelisiniz aslında. Hikâye ne kadar karmaşıksa ve birçok farklı detayı varsa başarıya ulaşma ihtimali de o kadar düşer. Aslında ihtiyaç duyulan tek şey sadece basit bir hikâye ve net ölçülebilir sonuçları olabilecek hisse, şirket bulabilmek. Tabi bu hikayelerin değişmez, sabit birer parça olarak kalmasını da beklemek yanlış olur. Hikayeler sürekli evrilir ve değişir. Bunun takibi çok önemli. Aynı başlarda verdiğimiz poker örneğindeki gibi, oyunun başında sadece elinizdeki iki kartı bilirsiniz ve bahsinizi buna göre yaparsınız. Yere açılacak kartları beklersiniz. Yere her kart açılışında kartlarınızın hikayesi ve potansiyeli değişir. Bu yeni bilgiler ışığında hikayeniz tamamen saf dışı kalabilir, belki çekilmek zorunda olabilirsiniz.

Tabi bu benzetmelerden yola çıkıp da borsayı bir kumar yeri gibi görmemek ve yatırımları bu doğrultuda yapmak lazım. İşler kötü gittiğinde kusmamak, işler iyi giderken de coşkuya kapılmamak önemli. Bir hissede beklediğiniz hikâyede problemler başladığında çıkış yapmaktan korkmadan, hikayesi güçlenen şirketlerinizde payınızı artırmaktan çekinmeden ve hepsinden önemlisi de uzun vadeli düşünüp; sakin, sabırlı yatırımlar yapmak gerekli.

Önceki Bölüm

Eurodollar Piyasası ve Para Teorisi Üzerine

Sonraki Bölüm

Olağanüstü Yanılgılar: South Sea Balonu

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint