25 mins read

Başlangıç

Her şeyden önce hep birlikte tüm bu serüvene başlamadan, kafamı uzun süredir kurcalayan size aktarmak istediğim bazı şeyler var. Kendimden biraz bahsetmek istiyorum öncelikle; 10 yıldan fazla bir süredir kurumsal hayatın içinde bir mühendis ve yönetici olarak çalıştıktan sonra yaklaşık 5 ay önce, yılbaşının hemen öncesinde işimden istifa ettim. Bunu bir iş değişikliği veya daha iyi bir teklif geldiği için de değil, yeter artık ben yokum diyerek yaptım. Başlangıçta biraz bu istifa sürecini ve nasıl bu karara ulaştığımı anlatmak istiyorum. Hem de birbirimizi biraz daha yakından tanımış oluruz bu vesileyle.

Aslında beni bu karara götüren düşünceler 3-4 yıl başladı. Özgürlüğümü kendi elime alma isteği beynimi kemirip duruyordu çok uzun bir süredir. Fakat bununla ilgili net bir adım da atamıyordum çünkü ne doğru düzgün bir birikimim vardı, ne de henüz bunu yapmaya yetecek cesaretim vardı. En sonunda gerçekleştirdiğim bu istifanın Amerika’da başlayan ve “Great Resignation” dedikleri yani Büyük İstifa sürecine denk gelmesi de biraz enteresan oldu.  Amerika’da başlayan bu Büyük İstifa dalgasını da ayrıca inceliyorum, insanlar özellikle son 1 yılda çok ciddi bir şekilde işlerini bırakıyorlar. Herkesi o noktaya götüren sebepler çok değişkenlik gösterse de aslında işin özünde temel bazı noktalar var. Bunun sebeplerini genel olarak; COVİD-19 pandemisi sürecinde, çalışanların kariyerleriyle ilgili düşünmelerine, çalışma şartlarının zorluğuna ve insanların uzun dönem hedefleriyle ilgili endişelerine bağlıyorlar. Evden çalışmaya başladıktan sonra iş-sosyal hayat dengeleriyle ilgili farklı fikirlere kapıldık gibi görünüyor. İşin garip tarafı yeni kuşak yani Z jenerasyonu dediğimiz kesim yerine en yüksek istifa oranı 30-45 yaş aralığında görülmüş. Yani insanlar kariyerinin belli bir noktasına gelmiş olmasına rağmen daha iyi şartlar veya daha dengeli bir sosyal yaşam için veya daha farklı alanlarda kendi işlerini kurmak için istifa etmeye başladılar son 1 yıldır. Neyse, bu istifa dalgasına ucundan ben de katılmış oldum ve bunun son zamanlardaki en büyük sosyal hareket olduğunu düşünüyorum. Çünkü altında benim için çok temel bir içgüdü yatıyor: Özgür İrade isteği.

İstifamı verdikten bir süre sonra, bir gün babamla balkonda sohbet ederken söylediği bir laf vardı.

Hatırlıyor musun bundan 10 yıl önce aynı bu balkonda bu durduğumuz yerde bana bir şey demiştin

Ne söylediğimi tam hatırlayamadım. O kadar çok konu hakkında o kadar fazla şey söylüyorum ki aslında bunu da azaltmam gerek.

30 yaşıma geldiğimde eğer kendi işimi kuramamışsam veya asgari ücretin 4-5 katı kadar kazanamıyorsam başarısız oldum demektir” dedin. “Ama ben senin başarılı olduğunu düşünüyorum bunu bil.

Bu söz kafamda tekrardan şimşek gibi çaktı ve 35 yaşını geçip hala tam olarak bunu başaramamış olmamın verdiği sarsıntı beynimde yankılandı resmen. “Olsun yapmak istediğin şeylere çok yakınsın, senin bu kadar kısa sürede böyle bir birikim yapabilmiş olman çok büyük bir başarı” diye devam etti.

Evet hatırı sayılır bir birim yapmıştım fakat yine de yeterli değil bence. Burada biraz da nasıl birikim yaptığımdan bahsetmek istiyorum. Aslında bu bir aile kültürü bizde. Biz hiçbir zaman çok gereksiz harcamalarda bulunmadık ve eskiden gelme bir alışkanlık olarak, kazancımızın bir kısmını hep kenara ayırdık ve borç yapmamaya özellikle dikkat ettik. Genel olarak kazancımızın 3’te 1’ini birikim yapmak gibi bir kuralımız oldu ama uygulaması da çok basit değil. Çoğu zaman bunu ben de başaramadım. Üniversiteden mezun olduktan sonra hemen çalışmaya başladım. Aylık maaşımdan ayırdığım birikimle ve sonraki yapabileceğim aylık birikim miktarı kadar ve kısa süreli bir krediyle ilk arabamı aldım. Maaşımın 3’te 1’ini kenara ayırıyordum, bu rakam istediğim aracın ödemesi için yarı yarıya biriktiğinde üstünü kredi ile tamamlayıp sonuca ulaştım. Aldığım araç da 25-30 bin liralık bir araçtı yani öyle ahım şahım bir şey değil. Ama düşünün şu anda kim aylık kazancının %30’unu falan kenara koyup bunu yapabilir? Alım gücümüzün nasıl düştüğünü buradan bile görebiliriz aslında. Buna daha detaylı bakacağız ilerde. 1-1,5 yıl içinde kredimi kapatınca, boşalan aylık birikimimle altın almaya başladım. Biriktirdiğim altınların üstüne yine aylık olarak yapabileceğim birikim miktarı kadar ve kısa süreli bir krediyle arsa aldım. O aldığım arabayı daha geçen sene sattım, çok uzun süre kullandım. O aldığım arsa bugün hala duruyor.

Yani kısaca şöyle bir yol izliyordum; aylık kazancımın mümkün mertebe 3’te 1’ini biriktir. Bu para belli bir büyüklüğe ulaştığında, bundan sonra yapabileceğim birikim ölçüsünde ve kısa vadeli borçlanarak bunu yatırıma dönüştür. Tabi arabayı burada yatırım olarak saymayabiliriz ama Türkiye şartlarında bunu biraz tartışabiliriz ama.

Güzel bir yol fakat bu alanda çok sebatlı olmak gerekiyor ve kenarda duran büyüyen paraya dokunmamak için sürekli kendinizi telkin etmeniz gerekiyor. Yani bir hedef belirliyorsun; bu araba olabilir, ev olabilir, arsa olabilir. Genellikle yüklü bir miktar parayı gerektiren hedefler oluyordu bunlar benim için. Bu yüzden çok sabırlı bir şekilde birikim yapman gerekiyor ve sonuçlarını işin sonuna gelene kadar çok net göremeyebiliyorsun. Bunun yerine çok daha büyük bir şeyin küçük bir parçası olma fikriyle de o noktada karşılaştım. Borsa’da yatırım yapmak. Yüksek rakamlara ulaşmadan da birikimlerimi anında yatırıma dönüştürme isteğim vardı. Bunu aslında önceki birikim yöntemimde de kısmen yapıyordum, her ay maaş alır almaz yaptığım ilk iş; birikim için para ayırmak ve bunu genellikle altına yatırmak oluyordu. O zamanlarda da aslında bir nevi anlık yatırıma dönüştürüyordum fakat tabi şunu anlamak gerekiyor; altın sizin için çalışan bir enstrüman değil. O sadece orada durur ve paranızın değer kaybetmemesini sağlar çoğu zaman. Hatırlıyorum ilk zamanlarda her ay 2 tane cumhuriyet altını alıp kenara koyuyordum. Bugün baktığımızda 2 cumhuriyet altını kenara koymak çok ciddi bir aylık birikim aslında. Paranın zaman değerini de aslında burada görebiliyoruz fakat bu konuya daha sonra çok daha detaylı bir şekilde gireriz. Şimdilik biz borsaya odaklanalım. Tabi burada yakın çevremde bu işi ciddi manada yatırım olarak yapan hiç kimse olmadığından, bu fikrimi ailemle paylaşınca bana şeytan görmüş gibi baktılar. Borsanın nasıl bir kumar olduğu hakkında uzun uzun konuştular. Herkesin vardır çevresinde, bilmem kim orda battı, şu bak o öyle oldu gibi örnekler verdiler. Hala daha ayda en az 1 kez annem gelip bitcoin batacakmış, borsa batacakmış bak gibi şeyler söyler. 2015-2016 yıllarına geldiğimizde arsa için kullandığım krediyi kapattıktan sonra artık yavaş yavaş borsaya girmem gerektiğine karar verip, birikimlerimi bu noktaya biraz daha yöneltmeye başladım. Fakat en az 1 yıl boyunca yatırdığım paraları sürekli bozarak anlık çıkan harcamalarda kullanmaya başlamıştım ve dönüp baktığımda boşa geçen bir süre olduğunu gördükçe bu bende moral bozukluğu yaratmaya başladı. Çünkü orda bir birikim yapamıyordum, çıkan ani bir harcamada ilk dokunduğum yer orası oluyordu. 2017’ye geldiğimde bitcoin’e olan ilgim de oldukça artmıştı fakat ne olduğunu henüz tam olarak anlayamamıştım o zamanlarda. Yaklaşık 30$ civarından beri yani aşağı yukarı 2013 yılından beri ara sıra ilgi alanıma girse de ne olduğunu tam kavrayamadığımdan dolayı 2017 yılına kadar çok ciddi bir girişimim olmadı. 2017 başında 1000$ seviyelerini geçtikten sonra, ha tamam burada bir şeyler oluyor evet demeye başladım. 1000$’dan 3000$ seviyelerine çıkışını, buradan tekrar 2000$ civarlarına hatta daha altına düşüşünü çok yakından takip ettim. Tam da bu sıralardaydı sanırım “Kitlesel Yanılgılar ve Kalabalıkların Çılgınlığı” kitabını okumuş olmam lazım. Herkese de tavsiye ederim bu kitabı. Fakat yine de bitcoin i hala derinlemesine bir araştırmaya girmemiştim henüz. O dönemler bir balon olduğunu düşünüyordum sanırım. Bunların hepsi bitcoin whitepaper’ını okuyup ve konu üstüne detaylı okumalar yaptıktan sonra değişti. Hatırlıyorum, ilk bitcoin whitepaper’ı okuduktan sonra; sanki 1905 yılına ışınlanıp ilk defa Einstein’in o mucize yılına tanıklık ediyor gibi hissettim. Bunu çok içtenlikle söylüyorum. O yıl Einstein adı sanı öyle duyulmamış biri olarak 4 tane makale yayınladı ve hepsi farklı konularda ayrıca bunların. Bütün evreni anlayış şeklimizi değiştirdi. Tabi bunu hemen yapmadı, yanlış hatırlamıyorsam Merkür’ün yörüngesindeki Newton Kanunlarına uymayan sapmayı hesapladığı teorisinin ispatlanması çok uzun yıllar sürdü. 1918 veya 1919 yılında tam hatırlayamadım şu anda, güneş tutulmasını beklemek zorundalardı bu teoriyi kanıtlayabilmek için. Arthur Eddington tarafından güneş tutulması esnasında Merkür’ün gerçekten de Einstein’in hesapladığı gibi hareket ettiğini ispatlanması sonucunda Einstein artık bilim çevresinde tamamen sağlam bir yer edindi. Bazı şeyler gördüğünüz gibi zaman alıyor. Yani yayınladığı tartışmalı makalelerinin kabulü 10 yıllar sürdü. Bu arada bu konuyla ilgili olanlar için (Einstein: Yaşamı ve Evreni) kitabını şiddetle öneririm. Neyse, biz Satoshi Nakamoto’ya dönelim. O, 2008 yılında parayı anlayış şeklimizi değiştirdi bana göre ve henüz bunun kabulünü tam olarak yapmadık. Şöyle söyleyebilirim aslında bitcoin bugün benim hayata bakış açımı ve kimliğimi şekillendirmiş durumda. Oturup sabaha kadar bu konuda konuşabilirim aslında ama onu başka bir zamana bırakalım.

Tabi tüm bu kendimce ulaştığım içsel farkındalıkların sonunda yatırımla ilgili çok daha farklı bir yaklaşım benimsedim. #HODL felsefesi diye tabir etmek istiyorum bunu yani HODL olayı, bitcointalk forumundaki ünlü bir yazıdan geliyor. Hala ara sıra açıp okurum o kısacık yazıyı. Tamamen yatırım konusuna bakış açımı şekillendirdi diyebilirim. Yazıyı kendimce çevirip sizle de paylaşmak istedim:

Şöyle diyor:

“-İlk seferinde yanlış olduğunu bildiğim için başlığı tekrar yazdım. Hala yanlış. -burada yazım hatalı HOLD yerine kullandığı HODL kelimesinden bahsediyor- Kız arkadaşım bir lezbiyen barda dışarda, neden tutuyorum da satmıyorum? Nedenini söyleyeyim, çünkü ben kötü bir trader’ım. Evet siz iyi trader’lar tepeleri ve dipleri şakkadanak tespit edip milyonlar kazanabilirsiniz. Aynı şekilde zayıf eller de DÜŞTÜKÇE DÜŞÜYOR HEMEN SATMAM LAZIM diyebilir, sonra ne yaptığını bilen siz akıllı trader’lar geri alıma başladığında bu zayıf eller HASİKTİR diyebilir. Ama ne var biliyor musunuz? Ben o grubun bir parçası değilim. Trader’lar alıma başladığında ben zaten sermayenin bir parçasıyım, yani kandırdığınız kişilerden biri ben değilim. Bazı başlıklarda “HADİ YA ŞURDAN SATMAN LAZIMDI” diyorlar. Tabi canım. Tabi ki satmam lazımdı. Tabi ki herkesin satmaya başladığı andan hemen önce satmam lazımdı ve herkesin almaya başladığı andan hemen önce almam lazımdı. Ama ne var biliyor musunuz herkes sizin kadar harika değil. Sadece iyi bir trader veya kandırılan bir çaylaksanız ayı piyasasında satış yaparsınız. Diğer insanlar tutuyor. Bunun gibi zero-sum yani sıfır toplamlı bir markette, trader’lar yalnızca satarsanız paranızı alabilir.”

GameKyuubi isimli bu forum üyesi bu şekilde HODL felsefesini başlatmış oldu aslında. O bunları yazarken, ki yazdığı tarih 18 Aralık 2013. Bitcoin 2013 kasım’da tarihi zirvesi 1200 doları yapıp düşüşe geçmiş. Sadece bu yazıyı yazdığı tarihe kadar %40’a yakın geri çekilmiş. Ağustos 2015’e kadar 200$ civarlarına kadar inmiş. Yani 1,5 yıl boyunca sürekli düşmüş. Ancak 2017 başlarında tekrardan 1000$ üstüne çıkabildi. 2013’den 2017’ye kadar sürdü tekrar 1000$ üstüne çıkması. Bu tarih de benim tekrardan ilgi duymaya başladığım tarih olmuştu daha önce dediğim gibi.

Bu dönemde Warren Buffett, Peter Lynch, Robert Kiyosaki gibi isimleri de okumaya başlamıştım. HODL ve özellikle Warren Buffett’ın market zamanlaması üzerine düşüncelerini birleştirince aslında ortaya çok net bir şey çıkıyor. SATMAYACAKSIN. İyi bir fikir bulup onun üstüne yatacaksın. Yumurtalarını ayrı ayrı sepetlere dağıtmak yerine, birkaç yere koyacaksın ve onlara çok çok dikkatli bakacaksın. Sadece birkaç tane iyi fikir seni zengin etmek için yeterli aslında.

Bu fikirlerle tekrardan tüm bildiklerimi yeniden inşa ederek yatırıma başladım. Yine bu zamanlarda çok ciddi bir şekilde bitcoin ile ilgilenmeye başladım ve bu konu hakkında daha derine indikçe bitcoin’in temelinde aslında çok farklı bir felsefe taşıdığını düşünmeye başladım. Bitcoin beni hem bireyselleştirdi hem de liberalleştirdi diyebilirim tüm bu süreç sonunda. Bunu sosyal demokrat bir aile ortamında büyüyen biri olarak söylüyorum. Ve günümüze geldiğimizde aslında bütün kişiliğimi şekillendirdiğini söyleyebilirim. Tabi büyük bir servet yarattığımdan bahsetmiyorum burada ama işlerin artık sarpa sardığını ve bardağın taştığını hissettiğim anda işyerine ben artık yokum diyebildim. Bu karardan sonra herkes NEDEN diye sordu. NEDEN böyle bir şey yaptın? HERKES senin çalıştığın şirkette ve pozisyonda çalışmak için sırada bekliyor. NEDENİNİ SÖYLEYİM – ÇÜNKÜ YAPABİLİYORUM. Bu kadar basit. Hem basit hem derin bir söz aslında. YAPABİLMEK. Biz genelde konuşma konusunda çok iyi fakat harekete geçme konusunda biraz zayıfız. Net kararımı aldığım 2017 yılından bugüne kadar her gün yatarken bunun hayalini kurarak uyudum ve uyandım ben. Bu istifa düşüncemi iş ortamında paylaştığım samimi arkadaşlarımda da gördüm ki herkes bırakmak istiyordu. Aslında büyük bir çoğunluk bunu istiyor fakat yapamıyor. Çünkü hepsinin kredi borçları, yüklü kredi kartı taksitleri veya altına girdikleri farklı yükümlülükleri var. Ben daha farklı bir yol izledim. Daha önceden kullandığım; birikim yap, belli bir büyüklüğe ulaşınca kredi ile tamamla ve bunu yatırıma yönelt denkleminden çıkıp elime geçen her maaşı, önce hisse senetlerine ve bitcoin’e ardından harcamalarıma yönlendirdim. Önce parayı kendime ayırıp sonra kalanı harcamaya başladım. Problemlerden biri de bu aslında çoğu kişinin yaşadığı. Önce harcamaları yapıp ay sonunda kalacak olan parayı biriktirmeyi düşünüyorlar ama bu asla gerçekleşmiyor çünkü ay sonunda para kalmasını geçtim eksiye gidiyorlar. Ben önce ay başında parayı yatırıma yönlendirip kalanı ile harcama yaptım. Ve her ay ciddi bir şekilde aylık gelir-gider-yatırım bütçesi yaptım. Bu konuda çok acayip excel lerim var. 2-3 yıl boyunca marketten aldığım 3 liralık bir cipsi bile kaydetmiş olduğum bütçe dosyalarım var. Birkaç yıldır da artık bütçe takibim için excel kullanmıyorum fakat başlangıçta bana çok yardımı dokundu bunun. Bütçe oluşturma ve birikime para ayırma probleminde de çok değişik düşüncelerim var aslında ama başlı başına bir podcast çıkar buradan. Biz konumuza dönelim.

Maalesef çalışanların büyük bir çoğunluğu, 1 ay maaş almasa bütün finansal düzeni bozulacak durumda. Büyük bir çoğunluk bir hayat enflasyonu içinde kaybolmuş durumda. Yani gelirleri arttıkça giderleri de aynı ölçüde hatta bazı durumlarda gelirlerinden daha dengesiz bir şekilde artmaya devam ediyor. Büyük bir çoğunluk aslında gücünün yetmediği evlerde oturuyor, arabalara biniyor. Sosyal bir statü elde etmek için kazandıklarından daha çok harcama eğilimine gidiyor. Bunu da piyasaya sağlanan kredi balonu üzerinden yapıyorlar. Aslında harcadığımız şeyin para yani “gerçek para” değil de kredi olduğunu kabul etmekle başlarsak bazı şeyleri yoluna sokabiliriz biraz. Harcadığımız kredilerin karşılığı olarak da zamanımızı veriyoruz. Yani daha derine indiğimizde zamanımız karşılığında sahte bir değer olarak kredi gücümüzü artırıp, zamanımızı aslında geçersiz bir değer karşılığında harcıyoruz.

J.P Morgan’ın çok sevdiğim bir sözünü hatırlatmak istiyorum burada “Altın gerçek paradır. Diğer her şey krediden ibarettir.” diyor. Yarın işvereninize gidip ben bundan sonra altın ile maaş almak istiyorum demeyi bir deneyin isterseniz. Kullandığımız şeyin bir kredi/illüzyon eseri olduğunu kabul edip ve buna mecbur bırakıldığımızı da bilerek, elimize geçen bu değersiz varlığı daha değerli bir varlık ile takas etmemiz lazım. Aslında bütün mesele bu. Bu altın olabilir, bitcoin olabilir veya hisse senetleri veya neyin değerli olduğunu düşünüyorsanız. Fakat elimizdeki bu değersiz varlığı mutlaka daha değerli bir varlıkla takas etmemiz lazım. Çünkü bir noktadan sonra garip bir döngüye giriliyor. İlk maaşımızı aldığımızda hepimizin hissettiği şey; “ne güzel artık zamanım karşılığında biri bana para ödüyor” olmuştu dimi. Bu eminim hepimizi hayrete düşürdü ilk maaşımızı aldığımız zaman, hatırlayın. Çünkü maalesef okullarda zamanın değeri veya varlığımızın değeri ile ilgili veya finans ile ilgili, bütçe yapmakla veya parayı nasıl kullanacağımızla ilgili, yani kısaca parayla ilgili hiçbir şey öğretilmiyor. Ve iş hayatına atıldığımızda birinin bize para ödemiş olmasını şaşkınlıkla karşılıyoruz. Sıfırdan başladığımız iş dünyasında (çoğumuz için 0, tabi bazıları daha şanslı) önce kazandığımız parayı nasıl harcayacağımızı öğreniyoruz. Kimse nasıl birikim yapacağımızı öğretmiyor yine. Veya zamanımızın gerçek değerini sorgulatmıyor. Ve şöyle düşünün, sizin zamanınız süre geçtikçe daha değerleniyor, çünkü tecrübe kazanıyorsunuz, yaptığınız işte farklı çözümler üretebiliyorsunuz vesaire. Zamanınız daha değerli hale geliyor. Fakat genellikle daha önce de bir noktada bahsetmiştim, zaman geçtikçe emeğinizin karşılığı ödenen ücret daha da düşüyor. Bunu bir düşünün. Sizin zamanınıza karşı ödenen ücret diyelim ki 100 birim. 1 sene sonra %10 zam yapıldığında 110 birim alırken, tepedekiler size verecekleri bu 10 birimi nasıl yaratıyor? Daha çok para basarak. Hatta çoğunlukla ihtiyacımızdan da daha çok basarak, çünkü ekonomiye sürekli para pompalamak gerektiğini düşünüyorlar büyüme sağlayabilmek için. Kısmen doğru fakat bunu dış kaynaklardan karşılamak yerine, yoktan var ettikleri iç kaynaklardan kendi para birimleriyle yapıyorlar. Yani size ekstra 10 birim ödenmesi için bazen 30 birim para basılıyor. Kazandığınız paranın gücü hakkında hiçbir hak iddianız yok. Size 10 birim zam yapılabilmesi için 30 birim para basılıyor ve bu da aslında reel olarak alım gücünüzü düşüyor. Amerika’da örneğin iş gücü veriminin 1980’lerden bu yana yaklaşık 3 katına çıktığı, aynı süre içinde maaşların 1,5 katına çıktığı ve alım gücünün sürekli düştüğü yönünde araştırmalar var. Şimdi bir düşünelim; iş gücü veriminiz 3 katına çıkıyor, maaşlarınız bu süre içinde 1,5 katına ancak çıkabilmiş ama alım gücünüz yine de düşmüş. Aslında bunları da yakından inceleyip detaylı olarak aktarmak istiyorum sizlere. Hani 0’dan başlamıştık ya? Bazılarımız 0’dan da başlayamıyor -hayatla ilgili hiçbir aksilikle karşılaşmasa bile öğrenim kredisi diye bir şey var- aslında eksiden başlıyor bazılarımız da, hatta büyük bir kısmımız. Neyse, ilk maaş zammını aldık ne güzel bir gündü dimi? Fakat sonra zaman içerisinde fark ediyoruz ki aslında artık eski alışkanlıklarımıza veya yeni alacağımız ev için, araba için vesaire para yetiştiremiyoruz. Bu sefer ne yapıyoruz? Bankaya gidiyoruz, gelecekteki zamanımızı ki şu ankinden daha değerli, tek varlığımızı şu an kullanılmak üzere değersiz bir birimle takas ediyoruz. Önümüzdeki 10 yılımızı 20 yılımızı ipotek altına aldırıyoruz bankaya aslında, bunu böyle düşünmek lazım. Ve dediğim gibi en değerli varlığımızı; kontrolü elimizde olmayan değersiz bir varlıkla takas ediyoruz. Ve bunu genellikle bizim için bir değer üretecek bir şey için de değil; -evi burada ayırıyorum daha sonra detaylı gireriz- araba, tatil gibi şeyler için yapıyoruz. Bu söylediklerimi yakın çevremde anlattığım zaman bana kuşkulu gözlerle bakıyorlar, umarım burada benzer düşüncelere sahip kişilere ulaşabilirim. Aslında bu podcaste başlama sebeplerimin en başında tüm bu düşüncelerimi filtrelemeden aktarmak ve belki benzer düşüncelerdeki insanlara ulaşmak vardı. Bakalım zaman bizi nereye götürecek.

Herkes günümüzde iş hayatının içinde kaybolmuş durumda, herkes bir koşuşturmacanın içinde. Yabancılar buna “rat race” yani fare yarışı diyor. Yani para, güç ve statü için çok çok fazla çalışarak ve başkalarıyla çok ciddi bir rekabete girerek zevksiz yaşayan insanların tanımı. Rat race. Sonundaki ödül ise basit bir peynir. Fakat bir süre sonra bakınca aslında elde ettikleri şeyin bir illüzyondan ibaret olduğunu fark ediyor bazıları. Örneğin günde 150-200 görüşme yapan ve saygı duyulan bir kişi gibi davranılırken, işi bıraktıktan sonra telefonum günde 2-3 defa ancak çalmaya başladı. Bazı şeyleri fark etmemiz ve buna göre B planımızı hazırlayıp kendi önlemlerimizi almamız lazım. Çünkü kimse sizin yerinize sizin geleceğinizi planlamayacak -yani en azından sizin istediğiniz şekilde planlamayacak.-

Neyse girizgahımızı yapmış olduk sanırım. Bu ilk bölümde ana bir hat çizmek istedim aslında ileride konuşacağımız konular üzerine. Peki neden Borsada bi’ Başına? Aslında bir kısmınızın bildiği gibi Peter Lynch’in aynı isimle Türkçeye çevrilen bir kitabı var. Herkese tavsiye ederim bu arada. Borsada Tek Başına yerine Borsada Bir Başına daha doğru bir kullanım gibi bana göre. Bir de ayrıca; kitabın İngilizcesi One Up On Wall Street şeklinde; yani aslında bana göre, kitabın zaten içeriğinde de anlaşılıyor ama isminden de çıkarabileceğimiz bir sonuç burada, Wall Street’i direkt borsa olarak kullanmıyor da daha çok karşımızdaki rakip olarak kullanıyor. Kitabın bahsettiği yatırım stratejisi de basit olana ve bildiğimiz alanlara yönelmemiz konusunda. Profesyonel bir trader veya fon yöneticisinden aslında çok büyük bir eksiğimiz olmadığını anlatıyor. Tek başına olduğumuzu anlatıyor. Ben bunu biraz daha duygusal tarafından yakalamak istiyorum aslında, piyasaya karşı gerçekten de çoğu zaman kendimi tek başıma hissediyorum. Karşıt yatırım gibi değil burada demek istediğim aslında, belli başlı bazı uyguladığım basit stratejileri çoğu kişiye aktardığımda yalnız olduğumu hissettiğimden kaynaklı bir bi başınalık bu. İnsanlara yıllardır uyguladığım sakin ve basit yatırım şeklimle; sonuçları gösterdiğimde inanmakta zorluk yaşıyorlar ve çok fazla itiraz alıyorum. Çünkü kimsenin sabrı yok, hemen bugünden itibaren sonuçları çok net bir şekilde görmek istiyorlar. Zamana bırakamıyoruz ve bileşik getirinin kendi işini yapmasını bekleyemiyoruz maalesef.  

Bu noktada hemen kısacık Özgür Demirtaş’ın bir konuşmasından kesit paylaşayım. Çok yakından takip ederim genellikle ne söylediğini. Bakalım ne diyor:

Yatırım kararları alırken, kesinlikle kendi mantığımıza oturtarak ve bunu yalnız başına yapmamız gerektiğini düşünüyorum ben de, özellikle küçük yatırımcılar için. Maalesef çizgi çekerek veya spekülatif hisseler veya haberler peşinde koşarak elimize bir şey geçmeyeceğini anlamamız gerekiyor. Öyle bir zamandayız ki; bununla ilgili bir çalışma da var; yanlış bilgi veya spekülasyonlar diyelim buna, doğru olan bir bilgiden 9 kat daha fazla yayılıyor yapılan bir araştırmaya göre. Kısacası kulağımızı biraz tıkamamız gerekiyor.

Bu ilk bölümü kapatmadan önce Fight Club’da geçen bir bölümü aktarmak istiyorum:

Çoğunuzun bildiği Tyler Durden karakterini dinleyelim: Şöyle diyor bi sekansta

“Burada, gelmiş geçmiş en güçlü ve en zeki adamları görüyorum. Bu kadar potansiyeli görüyorum ve hepsi heba oluyor. Bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor ya da beyaz yakalı köle olmuş. Reklamlar yüzünden araba ve kıyafetler peşinde koşuyoruz. İhtiyacımız olmayan saçma sapan şeyleri alabilmek için nefret ettiğimiz işlerde çalışıyoruz.

Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız ya da yerimiz yok, ne büyük savaşı yaşadık ne de büyük buhranı. Bizim savaşımız ruhani bir savaş, en büyük buhranımızsa hayatlarımız.

Televizyon karşısında büyürken; milyoner, film yıldızı ya da rock yıldızı olacağımıza inandırıldık ama olmayacağız. Bu gerçeği yavaş yavaş öğreniyoruz ve o yüzden çok ama çok kızgınız.”

Sonraki Bölüm

Paranın Kısa Tarihi

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint