34 mins read

Babil’in En Zengin Adamından Öğrenmemiz Gerekenler

Bu bölümde, Babil’in En Zengin Adamı kitabını şöyle iyice bir özümseyelim istiyorum. Tüm bu ilk bölümler büyük bir girişin parçaları dedik ya; bu da ona dahil aslında. Full kitap içeriği ve eski bilgiler gibi hissedebilirsiniz ama; aslında günümüzde de geçerliliğini tamamen koruyor bu kitap. Ayrıca spoiler verme diyecek olanlar için de; bence iyi bir kitap spoiler içermez. Yani tabi roman türlerinden bahsetmiyorum ama genellikle özellikle son yıllarda okuduğum kitap türleri daha değiştiği için; bu tip kitap içerikleri spoiler değil bana göre. Yani bilginin spoilerı olur mu sormak isterim açıkçası. Aksine detaylı bir şekilde paylaşılması daha iyi gibi. Kitabın içeriğine de genel olarak bir ön bakış yaparsak; ilk başlangıç bölümünde bahsettiğim ana hatların üzerinde gidiyor biraz. İşte neydi bunlar; para biriktirmek, birikimlerini yatırıma dönüştürmek, harcamalarını kontrole almak gibi gibi.

Şunu da atlamadan hemen söyleyeyim, gerçek bir hikayeden esinlenerek yazılmış. Bundan 4-5 bin yıl öncesine ait Babil şehrinden çıkartılan kil tabletlerden yapılan bir çeviri sonrası kitaplaştırılmış. Hikayeleştirilmiş de diyebiliriz buna. Hatta çeviri için kazı ekibi, bu tabletleri İngiltere’ye gönderdiklerinde, bu çivi yazısını orada çeviren ekip, daha sonrasında teşekkürlerini ilettikleri bir mektup da gönderiyorlar kazı ekibine. Ne için teşekkür ediyorlar? Bu 1930’larda çeviriyi yapan ekibin başı, o dönem ev sahibine, manava, işte çevresine falan çok ciddi bir borç yapmış durumda. Bu tabletlerde de borçlarından nasıl kurtulacağını, nasıl birikim yapabileceğini görünce ben de bir deneyeyim diyor. Ve gerçekten de 2 yıl içinde tüm borçlarından kurtulup ciddi bir birikim yapmaya başlıyor. Sonrasında mektupta da hatta şöyle diyor.

“Sevgili Profesör Franklin, eğer Babil’deki bu kazıya devam eder ve Dabasir adlı eski bir deve tüccarının hayaletiyle karşılaşırsanız; bana bir iyilik yapın, İngiltere’de üniversitede bazı insanların, uzun süre önce bu kil tabletlere kazıdığı yazılar nedeniyle ona hayat boyu müteşekkir kalacağını söyleyin.”

5000 yıl öncesine gönderilen bir teşekkür mektubu bu. Bu deve tüccarı Dabasir’e, bir teşekkür mektubu da ben göndermek isterdim açıkçası.

Şimdi ufaktan hikâyeye girelim. Hikâye, Babil’in En Zengin Adamı diye düşünülen Arkad ile başlıyor. Hani demiştik ya bir önceki bölümde, Babil’de insanlar 3 sınıfa ayrılıyordu; köleler, orta sınıf ve üst sınıf insanlar şeklinde. İşte Arkad, orta sınıf, sıradan bir insanken, kimsenin tam olarak anlayamadığı bir şekilde en üst sınıfa çıkabilmiş. Hatta, zamanla krala ekonomi konusunda danışmanlıklar veren birine dönüşmüş. Bizde de vardır ya çevremizde hani bir anda böyle aşırı zenginleşen birilerini görürüz, kesin gömü buldu falan deriz hani. İşte öyle bir zenginliğe ulaşmış Arkad da. Tabi eski arkadaşları bir gün kendi aralarında konuşurken Arkad’ın nasıl böyle hesaplanamaz bir zenginliğe ulaştığını öğrenmek için arkadaşlarının yanına gidiyorlar. Diyorlar ki, Arkad; sen de bizim gibi aynı mahallede büyüdün, aynı oyunları oynadık, aynı hocalardan ders aldık, nasıl oldu da böyle biz şanssız bir hayat yaşarken sen büyük bir zenginliğe ulaştın?

Bu tip soruları ben de çok seviyorum aslında. Hatta gençliğimde özellikle müteahhitlerle çok içli dışlı çalışırken, samimi gördüğüm bazılarına böyle benzer sorular sorardım. Nasıl böyle büyük bir müteahhit oldun diye çok sormuşluğum vardır yani. Aldığım cevaplar da çok benzerdi genelde. Arkad’ın arkadaşlarına verdiği cevaplarla neredeyse birebir aynıydı diyebilirim. Özellikle sıfırdan başlamış olanların hikayeleri çok hoşuma giderdi. Bu tip hikayeler, işte zenginliğin veya varlığın diyelim buna, kendisinden daha çok ilgilendirirdi hep beni.

Bir de şunu araya sıkıştırayım hemen, bu bölüm işte kitapta şöyle oluyor, ondan sonra böyle olmuş şeklinde gitmeyecek de; böyle aradan çektiğim konular üzerine konuşacağız. Biraz, kitabın ana fikrini anlamaya çalışacağız bölümler halinde. İlk başlangıç yine biraz yavaş olacak her zamanki gibi, konunun tam içine girince daha sonra hızlanırız.

Neyse, konuya dönelim. Arkad nasıl böyle zenginleştiğinin sırlarını verirken, evet diyor. Ben de sizin gibi ay sonunu getirmeye çalışan sıradan biriydim diye anlatmaya başlıyor hikayesini. Bu Arkad, devlet memuru gibi bir görevde çalışıyor bu arada, kil tabletlere yazı yazıyor. Veya bizim yakın zamandaki arzuhal gibi falan da diyebiliriz yaptığı işe. Algamış isimli çok zengin bir adam bir gün bir tapuyla ilgili bir yazı yazması için Arkad’a geliyor. 2 günde yetişmesi lazım diye de biraz baskı yapıyor, ekstra para vereceğini söylüyor. Tabi Arkad bu yazıyı yetiştiremiyor. Adam 2 gün sonra gelince yazının bitmediğini görünce çok sinirleniyor. Arkad da diyor ki; ben bu yazıyı gece de çalışıp sabaha kadar bitireceğim. Ama senden para istemiyorum, bana, nasıl böyle senin gibi zengin biri olabileceğimi öğret diyor. Adam da tamam diyor. Sabaha kadar Arkad daha da hırsla çalışarak yazıyı tamamlıyor. Adam geldiğinde yazısını alırken ilk dersini veriyor. Burayı, özellikle, kendinizi Arkad’ın yerine koyarak okumanızı istiyorum. Finansal bir danışmanlık alır gibi düşünün, hakikaten de öyle aslında.

Algamış diyor ki; Arkad, kazandığın paraları ne yapıyorsun?

Tabi Arkad harcamalarını anlatıyor detaylı bir şekilde. Adam da diyor ki, kazandığının bir kısmını mutlaka kendine saklamalısın, sadece bu yöntem bile çobanlık yapan birini, altın borç verebilen birine dönüştürür diyor. Arkad şaşırıyor, zaten kazandığım bütün para benim değil mi ki diye soruyor. Algamış gülerek devam ediyor. Kıyafetlerini yapan adama para vermiyor musun? Sandaletlerini yapan adama para vermiyor musun? Yediğin şeylerin parasını vermiyor musun? Para harcamadan yaşayabilir misin? Geçtiğimiz ay, hatta geçtiğimiz sene, kazandıklarının karşılığı olarak neyi gösterebilirsin? Kendin dışında herkese para ödüyorsun, başkaları için çalışıyorsun, bari tam bir köle ol da sahip olan kişi sana yiyecek ve kıyafetlerini versin diyor.

Şimdi bir düşünelim, özellikle, daha bu ilk kısımda ben okurken aydınlanma yaşamıştım resmen. Gerçekten de, kazandığımız parayı ne yapıyoruz? Aynen Arkad gibi, kıyafetlere, yiyeceğe, işte eğer evimiz yoksa ev sahibine veriyoruz ve geriye de hiçbir şey kalmıyor. Hatta bankalara borçlanıyoruz daha fazla harcayabilmek için. Sonra zaten kazancımızın bir kısmına, otomatik olarak bankalar el koymuş gibi bir şey oluyor, daha da çıkılmaz bir döngüye giriyoruz. Peki işverenimiz gelse mesela dese ki; bundan sonra kıyafetlerini ben alacağım, yemeğini de veririm, e bizim şirketin tutacağı bir eve de taşırız seni. Bütün problemlerini çözmüş oluruz. Ama sana 1 kuruş para da vermeyeceğim. Kaç kişi kabul eder bunu? Direkt böyle dümdüz söyleyince, belki daha net görünüyor ama yine de o kelimeyi de kullanmak lazım. Bunun şimdi, 5000 yıl önce Babil’deki kölelik sisteminden çok büyük bir farkı var mı sizce? Hani diyoruz ya modern köleler olarak çalışıyoruz diye. Binlerce yıldır devam eden sistem, tamamen bu aslında. Çünkü kendimize para ayırmıyoruz. Bankalara veya işverenimize derinden bağlıyız çünkü yarın işsiz kalsak, 3 ay içinde açlıktan ölecek kadar borcun içindeyiz çoğumuz. Bunun adı modern kölelikten başka hiçbir şey değil bana göre. Tabi ben kazancımızın 3’te 1’ini kenara ayırmamız lazım diyordum ama Algamış biraz daha temkinli, Arkad’a kazancının 10’da 1’ini mutlaka kendine ayır diye tavsiye veriyor. Belki de o zamanki alım gücü şimdiye göre çok çok daha iyi de olabilir tabi.

Yani ilk adımımız mutlaka ama mutlaka ilk önce kendimize ödeme yapmak olmalı. Bunu; özgürlüğünüzü kazanmak için yaptığınızı düşünün. Çünkü gerçekten de öyle. Hepimiz modern köleyiz ve bunu kabul etmekle başlarsak işler biraz daha kolay ilerleyebilir.

Neyse, hikâyeye dönelim. Aradan 1 sene geçtikten sonra Algamış tekrar Arkad’ın yanına geliyor. Oğlum, geçtiğimiz sene boyunca kazandıklarının 10’da 1’ini kenara ayırdın mı diye soruyor. Arkad heyecanlı bir şekilde anlatmaya başlıyor. Aynen dediği gibi bir sene boyunca kazandıklarının 10’da 1’ini biriktirmiş. Algamış diyor ki; peki bu birikimlerini ne yaptın? Arkad bu sefer daha da heyecanlanıyor. Tüm birikimlerini tuğla ustası Azmur’a verdiğini anlatıyor. İşte Azmur, yakın bir zamanda Fenike’ye gidecekmiş, orada bulunan nadir, değerli pırlantalardan alıp, geri döndüğünde Babil’de satacakmış. O da buna ortak olup, daha çok değerli taş getirtip burada yüksek fiyatlardan sattıktan sonra kazancı bölüşeceklerini anlatıyor. Algamış acı bir gülümsemeyle; her aptal ders alarak öğrenir diyerek söze giriyor: “Neden tuğla ustasının değerli taşlar hakkında bilgisine güvendin? Fırıncıya gidip yıldızlar hakkında soru sorar mıydın? Yıldızlarla ilgili bir şeyler öğrenmek istediğinde gideceğin yer gökbilimci olurdu. Birikimlerin gitti evlat, zenginlik ağacını kökünden sarstın, ama bir tane daha dik. Gelecek sefer değerli taşlarla ilgili fikre ihtiyacın olduğunda kuyumcuya git. Koyunlarla ilgili doğru bir şey öğrenmek istiyorsan çobana git. Tavsiye, bedava verilen bir şey olsa da, kimden ne konuda tavsiye aldığına dikkat et.” diyor. Gerçekten de tuğla ustası Azmur döndüğünde, elindeki taşların sadece değersiz, parlak cam parçaları olduklarını ve kazıklandıklarını anlıyorlar.  Ama Arkad yılmıyor, tekrardan başlayıp birikim yapıyor. 1 sene daha sonra Algamış tekrar ziyarete geldiğinde, hemen anlatmaya başlıyor. 1 sene boyunca yaptığı birikimleri anlatıyor. Bu sefer birikimlerini, kalkan ustasına bronz alması için verdiğini, 4 ayda bir de faiz aldığından bahsediyor neşeyle. Algamış, bu fazileri ne yaptığını sorunca; gelen faizlerle iyi şaraplar, çok güzel baharatlı kekler, hatta geçenlerde kendine çok kaliteli kırmızı bir elbise aldığını anlatıyor. Bir gün kendine, binmek için genç bir eşek alabileceğini umduğunu söylüyor. Algamış gülerek, birikimlerinin çocuklarını yediğini söylüyor. O zaman onların senin için çalışmasını nasıl beklersin? O zaman onların da çocukları olur mu? İlk önce, kendine altından bir köle ordusu oluştur. Ondan sonra pişman olmadan, istediğin kadar zengin ziyafetleri çekebilirsin diyerek yanından uzaklaşıyor. Algamış bu sefer 2 sene görünmüyor. Biraz yaşlanmış bir şekilde, gözleri falan çökmüş, 2 sene sonra tekrar geliyor. “Ne yaptın, istediğin zenginliği elde ettin mi Arkad?” diye soruyor. Arkad, daha tüm istediklerini elde etmediğini ama bir zenginliğe ulaştığını ve bu zenginlikle de daha fazla para kazandığını ve o kazandıklarını da birikimlerinin üstüne koyarak daha da fazla para kazandığını anlatıyor. Algamış, hala tuğla ustalarının tavsiyelerine uyuyor musun diye sorduğunda, tuğla yapma konusunda çok iyi tavsiyeler verdiklerini söylüyor. Sonra Algamış söze girip; “Derslerini iyi öğrendin. Önce kazandığından daha azıyla yaşamayı öğrendin. Parayı kendine ayırmayı öğrendin. Sonra kendi alanlarında tavsiye verebilecek insanlara fikir danışmayı öğrendin. Ve sonunda altının senin için çalışmasını sağlamayı öğrendin. Artık sorumluluk gerektiren bir pozisyona gelecek kıvamdasın. Ben yaşlanıyorum ve oğullarım sadece para harcamayı düşünüyorlar, para kazanmayla ilgilenmiyorlar. Benim çok fazla mülküm var ve hepsiyle ilgilenemiyorum. Eğer bir kısmıyla ilgilenirsen ve başarılı olursan, seni kendime ortak ederim. Ben bu diyardan göçtüğümde mal varlığımın bir kısmını da seninle paylaşırım.” diyor. Arkad, artık Algamış’ın mülkleriyle ilgilenip, bu mülklere daha da değer kattıktan bir süre sonra Algamış’ın hayatını kaybettiğini ve mal varlığının bir kısmının kendisine kaldığını tüm bu detaylarla arkadaşlarına anlatıyor.

Aynı çevremizde gördüğümüz gibi hani deriz ya biz de bazen. Ulan ne şanslı adammış ya… diye. Arkadaşları da Arkad’a çok şanslı olduğunu ve iyi bir fırsat yakaladığını söylüyor tabi. Burada Arkad’ın çok güzel bir cevabı var, diyor ki: “Fırsat, kendini beğenmiş bir tanrıçadır ve hazırlıksız olanlarla vakit harcamaz.”

Gerçekten de tüm bu hikâyenin ana fikri olarak, Algamış’tan kalan mülklerin çok büyük bir şans olduğu sonucuna hemen ulaşabiliriz ama; yıllarca bıkmadan ve sonunu kestiremeden sürekli olarak kazancının bir kısmını kenara ayırmış, ilk başta bu kazancını batırmış, buna rağmen tekrar başlayıp yılmadan birikim yapmaya devam etmiş ve bu birikimleriyle bileşik getirinin gücünü tatmış birine şanslı olduğunu söyleyebilir miyiz? Şans konusunu biraz fazla abartıyoruz bence. Çevremizde de çok karşılaşıyoruz bu tip söylemlerle ve bence çok yanlış. Mesela o soru sorduğum müteahhitlerin hiçbirine, vay be ne şanslı adammış gözüyle bakmadım ben; sadece önlerine çıkan fırsatları iyi değerlendirmişler. İyi şans veya kötü şanstan dolayı, bazı şeylerin başımıza geldiğine mutlak bir şekilde inanmak çok yanlış bir düşünce biçimi gibi geliyor bana. Bunla ilgili kendimden bir örnek de vereyim yeri gelmişken. Uzun süre çalıştığım ve çalışan kimliğimden ayrıldığım son şirketimde; aylık bölge toplantıları düzenlerdik. Her bölge sorumlusu gelir, kendi bölgesindeki yeni gelişmeler ve potansiyellerle ilgili bilgi aktarırdı. İnşaat sektöründeyiz bu arada. Bir 5-6 yıl önce sanırım, SASA’nın çok büyük bir yatırıma başladığı bilgisini aldık. O ayki ve sonraki aylardaki toplantıların tüm konusu, SASA’ya nasıl hizmet veririz olmuştu. Aynı dönemde SASA’nın bu yeni başladığı inşaat projesinde yakın bir arkadaşım da inşaat mühendisi olarak işe başlamıştı. Borsayla da yeni yeni ilgilendiğim dönemler. Arkadaşımdan projeyi dinledikten sonra, şirketimizin de bölgedeki en büyük potansiyel iş olarak SASA’yı belirlediğini ve tüm yılın satış potansiyelini doldurabileceğini öğrenince; bizim ekip SASA’ya nasıl mal veririz diye hesap yaparken, benim toplantıdan çıktığımda yaptığım ilk iş SASA’nın hissesini kontrol etmek oldu. Daha temelini bile atmamışlardı ilk açıkladıkları yatırımların bu arada. Yapacakları yatırımları hem arkadaşımdan daha detaylı aldım. Hem de büyük bir şirket olmamız dolayısıyla, kendi şirketimden de farklı detayları alıyordum. Bunları birleştirip üstüne kendi araştırmamı da ekleyip; çarpıp böldüğümde çok garip hisse fiyatları çıkıyordu. SASA sanırım o dönemden beri 3-4 kere bölündü -yani bedelsiz sermaye/lot artışına- gitti. O dönem yatırımlar tamamlandıkça oluşacak karları hesaplayıp, dediğim gibi çok uçuk hisse fiyatları buluyordum. Sürekli hesap yaptığımı hatırlıyorum, bir yerde bir hesap hatası falan mı yapıyorum diye tekrar tekrar kontrol ediyordum ama sonuç çok da değişmiyordu. O anki fiyatından en azından 20-30 kat yükselmesi gerekiyor gibiydi. Hemen yatırıma başladım. Şirketim de bu arada işi alamadı, alsaydık ihya olurduk. Tüm bu yatırım bilgilerine ve projenin bu kadar detaylarına erken erişmemi tabi ki şans olarak değerlendirebiliriz. Ama Arkad’ın dediği gibi ben de tekrar etmek istiyorum: “Fırsat, kendini beğenmiş bir tanrıçadır ve hazırlıksız olanlarla vakit harcamaz.” Çevremdeki herkese anlattım o dönemde bu fikirlerimi. SASA’nın çok büyük bir yatırıma başladığını, gelecek dönemlerde çok yüksek karlar açıklayabileceğini, şirketin değerinin çok hızlı bir şekilde büyüyebileceğini aileme ve tüm arkadaşlarıma anlattım. Keşke diyorum, çok yüklü bir nakitim olsaydı o dönemlerde de daha agresif bir şekilde hisselerini alabilseydim. Ailemi özellikle yüklü bir yatırım yapmak için ikna etmeye çalıştım ama o da olmadı. Yine de, daha önce bitcoin’de yaşadığım gibi; gelecek değerini düşündükçe heyecanlandığım bu yeni gözdem SASA’da aynı hataya düşmek istemiyordum. O yüzden o dönemime göre agresif diyebileceğim bir şekilde alım yaptım. Her ay aldığım maaşın büyük bir kısmını SASA’ya, bir kısmını da diğer hisselere ve bitcoin’e paylaştırdım. Uzun bir süre fiyat çok kıpırdamadı, ben yine de her ay alıma devam ettim. Bazı dönemlerde bir anda çok agresif bir şekilde yükseldi, ciddi karlar gördüm ekranımda. Satış yapmadan alıma devam ettim. Bazı dönemlerde de artık gittiğim restoranda bile SASA konuşan insanlar görmeye başladım, F/K dediğimiz yani fiyat/kazanç oranının çok yükseldiğini artık hissenin aşırı pahalı olduğunu, buralardan alınmayacağını duydum çokça, yine alıma devam ettim. Aldığım tek bir lotu bile bugüne kadar hala satmış değilim. Fırsat buldukça da almaya devam ediyorum. Benjamin Graham’in tabiriyle Bay Piyasa her gün gelip, bana hisselerimle ilgili çok farklı fiyatlar verdi. Bir gün çok yüksek, bir gün çok düşük rakamlar önerdi. Bunlara aldırış etmeden sessiz sessiz aldım. Çünkü hala büyüme devam edecekti. Yıllar geçtikçe de projelerin üstüne yeni yatırımlar duyurdular, hikâye hiç bitmedi, hala daha devam ediyor agresif büyüme potansiyeli bence. Bu yüzden de satmıyorum. O dönem ve sonrasında neredeyse al diye yalvardığım arkadaşlarım bugün aşırı pişmanlar ve beni çok şanslı olarak görüyorlar. Şimdi sormak istiyorum size, bu gerçekten şans mı? Ben hiç sanmıyorum böyle olduğunu. Asıl önemli olan, karşımıza bir fırsat çıktığında bunun farkına varabilmemiz. Daha sonrasında da adım atabilmek. En nefret ettiğim şeylerin başında gelir, zamanında şuradan 5 dönüm arsa alsaydık var ya… gibi hikayeler hiç bitmez. Alsaydın arkadaşım, neden almadın? Çok çiğ buluyorum bu tarz lafları. Çok tembelce ve küstahça laflar gibi geliyor bunlar bana nedense. Ve tabi bir de kaçan fırsatlara yakınıp duranlar oluyor sürekli. Bir türlü devam edemeyenler. Hayat fırsatlarla dolu ve hepsine atış yapacağız diye bir şey yok bence. Bazı fırsatlar kaçacak, bazılarını yakalamaya çalışacağız. Bir de fırsat kelimesi, farklı algılanıyor sanki. İnsanlar genelde bir şeyin fırsat olduğunu, onun sonucu netleşince anlıyor. E fırsat değil ki bu, kaçtı zaten. Risk/getiri ile ilgili de benzer bir düşünce var. Yüksek getiriyi görene kadar bazı finansal araçlar çok riskli olarak değerlendiriliyor, sonrasında getiri netleşince de ortada geriye dönük bir risk kalmıyor sanki bir anda risk hiç olmamış gibi oluyor. Bununla ilgili çok güzel bir akademik çalışma da vardı, belki ilerde bir bölümde bu risk/getiri denklemine de daha detaylı gireriz.

Konumuzdan da biraz uzaklaştık ama; bu şans meselesine değinmesek olmazdı.

Konuya tekrar dönecek olursak, tabi herkes şunu düşünebilir bu noktada; iyi de birikim yapmaktan bahsediyorsun da; bu elimizdeki borçlar ne olacak? Zaten ay sonunu zor getiriyoruz dediğinizi duyar gibiyim. O zaman ilk başta harcamalarınızı kontrole alarak yola çıkmanız gerekiyor. Davranışsal finanstan tutun da para psikolojisine kadar, çok geniş bir alanda hareket edip, bu işin ne kadar zor olduğundan yakınsak da; her şeye rağmen çok basit bir matematiği var aslında bu problemlerin.  Kısaca gelirimize karşılık harcama dağılımlarımıza bakmamız lazım; tabi ki ilk başta barınma geliyor, ardından barınmaya bağlı hizmetler var; elektrik, doğalgaz, su, internet gibi. Daha sonrasında barınma işini çözdüğümüzde tabi gıda geliyor. Aç kalamayız sonuçta. Ulaşım giderleri var, sağlık giderleri var. Kişisel ihtiyaçlarımız var; kıyafet, berber, kuaför, alışveriş gibi. E tabi bir de eğlence harcamalarımız var; sinema, konser veya hobi harcamalarımız. Aboneliklerimiz var; gazete, dergi veya bugünlerde dijital platform abonelikleri. Tabi tüm bunların dışında bir de eğer çocuk varsa zaten o da başlı başına bir gider kalemi. Bir de tüm bunların üstüne kredi borçlarımız, kredi kartı borçlarımız var. İçinden çok kolay çıkılamaz bir problem gibi görülüyor. Aslında öyle, ama imkânsız da değil. Şimdi basitçe bir hesap yapalım sizle. Maaşınızı 100 birim kabul edelim. Burada bazı yüzdeler vereceğim o yüzden hesaplama da kolay olsun. Barınma, konut kirası, ev kredisi giderlerimiz maaşımızın %25’ini geçmemeli. Ben bu oranı genel olarak %15-%18 gibi seviyelerde tutmaya çalıştım hep ve etkisi de daha görünür olmuştu. Eviniz kira veya kredili değilse zaten buradan gelen bir bütçe fazlanız var aslında. Devam edelim; ev hizmetleriniz, yani elektrik, doğalgaz, internet falan gelirinizin %5 ila %10’u arasında kalmalı. Gıda harcamalarınız gelirinizin %10 – %15 arasında kalmalı. Ulaşım harcamalarınız gelirinizin %10’unu geçmemeli. Her ay sağlık harcaması beklenmeyeceği için bunu aylık ortalama %1-2 gibi alabiliriz. Tabi ciddi bir sağlık problemimiz yoksa. Günlük harcamalarımız işte kıyafet, kuaför, berber, alışveriş gibi bunlar da %5 – %10 arasında kalmalı. Diğer bilinçsizce kullandığımız kredi ödemeleri veya kredi kartı ödemelerimiz de %10 – %15 arasında olmalı ilk başlangıçta.  Eğlence ve aboneliklerimiz de aşağı yukarı %5 civarında olmalı, öyle vur patlasın çal oynasın yok maalesef. Çeşitli ekstra çıkacak, beklenmedik harcamaları da %5 civarında tutmamız gerek. E bir de çocuk varsa; bu konuyla ilgili henüz benim bir fikrim yok ama tahminim %20 belki %30 a kadar bir gelirimizi götürebilir. Şimdi biraz kafamız karıştı değil mi? Yüzdeler, sayılar bir anda böyle havada uçuştu. Merak etmeyin birazdan hepsini daha basite indireceğiz. Önce ama hep birlikte bir toplayalım mı harcama kalemlerimizi, özellikle de en üst limitleri alarak, ne demiştik;

  • Ev kirası veya kredisi    : %25
  • Ev hizmetleri                : %10
  • Gıda                             : %15
  • Ulaşım                          : %10
  • Günlük Harcamalar      : %10
  • Kredi Kartı ve Krediler : %15 (Burada yalnız bu bahsettiğim kalem bilinçsiz harcamalar demiştik hani. Yani mesela gıda için kart kullandığımızda bunu burada değerlendirmemek lazım.)
  • Eğlence ve Abonelikler : %5
  • Beklenmedik Harcama : %5
  • Çocuk                         : %25 alalım.

Sonuç ne çıktı dikkatli takip edebildiniz mi bunları? Ben söyleyeyim %110 çıktı. Yani birikimleri geçtim, her ay eksiye gidiyor bu hesap. Yani bu ne demek? Bu işi yapamayacağınızı göstermiyor aslında bu, sadece bir yerde bir hatanız olduğunu gösteriyor. Ve dikkat ederseniz kendimce yıllardır yaptığım üst limitleri kullandım burada. Bilinçsizce kullandığımız kredi kartı veya ekstra kredi harcamalarını yani %15’lik gideri çıkartsak hesap tam oturuyor aslında bunu da düşünmek lazım. Tabi kişiden kişiye harcama öncelikleri değişecektir ama yine de gelirinin %50’sini ev kredisine veya daha da kötüsü ev kirasına veren birisi için bir çözüm olabilir mi? Veya ev kredisi kullanıp üstüne bir de hemen araba diye tutturup ona da kredi kullanan biri için nasıl çözüm üretebiliriz ki? Tabi ki gelirini artırması lazım. Maalesef %50 eve gömüp, birikim yapmak hatta ay sonunu getirmek çok da mümkün değil. Dediğim gibi bu işin bir matematiği var. Bu saydığım kalemlerin, çok detaylı kırılımlarıyla kullandığım tam otomasyon bir excel dosyam vardı. Kendime, gelirimle orantılı yüzdesel olarak çizdiğim sınırlarım vardı ve birikim konusunda başarılı olabildim bu şekilde. Eğer siz de bu şekilde harcama dağılımınızı çıkartıp gelirinizden yüksek bir sonuç buluyorsanız; bir yerde bir hata yaptığınızın kanıtı olur bu. Ya gücünüz buna yetmiyorken saçma sapan bir araba kredisi kullanmışsınızdır, ya karşılayabileceğinizden çok daha lüks bir evde oturmaya çalışıyorsunuzdur, ya da eğlence ve kişisel ihtiyaçlarınız için kontrolsüz bir şekilde harcama yapıyorsunuzdur. Yine de dediğim gibi, aslında bunların hiçbirini yapmamamız gerektiğini söylemiyorum ben. Annemin bir lafı var: “Halına göre salın.” diye. Gerçekten de yapmamız gereken sadece bu. 1 hafta yaz tatili için 12 aylık kredi kullanmaya çalışıyorsanız veya hem ev kredisi hem araç kredisi birlikte ödemeye çalışıyorsanız veya alışveriş manyaklığına kapılıp ihtiyaç fazlası harcamalar yapıyorsanız; doğru yoldan çok uzaktasınız demektir. Önce harcama dağılımınızı yapıp, yüzdesel olarak nereye ağırlık verdiğinizi ve nerelerden kısıtlama yapabileceğinizi görerek işe başlamanız lazım. Örnek olsun diye, şimdi gelin 3-4 yıl öncesine gidelim ve benim excel dosyasından rastgele bir harcama ayıma bakalım.

2019-Ağustos ayı önümde şimdi;

  • Ev kirası          : %15,6
  • Ev hizmetleri   : %4,7
  • Gıda                : %8,5
  • Ulaşım            : %7,6 (Çoğunlukla benzin parası bu)
  • Sağlık harcaması : Yok
  • Günlük harcama : %1,6
  • Kredi               : %8,7
  • Eğlence           : %16,4
  • Abonelikler     : %1,5

Hesabı yaptığınızda geriye aşağı yukarı %35 gibi birikime aktarılmış bir para kalıyor. Çoğu aylar da benzer şekilde olmuş. Bunu yapmak gerçekten çok zor değil aslında. Yalnızca önceliklerimizi ve harcamalarımızı kontrol altına almamız lazım. Ve bunun üstüne, ekstra olarak gelirimizi de artırabilirsek çok çok daha iyi olur tabi. Basit bir matematik var aslında, neye gereğinden fazla harcadığımızı anlayıp, kendimize gerekli limitleri koymamız gerek. Şunu da söylemem lazım; kenara %35 koyarken yine de belli bir standartların üstünde yaşadım. Ama şunu da yapmadım, daha da lüks tüketime gidip mesela hiç ihtiyacım olmasa da aracımı değiştirip ultra lüks bir modele geçebilirdim, ama yapmadım. O %35’i biriktirmem lazımdı ve buna odaklandım.

Neyse lafı biraz uzattık ama; önce bir harcama bütçesi yapıp; giderlerimizi buna göre kontrol altına alabiliriz. Babil’deki ünlü deve tüccarı Dabasir de kil tabletlerine benzer bir şeyi kazımış. 10 birimlik gelirinin; 7 birimini aylık harcamalara, 2 birimini borçlara, 1 birimini de birikim için ayırdığını anlatıyor. Borçları olmasa, aynı bizim ailecek yıllardır yapmaya çalıştığımız gibi gelirinin %30’unu biriktirecek aslında. Öncelikli tabi amaç borçlardan kurtulmak olmalı ve gereksiz borca girmemek olmalı.

Tam da bu noktada, Babil’in En Zengin Adamı’na tekrar dönelim.

İyi bir kral olan Sargon, düşmanları Sümerleri yenip Babil’e geri döndüğünde ciddi bir problemle karşılaşıyor. Tüccarların müşterisi kalmamış, halk sefalet içinde, çiftiler ürünlerini satamaz hale gelmiş.. Kral danışmanına, o kadar yaptıkları iyileştirmelerin, yatırımların, halkın gelirini artırmaları için harcadıkları altınların nerede olduğunu soruyor. Danışman da; bu paranın maalesef şehirdeki birkaç zengin adamın cebinde toplandığını anlatıyor. Yani ne yapabiliriz ki parayı nasıl toplamasını bildiği için kimseyi cezalandıramayız ki diyor danışman. Kral insanların neden altınlarına sahip çıkamadığını veya birikim yapmayı, kendilerini daha da zenginleştirmeyi nasıl beceremediklerine şaşırıp, bir çözüm bulmak istiyor. Tabi bu noktada işi en iyi öğrenecekleri kişiyi; Babil’in En Zengin Adamı olarak tanınan Arkad’ı huzuruna çağırtıyor. Ondan, tüm sıradan insanlara da zenginliğe nasıl ulaştığını anlatmasını istiyor. Ertesi gün Arkad, katılmak isteyen yüzlerce sıradan insanı tapınakta toplayıp, yöntemlerini anlatmaya başlıyor. 7 tane yol anlatıyor buradaki insanlara.

1. YOL Tabi ki daha önce de bahsettiğimiz, birikime başlamak. Yani gelir düzeyimiz ne olursa olsun, ayda 100 lira da olsa mutlaka para biriktirmemiz. Ve bunu maaşımızı alır almaz önce kendimize ödeme yaparak kenara ayırmamız gerektiğinden bahsediyor.

2. YOL Harcamalarımızı kontrol altına almak. Ufaktan birikime başladık ve önce kendimize ödeme yapmanın tadına vardıktan sonra, acaba başka harcama kalemlerinden ne kadar kısabiliriz diye bakmamız gerekiyor.

3. YOL Birikime başladık, harcamalarımızdan da biraz kıstık. Artık hatırı sayılır bir miktarı kenara ayırabiliyoruz. Bu kenara ayırdığımız birikimleri de büyütmemiz lazım. Peki bu nasıl olacak? Tabi ki bu birikimleri yatırımlara aktararak büyütme yoluna gitmeliyiz. Yatırımlarımızdan elde ettiğimiz ek gelirlerimizi de birikimlerimizin üstüne ekleyip devam etmemiz lazım. Zamanla, bu bir kar topu etkisine dönüşecektir zaten. Bileşik getirinin gücünü asla hafife almamamız gerektiğini söylüyor.

4. YOL Artık belli bir yatırım büyüklüğüne ulaştık diyelim.  Bu noktada daha da dikkatli olmalıyız ve birikimlerimizi kaybetmemize neden olabilecek riskli araçlardan kaçınmamız gerektiğini. Bu arada risk konusuna daha da detaylı gireriz belki başka bir podcast’te. Arkad şöyle söylüyor: “Hazinenizi çok dikkatli bir şekilde yatırımlara yönlendirin ki; kaybolmasın. Yüksek faizler, sizi kayalara çağıran, geminizi batıracak olan sirenlerin tatlı ama yalancı melodilerinden farklı değildir.” Yani kısaca yatırımlarımızı kısa yoldan çok hızlı bir şekilde aşırı büyütecek, gerçek olamayacak kadar iyi tekliflere dikkat etmemiz gerektiğini söylüyor. Bunu en son, yakın zamanda LUNA’da gördük. Dolara birebir bağlı UST coininde %20 gibi bir dolar faizi ödeyeceklerini söylediler. Hepimiz biliyoruz sanırım nasıl sonuçlandığını.

5.YOL Harcamalarınızı yaparken, size geri dönüşü olmayacak şeylerden kaçının. Yani şöyle; kira ödemek yerine, eğer mümkünse krediyle ev satın alabilirsiniz mesela. Gereksiz, size yükümlülük getirecek harcamalarınızı kısarak, arsa kredisi kullanabilirsiniz. Kısaca paranızın 10’da 9’unu harcarken mümkünse size yükümlülük getiren şeyler yerine, mal varlığınızı artıracak şeylere harcama yapın diyor.

6. YOL Geleceğinizi garanti altına almaya çalışın diyor. Yani pasif gelir yaratma konusu. Bir noktadan sonra artık, hepimizin iş yapma becerisi ve iş gücü yeterli olmayacak ve emekliliğe ayrılacağız. İşte o zamanlar için, ekstra gelir yolları yaratmalıyız. Herkesin hayalidir mesela, 4-5 tane evim olsa onların kira geliriyle yaşarım diye değil mi. Veya temettü emekliliği de böyle bir yöntem. Yani emeklilik planı yaparak, pasif gelir yöntemleriyle, hayatımızı sürdürebileceğimiz bir düzen kurmaya çalışmalıyız diyor.

7. YOL Para kazanma kapasitemizi artırabiliriz diyor. Belki de en önemlisi bu bana göre. Gerçekten de elimizden gelenin en iyisini yapıyor muyuz mesela. Gelir elde etme kapasitemizi sonuna kadar kullanıyor muyuz? Tüm diğer yollar haricinde bir de ekstra olarak, örneğin ayda 1.000 TL ek gelir yaratabilsek ve bunu da yatırımlarımıza yönlendirsek, ortaya çıkacak birikimlerin büyüme ivmesini düşünebiliyor musunuz? Bunu yaparken de kendimize gerçekçi hedefler koymamızı öğütlüyor Arkad. Ve bu gerçekçi hedefleri başardıkça oluşacak hazla birlikte hedeflerimizi büyütmemiz gerektiğini söylüyor.

Evet, işte bunlar Arkad’ın sizi zenginliğe götürebilecek öğütleri. 5000 yıl önce oluşturulmuş bir plan olsa da günümüzde de hala geçerliliğini koruyor bana göre. Çok basit gibi görünüyor ama uygulaması o kadar da kolay değil. Yine de sonuçları bana göre çok etkili. Ama günümüzde maalesef tüketim toplumu içinde o kadar yolumuzu kaybetmiş durumdayız ki, birikim yapmak bir kenara, sürekli borçlarımızı artırmak için çalışıyor gibiyiz. Para kazanma kapasitemizi artırdıkça harcamalarımız da artıyor. Yani sanki para biriktirmek için değil de, daha fazla borç yapabilmek için iş gücümüzü artırmaya çalışıyor gibiyiz. Arkad’ın saydığı bu yollardan belki de en önemlilerinden biri de doğru harcama yapma yeteneği bence. Harcamalarımızı bize daha fazla yükümlülük getirebilecek şeylere değil de, getirisi olabilecek şeylere yöneltmek lazım. 1 haftalık yaz tatili için mesela, 12 aylık 10.000 TL ihtiyaç kredisi çekip bu parayı hiç etmek yerine; 1 yıl aynı parayı biriktirip hisse senedi alsak, bir de temettü veren bir şirkete ortak olsak; birkaç yıl içinde, tatilimizi, şirketin ödeyeceği kâr payıyla karşılayacak bir noktaya bile gelebiliriz. Veya 4-5 yaşına gelmiş arabamızı, etrafta daha prestijli görünmek için son modelle değiştirmek yerine; ona ayıracağımız kredi ödemesini yatırımlara yöneltsek belki de 10 yıl içinde aynı aracı bedavaya getirebiliriz. Çok uçuk geliyor değil mi? Direkt örneklendirelim o zaman bunu. 2010 yılında, tam dolu paket, aşiret paketi dediğimiz bir Passat’ın sıfır fiyatı 102.500 liraymış. Bu parayla aracı değil de Doğuş Otomotiv’in hisse senedini almış olsaydık; verdileri kar paylarını da yatırımımızın üstüne ekleseydik eğer; şu anda günümüzde yatırımlarımızın değeri 5,5 milyon liraya yakın bir rakam oluyordu. Ve yine sadece 2022 yılında şirketten alacağımız kâr payı 400.000 lira civarında olacaktı. Aylık aşağı yukarı 35.000 lira gibi bir temettü geliri. Bu sadece bir örnek. Aynı şeyleri farklı zevklerimiz için de görebiliriz. Mesela sadece sıkıldığımızdan bütün oturma takımlarını değiştirdiğimiz veya tadilata girdiğimiz yüklü ev harcamaları yerine; ARÇLK veya VESBE hisseleri almış olsaydık orada da benzer sonuçlarla karşılaşacaktık.

Bu anlatmak istediklerimi çok iyi özetleyen bir konuşma dinletmek tam da burada. Bölümü kapatmadan önce, günümüzde gelmiş olduğumuz noktayı çok iyi özetleyen, Aslı Şafak’ın TEDx konuşmasından küçük bir kesit paylaşmak istiyorum.

Sırf telefon zil sesim, artık her çalışında beni rahatsız edip, üstümde gereksiz bir stres yaratıyor diye 3-5 ayda bir melodisini değiştiriyordum. Pavlov’un köpeği gibi hissetmemek için.

Önceki Bölüm

Paranın Kısa Tarihi

Sonraki Bölüm

Bitcoin VS Modern Makroekonomik Teoriler

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint