/
39 mins read

Henüz Başlamayanlar İçin Yatırım (3N1K)

Sanırım kendinizi biraz Alice gibi hissediyorsunuz. Tavşan deliğinden aşağı yuvarlandınız ya da delikten aşağı bakmaya henüz yeni başladınız. Burayı dinliyorsanız böyle olduğunu düşünüyorum. Belki biraz kararsızsınız, olasılıkları ve farklı stratejileri değerlendiriyor olabilirsiniz. O yüzden bu bölümü henüz yatırım ya da birikim yapmaya başlamayanlar için; ya da yolun başında olanlar için hazırlamak istedim. Bu konuda hem kitap tavsiyeleri olarak hem de yeni borsaya giriş yapmak üzere olanlar için ya da farklı yatırım çeşitleriyle yeni ilgilenmeye başlayanlar için bir giriş bölümü olarak düşünebiliriz -ki en azından artık bu tarz konularda gelen maillere direkt olarak bu bölümü atarım sanırım. Çünkü çok fazla kişi çok benzer konular hakkında meraklarını gidermek istiyorlar ve şu ana kadar böyle bir bölüm yapmadık. Aslında zamana yayarak tüm bölümler arasında sürekli olarak konuşulmuş olan şeyler belki ama bu şekilde en azından tek bir bölümde toparlamış oluruz bazı şeyleri. Tabi yeni başlangıç yapanlar haricinde umarım belirli bir yolda ilerlemiş olan kişilere de bazı yol gösterici noktalardan değinebilirim. O yüzden çok uzun bir süre önce yapmış olmam gereken bir bölümü sürekli ara ara bahsederek erteleyerek bugüne kadar gelindi ama artık çok sade ve basit bir şekilde bu konuyu aradan çıkartalım.

Henüz başlamayanlar için nereden başlanmalı? (Bu arada yeni başlayanlar için yatırım, adında bir bölüm de daha önce yapmıştık oraya da göz atmanızı öneririm.)

Her olası yatırım çeşidi farklı bir tarzı simgeler. Daha iyi bir strateji geliştirebileceğin farklı bir evreni. Sanıyorum neredeyse evrendeki atom sayısı kadar veya belki daha fazla sayıda yatırım kararı olasılığı var. Hangi yatırım tarzı mesela; borsa, gayrimenkul, kıymetli madenler, para piyasaları, kripto paralar veya birçok farklı çeşit var. Sonra bunları ne zaman aldığın ve ne zaman satacağın kararları devreye giriyor. Hatta neyi satıp neyi alacağın kısmı var sonra. Ve kimse, bu olasılıkların hepsinin sonucunu tahmin edemez. Bu yüzden, ilk hamle, ilk yatırım her zaman en korkutucusu olabilir. Nihai hedefe en uzak olduğun noktadır. Sen ve hedefin arasında sonsuz olasılıklar denizi vardır ama ayrıca bir hata yaparsan, sonsuz sayıda da çözüm yolu olduğu anlamına gelir. Yani, sadece rahatlamalı ve başlamalısın. Hatta Nejat İşler, başlamak konusunda ne diyor bir ona bakalım önce:

Bir de ekstra olarak, sanırım ilk başlangıç noktası da bol bol kitap okumaktan geçiyor. Ciddi bir zaman ayrılması gerek buna. Tabi kitaplar haricinde sektör analizleri, iş analizleri, büyük yatırımcıların hayatları üzerine okuma yapmak da bir o kadar önemli. Kitap önerilerine gelirsek; ilk başlangıç noktasının Babil’in En Zengin Adamı kitabı olduğunu düşünüyorum. Birikim ve gelirlerin değerlendirilmesi açısından bir başucu eseri. Yine Robert Kiyosaki’nin tüm kitaplarının okunması gerek. Varlıklar ve yükümlülükler arasındaki farkı anlamak için, nakit akışının ne anlama geldiğini öğrenmek için, fare yarışını kavrayabilmek için başucu eserleri onun kitapları da. Bunlar zaten herkesin önerdiği ve sürekli dikkat çektiği kitaplar ama problem buradaki anlatılanları uygulama eksikliğimizden kaynaklanıyor. Sıfırdan başlamak lazım ve kendinizi bir aptal olarak görerek bütün zeki görünen düşüncelerinizden sıyrılıp sadece anlatılanlara odaklanarak uygulamaya çalışmak gerekiyor. Genellikle bir bilgi aldığımızda ya da yeni bir şey duyduğumuzda bunu zaten bildiğimizi varsayıyoruz. Hepimiz her şeyi çok iyi bildiğimizi düşünüyoruz ve bu büyük bir tehlike. Yine Ray Dalio’nun kitaplarını mutlaka okumayı önerebilirim. Bir konuya radikal bir şeffaflıkla ve yalnızca doğruya ulaşma konusunda çabayla anlamaya çalışmak için oldukça öğretici bir hoca kendisi. Sorgulamayı ve farklı bir bakış açısından olayları değerlendirebilmenizi öğretiyor. Philip Fisher’ın kitpaları, Benjamin Graham’in Akıllı Yatırımcı’sı yine başucu eserlerinden. Yine Peter Lynch’in kitapları her şeyi daha basit bir şekilde görmenizi ve bütün karmaşadan kurtulmanıza yardımcı olabilir. Charles Mackay’in Olağanüstü Yanılgılar ve Kalabalıkların Çılgınlığı kitabı insanların nasıl rasyonaliteden uzaklaştığını anlamanızı sağlayacak en önemli eserlerden biri. Richard Thaler’in Akıllı İnsanların Mantıksız Kararları yine müthiş bir kitap davranışsal ekonomiyle ilgili. Bunların yanında Türkiye’de neredeyse herkesin çok iyi bildiği ama yine neredeyse kimsenin tam olarak tarzını uygulamadığı Yaşar Erdinç Hoca var. Kendisinin zamansız gidişine rağmen yine de arkasında devasa bir kütüphane bıraktı. Youtube kanalında sanıyorum yüzlerce saatlik eğitim videosu var. Ve merak edebileceğiniz her konuyla ilgili en azından 1 saatlik bir videosu mutlaka vardır eğer kanalında yeterince iyi gezip araştırırsanız. Bir de Dave Ramsey Show var Amerika’da yayınlanan bir radyo programı bundan daha önce de bahsettiğimi hatırlıyorum. Bütçe yapma ve harcamalar konusunda bilinçlenmek için yine doğru bir başlangıç noktası olabilir.

Sadece bu kaynaklar sanırım başlangıç için yeterli ve zaten bunları bitirmek büyük ihtimalle aylar sürer. Tam bu noktada bir parantez açmak istiyorum. Maalesef sizlere verebileceğim bir sır yok. Kolay ve basit bir yolu yok bu işin. Tabi getiri anlamında düşünürsek. Bugün bir şirketin hissesini tavsiye edip, 1 yıl içinde binlerce kat getiri hayalleri satamam. Böyle bir şey de yok zaten, ilk adımda anlaşılması gereken şeylerden biri böyle tarzda hayallerin sadece birer tuzak olduğu olmalı.

Peki neden yatırım yapmalıyız?

Zaman zaman değindiğimiz bir konu bu ve maalesef yüksek ihtimalle büyük bir çoğunluğumuz eğer büyük bir mucize yakalamazsa; hayata geldiği sınıfın üstüne çıkamayacak. Sadece öyle olmuş gibi gösteriyoruz. Tüketim kültürüyle birlikte üst sınıfa çıktığımız yanılgısına kapılıyoruz. Fakat yaptığımız tek şey; ücretli bir çalışan olup saatlik ya da haftalık veya çoğunlukla aylık sabit bir ücret karşılığında zamanımızı satmak. Bu düzenin ve çalışan sınıfının içinden çıkmamız da pek mümkün değil. Ayrıca bir kesim için bu da uygun görünebilir ve sonuçta çalışan ve işveren sınıfları ya da işçi ve patron sınıfları var olmak zorunda. Ama biz bunu bir zorunluluk olarak yapmak durumundayız. Zorunluluk kısmı, benim biraz canımı sıkan tarafı. Neredeyse bir kölelik şeklinde tasarlanmış bir düzenin içindeki birer dişlileriz sadece ve çıkmamızın pek mümkün olmadığı bir labirentin içindeyiz. Sadece artık yeterli katkıyı sağlayamayacağımız ileriki yaşlarımızı bekleyip emekli olma hayalini kurabiliyoruz. Aynı bir kölenin özgürlüğünü satın alma hayaline benziyor.

Ayrıca emeklilik sisteminin çok uzun bir süredir çökmüş olduğunu belki son zamanlarda daha iyi hissetmeye başladık. Bismarck’ın kurmak istediği endüstriyel devrimin bir uzantısı olan bu sistem artık tamamen çökmüş durumda. Emeklilerin büyük bir kesimi bugün sadece asgari ücretin bile çok altında bir aylığa bağlanmış durumda. Hayat standartları ve yoksulluk sınırlarına girmiyorum bile. Bir yerlerde bir yanlış var ve biz sadece geleceğimizi satın alabilmek için; şarabımızı vermek için üzüm gibi ezilmek zorundayız. O yüzden, kendi geleceğimizi kendimizin satın alması gerekiyor. Kişisel ve belki biraz radikal bir örnek vermek gerekirse; SGK emeklilik sisteminden çıktım ve bir daha prim ödemeyi düşünmüyorum. Bunun yerine kendi geleceğimi kendim satın alabileceğim ve bir daha hiçbir otoritenin boyunduruğu altında ezilmeyeceğim bir varlık kalesi inşa etmeye çalışıyorum. Bu yüzden yatırım yapıyorum. Finansal Bağımsızlığımı ilan etmiş olsam bile; bu hiç bitmeyen bir savaşın tarafı olmak gibi ama. Dikkatli ve ketum davranmak gerekiyor. Eğer siz de benzer düşünceler içindeyseniz; bir yanağınıza tokat atana diğer yanağınızı çevirmek istemiyorsanız; yatırım yapmak zorundasınız. Kazandıklarınızın yalnızca bir bölümünü harcayıp; bunlarla temel yaşam standartlarınızı korumaya çalışıp bir kısmını da biriktirmek zorundasınız, özgürlüğünüzü kazanabilmek için. Sabahları istediğiniz saatte uyanıp istediğiniz herhangi bir şey üzerine çalışabilmek için; özgür olmanız gerekli. Bakmadığınız maillere dönmek için kendinizi baskı altında hissetmemelisiniz. Patronunuzla zam çekişmesinde zamanını satan bir köle ticaretinin parçası olmak istemiyorsanız; kendi kurtuluş reçetenizi yazıp acı ilacı içmek zorundasınız.

Tabi tüm bunları yapmayabilirsiniz ve ömrünüzün geri kalan kısmının büyük bir bölümünde alarm kurmak isteyebilirsiniz. Ya da birikim yapmak zor gelebilir ve önce kendinize ödeme yapmadan yeni çıkan bir cilt bakım ürünü almak isteyebilirsiniz. Veya yarattığınız ek bir geliri sadece harcamak üzerine bir finansal düzen kurup bütün gelirlerinizi tüketim harcamalarına yönlendirebilirsiniz. Ayrıca kötü bir hayat da değil bu. Kimisi için belki de tüketim üzerine sürekli olarak zamanını satan bir köle olmak birçok şeyi kolaylaştırıyor olabilir. Askerde benzer düşüncelere kapılmıştım ben de. Bıraksalar ömrünün sonuna kadar emir altında sadece önüme gelen 3 öğün yemek ve verilen temiz kıyafetlerle yaşayabilirdim. Bunu ciddi ciddi düşündüm. Düşünmek zorunda olmamanın ya da düşünmemenin verdiği mutluluk sanıyorum benzer şeyler yaşayanlar için çok yakın bir tecrübe olarak hissedilmiştir. Burada referans verdiğim şey cahillik değil ama. Düşünmemek başka bir boyut. İnsan bazen düşünmek istemeyebilir de. İtaat etmek isteyebilir. Çalışma hayatında da bu tarz kişilerle çok karşılaştım. Geldiği üst bir amirlik pozisyonunda mutsuz olan ve emir vermekten hoşlanmayan; tekrardan eski emir aldığı pozisyonu özleyen insanlar tanıdık gelebilir belki size de. Hatta bu siz de olabilirsiniz. Ne yapılacağını bir başkasından komuta şeklinde almak hayatı bizim için daha kolay bir şekle sokabiliyor. İş hayatı da benzer şekilde tüm toplamda baktığımızda ne yapılacağının söylendiği ve bunun karşılığında bir ücret aldığımız zamanımızın belirli bir bölümü sattığımız emir-komuta merkezleri. Sadece biraz fazla yetki verildiğinde kendimizi kölelerin bir üst efendisi olarak gördüğümüz diğer köleleri idame ettirdiğimiz bir düzen. Eğer bunun içinde kalmak gibi bir niyet varsa ve bundan mutlu olunuyorsa; bölümü burada kapatabilirsiniz. Hatta kapatmalısınız da; çünkü sizin için sunabileceğim hiçbir hap bilgi ya da kısa yoldan zenginliğe ulaşacağınız tüyolarım; anlatacağım gizli şeyler yok.

Herkesin bildiği ama uygulamadığı; sıkıcı ve uzun bir yol hikayesi anlatıyorum. Eğer buradan sonrasına devam ediyorsanız; neden yatırım yapmamız gerektiğini veya en azından benim neden yatırım yaptığımı yeterince iyi anlatabildiğimi düşünüyorum.

Öyleyse sıradaki soru “nasıl” sorusu olmalı gibi. Nasıl yatırım yapmalıyız?

Herkesin kendisi için uygun bulabileceği birçok farklı yöntem ve araç var ama bu yayınları dinleyen kesimin neredeyse tamamının ilgi alanı borsa, biz de zaten onun üstüne konuşuyoruz. Tabi çok basit bir şekilde reel yatırımlar da yapılabilir. Riski kendinizin aldığı, iş gücünü ve şirket modelini kendinizin oluşturduğu bütün ipleri kendi elinizde tuttuğunuz yatırım çeşitleri bunlar. Bir market işletmekten; bir düğün salonu işletmeye kadar geniş bir yelpazesi var. Hemen hemen birçoğumuzun da sürekli olarak kafasında olan iş planları bunlar. Bir kısmımız işi bırakıp tarım veya hayvancılık yapmak istiyor; bir kısmımız 3. nesil kahveci dükkânı açmak isteyebilir. Bazılarımız trendlere çok kapılıp çiğ köfteci veya lokmacı açmak gibi hayallere kapılmış olabilir. Ya da bunların hiçbirini yapmayıp daha ketum davranıp sürekli altın, döviz biriktirmeyi bir yatırım çeşidi olarak düşünüyor olabilirsiniz. Ve ben de; tam bu noktada karşı çıkarım. Bana göre yatırım; bireysel olarak kendimin denklemden çıktığı ve paranın benim adıma çalıştığı; beni temsil ettiği bir değer yaratma biçimi. Çok net, sade ve yeterince anlaşılır bir tanım bu.

Şöyle düşünelim; bir şirkete ortak oluyorsunuz, kimse sizi arayıp cevaplamadığınız mailleri sormuyor, pazartesi iş başı yapmanız istenmiyor, hiçbir toplantıya katılmanız beklenmiyor gibi gibi uzatabiliriz bu listeyi. Ya da daha basite indirgersek; yakın bir dostunuzla kurmak istediğiniz bir iş hayali için işin başında duracak birini mutlaka aramışsınızdır. Sadece parayı teslim ettiğiniz ve işin takibini yaptığınız kendinizin iş gücü katkısında bulunmadığı hep hayalini kurduğunuz o işten bahsediyorum. Borsa, işte böyle bir yer. Keyfine düşkün yatırımcının adresi. Eğer sadece kapitalinizle bir getiri elde etmek istiyorsanız ve işin herhangi bir yerinde yer almak istemiyorsanız; borsa size göre bir yer olabilir. Ayrıca çok enteresan bir noktası da var; bir kafe açmak istediğinizde veya çiğ köfteci hayalinizde, genellikle tüm yatırım miktarının elinizde olması gerekiyor. Ya da bir şekilde kredi kullanmanız gerekiyor. Borsadaki şirketler sizden böyle bir şey istemiyor. Şirketlerini genellikle yüz milyonlarca parçaya bölmüşler ve siz bu küçük parçaların sahibi oluyorsunuz. Lot diyoruz bunlara. Yüz milyon parçaya bölünmüş bir şirketin 1000 lotunu aldığınızda işin yüz milyonda binine ortak olmuş oluyorsunuz. Hiçbir azami sermaye şartı aranmıyor istediğiniz tutarda yatırım yapabilirsiniz.

Bir tabir var; ona anlatır gibi aktarmaya çalışıyorum çünkü bana kalırsa burası çok önemli. Kendini çok ciddi bir yatırımcı olarak görenlerin bile birçoğunda görülen bir yanlış var; her lotun, her hissenin arkasında bir şirket olduğunu unutuyoruz çoğu zaman. Peki nasıl yatırım yapmalıyız? Şirketlere ortak olmalıyız. Bu kadar basit. Aynı piyasada ticaret yapmak istediğimizde kendimize dürüst ortak aramaya çalıştığımız gibi; hisse seçerken de kendimize dürüst işletmeleri ortak olarak almalıyız. Philip Fisher’ın bu konuda çok beğendiğim yaklaşımları var. Bir şirket analizini yönetimsel anlamda yapmak için onun felsefesinden ve kitaplarından yararlanmak gerekiyor.

Ayrıca, bir hisseye neden sahip olduğunuzu bilmemiz gerek. Sadece bir fiyat üzerinden değerlendirme yaparak yatırım yapmak ve sonrasında yine fiyat üzerinden bir değerlendirme yaparak satış yapmak, büyük bir yanlışa götürebilir. Herkes bir hisseye giriş yaptığında kendine bir hedef fiyat belirliyor ve bu çok yanlış bir yöntem. Hedef fiyat belirlemek yerine şirketin 3 yıl sonra nerede olacağı, 10 yıl sonra nerede olacağı üzerinde odaklanmak gerek. Şirketin fiyatına değil; vizyonuna ortak olunması gerekiyor. İnanılmayan, kuşkulu gördüğünüz veya belirsiz görünen işlere ortak olmayın. Sıradan bir günde herhangi bir arkadaşın gelip; hadi şöyle bir işe girelim dediğinde nasıl balıklama atlamıyorsak -ya da böyle yaptığınızı umuyorum diyelim- şirket seçerken de aynı şekilde davranmamız gerekiyor. Bir işe girerken; işletmenin maliyetinin ne olacağına bakarız, ne satıyorsak kaça satacağımızı belirlemeye çalışırız. Lokasyon yine birçok iş için çok önemli bir kriter, buna dikkat ederiz. İşin genel finansal yapısını eğrisi doğrusuyla tartmaya çalışırız ve hayaller kurarız. Fakat iş borsaya geldiğinde; berberden laf arasında duyduğumuz bir hisseye daha o gün piyasalar kapanmadan; insanlar birikimlerinin neredeyse tamamını yatırabiliyor. Telefon alırken bile daha çok şeye dikkat ediyoruz. Buzdolabı alırken bin bir özelliğine bakıyoruz. Bir ev alabilmek için bazen birkaç yıl araştırma yapıyoruz, birikimlerimizi doğru bir yere yatırdığımızdan emin olmak istiyoruz. Ama hisse almaya gelince; bu da yanlış bir tabir aslında, bir şirkete ortak olmaya gelince; bu kararı kulaktan dolma bilgilerle ve bir başkasından duyduğumuz çoğunlukla yanıltıcı spekülasyonlarla karar verebiliyoruz. Kısacası, bir şirketle neden ortaklık kurduğunuzu kısaca bir iş planı üzerinden açıklayamıyorsanız; hissesini de kesinlikle almayın.

Ne zaman yatırım yapmalıyız bir diğer önemli soru.

Bu konuyu iki başlığa ayırmak gerekiyor. Piyasa zamanlaması meselesi ve bir hisseyi alma / satma zamanları konusu var. Ne zaman yatırım yapmalıyızın ilk cevabı, sürekli yatırım yapmalıyız. Şöyle açalım bunu; birikim alışkanlığı edindik ve aylık gelirlerimizin bir kısmını kendimize ayırmayı öğrendik diyelim. Neden birikim ve yatırım yapmamız gerektiği üzerinde durduk zaten. Bu birikimleri yatırıma dönüştürmemiz gerekiyor. Sürekli olarak bu küçük aylık birikim miktarlarıyla efektif bir yatırım yapmak borsa haricinde neredeyse mümkün değil. Çünkü şunu dedik; bir şirketin milyonlarca payından 1 adedine sahip olabiliriz borsada. Türkiye’nin en büyük şirketlerinin oldukça mikroskobik bir ortağı olabiliriz. Küçük payları biriktirerek, bunları bir kartopuna çevirmenin en efektif yeri borsa. Aylık kendimize ayırdığımız birikimin büyük bir kısmını seçtiğimiz şirketlere aktarmalıyız. Birikimleri de sanıyorum en azından 3’e ayırmak gerekiyor. Yatırıma yönlendirecek olunan kısmı pastanın en büyüğü. Bunun dışında bir acil durum fonu ve bir de kötü gün parası kısmı var fakat bu ikisinin en güzel tarafı; bir kere istenilen tutar toplandığında bir daha eklemek zorunda kalmamanız. Tabi yine enflasyon karşısında ezilmemek için bu iki ayrı ihtiyaç birikimlerini yine bir yatırıma dönüştürüp örneğin fonlarda filan tutabilirsiniz. Ya da döviz, altın gibi seçenekler de olabilir fakat bunlar bir yatırım değil. İhtiyaç halinde kullanılması gereken birikim.

Yatırım kısmına dönecek olursak; daha önce bir başka bölümde de bahsettiğimi hatırlıyorum zamanlama konusundaki bir çalışmadan. Şöyle: A kişisi borsanın en düşük zamanlarında girip, en yüksek zamanlarında çıkıyor. B kişisi de düzenli olarak zamanlama yapmadan sürekli içeri para aktararak borsada kalıyor. Sizce bunlardan hangisi daha çok kazanmış olur? Cevap: B. Çünkü bileşik getirinin gücünden faydalanmış oluyor. O yüzden hiçbir zaman fiyata bakarak ya da makroekonomik safsatalarla bir gürültü içerisinde kaybolmadan, düzenli olarak yalnızca ekleme yapmak; her zaman daha avantajlı bir durum. Ve kimsenin gerçekten tam doğru zamanlama yapamayacağına da kendimizi ikna etmemiz gerekiyor. Çünkü böyle bir şey yok. Eğer olsaydı; birileri bunu komik ücretlerle eğitim adında satmak yerine bu gizli yeteneklerini kullanıp bir daha hiç eğitim satmak zorunda olmayacak kadar çok para kazanmış olabilirlerdi. O yüzden, zamanlama yapmaktan kaçınmak gerekiyor ve piyasaya karşı biraz daha mütevazi davranmak gerekiyor. Kendinizi piyasanın üstünde ve daha akıllı olarak görmek, hissetmek; ölümcül bir hata olur.

Zaman sorusunun ikinci kısmı; hisse alma ve satma kararları. Bu ilk problemden daha da sorunlu olduğumuz bir nokta. Çoğunlukla benzer hikayeleri herkesten duyabilirsiniz. X hissesini 10 liradan aldım 15 olduğunda %50 karla sattım ve sonra hisse 150 liraya gitti. 500 liraya gitti. Veya Y hissesini 40 liradan aldım, 45 liraya çıktı satmadım, 30 liraya düştü. Ben ekledikçe düştü, ekledikçe düştü şimdi 20 liralarda ve maliyetim 35 civarlarında. Genellikle herkes bu iki seçenekten birinin içinde. Ne zaman tutmamız ya da ne zaman satmamız gerektiğini bilmiyoruz. Ekstra olarak ne zaman almamız gerektiğini de bilmiyoruz ama bunu ilk zaman probleminde konuştuk zaten. Alma zamanını bilmediğimiz için zamana yayıyoruz zaten. Düzenli ve parçalı alımlar piyasaya karşı sizi koruyan en önemli metotlardan biri.

Hisse tutma veya satma zamanı konusuna gelirsek; en büyük yatırımcılar bile hata yapabilir, o yüzden rahat olmak lazım. Ama bir şirkete neden ortak olduğumuzu biliyorsak; genellikle bu neden tuttuğumuz veya neden sattığımızın cevabını da içinde barındırıyor. 10 yaşındaki bir çocuğa 2 dakika içinde şirketin yaptığı işi açıklayabileceğiniz işlere ortak olun. Böyle yaparsanız, neden satmak istediğinize daha rahat karar verebilirsiniz. Ben bu konuda biraz daha güvenli tarafta kalmayı seven birisiyim ve Warren Buffett’ın dediği gibi: “En sevdiğim tutma periyodu; sonsuza kadar.” Bazen bu konuda şöyle bir örnek veriyorum çok kafası karışık biri için: Vehbi Koç ölümünden önce 90’larda geldi ve size dedi ki; KOÇ Grubunun %1’ini sana veriyorum veya vasiyetine ekledi bunu. Bu paylarınızı ömrünüz boyunca satar mıydınız? Ben yalnızca çok temel ve derinden bir problemle karşılaştığımda, işin geleceğine olan inancımda bir sarsılma olduğunda ya da çok daha iyi bir fikirle karşılaştığımda bir şirketle ortaklığımı bitiriyorum -ki bu zamana kadar yalnızca 2 kez oldu bu durum. BIST için eski tarihli daha önceden gördüğüm bir araştırmada ortalama bir hissede kalma süresinin 8-9 gün olduğunu hatırlıyorum. Piyasaların irrasyonel olduğunu söyleriz genellikle ama bu istatistik bizi manik depresif olarak tanımlatabilir. Çünkü, diyelim ki yakın bir dostunuzla bir işe girdiniz. Hayalini kurduğunuz o işletmeyi sonunda açtınız. Sadece 9 gün sonra; semtin bir başka yerinde sırf önünden geçerken şatafatlı açılışını gördünüz diye; arkadaşınıza gidip tüm paylarınızı devredip, gelip bu yeni açılış yapan yere ortak olur muydunuz? Ve devam edelim, aradan 1 hafta daha geçti ve bu sefer yolun karşısında bir başka janjanlı bir yer gördünüz. Yeni ortağınıza gidip tüm paylarınızı geri verip bu sefer yolun karşısına ortak olduğunuzu düşünün. Ve bunu ayda birkaç kez; yılda 20-30 kez yaptığınızı hesaplayın şimdi. Bu sizi ne yapar? Manik depresif çok hafifletilmiş bir tabir oldu değil mi?

Ayrıca bu kadar fırsatı bu kadar kısa bir süre içinde böylesine tutarlı bir şekilde tutturup, her girdiğiniz yeni işten 1 hafta içinde çok yüksek karlarla ayrılmanız mümkün mü? Ya da diyelim ki perakende gıda alanında tecrübeniz var, işi biliyorsunuz. Migros’un bir şubesine ortak olduğunuzu varsayalım. 1 hafta sonra satıp; gidip nano teknoloji sektöründe çip üreten bir firmaya yatırımlarınızı kaydırır mısınız? Ne değişmiş olabilir ki bu bir haftada ya da bir ayda… Hatta bazen bir yılda? İnsanlar size sürekli değişken kararlarınız yüzünden deli gözüyle bile bakabilir.

Yatırımın 3N1K’sı olarak değerlendirdiğim bir şey var. Şu ana kadar neden, nasıl, ne zaman kısmını konuştuk. Kim ya da hangi şirket kısmını en sona bırakalım ama. Olaya bir de Dizdar Koşu’nun gözünden bakmak gerekebilir tabi ama.

Bu önemli soruları sorduktan sonra, her şeyden önce biraz Bay Piyasa üzerine konuşmamız gerek. Daha önce bununla ilgili yaptığımız bir bölüm yine vardı oraya da göz atabilirsiniz. 26. Bölümde daha detaylarına girmiştik bu konunun zaten ama bugün biraz tek parçada yatırım üzerine konuştuğumuz için, tekrar aynı konuyu biraz daraltarak aktarmak gerekiyor. Bundan sonra çünkü bu bölümü sanırım çok sorulan benzer soruların altına cevap olarak link şeklinde paylaşmayı düşünüyorum.

Piyasada her alıcının karşısında bir satıcı vardır. Unutmamamız gereken bir detay bu. Bir taraf alırken; belki bambaşka bir şeyler düşünüyor, diğer tarafta yer alan satıcı da sizden çok farklı şekilde düşünüyor olabilir. Karşıda biri ya da bir kurum var, en azından botları bir kenara çıkartırsak -ki onların da işlem yapmak için kendince bazı sebepleri, algoritmaları var. Bay Piyasa; bu iki tarafı buluşturan ve orta yolu bulmaya çalışan birisi. Benjamin Graham’in Akıllı Yatırımcı kitabıyla yatırım dünyasına kazandırdığı bir isim. Bu Bay Piyasa, her gün sabah sizin gibi, benim gibi; yatağından kalkıyor ve piyasayı açıyor. Alıcı ve satıcıdan çok piyasanın gidişatı hakkında tek söz sahibi de o. Fiyatları belirleyen o. Fakat Bay Piyasanın bazı kötü alışkanlıkları var. Nasıl kendimizden bahsederken irrasyonel hareketlerimiz için manik depresif kişilik bozukluklarımızdan konuştuysak; Bay Piyasa bizden daha beter bir durumda. Ciddi bir alkol problemi var. Kişilik bozuklukları hat safhada. Paranoya, narsistik, borderline, obsesif kompulsif, manik depresif, şizofreni, demans… ne ararsanız var. Ve Bay Piyasa bizim rakibimiz değil, arkadaşımız. Oldukça kötü özellikleri bulunan ve düzelmesi de neredeyse imkânsız olan yakın bir arkadaşımız. Kimi günler çok paranoyak ve bir gün sonra demansın etkisiyle hiçbir şey yokmuş gibi davranabiliyor. Ve piyasaları kapattıktan sonra sabahı nerde getirdiği belli değil. Ciddi bir alkolik ve o yüzden her gün bir başka kişilik bozukluğuyla piyasayı açıyor. Çok nadir olarak onu normal görebiliyoruz. Ve şöyle düşünebiliriz; eğer biz de Bay Piyasayla aynı duygu durumlarıyla hareket edersek ve onun yaptıklarını taklit edersek; aynı şekilde davranırsak bu bizi ne yapar? Biz, bu arkadaşın tüm kötü özelliklerine rağmen daha sakin kalıp mantıklı düşünmeye çalışmak zorundayız. Bir işletmeniz olduğunu varsayalım ve bir ortağınız var. Her sabah ikiniz de şirkete geliyorsunuz ve sabahtan akşama kadar üç aşağı beş yukarı sürekli olarak karşı tarafın payı üzerine bir fiyat biçiyorsunuz. Sabahtan akşama kadar bunu yapıyorsunuz. Ve her gün. Bakın, her gün diyorum. 365 günün tüm iş günlerinde birbirinizin payı üzerine fiyat biçtiğinizi düşünün. Bu sizi ne yapar?

Bay Piyasaya tekrar dönersek; bu kişilik bozukluğu kataloğu gibi gezen sözde arkadaşımız, tüm gün her küçük olayda bile inanılmaz tepkiler verirken, ya da bazı dönemlerde çok ciddi depresyonlara girdiğinde fiyatlar konusunda rasyonaliteden uzak rakamlar belirlediğinde; ona hiçbir şekilde dikkat etmememiz gerekiyor. Yalnızca bizim lehimize bir manyaklık yaptığında bakmak yeterli. Bu belki yılda birkaç kez olabilir; yani bu kadar uç bir avantajı sürekli sunamaz çünkü çoğunlukla küçük ataklar geçiriyor. Bazen birkaç yılda bir sadece bizim avantajımıza bir fiyat fırsatı bile sunabilir. Bizim de tek yapmamız gereken bu zamanları değerlendirmek. Diğer türlü bize gösterdiği fiyatları kabul etmek zorunda değiliz. Zaman zaman geçirdiği aşırı depresif ve manik atakları, alkol problemlerini kendi avantajımıza kullanmamız gerekiyor. Bay Piyasa ne yapılması gerektiğini öğreneceğimiz kadar sağduyulu biri değil. Bize komut vermek için ya da davranışlarımızı şekillendirmek için bulunmuyor. O bize yardım etmek için var eğer irrasyonel davranışlarından faydalanmasını bilirsek. Piyasalarla ilgili sadece bunu bilmek, bir kişinin öğrenebileceği en önemli şeylerden biri bana göre.

Başka bir ayrıntıya geri dönersek, her hissenin arkasında bir şirket var demiştik, biraz bunu açmak istiyorum. Şirketlere özellikle başlangıç olarak biraz da basit bir şekilde gelir – gider – maliyetler üzerinden bakmamız gerek. Bu işin aslında kolay bir matematiği var. Eğer bir şirketin gelirleri ve karları yükselirse; hisse fiyatı da benzer şekilde yükselir. Bir dükkanınız olduğunu düşünelim ve kiraya verdiğinizi varsayalım. Kira gelirinizden dükkanla ilgili maliyetlerinizi vergilerinizi çıkardıktan sonra kalan elinizdeki net kardır. 3 bin liraya kiraya verdiğiniz dükkânın bir yıl sonra enflasyon sebebiyle veya çeşitli çevresel faktörlerle kirasını 4 bin liraya çıkardığınızı varsayalım. Dükkânın değeri buna göre yeniden hesaplanmış olur. 4 bin liraya kiraya verirken burayı satmak istediğinizde bir yıl önceki 3 binden hesapladığınız değer üzerinden eski satış fiyatını kullanmazsınız. Yeniden hesaplama yaparsınız ve konut, dükkân gibi yerlerde bu değer genellikle kira katsayısı olarak yıllık 15-20 arasında bir yerlerdedir tabi yerine göre değişiklik gösterebilir. Fiyat/kazanç oranı diyoruz buna kısaca. Öyleyse; aynı şekilde bir şirketin de gelirleri yükseldiğinde kar marjlarını da benzer tuttuklarını düşünürsek doğrudan net karı da yükseliyor demektir. Karlar yükseliyorsa ve gelirler yükseliyorsa şirketin piyasa değeri de artıyor demektir aynı dükkanımız gibi. Çünkü artık daha fazla nakit üretebiliyor. Piyasa değeri yükseldiğinde de eğer bunu milyonlarca parçaya bölünmüş şirketin her bir parçası için, her bir lotu için hesaplarsak; yani fiyatını düşünürsek; lotların fiyatı, yani hisse fiyatı da artacak demek oluyor bu. Bu kadar basite indirgeyebiliriz arkasındaki matematiği. Örnek verelim; EREĞLİ 2018 yılında 27 milyar ciro yapmış, 5 milyar net kar elde etmiş. 2022’ye gelindiğinde cirosu 68 milyara çıkmış ve net karı da 15-16 milyar arasına gelmiş. Yani gelirleri 2,5 kat artmış; net karı da 3 kat yükselmiş. Hisse fiyatına bakarsak 2018 sonunda 6 liralardayken 2022 başında 23-24 liralara yükselmiş. Yani fiyat da 4 kat artmış. Gelirleri ve net karı takip etmiş. Net kar ve fiyat arasındaki bu oluşan oran farkı, Bay Piyasanın coşkulu bir dönemi olabilir; ya da şirketle ilgili karlarını daha çok artıracağı beklentisi oluştuğundan bu fiyata erken yansımış olabilir, bunu bulmak yatırımcının görevi. Yine bir başka örneğe bakalım. Ford Otomotiv 2018 yılında 33 milyar gelir üretirken; 1,7 milyar net kar elde ediyormuş. 2021 kapanışında gelirlerini 71 milyara, net karını da 8,8 milyara çıkarmış. Yani gelirlerde 2 katın biraz üstünde; net kar olarak da 5 katın üzerinde artış var. Hisse fiyatı ne olmuş? 40 lira civarlarından 235 lira civarlarına çıkıyor. Neredeyse karlarıyla aynı oranda yükselmiş. Bu bir tesadüf mü? Özellikle bu iki örneği veriyorum çünkü bunlar biraz daha oturmuş şirketler ve belirli bir piyasa büyüklüğünde çok fazla manipülatif hareketlerin olmadığı şirketler. Bu tarz şirketlere baktığınızda ki bunlardan onlarcası var; her zaman hisse fiyatının neredeyse birebir şekilde karları takip ettiğini görebilirsiniz. Yine bu iki örneği vermemin bir diğer sebebi var Peter Lynch bunu basitçe şöyle özetliyor: “Bir aptalın bile yönetebileceği bir şirkete ortak olun; çünkü eninde sonunda şirketin başına bir aptal geçecektir.” diyor. Konuya dönersek, bir hissenin fiyatı karlar yükseldiğinde yükselir. Tam tersi şekilde fiyat yükseldi diye karlar bunu takip etmez. Fiyat, karları takip eder. Bunun tersi durumlara spekülasyon diyoruz ve Bay Piyasanın en sevdiği şeylerden biri de bu. Kimi zaman karlarını 5 kat artırmış bir şirkete fiyat biçerken çok cömert ve tutkulu davranıyor ve hisseyi 10 katta fiyatlıyor. Ya da kimi zaman çok depresif bir döneminde 2 kattan fiyatlayabiliyor. Bizim ilgilenmemiz gereken son şey, Bay Piyasanın fiyatlamaları olması lazım. Önceliği şirkete ve geleceğine, gelirlerini artırıp artıramayacağına vermemiz lazım. Büyümesini neredeyse tamamlamış ve belirli bir olgunluğa gelmiş birçok şirket için bu gelirlerin hesaplanması hiç de zor değil. O verdiğimiz iki örnek üzerinden gidersek çok rahat bir şekilde Ford’un araç satış rakamları üzerinden araç başı maliyetleri çıkartarak net karlarını yaklaşık olarak hesaplayabilirsiniz. EREĞLİ için satış fiyatları üzerinden yine ton başına maliyetlerini çıkartarak yaklaşık bir gelir hesaplayabilirsiniz ve bunların hepsi halka açık bilgiler. Hatta kendilerinin paylaştıkları bununla ilgili çok güzel maliyet kalemleri kırılımları ve gelirlerin grafikleri de var yatırımcı sunumunda sürekli paylaşıyorlar. Ve benzer verilere birçok firma için neredeyse zahmetsiz bir şekilde kolayca ulaşabiliriz.

Aynı kendi işletmenizde ya da bir dostunuzun ortaklık teklif ettiği bir işte ürettiği malın tedarik maliyetini, satış fiyatlarını ve diğer maliyetleri hızlı bir şekilde hesaplayıp ne kadar kar bıraktığına baktığınız gibi; şirketleri de sadece bu basit metrikle yüzeysel bir şekilde değerlendirebilirsiniz. Ve işi çok karmaşıklaştırmaya da gerek yok. Hisse değerlemesi yapmak çok bilinmeyenli bir uzay geometrisi problemi çözmek gibi bir şey değil. Yalnızca biraz ticari düşünme biçimi gerekiyor.

Bir şirkete bakarken, bu şirket bundan 5 yıl sonra ne yapar, 10 yıl sonra, 20 yıl sonra ne yapar hatta yine borsada işlem görüyor olabilir mi gibi sorular sormak gerekli. Unutmayalım, çünkü biz manik depresif bir kişilikte değiliz Bay Piyasa gibi. 1 yıl sonrasını bilmediğiniz bir işe sadece kısa vadede belirli bir fırsat sunuyor yanılgısına kapılıp yatırım yapmayın. Her şey çok hızlı bir şekilde değişebilir, piyasanın yönünün nereye döneceğini hiçbir zaman bilemeyiz kısa vadede. Fakat bir şirketin 10 yıl sonra buralarda olacağından eminsek, eğer iyi yönetiliyor ve piyasanın önemli bir oyuncusuysa sektöründe, gelirlerini de artırabileceğini öngörebiliriz. Özellikle de geçmişte bunu istikrarlı bir şekilde yaptıysa. Bütün mesele kimin en güvenli şekilde gelirlerini en iyi oranda artıracağını tahmin etmek aslında. Hangi şirketin piyasa değerinin şimdiki durumundan çok yukarı çıkacağını bulmak. Şirketlerin geçmişine bakarak, şimdiki durumunu değerlendirerek geleceğine yatırım yapmaya odaklanmamız gerekiyor. Çoğunlukla hisseler geçmişi fiyatlar; şimdiyi değerler ve geleceği hakkında spekülasyon yapılır. Piyasaların etkin çalıştığı ve bütün olasılıkları fiyatladığı teorisini kafamızdan atmamız gerekiyor. Ayrıca bir şirketi değerlendirirken hiçbir zaman fiyatına bakmamak gerekiyor. Fiyat yanıltıcı olabilir. Çünkü bunu sunan kişi Bay Piyasa, unutmayın onun o duygu durumlarını. Piyasa değeri hesaplama üzerinden gitmek çok daha doğru bir sonuç verecektir. Bir gayrimenkul değerleme uzmanı herhangi bir varlığı nasıl değerleme yapıyorsa; çok benzer bir şekilde bu yöntemin üstüne gelir modelini ekleyerek şirketlerin piyasa değerini hesaplayabilirsiniz.

Sanırım böylece kim? hangi şirket? sorusunun cevabını vermiş oluyoruz.

Son olarak değinmek istediğim bir kısım daha var.

Yatırım yapmak bir 100 metre yarışı değil. Çok uzun bir maraton koşusu. Yarış pistini seçmek sizin elinizde. Koşacağınız metrajı seçmek sizin elinizde. Önünüze koyacağınız engellerin zorluğunu seçmek yine sizin elinizde. Tüm bunlara sizin adınıza bir başkasının veya Bay Piyasanın karar vermesine izin vermeyin. Ve pisti ne kadar uzun metrajlı tutarsanız, kısa mesafelerde yetenekli görünen rakiplerinizin neredeyse hepsinin gerinizde kaldığını görebilirsiniz.

Şimdi Vehbi Koç örneğine geri dönersek, hepimizin evet dediği bir vasiyetten bahsetmiştik. KOÇ grubunun %1’ine sahip olmak gibi bir hayalden bahsettik. Eğer temel bir yatırım felsefesi oluşturmadıysanız; eninde sonunda size sunulan bu cömert armağanı elinizden kaçırmanın çok yüksek bir olasılık olduğunu söyleyebilirim. Hiçbir şey değişmezdi, hatta %10 da verseydi; %100 de verseydi büyük ihtimalle yine bir şey değişmeyecekti. Çok çok yüksek oranda her ne kadar kendimize güvensek de şirketi batırma ihtimalimiz ya da paylarımızı satıp başka hayallere yelken açma ihtimalimiz ve birçok hata yapma ihtimalimiz çok daha yüksek. Bunun yerine Vehbi Koç’tan istememiz gereken şey; ben nasıl böyle bir şirketin %1’ini kurabilirim olmalı. Bunu ayrıca bir örnek olarak veriyorum çok fazla Koç ismini geçirdik, Türkiye’de bu şekilde işleyen birçok şirket var. Ya da yurt dışına da bakabilirsiniz. Bir an önce nasıl portföyümü katlayabilirim gibi bir düşünceye girmeden, bu insanlar nasıl böyle başarılı olmuş? Altında yatan şey ne? Onların yaptıklarını taklit edebilir miyim veya yöntemlerini kendime uyarlayabilir miyim? gibi sorular sormamız gerek. Ve sağlam bir felsefe oluşturmak gerekiyor savrulup gitmemek için. 1 jenerasyon sonra, hatta 20 yıl, 10 yıl sonra her şeyin dağılmaması için süreklilik sağlayacak basit her duruma uyarlanabilecek bir felsefe geliştirmek gerekiyor. Yatırım dünyası sürekli kararlar almak zorunda kalarak ve sürekli daha iyiyi aramaya çalışarak rüzgârda savrulan bir yaprak gibi oradan oraya savrulmak gibi bir şey değil. Nereye gideceği belli olmayan bir yaprak olmak yerine; köklerini toprağa sağlam atmış ve en ciddi fırtınalarda veya erozyonlarda bile kopartılıp atılamayacak bir ulu çınar dikmek gibi bütün mesele. Bir varlık kalesi inşa etmeye çalışmak bütün iş.

Tarihte geriye gidelim ve orta çağda bir monark olduğunuzu varsayalım; kalenizi Alamut gibi bir kale olarak yalçın bir dağın tepesine mi inşa etmek isterdiniz; yoksa sürekli saldırı altında olabilecek ve tarihte birçok kez el değiştiren açık bir düzlüğe kurulmuş sıradan bir kale mi isterdiniz? Kapitalizm bu işte. Rekabet avantajınız yoksa; günün sonunda mutlaka bir şekilde sizi tutsak edecek ya da portföyünüzü, kalenizi dağıtacak bir başka güç karşınıza çıkacaktır. Eğer bir varlık kalesi inşa etmek istiyorsanız; bunu doğal avantajlara sahip bir şekilde kurmalısınız. Önüne geniş hendekler açıp burayı suyla doldurup içine timsahlar atmalısınız. Düşmanın geldiğini 20 km öteden görebilecek kadar geniş bir bakış açısına sahip bir konumda olmalısınız. Ve sürekli fikir değiştirerek, kalenizi terk edip yeni maceralara atılarak başarılı olmak mümkün değil. Portföyde yaptığımız en büyük hatalardan biri de bu. Karda oturmayı pek beceremiyoruz -ki bu en büyük avantajımız olmasına rağmen- fakat bunun yerine zararda oturmaya bayılıyoruz. Kötü fikirleri terk edip; iyi fikirlerinizle devam etmelisiniz. Tam tersi değil. Bir işe ortak olmak demek veya bunu çeşitlilik safsatasıyla kendini güvenceye almaya çalışma metodu üzerinden neredeyse bütün piyasadan bir parça sahibi olmak, yapılabilecek en büyük hatalardan biri. Bir organize sanayi sitesi düşünelim. Kendi içinde bir piyasası var. Buradaki bir geri dönüşüm tesisisin patronu kendini güvenceye almak için gidip organizedeki bütün diğer tesislere ortak olur mu? Mesela tekstil işine girer mi? Veya gıda işine girer mi? Belki sadece takip edebileceği kadar bir oranda ek iş yapar. Her hissenin arkasında bir şirket var ve bizler de bunların küçük ortaklarıyız. O yüzden biz de ancak takip edebileceğimiz kadar ve işin başında olsak yönetebileceğimiz kadar fazla işe odaklanmalıyız. Organize sanayinin içinde binlerce şirket var ve kimisi batıyor, kimisi çok kötü yönetiliyor kimisi de ortalama devam ediyor. Yalnızca sayılı şirketler genellikle iyi yönetilen, rekabet avantajı olan ve karlarını sürekli artırmayı istikrarlı olarak başarabilen nadir şirketler; yalnızca bunlar tüm sanayinin değerini yukarı taşıyor. Eğer bir ortalama tutturmak istiyorsanız, tüm piyasaya ortak olun ama bir varlık kalesi inşa etmek istiyorsanız; kazanacağını düşündüğünüz tarafa paranızı koyun.

Ayrıca insan hayatında sadece birkaç doğru karar vermek; tüm bunlar için yeterli. Bir trende ulaşmak istenilen nihai hedefe doğru yolculuk yaptığımızı düşünelim. Ve biletimizin sınırlı kullanım hakkı olsun. Bu örneği daha önce de verdiğimi hatırlıyorum bu arada ama bu bölüm bir toparlama bölümü ve artık bu tarz sorulara karşı paylaşacağım tek bölüm olacağından tekrar vermek istiyorum aynı örneği. Sınırlı bilet hakkımız olan bir tren yolculuğundayız. Kondüktör elimizdeki bileti her kullanışımızda bilette bir delik açıyor. Ve ulaşmak istediğimiz son durağa gitmek için önümüzde sonsuz sayıda durak ve sonsuz sayıda kafa karıştırıcı işaret, levhalar var. Fakat yalnızca 5-10 sefer in bin yaptığımızda, bileti kullandığımızda, kondüktörün bilette açacağı yeni bir delik yeri kalmayacak. Bilet tükenmiş olacak. Bu sonsuz ihtimaller denizinde biletinizi nasıl kullanırdınız? Her durakta inip bir sonraki treni beklemek ister miydiniz ya da bütün cezbedici görünen yeni yerler, yeni şeyler karşısında coşkuya kapılıp treni sürekli terk etmek ister miydiniz? Bu sonsuzluk önünde yalnızca mecburi duraklarda durup, bileti kondüktöre deldirmemiz gerekiyor yoksa ulaşmak istediğimiz hedefe varmamız mümkün değil. Bir noktada bir daha binmemiz mümkün olmayacak bileti tüketirsek ve ulaşmak istediğimiz hedefin sonsuz uzaklığını bitirmeye zamanımız yetmeyecek.

Önceki Bölüm

2023: Hedefler

Sonraki Bölüm

Risk ve Getiri

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint