Dürüst olmak gerekirse, bu yayınları yaparken aslında konuşmak istediğim şeyler genel olarak para, başarı ve mutluluk gibi şeylerdi. Kendi gözümden içinde bulunduğumuz sistemi anlatmaya çalışıyorum bir yandan. Bir yandan da içinde bulunduğumuz hayat oyununun kendimce geliştirdiğim kurallarını paylaşıyorum. Dünyayla ilişkimi, finansal piyasalara bakış açımı ve kişisel bir yolculuk paylaşımı da diyebiliriz tüm bunlara. Bunları yapmaya çalışırken aynı Ray Dalio’nun prensipleriyle ilgili bölümde paylaştığım gibi radikal bir şeffaflıkla ve radikal bir açık görüşlülükle fikirlerimi anlatmaya çalışıyorum. Bunun yerine daha güvenli tarafta kalıp, her yere mavi boncuk da dağıtabilirdim. Ya da herkesin duymak isteyeceği şeyleri de söyleyebilirdim ama sanırım yapımda yok bu genel olarak. Geçenlerde bir mail gelmişti, ilk bölümlerin birinde babamın bir sözünden bahsetmiştim: “sakın bunları ulu orta her yerde anlatma” öğüdüne birisi iyi ki babanızı dinlememişsiniz diye dönüş yapmıştı. Yapmak istediklerim tam olarak bu değildi yine de. Daha çok filtresiz bir şekilde kendimi ve bakış açımı paylaşmaya çalışıyorum ve gördüğüm kadarıyla aynı bakış açısında olan da büyük bir kitle varmış gerçekten.
Bu yayınlara başlarken anlatmak istediklerimi gerçekten dinlemek isteyen kim olabilir diye de düşünmüştüm ama bunu da söylemek gerek. Çünkü büyük bir kalabalık, fısıltı gazetesi şeklinde hisse isimleri takip ediyor. Ya da sürekli olarak her konuda haklı olan; 3 ay önce attığı her iki tarafa da çekilebilecek bir tweet’ini öne çıkarıp bakın ben demiştim diyen duayenleri takip ediyor. Ya da sürekli olarak piyasayla ilgili yorum yapanları, her gün endeksle ilgili, hisselerle ilgili düşüncelerini açıklayanlarını takip ediyor. Benim yapacağım şey neden takip edilmek istensin diye çok düşündüm. Çünkü sanırım hiçbir hisse analizi yapmadık şu ana kadar. Ya da hiçbir şirket değerlemesi de yapmadık. Neyse, çok fazla da bu konunun detaylarına girmek istemiyorum. Kısaca, en azından benim için hatırı sayılır bir kalabalık benzer şeyler düşünüyormuş bunu fark etmemi sağladı bu yayınlar ve herkese tekrardan teşekkür ederim.
Yine bir parantez açmadan da duramayacağım ama; burada yer alan yayınlar hiçbir yatırım tavsiyesi içermemekte; ayrıca hiçbir paralı veya komisyonlu, ücretli tanıtım, reklam ya da iş birliği içermemekte. Belki de öyle yapmak lazım bilmiyorum. Parayla şirket analizi falan da yapabilirim en azından. Ya da yayınların ortasına bir yerde konuyu öyle bir noktadan istediğim yere çekebilirim ki; en heyecanlı anında araya şampuan reklamı alarak konuyu bağlayabilirim. Finansal özgürlükle ne alaka diyebilirsiniz siz de. Neden bilmiyorum bunlar bana oldukça samimiyetsiz gelen ve bütün konudan kopmamı, ilgimi kaybetmemi sağlayan şeyler. Ya da en azından finansal özgürlük üzerine konuşuyorsak; kitleyi bir kaldıraç olarak kullanıp onlar üzerinden finansal özgürlük sağlamaya çalışmak çok büyük bir hile gibi geliyor bana. Burada yapacağım maksimum şey sanırım ana bir sponsor eşliğinde içerik yapmak olabilir. Böyle bir arayışım da yok bu arada onu da belirteyim. Ayrıca belki çok sık söylüyorum ama bilginin özgür ve ücretsiz olması gerektiğine inanıyorum. Neyse, hiç girmek istemediğim ama zaman zaman kendimi tutamadığım detaylar bunlar. Mesele sanırım samimiyeti kaybetmemek ve hile yapmamak. Ama çok fazla tepki çekmeden bu konuyu kapatmakta fayda var sanırım.
Geçtiğimiz bölümlerin birinde finansal özgürlük üzerine konuşurken bahsettiğim bir şey vardı. Biz genellikle bu kalıp sözü düşünürken işin finans kısmıyla daha çok ilgileniyoruz gibi bir şey demiştim. Bugün işte özgürlük kısmı üzerine biraz konuşalım istiyorum. Zaten genellikle bunun üstünde durmaya çalışıyorum gibi. Ayrıca bir süreliğine finansal özgürlük adı altında yapacağımız son bölümlerden biri olabilir bu. Tabi yine finansla ve bu konu etrafında dolaşıp dururuz ama biraz daha farklı konulara gireriz sanırım ilerleyen bölümlerde. Yılbaşından itibaren yine bir finansal özgürlük bölümü gelecek ama. Gelen maillerin birinden edindiğim bir fikir oldu bu. Finansal Özgürlüğün ilk yılı gibi bir isimle genel bir değerlendirme bölümü olacak, sanırım yılbaşından hemen sonra yapmış olurum bunu. Artık geçmiş bölümlere değil ileri tarihli bölümlere de atıfta bulunmaya başladım. Podcast kalitesi olarak sanırım belirli bir seviyeye geldiğimi düşünüyorum ama yine de lütfen eleştiride bulunmaktan çekinmeyin. Dışarıdan bir gözden yorumlar almak çok yardımcı oluyor. Ses kalitesi olarak sanırım neredeyse istediğim seviyelere geldi fakat bazıları da ilk bölümlerdeki heyecanın olmadığını söylüyor. Nerede hata yaptığımı bulmaya çalışıyorum bu konuda fakat yeni bölümlerin akışına alışınca bu kitle belki de ilk bölümlerin amatörlüğünü benim gördüğüm gözden de görmeye başlayabilir. Ayrıca bir noktadan sonra kısmen bir diksiyon eğitim aldım, en azından bir şey yapıyoruz daha iyisini yapalım dedim ama; sanırım tam bir sunucu gibi konuşmaya başladım belki bundan kaynaklı bir problem olabilir. Bu yüzden tekrar eskisi gibi yeterince doğal bir şekilde yapmaya çalışıyorum. Bazen eğitimler geri döndürülemez bir hasar verebiliyor. Warren Buffett’ın bahsettiği bir şeydi bu konuşmalarının birinde. Şirketlerinde zaten çok fazla çalışan giriş çıkışı olmuyor oldukça durağan bir yapıları var ama; bir yerde söylemişti, iş mülakatlarında görüştükleri kişiler bazen aldıkları eğitimleri gururla anlatırken araya girip; tekrardan unutmanı sağlayacağımız çok fazla şey öğrenmişsin işimiz çok zor gibi şeyler söyleyebiliyormuş.
Yanlış şeyler öğrenmek ya da en azından dar bir bakış açısına sıkı sıkıya bağlanmak en büyük problemlerimizden biri. Çünkü geri döndürülemez etkileri olabiliyor bunların. Bu yüzden genellikle hep sorgulama üzerine ya da kendi adına düşünme üzerine şeyler anlatmaya çalışıyorum. Bu bölümü de özellikle bir önceki yaptığımız Modern Kölelik bölümü üzerine yapmak istedim. O bölümde kölelik üzerine konuştuk; şimdi özgürlük üzerine konuşmanın tam sırası bence.
Yeterince fazla zaman çalmadan, baya bir zaman yedik zaten, konuya giriş yapalım artık. Bugün finansal özgürlük kalıbını ikiye ayırıp özgürlük kısmı üzerinde konuşacağız biraz. Yeterince finans konuşuyoruz zaten. Ya da ben öyle sanıyorum. Şirket incelemesi ya da piyasa analizi yapmıyoruz tabi ama yine de genel anlamda çok fazla finans konuşmaya başladım. Biraz daha frene basıp, asıl amaçlarımız ve hedeflerimiz üzerine konuşalım artık. Çünkü bunlar belki de işin diğer kısmından yani sayılardan daha önemli. Çoğu zaman sayısal hedeflerden ve bunların öneminden bahsediyorum ama neden bu hedefleri koyduğumuzun altını çizmek lazım. Çünkü belli prensipler belirlemeden; ya da amaç sahibi olmadan bence başarılı olmak en azından geçici olabilir. Finansal özgürlüğü bir zirve olarak düşünürsek, o noktaya ulaşılsa bile uzun süre orada durulamaz bunun ne için yapıldığını kendi içimizde netleştiremediysek. Çünkü benzer şeyleri ikramiye kazananlarda sürekli görüyoruz. Geçenlerde gördüğüm ufak bir hikâye var. Hepimiz için de oldukça tanıdık aslında sürekli haberlerde gördüğümüz şeylerden.
Bir loto ya da milli piyangoda büyük ikramiyeyi kazandığımızı hayal edelim. Hepimizin ne yapacağıyla ilgili oldukça iyi fikirleri vardır böyle bir şey gerçekleşmesi halinde. Önce tüm borçlar ödenir, belki 1-2 tane ev alınır. Baya lüks model bir araba alınır. İş de bırakılır tabi hemen. Tüm bunların üstüne bir dünya turu da mutlaka her hayalde yer alır sanırım. Genellikle bu hayalleri yalnızca büyük bir ikramiye kazanma şartıyla kuruyoruz. Bu bana her zaman değişik gelmiş bir takas oyunu çeşidi gibi geliyor. Para olunca, paranın araç olduğu hayaller kuruyoruz. Fakat para yoksa, başka şeylerin araç olacağı para sahibi olma hayalleri kuruyoruz. Değişik bir düşünce biçimi. Ayrıca loto tutturmanın üstünüze meteor düşme ihtimalinden, ya da dördüz çocuk sahibi olma ihtimalinden daha düşük olduğunu da söylemek gerek.
Tabi eğer Evelyn Adams değilseniz. 1985 yılında, 3.9 milyon dolar değerinde loto büyük ikramiyesi kazanmış. Ve bunun üstüne yalnızca 4 ay sonra; tekrardan aynı çekilişte, yine büyük ikramiyeyi kazanmış ve toplamda 4-5 ay içinde 6 milyon dolara yakın bir servetin sahibi olmuş. 1985 yılında üstelik. Sanırım dolar enflasyonu üstünden değerlendirildiğinde bugün için neredeyse 20 milyon dolar demek bu. Bundan sonra da ya da Evelyn’den önce de böyle inanılmaz şekilde üst üste ikramiyeler kazananlar oldu. Bu oldukça şanslı görünenlerin hayat hikayeleri de çok benzer sonrasında. Aynı yere iki kere yıldırım düşmesi gibi bir şey böyle bir şans ama bu şansları hep bu tarz insanların başına daha büyük belalar açıyor ileride. Bir markette kasiyer olarak çalışan Evelyn ilk ikramiyeyi kazandıktan sonra tabi hemen önce borçlarını ödüyor. Kızının okul masrafları için bir fon yaratıyor. İşinden istifa ediyor. Ardından haftalık loto harcamalarını 25$’dan 100$ civarlarına çıkartıyor. Oynamaya devam ediyor yani. Ve 4 ay sonra, ikinci kez büyük ikramiyeyi kazanıyor. Aşağı yukarı toplamda 15 milyonda bir ihtimal bunun gerçekleşmesi. Tabi büyük bir üne kavuşuyor. Ona yardım edenlerle birlikte bu servetini kullanmak isteyen kötü niyetli insanlar da türüyor çevresinde. Bütün hayat gizliliği yok oluyor her yerde tanındığı için. İnsanlar yardım isteyerek sürekli etrafında dolanıyor. Daha önce hiç tanımadığı akrabalarıyla tanışıyor. Yeni bir araba alıyor, sevdiklerine hediyeler falan derken hemen hepimizin yapabileceği şeyleri yapıyor. Fakat bir noktadan sonra, özellikle ondan borç alanların bu borçları geri ödememesi, parayı kullanmak için çalıştığı mağazayı satın alması ve bu mağazanın batması, bunun haricinde birkaç tane daha başarısız girişimin sonucunda neredeyse tüm servetini geri kaybediyor. Ayrıca bir kumar bağımlısı oluyor tamamen. Bu büyük servetinden kalan son kuruşları da bir kumarhanede en son 2012 yılında bırakıp tamamen beş parasız kalıyor. 85’ten 2012’ye kadar neredeyse 30 yıl içinde ilk başlangıç noktasından daha geri bir noktaya dönüyor. Evsiz kalıyor, sokaklarda yaşamaya başlıyor. Ayrıca bu süreç içinde hayali olan müzik üzerine eğitim de alamamış.
Öyleyse ne anlamı vardı ki tüm bunların? İşte bu üstüne düşünülmesi gereken bir konu. Buna benzer hikayeleri sürekli duyuyoruz. Ve böyle ani bir şekilde büyük bir servete sahip olanların neredeyse hepsi hayallerini gerçekleştirmeyi geçtim, sonunda daha da kötü bir duruma düşüyor. Sanırım bu biraz da servet sahibi olmakla ya da para kazanmakla ilgili bir durum değil. Bunu nasıl koruduğunla alakalı biraz. Bunu başarabilmek için de bana göre finans dışında daha farklı şekilde kendini geliştirmen gerekiyor. Geçtiğimiz günlerde twitter’da bir kitaptan bir bölüm paylaşmıştım. Morgan Housel’ın Paranın Psikolojisi kitabı. Warren Buffett ve Charlie Munger şirketleri Berkshire Hathaway’le ilk yatırımlarını yapmaya başladıklarında yanlarında Rick diye bir kişi daha varmış. 3. Ortak olarak. Rick bizim artık isimlerini ve öğütlerini ezbere bildiğimiz ikili kadar bilgili, tecrübeli hatta belki finansal piyasalarda onlardan daha iyi olduğu bile söylenebilir. Fakat Buffett onun hakkında böyle övgü dolu sözler söylerken bir şey ekliyor; “ama çok acele ediyordu” diyor. En sonunda kaldıraçlı işlemlerin riskli durumlar yaratmasıyla ve teminat sıkıntıları yüzünden bütün servetini kaybetmiş. Berkshire’da bulunan kendine ait ortaklık paylarının hepsini Warren Buffett’a satmak zorunda kalmış.
İşte ben tüm bunların sebeplerini, finansal piyasalarla ilgili bilgimiz veya tecrübemizden ziyade, daha farklı bir yetenek eksikliğimizden kaynaklandığını düşünüyorum. Ve finansal özgürlük yolcuğunda olan birisi için de bu yetenek bana göre hem ölümcül hem de öldürücü düzeyde olabilir. Bu noktada hataya düşenlerin birçoğu hayallerini gerçekleştirmek üzere artık son noktaya gelmiş olsa bile bunları yapamıyorlar. Bambaşka yollara sapıp büyük bir hata içine düşebiliyorlar. Finansal piyasalarda bu yetenek için sakin ve sabırlı olmak denilebilir. Finansal Özgürlük yolunda olan birisi için de özgürlük odaklı olmak denilebilir. Aksi halde Evelyn gibi ya da ona benzer hikayeleri olan binlerce kişi gibi en sonunda başlanılan noktanın bile gerisine, daha kötü bir duruma düşmemek işten bile değil. Finansal Özgürlük aslında parayla ilgili bir şey değil; geri kalan her şeyle ilgili.
Özgürlük fikri de bazen yanlış anlaşılabiliyor. Hiçbir şey yapmamak olarak değerlendiriliyor. Bunu en yakından tecrübe edenlerden biri olarak sanırım durumun hiç öyle olmadığını söyleyebilirim. En azından bu yaptığım şey bir iş olarak değerlendirilse, eskisinden çok daha tempolu bir çalışmanın içindeyim. Bir de; kendimize böyle hedefler koyduğumuzda örnek aldığımız insanlar genellikle en tepede yer alanlar oluyor. Ve onların hayatlarını düşünürken yalnızca hayal edemeyeceğimiz kadar iyi ve mutlu bir sonu düşünüyoruz. Fakat bence durumları pek öyle değil. Birçoğu günün büyük bir bölümünde oldukça yoğun çalışıp bu konuda hepimizi alt ediyorlar. Çalışarak alt edilip hayat yarışında yeniliyoruz yani böyle tiplere. Bu bölümün bir motivasyon bölümüne dönmesini de pek istemiyorum ama; yine de arada böyle şeylere değinebiliriz sanırım. Kobe Bryant’ın KAZANMA TUTKUSU videosuna mutlaka göz atmanızı öneririm tam olarak anlatmak istediğimin sanırım hepsi o video’da var. Açıklamalar kısmına bir linkini bırakırım.
Ayrıca özgürlük kelimesinin kullanımı da biraz yanlış oluyor sanki bu tanımın içinde. Yani İngilizcesi Financial Independence, Türkçeye finansal özgürlük olarak çeviriyoruz fakat daha doğrusu finansal bağımsızlık olabilir bence. Özgür olmakla bağımsız olmak arasında çok ince bir fark olduğunu düşünüyorum. Geçtiğimiz bölümde modern kölelik kavramı üzerinde dururken özgürlükten de konuşmuştuk biraz. Belki de en büyük anlamında düşündüğümüzde özgür olduğumuz kavramı büyük bir yanılgı bile olabilir onu anlatmaya çalışmıştım biraz da o bölümde. Fakat yine de; bağımsız olabiliriz bana göre. Bu tanımları doğru yapmamız lazım. Belki bu tip konulara biraz takıntılı bir tip gibi görünebilirim ama kelimelerin çok fazla şey taşıdığını düşünüyorum yalnızca kullandığımız birer araç olmaktan çok daha büyük anlamları olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, genel anlamda özgür olduğumuzdan da şüpheliyim. Genellikle bunu tanımlarken; bir başkasının özgürlük sınırlarına geldiğimizde bizim sınırlarımız çiziliyor. Yani en fazla bu kadar özgür olabiliyoruz. Yapmak istediğimiz her şeyi yapmakta da özgür değiliz. Niyet kötü olmasa bile iyi niyetli olunsa bile çoğu eylemlerimiz sınırlı bir kurallar bütünü içinde gerçekleştirilmek zorunda. Bu tip durumların altında bir baskı hissedebiliyor bazıları. Ve bunu özgürlükleri kısıtlayıcı şeyler olarak görebiliyor. İyi de bence zaten tüm özgürlükler kısıtlanmak üzere yaratılan fikirler. Başka birine bir özgürlük sağlamak adına diğer başkasına bazı kısıtlamalar uygulanmak zorunda. Bu da bizi tekrardan en başa döndürüyor ve o zaman özgürlük olmadığını söyleyebiliyoruz. Kendi içinde bir paradoks yani.
Fakat diğer yandan, bağımsızlık üzerine düşünürsek; bu bizi bambaşka bir düşünce biçimine sokar. Sanırım o yüzden bu kelimeyi daha çok seviyorum. Bağımsızlığını ilan etmekle özgürlüğünü ilan etmenin arasında bence çok ciddi farklar var. Biri yalnızca deneysel olabilir; diğeri uygulamaya geçirilebilir. Finansal kölelik ve modern kölelik sistemi içinde yolumuzu bulmaya çalışanlar olarak hedef bağımsızlık elde etmek üzerine olmalı. Bu elbette hemen maaşlı işlerimizi bırakalım, kendi bağımsızlığımızı ilan edelim anlamına gelmiyor. Bazı bölümlerde bunu özellikle tekrar ediyorum. Çünkü bazen bununla ilgili istifa mailleri alıyorum. İnsanları işinden istifa ettirmek gibi bir niyetim yok aslında. Yalnızca kendi farkındalıklarımı paylaşıyorum ve benzer düşüncelere sahip olanlara belki de bi’ başına olmadıklarını göstermek istiyorum. Ya da kendimin bi’ başına olmadığını görmeye çalışıyorum belki de. Fakat amaç istifa motivasyonu yaratmak değil hiçbir zaman. Yine de böyle mailler geldiğinde ve bunu sağlam temellere oturtup bir yol haritası üzerinden, ya da bağımsızlıklarını ilan edecekleri daha doğru bir yola girmek üzere iş değişiklikleri üzerinden paylaştıklarında bu insanlar adına çok mutlu oluyorum. Çünkü bir yandan o istifayı verip şirket telefonunu teslim edip ya da şirket aracını bırakıp, kapıdan kuş gibi çıkılan anı herkesin yaşamasını istiyorum. Tabi doğru düzgün bir plan doğrultusunda.
Bunun yanında, bağımsızlıklarımızı tanımlarken 3 maddeye indirebileceğimiz bir checklist kullanabiliriz. Konum bağımsızlığı, zaman bağımsızlığı ve iş gücü bağımsızlığı diyebiliriz bunlara. Nihai hedef bunlar olmalı. Ne demek istiyorum bunla? Biraz açalım.
- Konum bağımsızlığı: tamamen remote dediğimiz ya da bir noktaya bağlı olmadan, her gün gidilmek zorunda olan bir yer olmadan yaşamak. Ya da istenilen noktadan iş yapabilmek. Yani bugün bunu düşündüğümüzde kendi adıma, Sri Lanka’nın bir sahil kasabasında da bulunabilirim ya da evimde de durabilirim. Hatta dünya turunda bile olabilirim. Tabi bunun detaylarına daha ileride geliriz neden dünya turunda bulunamadığımın. Bugün özellikle yazılım şirketlerinde çalışan ya da pandemi sonrası uzaktan da çalışabileceğini keşfeden büyük bir grup bu bağımsızlığa kavuşmuş durumda kısmen de olsa.
- Zaman bağımsızlığı: sanırım kısaca zamanını kendi kararlarına yönetmek diyebiliriz. Günün hangi saatinde çalışacağının, kaç saat çalışacağının ya da belki de bazı günler çalışmak istememek gibi bu kararları kendi adına verebilmek diyebiliriz. İlk konum bağımsızlığına giren grubun büyük bir kısmı bu noktada eleniyor. Çünkü belirli bir çalışma süresi bekleniyor onlardan da. Burada mesele çalışma saatlerinin uzunluğu ya da kısalığıyla alakalı değil ama. Yalnızca bu kararın başka birinin elinde olması durumundan bahsediyorum. Endüstriyel devrimden sıklıkla söz ediyorum bu da onunla birlikte gelen bir yenilik belki de. Okul sistemi ve iş düzeni tamamen artık bu neredeyse miladını doldurmak üzere olan endüstriyel devrimin temelleri üzerinde yükseldi gibi görünüyor. Özellikle günün en önemli saatlerini; sabah 8 akşam 5-6 arasını mutlaka bir başkasına kiralamak zorunda kalıyoruz. Tüm bu duruma hatta bir zaman köleliği üzerinden de bakabiliriz. Günün belirli saatleri bize aitken; ki bunun yaklaşık 8 saati uykuyla geçiyor ve kimsenin değerlendiremeyeceği bir süre bu. Kalan sürenin büyük bir bölümünü bir başkasına kiralamak durumundayız. Ve bunu çok uzun bir süre yapmak zorundayız. Artık zamanımız yeterince değerli olmadığında, yeterince yavaş ve kullanışsız hale geldiğimizde; emekliye ayrılarak kalan zamanımızın tamamının kullanım hakları tekrar bize devrediliyor.
- İş gücü bağımsızlığı: alt başlığını düşünürsek de; genellikle freelance harici yüksek oranda bir patrona, şirkete bağımlı olarak çalışıyoruz. Belli bir yetenek özelinde kullanılmak için yalnızca söylenen şeyler üzerine çalışmak zorundayız genellikle. Pazartesi iş yerine gidip bu hafta ben satış departmanında çalışmak istiyorum diyemiyoruz. Ya da çok parlak yeni bir fikrim var, şirketi şu yönde geliştirmek için şunları şunları yapmamız lazım bunun üstüne yoğunlaşacağım gibi şeyler yine olmuyor. Bize verilen bir görev var ve bunu yapmak zorundayız. Ve genellikle yalnızca kendi işimiz hakkında fikir yürütmek zorundayız başka şeylere salça olmak olumsuz olarak değerlendiriliyor. Benzer durumlar bu açıdan bakınca freelance için de geçerli. Yapacakları işi kendileri seçemiyorlar. Onlar için seçilmiş olan bir işi ya da işlerin arasından kendilerine uygun olanı seçmek zorundalar. Fakat bu seçimi yaptıktan sonra, ipler iş verenin eline geçiyor ve yine bir bağımsızlıktan söz edemeyiz bu durumda.
Peki öyleyse, bu üçünü birden sağlamak mümkün mü? Sanırım kendin için çalışmadığın sürece mümkün değil. Her şart ve durumda bir noktada bağımlı ve otorite altındasın. Hangi sektöre ya da hangi iş koluna bakarsak bakalım en azından bu 3 şarttan ikisi bakımından bir bağımlılık mevcut. Hatta durum böyleyse çoğunlukla oh ne güzel işmiş diyoruz. Bunların hepsini sağlayan işler zaten klasik çalışma sisteminin ve fare yarışının, finansal bağımlılığın, bir önceki bölümde bahsettiğimiz köleliğin en gerçekçi şekilde görüldüğü yerler. Ayrıca çoğunlukla hayali iş tanımı olarak bir düşünceye daldığımızda da genellikle yine bu 3 şarttan maksimum birine bağımlı bir hayal kuruyoruz. Ya zaman konusunda ya iş gücü ve yapılacak işin tanımı konusunda ya da konum konusunda mutlak bir bağımlılık söz konusu tüm hayallerimizde bile. Fakat bana göre, bunun dışına çıkmak mümkün ve bunu sağlayacak olan şey de; finansal bağımsızlık elde etmek. Ya da en azından daha önce başka bir bölümde bahsettiğimiz; fuck you money denilen; yani yetti artık benim finansal bir güvencem var denilen bir birikim sahibi olabilmek gerek. Yapmak istediğiniz şeylere odaklanabilmek için; gerçekten zevk alınan bir şeyler yapmak için önce bunu sağlamak gerekiyor. Bu konuma gelmenin yollarından ya da nasıl yapılabileceğinden çoğu bölümde bahsediyorum. Bugün madalyonun biraz diğer tarafına bakmaya çalışıyoruz. Finansal özgürlük ya da bağımsızlık ne anlama gelmeli bunun tanımını yapmaya çalışıyorum yani biraz da.
Özellikle üstünde durmaya çalıştığım gibi belki özgürlük kelimesini kullanmayı bırakıp bunun yerine bağımsızlık demeye başlayarak bu konuda ilk adımı atabiliriz. Bu hataya ben de çok fazla düşüyorum ya da kalıplaşmış bir söz de olabilir ama açıklamaya çalıştığım gibi doğru kullanımı bu değil. Ayrıca bu hayali kuran ya da bu aşamaya gelmek üzere olanlar için; hemen bir kötü haber vermek istiyorum. Ömrünün geri kalanını sadece yatarak ve temel ihtiyaçlarını karşılayarak ya da yalnızca dünyayı gezerek geçiremezsin. Belki son şık biraz daha çekici gelebilir ama yalnızca bu şekilde yaşamak; bana göre kısıtlı zamanımızı boşa harcamak olur. Bir şeyler üretmeye uğraşmak ya da bir konu üstüne çalışma yapmak sanırım artık bunu yapamayacak hale gelene kadar yapılması gereken şeyler. Buffett 92 yaşında ve Charlie Munger 98 yaşında şu anda. Hala her gün işlerinin başına gidip bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Ve bunu yapmak zorunda değiller, anahtar nokta da tam burası. Yapmak zorunda olmadan yapmak. Bu durum bende çok uzun bir süredir problem yaratıyor. Genellikle yapmak zorunda olduğum söylenen her şeyi hayatım boyunca hep aksattım. Ve sanırım bunu yalnızca bir başkası zorunda olduğumu söylediği için yaptım. Şimdi yapmak zorunda olmadığım ama yapmak istediğim şeyler üzerinde yoğunlaşıyorum. Son 5-6 aydır bu yayınları yaparken her Cuma yayına girme konusunda daha önce hayatımın hiçbir döneminde olmadığı kadar bir disiplin içindeyim. Kendim de şaşırıyorum buna bir yandan. Yapmak zorunda olmamama rağmen hatta birçok aksilik ve hayati meselelerle karşılaşmama rağmen bir şekilde dinleyenlerin hiç farkında olmadan her Cuma yeni bir bölüm geldi. Gelmeye de devam edecek. Bu konuda bir aksaklık çıkarsa ve bölüm yetişmezse, ya da en azından önceden bunun duyurusunu yapmazsam, işte o an bu bölümleri yapma isteğim bitmiş demek olabilir. Bu da kendime bir not olsun burada. İş yapma kıstası olarak bunu koyabilirim kendime.
Ayrıca bütün mesele, başkalarını rahatsız edici derecede çalışkan olmaktan ve odaklanmaktan geçiyor. Aynı girişteki bahsettiğimiz talihsiz talihli Evelyn Adams gibi bir duruma düşmemek için. Ve hedefleri ya da amaçları doğru belirlemekten geçiyor bütün iş. Çünkü para ya da banka hesabının şişkinliği asla bir hedef olmamalı. Bu yaptığınız şeyin bir yan ürünü olarak görülmeli. Bu çok basit bir denklem aslında. Hedef para olduğunda; onun için çalışırsın ve onun kölesine dönüşürsün. Hedef özgürlük ya da bağımsızlık olduğunda para yalnızca bunu sağlayacak bir araca dönüşür. Bu aslında başarının belki de en büyük sırrı. Yaptığım şeyi benden daha iyi bir şekilde yapacak biri yok. Fakat bu ukalalık ya da bir üstünlük olarak görülmemeli. Aynı şekilde ben de; bir başkasının odaklandığı ve beni her şekilde alt edebileceği, en iyi yaptığı şeyde ondan daha iyi bir duruma gelemem. Bütün mesele, bu güçlü özelliklerin ne olduğunu bulmaya çalışmak. İyi ve bağımsız bir hayata giden yol tamamen bu düzlemde ilerlemese bile, yol bir noktada bu kavşaktan geçiyor bana göre. Kendi güçlü özelliklerimizin hiç farkında olmadan geçen bir ömür, yalnızca bir başkasının güçlü özelliklerini daha da yıkılmaz bir hale getirmesine yardım ederek geçebilir ancak. Belki bu noktada biraz da bencil olmak gerekiyor. Ve her zaman odaklı kalmak. Hayır diyebilmek. Hedefe bir at gözlüğü takarak hiçbir dikkat dağıtıcı hareketten etkilenmeden gidebilmek gerekiyor. Ve aynı zamanda çevrede olup biteni de tüm açılarıyla anlayabilmek tabi. Hem dar bir bakış açısı hem de oldukça geniş bir çerçeve içinde olabilmek galiba bu işin tüm sırrı. Belki oldukça garip ve anlamsız gibi görünebilir bu sözler ama belirli bir noktada herkesin rahatlıkla hissedebileceği bir duruma dönüşecektir mutlaka, bundan neredeyse eminim.
Piyasalar da benzer bir şekilde hareket ediyor. Yalnızca günlük olaylara ve kısa vadeli haberlere odaklanılıyor. Gerektiğinden çok daha uzun bir zaman dilimi hiçbir zaman hesaplanarak hareket edilmiyor. Ya da bunun tam tersi; yalnızca çok uzun bir zaman dilimine bakılıp, günlük ve kısa vadeli gelişmeler tamamen göz ardı ediliyor. Bunun ikisini bir arada yapabilmek hem kısa, hem uzun vadeli düşünebilmek ve birbirinden farklı iki zaman dilimini tek bir potada eritip bunu bir tekilliğe dönüştürerek kendin için en iyi olanı bulmak, bütün sır işte burada. Bunu açıklaması tüm bunlara bir anlam vermekten daha zor bir şey, bu en azından benim için geçerli fakat ne demek istediğimi yeterince net anlattığımı düşünüyorum.
Zaman tercihlerimizden daha önce ilk bölümlerde de bahsetmiştik ayrıca. Genellikle kısa vadeli düşünmeye programlanmış şekildeyiz. Hatta bununla birlikte parasal sistemin ve modern ekonomi teorisinin büyük etkisinden bahsetmiştim. İşte biraz bu pencerenin dışına çıkmak gerekiyor. Çünkü özgürlük ve bağımsızlık kavramları çok uzun bir süredir bizim elimizde olmayan ve yalnızca bir hayale dönüşen, teorik durumlara dönüşmüş durumda. Hayalini kurmamızın bile mümkün olmadığı bir finansal düzen içindeyiz neredeyse. Büyük bir çoğunluğumuz fare yarışının içinde kaybolmuş durumda. Varlıklar yerine yükümlülükler elde edip, ihtiyacımız olduğunu sandığımız şeylerin bize hükmetmesine izin veriyoruz. Bir başkasının bizim adımıza düşünmesi çoğu durumda işimize geliyor. Kendi adımıza karar vermekten çekiniyoruz ve bunun sonuçlarıyla yüzleşmekten de korkuyoruz. Daha büyük ve daha güçlü bir otoritenin kanatları altında kalmak güvenli bir liman olarak görünüyor. Fakat bir geminin yapılış amacı limanda durmak için değil, denizlere açılması gerekir. İşte bunun tam tersi bir durumun, kontrolü ele almamanın uyuşturucu bir etkisi var sanki. Sonra ne olduğunu bile anlamadan, içinden çıkılamaz durumlarda buluyoruz kendimizi ve bunu tersine çevirebilmek için çok fazla ters yönde gittiğimizi fark ediyoruz. Kendi tutsaklığımızın çukurunu kazıp, o kadar derine iniyoruz ki; yapmamız gereken tek şey olan kazmayı bırakmanın, tüm hayatımızın akışını durduracağını düşünüyoruz. Daha derine kazıyoruz. Daha derine ve daha dipsiz bir noktaya kadar iniyoruz ta ki kafamızı yukarı kaldırıp artık geri dönmek için çok geç olana kadar. Halbuki tek yapmamız gereken yalnızca ufak bir çukur açıp bir fidan dikmekti belki de. Aynı eline çekiç alan birinin her şeyi çakılacak bir çivi görmesi gibi ve yapabileceği tek şey buymuş gibi; bizde elimizdeki kazma küreği yalnızca derin çukurlar kazmak için kullanıyoruz.
Ve mesele asla para değil bu açıdan bakıldığında. Ayrıca bunu gösteren çalışmalar da var. Yıllık 50 bin dolar kazanan biriyle; yıllık 500 bin dolar kazanan biri karşılaştırıldığında; diyelim ki bu iki kişi de %10 gelir artışı yaşıyor. Bu tarz durumlara bakıldığında 50 bin dolar kazanan kişi daha mutlu oluyor. Belirli bir seviyeden sonra para o ilk anda ya da yeterince sahip olunmadığı zamanlardaki mutluluk verme duygusunu kaybediyor. Daha çok hayat stilleri ve yaşam tarzları ön plana çıkmaya başlıyor bir noktadan sonra. Henüz çok ciddi bir üst noktaya gelmemiş olsam bile kişisel olarak böyle olduğunu hissedebiliyorum en azından. Portföy gelişiminde de görebiliyorum bunu. İlk 100 bine ulaşırken yaşadığım heyecanla ilk 1 milyona ulaştığım andaki heyecanım karşılaştırılacak bir seviyede bile değil. İlk 100 bin sonrası havalara uçarken ve 1 milyon hayali kurup o ilk anın 10 katı daha mutlu ve heyecanlı olacağımı düşünürken çok daha sıradan görünmüştü o hedefe ulaşmak. Ya da belki de ileride 10 milyona ulaştığımda duyacağım heyecan 1 milyondan çok daha sıradan da gelebilir. Artık bunu pek yadırgamam. Sınırsız ve belki de ölçüsüz olması gereken özgürlük ve bağımsızlık kavramlarının sayısal bir hedefle ölçümlenmesi bu yüzden doğru değil. Bu biraz da içsel bir değerleme ürünü olmalı yani. Hiçbir portföy büyüklüğü ya da küçüklüğü bu sınırlarının belli olmadığı çizgilerin bitiş noktasını belirleyemez bana göre. Çünkü isteklerimizin ve arzularımızın da sınırı yok. 50 bin dolar ve 500 bin dolar kazanan iki kişi örneğine bakarsak tekrardan; ikisinin de beklentileri ve amaçları birbirinden oldukça farklı. Bu yüzden biraz da aynı oranda bir artışta farklı tepkiler veriyorlar.
Ve tam olarak bu sınırsız duygularımızı ve isteklerimizi belli prensiplere ve kurallara bağlayabilmek, bir plan dahilinde hareket etmek ve net bir ufuk çizgisi çekip gemiyi limandan o amaçla çıkarmak gerek. Bu yüzden sanırım bir loto kazanıldığında, ya da finansal bağımsızlık kazanıldığında; şöyle yapacağım böyle yaşayacağım gibi rasyonel olmayan tüm hedefler bir sis bulutu gibi yalnızca görüş açısını kapatan ve tam olarak bu sebepten bir tutsağı haline dönüşülen, kendi kazdığımız çukuru daha derine indiren yanılsamalarmış sadece. Bağımsızlık ve özgürlük, bağımsız ve özgür olduğunu kanıtlamak zorunda olmamaktan geliyor biraz. Aynısı tam tersi olan durum için de geçerli, ikramiye kazandığını göstermek için ultra lüks harcamalarla bunu kanıtlamak zorunda olmak gibi mesela. Varlıklı olduğunu göstermek için yükümlülükler sahibi olmak yani. Böyle söyleyince tabi çok garip geliyor ama bu bariz yanlışlara düşmekten de kurtulamıyoruz kolay kolay. Kitlesel olarak düştüğümüz yanılgılarımızdan en önemlilerinden biri de bu zaten. Bu yüzden istediğim yerde, istediğim şekilde ve istediğim konu üzerine çalışmak istediğimde; bunun kanıtı olacağını düşündüğüm kişisel olarak en büyük hayallerimden biri olan rotasını bile çizdiğim dünya turu hayallerini bir süreliğine rafa kaldırdım. Loto kazandığında yalnızca yan gelip yatmak gibi bir suni hedefe dönüştü bu hayal benim için. Tabi bir de eve ne zaman döneceğimi soracak bir eşim var o da büyük bir etken sanırım bu kararda.