//
34 mins read

Enflasyon Zamanları ve Yatırım (Part 3)

Normalde iki haftalık kurguladığım bu enflasyon serisinin 3. ve son bölümüne hoş geldiniz. Geçen hafta neredeyse tam bölümün ortasına geldiğimde fark ettim bu konuyu iki haftada kapatamayacağımızı. Tabi biraz da yeni asgari ücret açıklamasının da etkisi oldu. Böyle takvimlere dikkat edip bir şeyler hazırlamıyorum genel olarak ama; tam üst üste çok iyi denk geldiğinden değerlendirmek istedim sanırım bu fırsatı. Genel anlamda bölümlerin daha zamansız olmasına özen göstermeye çalışıyorum güncel yorum yapmak bence hem kolay değil, hem de genellikle doğru yorumlar yapılması pek mümkün olmuyor. Belki bu yüzden hiçbir ekonomi programını ya da günlük borsa yorumcularını da takip etmiyorum. Fakat sevdiğim bir şey var; bu tarz güncel yorum yapanların bazı söylediklerini telefon ajandama özellikle kaydediyorum, 1 sene sonrasına falan hatırlatma koyarak. Dönüp bakıyorum sonra ne olmuş diye ve genellikle hep tahminlerin tam tersi gerçekleşenlerle karşılaşıyorum. Ha tabi bunun yanlış anlaşılmasını istemem, üstten bir bakışla ya da birilerini rencide etmek için yapmıyorum bunu. Kendime bir hatırlatma bu aslında piyasayla ilgili. Bir benzerini herkese tavsiye ederim hatta. Ve bence, kibirli davranışlarımızı ya da üstten bakışlarımızı, neredeyse her şeyi bildiğimize dair kendinden eminliğimizi çok güzel törpüleyebilen bir yöntem olabilir bu herkes için.

Geçenlerde bir yerde okumuştum, tam hatırlayamadım nerede ama şöyle diyordu: “İyi bir konuşma mini etek gibi olmalıdır. Dikkatleri toplayacak kadar kısa, konuyu dolduracak kadar uzun.” O yüzden konuyu çok dağıtmadan, yavaştan altını doldurmaya başlayalım artık. Bugün enflasyon ortamlarında nasıl yatırım yapabiliriz biraz bunun üstüne konuşacağız ve artık bu enflasyon konusunu kendi adıma geride bırakmak istiyorum bu bölümden sonra. Birçok farklı yönden ele aldık önceki bölümlerde de zaten. Yatırım kısmına girmeden önce, tabi yine de bu bölüme bir temel oluşturması için Ray Dalio’nun borç döngüsü açıklamasından da bahsetmem gerekiyor. Birçok farklı röportajında ya da yazılarında; kendi hazırladığı videolarda çok sıklıkla bahsettiği bir döngü var. Bunlardan birini hatta notlar kısmına bakmanız için bırakırım bakmanız için. Bu borç döngüsünü anladıktan sonra; enflasyon da bana kalırsa daha iyi anlaşılıyor.

Şöyle bir döngü var; diyelim ki yıllık geliriniz 100 bin lira olsun ve siz bu gelire istinaden bankadan bir borç alabilirsiniz. Bu bir ev almak için olabilir; ya da bir başka finansal varlık satın almak için olabilir. Yatırım yapmak için olabilir. Ya da daha dikkatsiz kişiler için harcamak üzerine olabilir. Tabi bu borcu alırken bir güvenceniz var. O da gelir yaratma yeteneğiniz. Ve biz genellikle düşük faiz oranlarıyla borçlanmak isteriz. Ayrıca harcamak için yani bizim ihtiyaç kredisi olarak isim verdiğimiz borçlanmaların faizleri de diğerlerine göre daha yüksektir zaten. Bir ev kredisi ile arasında bakış açısı bakımından da ciddi bir fark var. Ve yine daha limitli bir borçlanma şekli ihtiyaç borçlanmaları. En azından ev kredilerine göre. Zaman zaman ürettiğimiz gelirlere göre borçlanabilme yeteneğimiz bizim elimizde de olmayan bir şey. Borç kaldıracı olarak düşünelim bunu da. Bazı dönemlerde yüksek kaldıraçlar kullanabiliyor; bankalar buna izin veriyor. Bazı dönemlerde de bu kaldıraçlar düşürülebiliyor, aynı şu anda içinde bulunduğumuz durum gibi mesela.

Döngü şöyle başlıyor; 100 bin lira geliri olan birisi, örnek olması açısından bazı rakamlar vereceğim; konut kredisi için 500 bin lira borçlanabiliyor. Ya da araç kredisi için 300 bin lira borçlanabiliyor. İhtiyaç kredisi çekmek isterse bu kaldıraç daha düşük ve ayrıca daha kısa vadeli. Fakat borç şekli ne olursa olsun; bu borcu alan kişi parayla bir şeyler yapıyor. Bir takasa giriyor yüksek ihtimalle. 200 bin liralık bir takas yapıldığını var sayalım. Bu sefer takasın karşı tarafındaki kişi 200 bin lira bir gelir üretmiş oluyor. Bu da diğer tarafı, bankaya karşı daha borçlanabilir biri haline getiriyor. Bu aldığı parayı kullanıyor ya da mevduata yatırıyor fakat günün sonunda daha yüksek bir borçlanma kapasitesine ulaşmış oluyor. Bir noktada, bu kişi de bu gücünü kullanarak daha yüksek oranlarda borçlanıyor. Yine bir başka ekonomik aktivitenin içine giriyor; bir başkasıyla bir takas yapıyor ve bunu yaparken ana paranın üstüne bir miktar borçlanma da ekliyor. Ve döngü bu şekilde katlanarak devam ediyor. Bu döngü devam ettikçe, bir noktada; borçlanma miktarları gelir üretme kapasitelerinin üstüne çıkıyor. 100 bin lirayla başlayan ana para ve gelir; birkaç kez ekonomik bir aktiviteye girdiğinde üstüne borçlanma eklenerek 5-10 katına kadar çıkabiliyor. Fakat ortada böyle bir para yok aslında. Kâğıt para sisteminin en büyük problemlerinden biri de işte bu durum zaten. Yoktan var edilen, ileride ödeme sözüne istinaden yaratılan bir takas aracı. Tabi bu büyümeyi de tetikleyen bir şey. Ayrıca, faiz oranlarının da düşük olması gerek böyle bir borçlanma döngüsünün olabilmesi için -ki devletler genellikle faiz oranlarını düşük tutmak isterler tam olarak bu sebepten dolayı. Bu belki kötü bir durum olmayabilir fakat kaçınılmaz bir sonu var: üretilen değerden, gelir yaratma yeteneklerimizden daha yüksek borç miktarlarına ulaşabiliyoruz bir noktadan sonra. Ve bu aşamaya kadar düşük faizli kolay borçlanabilme yeteneğimizle birlikte piyasada bir para bolluğu yaşanıyor. Bu varlık fiyatlarına da yansımaya başlıyor. Sonuçta üretilen varlıkların da ya da basit bir şekilde düşünürsek inşa edilen evlerin de bir sınırı var; borç yaratma yeteneğimize göre daha kısıtlılar. Bu kolay borçlanma enflasyonu tetikliyor; birçok yan etkenle birlikte artan para arzı fiyatları etkiliyor.

Sonrasında biri, partinin müziğini durduruyor ve birileri ayakta kalıyor. Sıkılaşma başlıyor. Borç alabilme yeteneklerimiz kısıtlanıyor. Piyasaya sürülen bolluk geri çekilmeye çalışılıyor ve bir denge sağlanmak isteniyor. Bu sefer tüm bu sistem tam tersi bir şekilde, bir küçülmeye gidiyor. Satıcı ve alıcılar arasındaki denge bozuluyor ve ürünler karşısında istekli alıcı bulmakta zorluklar yaşanıyor. Bu da zaten bir depresyonu tetikliyor. Şirketlerin büyüme hedefleri tutmamaya başlıyor. Karlılıklar düşüyor, pazar payları için rekabet yükseliyor. Maliyetler daha etkili bir duruma geliyor. Birbirini tetikleyen birçok kötü katalizör devreye girmeye başlıyor. Ve bu bir döngü. Aynı Ray Dalio’nun çok güzel bir şekilde açıkladığı gibi. En azından ortalama her 10 yılda bir bu tarz boom-bust dediğimiz döngülerden geçiyoruz. Her seferinde ana katalizör belki farklı, fakat döngünün kendisi aynı.

Bir de her ne kadar artık daha birbirine bağlı ve küresel bir ekonomi içinde olsak da; ülkeler ve devletlerin bu döngülere farklı yaklaşımları hem etki anlamında hem de döngü süresi ya da frekansı anlamında farklı etkilenmelerini sağlıyor bu tarz krizlerden. Arjantin ve bizim gibi ülkeler daha kırılgan ve çok daha döngüsel. Çok daha yüksek frekansta değişimler gösteriyor mesela. Ya da Japonya’da frekans daha düşük, daha durağan bir geçiş döngüsü var diyebiliriz orada, birbirine çok uç örnekler olarak bunlar. Yine Ray Dalio’nun Ekonomi Nasıl Çalışır isimli bir çalışması var onun video linkini notlar kısmına bırakırım daha meraklılar için. Sanırım bilmemiz gereken her şey o videoda var. Tabi Ray Dalio övülen bir bölüm değil amacımız. Sanırım ondan bu kadar referans vermek yeterli olacaktır, en azından düşüncelerini kendime yakın bulduğumdan yine benzer konulara meraklı olanlar için bir kaynak olması açısından paylaşıyorum.

Bu, temel, enflasyon nasıl var oluyor fikirlerini bir kenara bırakırsak; bugün Türkiye’de kimine göre %80 yıllık enflasyon var. Yine kimilerine göre bu rakam%180 ya da daha yüksek yine başka çalışmalara göre. Biraz da bu yüzden ve son asgari ücret açıklaması yüzünden 2 bölümlük kafamda düzenlediğim bu seriyi 3 bölüme çıkardık zaten. Tabi yine de bence bir yandan da daha iyi oldu bu şekilde. Hem kendim düşüncelerimi daha sadeleştirip yeni bir şeyler daha öğrenmiş oldum hem de umarım daha doyurucu bir şekilde anlatabilmişimdir bu şekilde fikirlerimi.

Bir önceki bölümde enflasyonun bir borç silme ya da genel af durumu yarattığını söylemiştim oradan devam etmemiz daha doğru olur bu bölüm. Yüksek enflasyon altında borca kolay ulaşımın engellenmesi ve inanılmaz kaldıraçlı şekilde borçlanmanın engellenmesinin de en büyük sebebi bu zaten. Daha kolay borç alabilmenin önü kesilmek zorunda çünkü biliyoruz ki birkaç yıl içinde bugün kullanılacak değerli sayılabilecek paranın değeri çok ciddi oranda düşecek ve ödemeler kolaylaşacak. Haksız bir rekabet ortamı resmen bu da. Yüksek enflasyon ortamlarında borçlanabilenler her zaman daha avantajlı bir konuma girebiliyorlar. Ben genellikle borca neredeyse tamamen karşı olan biri olarak zaman zaman beni de cezbedebiliyor hatta bu şekilde borçlanma durumu. Pandemi döneminde hatta kredi musluklarının açıldığı ilk kapanmalar zamanında borçlanmak bugün baktığımızda çok avantajlıymış bunu da fark ettik artık. Hatta o dönemlerde bazı finansal bağımsızlık yolundakiler twitter’da çektikleri kredileri paylaşmışlardı. Bir tanesini çok iyi hatırlıyorum aşağı yukarı 100 bin lira gibi bir kredi kullanmıştı, geri ödemesi de 120 civarı bir şeydi sanırım. O dönem bu tarz borçlanmalar yine bizim topluluk diyeyim ismine, bu topluluk tarafından çok eleştirilmişti. Mantıksız bulunmuştu ve bu işin doğasına aykırı olduğu savunulmuştu. Ama sanırım artık bugün dönüp o hareketi yapanlara baktığımızda haklı olduklarını görebiliyoruzdur. En azından bu fırsatları yatırım olarak değerlendirenler bugün nerdeyse önemsiz rakamlara düşmüş kredi geri ödemeleriyle çok mutlulardır. Bunu sadece ev açısından söylemiyorum ama; bu şekilde borsaya yatırım yapan da çok ciddi bir kalabalık oldu 2 sene öncesinde. Ama gelmek istediğim nokta tam olarak bu da değil. Bugün daha kısıtlı bir borçlanma sunulsa da; yine de kimseye borçlanın demek doğru olmayabilir. Bu bir tercih meselesi ve kaldıraç kullanmanın her zaman riskli olabileceğini kişinin kendisinin tartması daha doğru olur. Ve belki 2 sene sonra tekrar bugünlere dönüp baktığımızda yine aynı şeyleri söyleyebiliriz bu dönem borç kullananlar için. Fakat tam tersi de olabilir; çünkü bu döngünün tam olarak neresinde yer aldığımızdan emin değiliz. Bundan sonra da en azından asgari ücret üzerinden bir maaş enflasyonu yaratılmaya devam edilecek mi; piyasaya böyle farklı yollardan para pompalanacak mı ya da tam tersi bir yaklaşıma mı geçeriz bunu kimse bilemez. Tam olarak bu yüzden bu tarz risklere karşıyım. Makul seviyelerde birikim yapabilmeye yoğunlaşmak bana kalırsa uzun vadede her zaman kişisel finans için borçlanmaya göre daha avantajlı olacaktır. Bunu birikim olarak kısa vadede göremeyebiliriz ama yaklaşım olarak bu disiplini benimseyebilenler; risk alanlara karşı uzun vadede daha iyi sonuçlar görebilirler.

Burada belki benim yatırımlarımı aşağı yukarı bilenler bir tezatlık olduğunu düşünebilir; çünkü kimilerine göre riskli varlıklara yatırım yapıyor gibi görünüyorum ama bence durum tam olarak öyle değil. Yine daha önce bahsettiğim bir yaklaşım bu; risk ne yaptığını ya da sonuçların ne olacağını bilmemekten gelen bir şey. 2 yıl sonra faizlerin ne olabileceğini bilmemek benim için büyük bir risk ve bu tarz bilinmeyen riskler almak konusunda oldukça ketum biriyim. Tabi elbette biri bana şu anda 0 faizli kredi verirse de üstüne atlarım ki bu her zaman için değerlendirilebilecek bir fırsat. Ama yatırım araçlarında alınacak riskle, kişisel finans ya da ev ekonomisini etkileyecek riskler almak açısından mantalite olarak ciddi farklar olduğunu düşünüyorum ve kendimi, ailemi finansal açıdan nakit akışı dengesini bozacak riskler almaktan uzak tutmaya çalışıyorum. Kişisel bir bakış açısı olarak borca karşı ya da enflasyon ortamındaki hareketlerimize karşı kendi düşüncelerim bunlar. Fakat kişisel düşüncelerden çok daha zamansız ve geniş kapsamlı bir şeyler paylaşmak; birlikte yeni şeyler düşünmek bence bunlardan daha önemli.

Enflasyon ortamında borçlanmanın avantajları tabi ki var. Ama daha da önemlisi belki de henüz enflasyon ortamında olmadan borçlanmak. Enflasyon ortamına borçlu biri olarak giriş yapmak daha da büyük bir avantaj. Çünkü alınan riskin kaybolduğu ve gerçekleşmiş bir doğru karar var bunun arkasında. Yani böyle dönemlerde ileriye yönelik borçlanmak; ya da zaten borçlanmış olmak çok göreceli stratejiler ve herkese uygun olmayabilir. Risk algısına göre değişiklik gösteriyor çünkü.

Borç haricinde, yine en önemli ayrıntılardan biri, özellikle yüksek enflasyon altında birikim yapabilmekten geçiyor. Türkiye’de her dönem için birikim yapabilmek bölüm sonu canavarını yenmek gibi. Bundan 20 yıl önce de böyleydi, 10 yıl önce de böyleydi, hala öyle ve fakat ben yine de; içinde bulunduğumuz bu zor dönemlerde de birikim yapılabileceğine inanıyorum. En azından belirli bir kesim için bu inkâr edilemez bir gerçek. Maalesef aynı Charlie Munger’ın dediği gibi gerekirse birçok zevkten ve ekstra harcamalardan feragat edip bir yerden başlamak gerekiyor. Bu ayrıca şu açıdan da önemli; ne kadar erken başlanırsa o kadar iyi. Çünkü her zaman zor bunu başarabilmek. O yüzden bütçeyi bir an önce zorlamak gerek. 10 yıl önce birikime yine benzer zor şartlarda başlayanlar bugün o diktikleri fidanların meyvelerini toplayabiliyorlar. Ya da bugün birikim yapmak için hesap kitap yapanlar bu kişilere bakıp hayat sana güzel diyebiliyorlar. Bu bundan sonra da her zaman böyle olacak. Zaman zaman eşime artık birikime odaklanmamıza gerek kalmadı gibi gaz versem de 2023 başından itibaren sanırım biz de yine biraz bütçe kontrolüne gitmeye başlayacağız gibi görünüyor. 2 yıldır bıraktığım bütçe takip dosyamı tekrar yıl başı itibariyle kullanıma alacağız. Bunun bizim açımızdan şöyle bir şey sağlamasını bekliyorum; enflasyonla birlikte artan gelirleri daha iyi yönetebilmek. Hemen hemen giderlerimizi belirli bir düzeyde tutabiliyoruz fakat bütçeyi daha iyi yönetebilmek ve paranın nerelere gittiğine daha dikkat etmek için yine sıkı bir diyet programı takibi şart hale geldi.

Daha önce de bahsettiğimi hatırlıyorum; bütçe yapmayı ve uygulamayı ben biraz diyet programlarına benzetiyorum. Neredeyse tamamen aynı matematikle çalışıyorlar. Ve hatta şöyle bir iddiam var; iyi bir diyet programıyla disiplinli bir şekilde ideal kilosuna gelebilen birisi; aynı şekilde kişisel bütçesini de yönetip gelir gider dengesini çok rahat bir şekilde kurabilir. Bütçe yapmanın bir diğer artısı da insanı disipline sokabilmesi. Paranın nereye gittiğini takip etmek değil fakat bütçe; paraya nereye gideceğini söylemek. Bu mantıkla yaklaşmak gerekiyor. Yoksa yalnızca çok iyi muhasebe defteri tutabilen birisi başka hiçbir yeteneğe gerek duymadan en iyi birikimci olabilirdi. Bu yine çok önemli bir detay. Enflasyonla suni bir şekilde yükselen gelirleri bir şekilde avantaja çevirip giderleri daha sıkı kontrol ederek mutlaka birikim oluşturmak gerekiyor böyle dönemlerde. Birikim konusunda yeni başlayanlar için bir yöntem de özellikle iş hayatına da yeni atılmış kişiler için; bir süre daha öğrenci gibi yaşamaya devam etmek. Özellikle bunu yabancı finansal bağımsızlık yolcuları sıklıkla yapıyor. Öğrencilikten sonra iş hayatına atıldıklarında aynı öğrenci evlerinde ya da paylaşımlı evlerde kalmaya devam ediyorlar. Ya da hayat standartlarını kariyerleriyle birlikte yükseltmiyorlar ve böylece maaşlarının büyük bir kısmını birikime yönlendirebiliyorlar. Bunun yanında bizim kültürde ayrıca aile yanında da çok daha uzun sürelere kadar kalınabiliyor. Bu da yine çok avantajlı bir durum. Yani özellikle yeni iş hayatına atılmak üzere olan kişiler için hala birçok yol mevcut.

Geç yaşta ve biraz da karamsar bir durumda hissedenler de sanırım öncelikle hayat standartlarını gözden geçirmeye başlayarak bu işe girişebilir. Geçtiğimiz günlerde twitter’da hayatın içinde düştüğümüz ve kurtulmamız gereken 4 büyük tuzak başlıklı bir flood paylaşmıştım. Aslında bu zaten bana ait bir şey değil; orada Naval Ravikant’ın bu tuzakları anlattığı bir kısaltılmış videoyu da eklemiştim notlar kısmına yine bunun bir linkini bırakırım bakmak isteyenler için. Çünkü bugün biraz da onun bahsettiği tuzaklar üzerine konuşmuş olduk konuların içinde. Yine orada bir madde vardı; rekabet tuzağı olarak isimlendiriyor. Hatta ben o maddeyi Ruşen amcanın oğlu Sedat olarak paylaşım yapmıştım. Yani kısaca; bazen gereksiz bir hayat standardı rekabeti içine girebiliyoruz çevremizle; ya da uzaktan takip ettiğimiz kişilerle. Bunlardan tamamen sıyrılmak gerekiyor. Özellikle bunun farkında olmadan geç yaşta birikim yapmaya çalışan ama bir yol kat edemeyenlere; harcamalarına bir de bu açıdan tekrardan bakmalarını tavsiye edebilirim.

Böyle anlatınca; yine Naval’ın maddelerinden birinden “senin için söylemesi kolay” zihniyetinin yansımalarını duyabiliyorum sizlerden. Ya da hissedebiliyorum diyelim; en azından bazıları içinden böyle diyor olabilir. Fakat hayır hiç kimse için kolay değil, ve evet mücadele etmeden hiçbir şey kolaylaşmıyor. Ama bu bir yarış da değil. 10 yıl önce birikime başlayan birisi için bu yüksek enflasyon ortamı elbette çok can yakıcı olmayabilir ve bu da çok normal. 10 yıl boyunca düzenli bir şekilde birikim yapabilmiş olmak; birkaç yıldır aşırı yüksek enflasyon ortamında sızlanmaktan ve sıkıntı çekmekten bana göre çok daha engebeli ve zorlu bir yol. Bu kişiler için de şu anki içinde bulunduğumuz dönemler endişe verici fakat en azından dünyanın sonu gibi hissetmiyorlar. Ve yine onlar da 10 yıl önce birikim yapmaya başlarken, aynı bugün yeni başlayacak olanların zorluklarını neredeyse birebir yaşadılar. Ben işin birikim kısmını çok önemli görüyorum, bu yüzden aslında biraz daha fazla üstünde durmaya çalışıyorum. Ama kısaca; ister yeni iş hayatına atılan birisi olsun, ister evli çocuklu ya da bekar tek yaşayan birisi, hangi şartlarda olursa olsun; herkes gelirlerinin bir kısmını kendine ayırmayı başarabilmeli öncelikle. Babil’in En Zengin Adamı bölümünde bunun üstünde çok daha detaylı durmaya çalışmıştım zaten. Parasının nereye gittiğini bilmeyen biri ya da nereye gideceğini söyleyemeyen, bunu yönetemeyen biri; aynı o kâğıt parçası gibi rüzgârda savrulup oradan oraya sürüklenir.  

Ayrıca yine notlar kısmına Warren Buffett’ın 2022’deki yıllık toplantısından enflasyonla ilgili bir soruya verdiği bir cevap var. Onun da bir linkini notlar kısmına bırakırım. Orada benim dikkatimi çeken bir sahne var burada da paylaşmak istiyorum. Enflasyonu ve para arzı ilişkisini anlatıyor uzun uzun. Birkaç kez masanın üstündeki birkaç doları eline alıp sallıyor ve kâğıt parçası olarak bahsediyor. Daha önce pek görmediğim bir şey bu Warren Buffett’tan. Nakitten çöp olarak bahsediyor. Değersiz kâğıt parçası diyor. Sonra döndüm Berkshire’ın o ünlü devasa nakit birikimini kontrol etmek istedim. Gerçekten de 3. Çeyrek itibariyle bu sözlerinin arkasında durmuş görünüyor. Yılbaşı’nda 80 milyar dolar üzerinde nakit varlıkları varken 3. Çeyrek sonunda 30 milyar dolar civarlarına kadar düşürmüşler. Son dönemlerde yeni yatırımlar da yaptılar, sanıyorum bu devasa nakit dağının büyük bir kısmını buralarda kullandılar. 30 milyar dolar belki herkes için çok büyük bir nakit gibi görünebilir ama Berkshire Hathaway klasmanında bu para dikkat çekici derecede düşük. Çünkü son 12-13 yılda sadece 3-4 yıl 30 milyar dolar civarlarına indiler. Genellikle sigorta işlerinden dolayı bir felaket senaryosuna hazırlıklı olmak için 100 milyar dolara yakın bir nakit üstünde oturmayı çok seviyorlar. Bazı zamanlarda bu nakit dağı sorulduğunda iyi bir fikir bulsak kullanırız diyorlar ve ilk defa agresif bir şekilde 2016 yılında kullanmaya başladılar bunu. Uzun bir inatçılık döneminden sonra 2016’da Apple hisseleri almaya başladılar 2018-2019’a kadar da almaya devam ettiler. Yine 2016’dan 2018 sonuna kadar nakitleri 30 milyar dolar civarında kalmış o dönem. Sanıyorum 30 milyar kendilerine koydukları bir alt limit olabilir çünkü 10 yıldan fazla bir süredir sadece bazı dönemler bu noktaya kadar düşmüşler ve daha fazla inmemişler. Sigortacılık işleri için ihtiyaç duyabilecekleri en dip nakit oranı olarak bunu hesapladıklarını düşünüyorum. Bu yıl yine Apple’da alım yaptılar. Birkaç farklı şirkette yeni alım haberleri de çıktı. Şu anda portföylerinin %40’a yakınını Apple oluşturuyor. Hatta hep birlikte bir dağılımlarına bakalım: %40 Apple arkasından %10 Bank of America geliyor, yine %10 Chevron hisseleri var, %8 CocaCola var, sonrasında %7 Amerikan Express geliyor. Yani Berkshire’ın yönettiği portföyün %75’i sadece 5 şirkette dağılmış durumda ve Apple’da çok ciddi bir bahisleri var.

SymbolHoldingsStakeMkt. priceValuePct of portfolio
Apple IncAAPL915,560,3825.8%$175.43$160,616,757,81447.6%
Bank of America CorpBAC1,032,852,00613.0%$28.31$29,240,040,2908.7%
Coca-Cola CoKO400,000,0009.2%$60.26$24,104,000,0007.1%
American Express CompanyAXP151,610,70020.4%$157.24$23,839,266,4687.1%
Chevron CorporationCVX132,407,5957.0%$154.08$20,401,362,2386.0%
Podcast yayınlandığındaki (Aralık-2022) oranlarda değişimler var. Tablo Mayıs-2023’e ait

Bu hem çeşitlilik anlamında bir şeyler anlatıyor. Ama daha önemlisi, enflasyonla birlikte belki çok çok iyi bir fikir bulamasalar bile ellerindeki nakdi kullanmak zorunda kaldıklarını gösteriyor. En kötü yatırım; enflasyon ortamında nakit tutmaktan iyi gibi. En kötü yatırım derken söylemek istediğim şey; en düşük getiri bile; paranın değer kaybından daha yüksek bir getiri demek. Bunun farkında olmak lazım. Bana kalırsa hiçbir dönem bu kullanılan “cash is king” tabiri geçerli değil ama böyle zamanlardan geçerken “cash is trash” tabirinin ne kadar gerçek olduğunu daha iyi görebiliyoruz. Ben genellikle, aylık harcamalar harici banka hesabında bile hiçbir şekilde nakit tutmayan birisiyim. Hesabımda nakit bulunduğunda rahatsız olan biriyim. Buna şu açıdan bakmak lazım; cebinde para olan ve rahatsızlık duyup harcama yapmak zorunda hisseden bir yapıdan; hesabında boş duran nakdi yatırımda değerlendirememiş olmaktan rahatsızlık duyan bir bakış açısına geçiş yapmak gerek. Ve gerçekten de en kötü yatırım tercihi; tabi getiri sağladığı müddetçe, nakitten daha değerli.

Peki bu nakdi ya da birikimleri nasıl değerlendirmeliyiz?

Aslında yalnızca iki kural var. Kural 1: Para kaybetme. Kural 2: Asla birinci kuralı unutma. Yatırımla ilgili uyulması gereken en önemli ve yegâne kurallar bunlar. Tabi bunu biraz açmak gerek. Warren Buffett’ın para kaybetme derken kastettiği şeyin öngörülemeyen risklerden uzak durmak olduğunu düşünüyorum. Böyle yorumluyorum kendi adıma. Tahmin edilemeyecek ya da çok uçuk bir ihtimal peşinde koşup yatırımın çöp olması durumu yani. Bir anda bire on kazanılacak tüyolar peşinde koşmak mesela. Ya da büyük bir hırsa kapılıp bütün görüş alanını kapatıp sıkı sıkıya bir yanlışa bağlanmak. İşte tam olarak bu yüzden yalnızca iki kural var. İkinci kural da bu noktada devreye giriyor. Çünkü zaman zaman bu hatalara düşebiliyoruz. Yargılarımızı ya da görüşlerimizi duygu durumlarımız veya piyasanın durumu etkileyebiliyor. Coşkuyla birlikte hareket ederek piyasanın dalgaları arasında kaybolabiliyoruz. O yüzden asla ama asla ilk kuralı unutmamak üzerine ikinci bir kural var. Her zaman daha mütevazi bir düşünceye yakınlaştırıyor bu da insanı. Piyasalarla ilgili bilinmesi gereken tek şey de bu zaten.

Yatırım aynı zamanda bir enflasyon hedge yöntemi olarak işlev görüyor. Nakit paraya, karşı bir pozisyon almak gibi. Ve böyle zamanlarda kaliteli şirketlere yatırım yapmış olmak belki de her zamankinden daha önemli. Kaliteli şirketten kasıt; sektöründe pazar lideri konumunda olabilir, ya da ürünlerinde fiyat belirleyici avantajları olması gerekir. Neredeyse bir monopoli olması yine idealdir. Rekabetçileri de olmamalı ya da rahatsız edici derecede bir rekabet içinde olmamalı en azından. Güçlü bir bilanço yapısı da olmalı. Bu tarz şirketler enflasyon ortamında çok daha rahat bir şekilde hareket edebilir. Çünkü maliyet artışlarını fiyatlarına çok daha kolay bir şekilde yedirebilirler. Sadece fiyat rekabeti yapılan adi mal satışı sektörlerinde enflasyon etkisi mesela çok daha keskin olabilir. Sigortacılığı düşünelim. Birçok açıdan enflasyon ortamında daha da riskli şirketlere dönüşebiliyorlar.

Birincisi, birçoğunun iş modeli yalnızca daha iyi fiyat teklifi üzerine ve tamamen bir fiyat rekabeti ortamı var. Ürünün kalitesinden çok müşteri ucuz fiyat arıyor. En iyi teklifi verene poliçe yaptırıyor bu da enflasyonla artan maliyetlerin müşteriye yansıması konusunda firmayı bir baskı altında tutabilir. İstediği şekilde fiyat artışlarını hizmete yansıtamayabilir. Evet, biliyorum, özellikle yeni satılan poliçelerde çok ciddi bir fiyat artışı söz konusu, tabi ki zararına satış pek yapmayacaklar ama yalnızca fiyat rekabeti bulunması bu tarz sektörleri enflasyon ortamında çok riskli bir hale getiriyor. Ayrıca sadece sigortacılık için de değil; adi mal üreticisi olan ya da satıcısı olan birçok farklı sektör var aynı durumda. Fakat sigortacılık için ikinci bir riskli durum daha var: Yıllık poliçeler yapıldığından, özellikle 8 ay 10 ay önce yapılan bir sözleşmenin karşılığında kaza durumunda ya da bir masraf durumda şu anda içinde bulunduğumuz şartlarda hesapladıkları maliyetleri çok ciddi farklar çıkartabilir. Hesap açısından. Bu şekilde bir ortamda eğer biraz dikkatsiz davranılırsa ya da tahminlerde güvenlik marjlarını gevşek bırakırlarsa çok ciddi zararlarla karşılaşabilirler. AK Sigorta mesela bunu yaşıyor son dönemde. Bu arada yalnızca örnek olarak veriyorum herhangi bir hisse ismi anmayı pek sevmiyorum ama bu senaryonun tam oturan bir örneği durumda şirket şu anda. Net kar marjları -%10 yani zarar yazıyorlar. Tabi bu bir yalnızca sektör örneği herhangi bir yatırım tavsiyesi ya da tam tersi sat tavsiyesi değil. Sigortacılık sektörü herkes tarafından rahat anlaşılabilen bir iş kolu olduğundan bunun üzerinden örnek vermek istedim.

Çimento sektöründe de yine mesela benzer bir fiyat rekabeti her zaman olur. Fakat çimento fabrikaların hinterlant dediğimiz bir doğal avantaj mekanizması da var. 200-300km’den daha uzağa bir fabrika satış yapmakta zorlanır ulaşım maliyetlerinden dolayı. Tabi bu durum yurt içi için geçerli. Denize yakın ve limanı olan büyük şirketlerin bir başka ulaşım avantajı var. Farklı coğrafyalara hem hammadde hem mamul satış avantajları da doğabiliyor. Ama içerde hinterlant verimliliğiyle belirli bir konum avantajları yaratırlar kendilerine bu şekilde ve bir fiyat politikası güdebilirler, tabi yine de biraz en yakın çimento fabrikasıyla rekabete girerler. Ayrıca ürettikleri ürünün üretim maliyetlerini bir nebze de olsa kontrol etme şansları da var. Yani her sektörün kendi içinde dinamikleri farklı ve özellikle enflasyon dönemlerinde kaliteli şirketler; saydığımız kriterlere göre önde olan şirketler hep daha iyi bilançolar açıklayabiliyorlar.

Tabi yine de, sektörel riskleri ya da genel şirket değerlendirme kısımlarını bir kenara bırakırsak; enflasyon etkisi firmalarda ciddi bir ciro büyümesi olarak karşımıza çıkıyor. Şirket sadece önceki dönemlerde yaptığı kar marjlarını tuttursa bile; ciro şişmesinden dolayı doğal olarak aynı marjla daha yüksek net kar açıklayabiliyor. İşin belki püf noktası burası zaten. Hisselerin enflasyona karşı doğal bir hedge mekanizması görevi gördüğünü söylerken bunu kastetmeye çalışıyordum. Çünkü bir şirketin piyasa değeri, hisse fiyatı; kısa vadeli fiyat hareketlerinden sıyrıldıktan sonra mutlak bir şekilde şirketin gelirlerini ve karlarını takip etmek zorunda. Gelirleri artan şirket hemen hemen aynı oranda piyasa değerini büyütür. Bu da zaten doğal olarak hisse fiyatını etkilemiş olur. Biz genellikle enflasyon ortamında hisse senetlerine yatırım yapmaktan çekinirken sanırım ilk sektörel örneklerde verdiğim çekincelerden dolayı daha ürkek davranıyoruz. Ya şirket zarar yazarsa, ya enflasyondan dolayı mağaza kapatmak zorunda kalırsa, ya maliyetleri kontrol edemezse, ya doğru fiyat politikası uygulamazsa gibi risklerin büyüklüğünden korkuyoruz. Fakat şu bir gerçek; hiçbir firma zararına satış yapmak istemez. Ve kaliteli şirketler de bu noktada yine tekrar devreye giriyor. Çalışma hayatında bizzat şahit olmuş biri olarak; tahammül edilemeyecek tek şey, bir fabrikanın ya da mağazanın zarar yazması durumu. Bu yönden rekabet avantajları bulunan güçlü şirketlerin bu tarz dönemlerde bir güvenli liman olarak paranın park edilebileceği yerler olarak görülmesi de çok doğal oluyor ve ekstra bir piyasa değeri yükselmesi bile görülebiliyor bu tarz şirketlerde böyle durumlarda. Kısaca sanılanın aksine, enflasyon dönemlerinde hisse senetlerinin de fiyatları neredeyse benzer bir şekilde yükseliyor. Bunu tüm yüksek enflasyondan geçen ülkelerin borsa endekslerine bakarak çok rahatlıkla görebiliriz. Arkasında da bahsettiğim şekilde oldukça basit bir matematik var. Para arzından kaynaklı, paranın değerinin düşmesi, paranın nicelik olarak artması ama nitelik olarak düşmesi, her şeyin bu takas aracı karşısında fiyatını yükselten basit bir çıkarım. En azından arzı, kâğıt paraya göre daha sabit gibi kalan araçların fiyatlarının yükselmesi kaçınılmaz.

Enflasyon ortamlarında bir diğer güvenli liman, belki de yüzyıllardır altın. Fakat ben altını daha çok bir yatırım aracı yerine; birikim şekli, değer saklama aracı olarak görenlerdenim. Çünkü kendiliğinden bir değer üretmiyor. Şirketler yeni politikalar belirleyebilirler; maliyetlerini düzenlemeye çalışabilirler. Tabi altın üretiminde de buna benzer yaklaşımlar olabilir. Fakat bir farkla; şirket kendi geleceğini belirlemekte neredeyse birinci yetkili. Organik bir yapıda. Yeni bir şeyler üretmek üzerine geliştirmeler de yapabilir. Altının tek yaptığı şey; orada öylece durmak. Ertesi gün gittiğinizde yumurtladığını göremezsiniz. Tabi bu dezavantajının dışında yaptığı çok iyi bir şey var; 10 yıl sonra da 20 yıl sonra da; ya da 50 yıl, 100 yıl sonra da orada duracağından eminiz. Uganda’daki mevcut altın rezervini bir anda ikiye katlayacak yeni maden keşfi haricinde sıkıntılı bir durumu yok. Tabi bu kendi içinden bir değer yaratamama defosundan dolayı; paranın kısa vadeli park yeri olarak, değer saklamak açısından ve birikim mantığıyla değerlendirildiğinde en önemli enflasyon hedgelerinden birisi.

Gayrimenkul da yine benzer bir hedge sağlıyor. Tamamen benzer bir mantıkla. Fakat aynı zamanda bir nakit akışı yaratma yeteneği de var, gayrimenkulün. Çok uzun yıllar içinde katlanarak büyütme potansiyeli olan bir ekonomik modeli de var. Sırayla evler, dükkanlar alıp nakit akışlarını kullanarak büyük bir imparatorluk kurabiliyor insanlar. Böyle biriyle şahsen de tanışmıştım. Tabi en ünlüleri Robert Kiyosaki, Zengin Baba Yoksul Baba kitabının yazarı. Ama bir aması var, kiracı ile uğraşma derdi. Ben bu gayrimenkullerin bu yönetim derdini bir yönetim şirketine bırakabilirim diyebilirsiniz. Tamam, bunu çözdük diyelim. Devlet politika değişikliklerinden zarar görme ihtimali var. Bunun bir benzerini son dönemde bizde uygulanan %25 kira artışı kararına bakarak görebilirsiniz. Ayrıca yine böyle tartışmalı dönemlerde kiracı ve mülk sahibi ilişkilerini haberlerde bile görmeye başladık. Yine bir başka dezavantajı likit bir piyasa değil -ki bana kalırsa en büyük problemlerinden biri bu. Şehrin yeni gelişmekte olan yerinde yeni bir yatırım kararınızı harekete geçirmek için daha düşük potansiyelli bir mülkünüzü hemen satıp buraya parayı kaydıramazsınız. Fakat borsada her zaman daha iyi bir fikir bulduğunuzda, daha yüksek bir potansiyel gördüğünüzde; yatırımlarınızı karar verdiğiniz anda kaydırabilirsiniz. Bu çok büyük bir avantaj ve aynı zamanda kimileri için çok daha büyük bir dezavantaja dönüşüyor. Bir türlü satamadığı arsasını uzun yıllar bekletmek zorunda kalabilen birisi yatırımını katlayabilirken; çok hızlı satış yapabildiği için kısa vadeli bir borsa oyuncusu reelde baktığımızda potansiyel karları kaçırmış olabiliyor tam bu sebepten.

Tabi bitcoin’e değinmeden de olmaz. Bana kalırsa hala çok önemli bir değer saklama aracı. Volatilitesi hala çok yüksek, hala fiyatını bulmaya çalışıyor. Yine de uzun vadede bakıldığında diğer tüm varlık sınıflarından çok daha yüksek getiriler sunmuş durumda. Ve önünde hala çok büyük bir potansiyel var. Nihai bir kaçışın varlık sınıfı olarak değerlendiriyorum ben. Sistemden çıkış bileti. Burada belki artık çok detaylarına girmiyoruz ama Satoshi Radyo’da bu konunun derinliklerine indiğimiz bölümler var. Konsept olarak içeriği ikiye ayırdığım için belki son dönemlerde burada pek bitcoin lafı geçmemiş olabilir fakat hala iki kelimemden biri bitcoin genele baktığımızda. Kişisel olarak benim geleceğe daha umutla bakmamı sağlıyor. Kimsenin dokunamayacağını bildiğim bir değer saklama yöntemi, finansal bağımsızlığın bana göre en üst kademesi bitcoin ağı.

Ve belki bu 3-4 farklı enflasyondan korunma yöntemlerinden bir sepet yapılması, dar bir açıdan değerlendirildiğinde riskli görünüyor gibi hissedilse de; Ray Dalio’nun bahsettiği güvenli çeşitlendirmenin çok benzer bir sepeti olur bu. Özellikle portföyün geri kalanına göre asimetrik bir getiri sunan bitcoin bu sepetin en önemli enstrümanı bence. Genellikle çeşitlendirme konuşulurken gözden kaçırılan nokta da tam burası oluyor. İki farklı çeşitlendirme puanı düşünelim; birinde yalnızca bir borsadan 30 farklı şirket, ya da 50 farklı şirket veya hatta dilediğimiz kadar uçuk sayılarda farklı hisse sepeti çeşitlendirmesi olsun. Bir diğer yöntem de 5-6 farklı varlıkla ama bazı araçların kendi içinde asimetrik bir getiri potansiyeli olan bir çeşitlendirme çeşidi olsun. Sanırım ilk yönteme göre; bu ikinci daha riskli gibi görünen yöntem çok daha güvenli bir çeşitlendirme metodu olur. Ve bu şekilde bir yaklaşım tahmin edilemeyecek gelişmelere karşı daha güvenli tarafta kalınmasını sağlayabilir.

Maalesef biz, gelişmiş ülkelere göre daha fazla bilinmeyenli denklemler çözmek zorundayız. Enflasyonla kişisel mücadele ve varlıkları koruma, birikim yapabilme, yatırım yapabilme yeteneklerimiz de çok daha gelişmiş olmak zorunda. Bugün, yani bu podcast bölümünün ilk yayın tarihi 30 Aralık 2022. Enflasyon oranının tam olarak kaç olduğundan emin olmadığımız günlerdeyiz. O yüzden tam rakamı veremiyorum. Bu yüzden, varlıklarımızı koruyabildik mi veya üstüne reel bir getiri sağlayabildik mi pek farkında değiliz. Yarın yılbaşı ve yeni bir yıla, yeni bilinmezlere doğru, yeni bir sayfa açacağız. Daha az bilinmeyenli, daha öngörülebilir ve daha umut dolu bir yıl olmasını diliyorum herkes için.

Önceki Bölüm

Enflasyon ve Piyasalar (Part 2)

Sonraki Bölüm

Finansal Bağımsızlığın İlk Yılı

Latest from Blog

Uzun Vadeli Oyunlar

Bölümleri hazırlarken genellikle bir düşünce akışıyla ilerliyorum ve konunun nerede toplanacağını ya da nerede biteceğini başladığım

Birinci Kural: Para Kaybetme

Warren Buffett sürekli kullandığımız bir söz olarak bir keresinde şöyle demişti: “1. Kural: Para kaybetme. 2. Kural:

Öğrendiğim Birkaç Şey

Sahip olmak isteyeceğim neredeyse her şeye sahibim. Henüz elde edemedikleriminse yolumun üzerinde duran sadece birer checkpoint